28 Kasım 2018 Çarşamba

Türkçenin Üstünlüğü Üzerine


Türkçenin Üstünlüğü Üzerine

Türkçenin bir dilbilgisi kitabını okumak, bu dili öğrenmek niyetinde olanlar için bir zevktir. Türlü dilbilgisi kurallarının belirlenmesindeki ustalık, eylem çekimlerindeki düzenlilik, bütün dil yapısındaki saydamlık, kolayca anlaşılabilme niteliği, insan zekasının dil aracılığı ile beliren üstün gücünü kavrayabilenlerde hayranlık uyandırır…. Türk dilinde her şey saydamdır, apaçıktır.
Kaynak: Max Müller, Lectures on The Science of Language, s.257
It is a real pleasure to read a Turkish grammar, even though one may have no wish to acquire it practically. The ingenious manner in which the numerous grammatical forms are brought out, the regularity which pervades the system of declension and conjugation, the transparency and intelligibility of the whole structure, must strike all who have a sense of that wonderful power of the human mind which has displayed itself in language.
Türkün düşünce yeteneklerini öven Batılı düşünürlerden biri Friedrich Max Müller’dir. 19. yüzyılın ortalarında çeşitli dillerle ilgili yayınları arasında Türkçeye ve Türkçeyi yaratan düşünce gücüne hayranlığını belirmiştir. Friedrich Max Müller 19. yüzyılın en ünlü hocalarından biridir. İngiltere’de Oxford Üniversitesi’nde uzun süre profesörlük yapmıştır. Kitabını yazdığı tarihte de üniversitede öğretim üyeliği yapmaktaydı. Kendisi aynı zamanda Munich Kraliyet Akademisi üyelerinden biridir.
1854 yılında yayımladığı Suggestion for the Assistance of Officers in Learning the Languages of the Seat of War in the East adlı kitabında Türkçeye, Türkçenin güzelliğine ve bilimselliğine ve bu dili yaratan insan zekâsına sonsuz hayranlığını gizleyemez ve şöyle der:
Yabancı unsurlardan arındığı takdirde Türkçe kadar kolay, Türkçe kadar rahat anlaşılan ve diyebilirim ki, zevk verici pek az dil vardır. Türkçe grameri öğrenmek (onu kullanmak ihtiyacı olmasa dahi) gerçekten büyük bir bahtiyarlıktır. Sınırsız denebilecek sayıdaki gramatikal formların fevkalade ustaca bir şekilde belirişi, fiil çekimleri ve birleşimi sistemine hâkim muntazamlık ve kıyasilik ve yapımların temsil ettiği berraklık ve anlaşırlık gibi hususlar bu dilin yaratılışında rol oynayan insan zekâsının fevkalade üstün kudretini sezebilecek olanları muhakkak ki hayranlığa sürükler. Olağan nitelikteki müşterek beşeri arzuların ifadesine sanki yetersizmiş gibi görünen grafik ve gösterişçi köklerin böylesine az sayıda oluşu ve düşüncelerin en ince nüanslarını aksettirecek böylesine bir aracın meydana getirilişi; belirsiz bir mastar veya sert emir kipi sisteminin varlığı ve bütün bunlardan iltizam veya inşai sigalar niteliğinde ruh hallerinin doğuşu, tutarsız görünen sözlerin belli bir sistem dairesinde eşsesli ve muntazam bir tarzda ahenklendirilmesi; evet işte bütün bunlarda biz insan aklının ve zekâsının verileri olan çalışmaların içindeki yansımalarını görmekteyiz. Fakat pek çok dilde ilk oluşumun bu izleri belirli bir şekilde kalmaz ve çoğu zaman bunlara tabiatın yarattığı eser mi yoksa sanat eseri mi demekte güçlük çekeriz. Bütün bunlar gözlerimizin önünde tıpkı bir kaya parçası gibi durur ve ancak filologların pertavsızlarıdır ki, onlardaki organik canlılığın kalıntılarını ortaya koyar.
Kaynak: Friedrich Max Muller, Suggestion for the Assistance of Officers in Learning the Languages of the Seat of War, 1854, s.96.
Divested of its foreign elements, few languages are so easy, so intelligible, and I might almost say, so amusing as Turkish. It is real pleasure to read the Turkish grammar, even though one may have no wish to acquire it practically. But the ingenious manner in which the numerous grammatical forms are brought out, the regularity which pervades the system of declension and conjugation, the transparency and intelligibility of the whole structure must strike all who have a sense for that wonderful power of the human mind which has displayed itself in language. Given so small a number of graphic and demonstrative roots as would not suffice to express the commonest wants of human beings, and to produce an instrument that shall render the faintest shades of feeling and thought; — given a vague infinitive or a stern imperative, — and to derive from it such moods as an optative or subjunctive, and tenses as an Aorist or Paulo-post Future ; — given incoherent utterances, and to arrange them into a system where all is uniform and regular, all combined and harmonious — such is the work of the human mind which we see realized in "language." But in most languages nothing of this early process remains visible, and we hardly know whether to call them the work of nature or of art. They stand before us like solid rocks, and the microscope of the philologist alon^ can reveal the remains of organic life which compose them. Turkish but in the grammar of the Tataric languages we have before us a language of perfectly transparent structure^ and a grammar whose inner workings we can Grammar.
Not: Türkçe çeviri “İlhan Arsel, Arap Milliyetçiliği ve Türkler, Altıncı Basım, Sistem Ofset, 1999”dan alınmıştır.
Friedrich Max Müller, Türkçenin güzelliği, inceliği ve berraklığı konusunda gizleyemediği hayranlığını Türkçenin bilimselliği konusunda da sürdürür ve bunu Türk zekâsının yaratıcı gücüne bağlar. Türkçe gramerin fevkalade açık ve berrak bir yapıda olduğunu, bu gramerin iç işleyişinin iyice incelenmesi durumunda sistemin tıpkı kristalden yapılmış bir arı kovanının hücrelerinin inşası izleniyormuş kanısına saplanılacağını söyler, Fransız doğubilimci (oryantalist) olan Jean Deny’nin, Türkçe üzerine şu övücü sözünü aktarır: Türk dilini biz, ünlü bilginlerden oluşmuş bir heyetin ortak çalışmalarının yapıtı gibi tasavvur edebiliriz. Fakat böyle bir heyet (bilimsel kuruluş) tatar bozkırlarında kendi başına kalmış olarak ve kendi doğal kanunlarının rehberliğiyle ya da kendi içgüdülerinin itişiyle, tabiat âleminin sınırları içinde insan beyninin yarattığı bu (sonucu) sağlayamazdı der.
Kaynak: Friedrich Max Muller, Suggestion for the Assistance of Officers in Learning the Languages of the Seat of War, 1854, s.96-97.
We might imagine Turkish to be the result of the deliberations of some eminent society of learned men;" but no such society could have devised what the mind of man produced, left to itself in the steppes of Tatary, and guided only by its innate laws, or by an instinctive power as wonderful as any within the realm of nature.
F. Max Müller, Türkçenin bir de şu özelliği üzerinde durur: Türkçe fiillere has öylesine bir özellik vardır ki, bunun bir benzerine Arian dillerinden hiçbirinde rastlanmaz; bu özellik şudur ki, belli bazı harflerin eklenmesiyle yeni kökler meydana getirme gücü oluşur ve bu da her fiile olumsuz veya ilmi veya aksettirici ya da karşılık verici bir anlam getirmektedir.
Kaynak: Max Muller, Suggestion for the Assistance of Officers in Learning the Languages of the Seat of War, 1854, s.99-100.
The most ingenious part of Turkish is undoubtedly the verb… But there is one feature so peculiar to the Turkish verb, that no analogy can be found in any of the Arian languages — the power of producing new roots by the mere addition of certain letters, which give to every verb a negative, or causative, or reflexive, or reciprocal meaning.
Horald Armstrong 1930’da yayımladığı Turkey and Syria Reborn adlı kitabında Arap ülkelerinde yaptığı seyahatleri ve Türkiye anılarını anlatır. Arapça konuşulan ülkede bir süre kalıp da Arapçanın kulağı tırmalayan hışırtısı yanında Türkiye’de duyduğu tatlı Türkçe ile ilgili olarak şunları yazar:
Bir Arabı konuşurken dinleyenler, sanki konuşanın arka dişlerine kemik parçası sıkışmış da onu dilinin tabanı ile mütemadiyen çıkarmaya uğraşıyormuş ve bu yüzden öğürüyormuş intibahına kapılır. Ne şaşılacak şeydir ki, böyle bir dil Kur’an’ın dolgun sesli tümcelerini yaratabilmiştir.
Kaynak: Harold Armstrong, Turkey and Syria Reborn, London, 1930, s.119
To listen to an Arab talking is to get the impression that he has a piece of gut tied across his back teeth, against which he continually catches the base of his tongue and half retches. It is strange that such a language should have produced the sonorous phrases of the Koran.
Arap sınırını aşıp da Türkiye’ye girdiğinde Türkçenin güzelliği karşısında mest olur:
Karaya ayak basıp da tatlı Türkçeyi işittiğinde -o Türkçe ki Arapçanın haşinliğinin bertaraf edildiği, Acemcenin tatlılığının korunulduğu ve orijinal Tatarcanın kesinliğinin (açıklığının) devam ettirildiği bir dildir- bana sanki melodi dinliyormuşum gibi geldi. Asıl şaşılacak olan şey şudur ki, (Türkçenin bu güzelliğine rağmen) Türkler kayda şayan bir edebiyat yaratmamışlardır.
Kaynak: Harold Armstrong, Turkey and Syria Reborn, London, 1930, s.120
My ear resented the unholy harsh uproar, so that when I came ashore and heard Turkish — the soft Turkish in which the Arabic has had all its harshness toned away, the Persian has kept its sweetness and the original Tartar its incisiveness — it was like a melody. And it is even stranger that the Turks have produced no literature of value
Halil Ganem, Les Sultans Ottomans adlı kitabında Türkçe için şöyle der:
Görülüyor ki kesik ve parçalanmış şekiller içerisinde Türkçe gerçek anlamıyla bir güzellik örneğidir. Sadedir, tatlıdır ve ahenklidir, öylesine ki, sessiz harfler, yıldız kümesi şeklinde kendilerini çevreleyen konvansiyonel nitelikteki sesli harfler grubu ile yumuşatılmışlardır... Durum Türkler için aynı görünmemektedir, zira Türkler, bitkisel nitelikte bir hayata girmiş olmalarına rağmen, canlı ve atik ve çok iyi bir refakatçi niteliğinde ve aristokratik bir salondan hiçbir zaman kovulamayacak bir dil yaratmaya ve bu dili şeref mevkiinde tutmaya azimli görünmüşlerdir. Bugün halen eski öz Türkçeye dönmek isteyen (eski Türk idiomlarını benimsemek isteyen) ve bu maksatla Arapça ve Acemce deyimleri (ki bunlar nihayet bu güzel yelenin en güzel mücevherlerini oluşturmaktadır) atmaya çalışanlara karşı, sanki inat olsun diye Osmanlı’nın yabancı deyimlerini (bu güzel) dile karıştırmaları büyük hatadır.
Kaynak: Halil Ganem, Les Sultans Ottomans. Paris, 1901, c.l, s.296.
Diğer bir dil bilgini S.W. Koelle’e göre etimolojik bakımdan Türkçe son derece berrak bir dil olup, adların pek çoğunun köklerine rahatlıkla inmek ve bunların öz anlamlarını bulmak olanağını vermektedir.
Kaynak: S. W. Koelle, On Tartar and Türk, Journal of the Royal Asiatic Society, 1882, c 14. s.125.
The Turkish language is remarkably transparent in an etymological point of view, most of its names being still easily traceable to their roots and to their original signification
Yukarıda bazı Batılı doğubilimcilerin Türkçenin üstünlüğü üzerine görüşlerinden söz etmiştim. Şimdi de çok özet olarak, Türkçe üzerine tarihi süreçten söz etmek istiyorum.
Batıya doğru ilerlemeleri sırasında Türkler, Çayardı (Seyhun ile Ceyhun ırmakları arası, Araplar Maveraünnehir derler), Horasan, Iran coğrafyasına ulaşınca yaklaşık 350 yıl içinde, başlangıçta zorla, daha sonra siyasi nedenlerle Müslümanlığı kabul ederler.
Din değiştirme ile başta yöneticiler olmak üzere Türkler Arapça adlar da almaya başlar. Yalnızca Selçuklu hanedanının kurucusu Selçuk, Büyük Selçuklu İmparatorluğunun ilk iki hükümdarı Tuğrul ve Alparslan, Osmanlı Beyliğinin ikinci hükümdarı Orhan Bey, dışında nerdeyse bütün yöneticiler Arapça (Türkiye Selçuklu hükümdarlarından bazıları da, Keyhüsrev vb., Farsça) adlar alırlar.
Türkçe de yoğun bir biçimde Farsça ve Arapçanın baskısı altında kalır.
Özellikle Selçuklularda resmi dil Farsça, bilim (aslında bilimden kasıt İslami bilgilerdir) dili de Arapça olur.
Yalnız orduda komutan ve askerin dili Türkçedir. Bu Osmanlıda da böyledir.
Selçukluların divanında Farsça konuşulurken, Osmanlı Beyliğinde, Orhan Beyin divanında Türkçe konuşuluyordu.
Ancak Osmanlıda medrese eğitimi başlayınca durum değişti. Medresenin dili Arapça idi, burada Türkçe konuşulmuyordu.
Giderek Osmanlı Sarayında Türkçe, Arapça, Farsça karışımı bir hilkat garibesi olarak yapay bir Osmanlıca icat edildi.
Türkçenin Anadolu’da kaybolmayıp gelişmesinde üç etken önemlidir. Bunlardan ilki biraz yukarıda sözü edildiği gibi ordu dilinin Türkçe olmasıdır. İkinci etken ise, Moğol istilası sırasında, batıya ilerleyen Moğolların askeri ve sivil yöneticileri arasında üst düzey Türkler de bulunuyordu. Bu yöneticilerin etkisi ile Anadolu’da Türkçe yeniden etkin olmaya başladı.
Ama asıl etken başka idi: Osmanlı medreselerine kızlar alınmıyordu, onlar annelerinden öğrendiği güzel Türkçeyi Cumhuriyetin güvenilir ellerine ulaşıncaya kadar taşıdılar.
Bu adsız kahraman Türk analarını saygı ile anıyorum.