Türkçenin
Üstünlüğü Üzerine
Türkçenin bir dilbilgisi kitabını
okumak, bu dili öğrenmek niyetinde olanlar için bir zevktir. Türlü dilbilgisi
kurallarının belirlenmesindeki ustalık, eylem çekimlerindeki düzenlilik, bütün
dil yapısındaki saydamlık, kolayca anlaşılabilme niteliği, insan zekasının dil
aracılığı ile beliren üstün gücünü kavrayabilenlerde hayranlık uyandırır…. Türk
dilinde her şey saydamdır, apaçıktır.
Kaynak: Max Müller, Lectures on
The Science of Language, s.257
It is a real pleasure to read a Turkish grammar, even though one
may have no wish to acquire it practically. The ingenious manner in which the
numerous grammatical forms are brought out, the regularity which pervades the
system of declension and conjugation, the transparency and intelligibility of
the whole structure, must strike all who have a sense of that wonderful power
of the human mind which has displayed itself in language.
Türkün
düşünce yeteneklerini öven Batılı düşünürlerden biri Friedrich Max Müller’dir.
19. yüzyılın ortalarında çeşitli dillerle ilgili yayınları arasında Türkçeye ve
Türkçeyi yaratan düşünce gücüne hayranlığını belirmiştir. Friedrich Max Müller
19. yüzyılın en ünlü hocalarından biridir. İngiltere’de Oxford Üniversitesi’nde
uzun süre profesörlük yapmıştır. Kitabını yazdığı tarihte de üniversitede
öğretim üyeliği yapmaktaydı. Kendisi aynı zamanda Munich Kraliyet Akademisi
üyelerinden biridir.
1854
yılında yayımladığı Suggestion for the
Assistance of Officers in Learning the Languages of the Seat of War in the
East adlı kitabında Türkçeye, Türkçenin güzelliğine ve bilimselliğine ve bu
dili yaratan insan zekâsına sonsuz hayranlığını gizleyemez ve şöyle der:
Yabancı unsurlardan arındığı takdirde Türkçe kadar kolay, Türkçe
kadar rahat anlaşılan ve diyebilirim ki, zevk verici pek az dil vardır. Türkçe
grameri öğrenmek (onu kullanmak ihtiyacı olmasa dahi) gerçekten büyük bir
bahtiyarlıktır. Sınırsız denebilecek sayıdaki gramatikal formların fevkalade
ustaca bir şekilde belirişi, fiil çekimleri ve birleşimi sistemine hâkim
muntazamlık ve kıyasilik ve yapımların temsil ettiği berraklık ve anlaşırlık
gibi hususlar bu dilin yaratılışında rol oynayan insan zekâsının fevkalade
üstün kudretini sezebilecek olanları muhakkak ki hayranlığa sürükler. Olağan
nitelikteki müşterek beşeri arzuların ifadesine sanki yetersizmiş gibi görünen
grafik ve gösterişçi köklerin böylesine az sayıda oluşu ve düşüncelerin en ince
nüanslarını aksettirecek böylesine bir aracın meydana getirilişi; belirsiz bir
mastar veya sert emir kipi sisteminin varlığı ve bütün bunlardan iltizam veya
inşai sigalar niteliğinde ruh hallerinin doğuşu, tutarsız görünen sözlerin
belli bir sistem dairesinde eşsesli ve muntazam bir tarzda ahenklendirilmesi;
evet işte bütün bunlarda biz insan aklının ve zekâsının verileri olan
çalışmaların içindeki yansımalarını görmekteyiz. Fakat pek çok dilde ilk
oluşumun bu izleri belirli bir şekilde kalmaz ve çoğu zaman bunlara tabiatın
yarattığı eser mi yoksa sanat eseri mi demekte güçlük çekeriz. Bütün bunlar
gözlerimizin önünde tıpkı bir kaya parçası gibi durur ve ancak filologların
pertavsızlarıdır ki, onlardaki organik canlılığın kalıntılarını ortaya koyar.
Kaynak:
Friedrich Max Muller, Suggestion for the
Assistance of Officers in Learning the Languages of the Seat of War, 1854,
s.96.
Divested of its foreign elements, few languages are so easy, so
intelligible, and I might almost say, so amusing as Turkish. It is real
pleasure to read the Turkish grammar, even though one may have no wish to
acquire it practically. But the ingenious manner in which the numerous
grammatical forms are brought out, the regularity which pervades the system of
declension and conjugation, the transparency and intelligibility of the whole
structure must strike all who have a sense for that wonderful power of the
human mind which has displayed itself in language. Given so small a number of
graphic and demonstrative roots as would not suffice to express the commonest
wants of human beings, and to produce an instrument that shall render the
faintest shades of feeling and thought; — given a vague infinitive or a stern
imperative, — and to derive from it such moods as an optative or subjunctive,
and tenses as an Aorist or Paulo-post Future ; — given incoherent utterances,
and to arrange them into a system where all is uniform and regular, all
combined and harmonious — such is the work of the human mind which we see
realized in "language." But in most languages nothing of this early
process remains visible, and we hardly know whether to call them the work of
nature or of art. They stand before us like solid rocks, and the microscope of
the philologist alon^ can reveal the remains of organic life which compose
them. Turkish but in the grammar of the Tataric languages we have before us a
language of perfectly transparent structure^ and a grammar whose inner workings
we can Grammar.
Not:
Türkçe çeviri “İlhan Arsel, Arap
Milliyetçiliği ve Türkler, Altıncı Basım, Sistem Ofset, 1999”dan
alınmıştır.
Friedrich
Max Müller, Türkçenin güzelliği, inceliği ve berraklığı konusunda gizleyemediği
hayranlığını Türkçenin bilimselliği konusunda da sürdürür ve bunu Türk
zekâsının yaratıcı gücüne bağlar. Türkçe gramerin fevkalade açık ve berrak bir
yapıda olduğunu, bu gramerin iç işleyişinin iyice incelenmesi durumunda sistemin tıpkı kristalden yapılmış bir arı kovanının
hücrelerinin inşası izleniyormuş kanısına saplanılacağını söyler, Fransız
doğubilimci (oryantalist) olan Jean Deny’nin, Türkçe üzerine şu övücü sözünü
aktarır: Türk dilini biz, ünlü
bilginlerden oluşmuş bir heyetin ortak çalışmalarının yapıtı gibi tasavvur
edebiliriz. Fakat böyle bir heyet (bilimsel kuruluş) tatar bozkırlarında kendi
başına kalmış olarak ve kendi doğal kanunlarının rehberliğiyle ya da kendi
içgüdülerinin itişiyle, tabiat âleminin sınırları içinde insan beyninin
yarattığı bu (sonucu) sağlayamazdı der.
Kaynak:
Friedrich Max Muller, Suggestion for the Assistance of Officers in Learning the
Languages of the Seat of War, 1854, s.96-97.
We might imagine Turkish to be the result of the deliberations
of some eminent society of learned men;" but no such society could have
devised what the mind of man produced, left to itself in the steppes of Tatary,
and guided only by its innate laws, or by an instinctive power as wonderful as any
within the realm of nature.
F.
Max Müller, Türkçenin bir de şu özelliği üzerinde durur: Türkçe fiillere has öylesine bir özellik vardır ki, bunun bir benzerine
Arian dillerinden hiçbirinde rastlanmaz; bu özellik şudur ki, belli bazı
harflerin eklenmesiyle yeni kökler meydana getirme gücü oluşur ve bu da her fiile
olumsuz veya ilmi veya aksettirici ya da karşılık verici bir anlam
getirmektedir.
Kaynak:
Max Muller, Suggestion for the Assistance of Officers in Learning the Languages
of the Seat of War, 1854, s.99-100.
The most ingenious part of Turkish is undoubtedly the verb… But
there is one feature so peculiar to the Turkish verb, that no analogy can be
found in any of the Arian languages — the power of producing new roots by the
mere addition of certain letters, which give to every verb a negative, or
causative, or reflexive, or reciprocal meaning.
Horald
Armstrong 1930’da yayımladığı Turkey and
Syria Reborn adlı kitabında Arap ülkelerinde yaptığı seyahatleri ve Türkiye
anılarını anlatır. Arapça konuşulan ülkede bir süre kalıp da Arapçanın kulağı tırmalayan
hışırtısı yanında Türkiye’de duyduğu tatlı Türkçe ile ilgili olarak şunları
yazar:
Bir Arabı konuşurken dinleyenler, sanki konuşanın arka dişlerine
kemik parçası sıkışmış da onu dilinin tabanı ile mütemadiyen çıkarmaya uğraşıyormuş
ve bu yüzden öğürüyormuş intibahına kapılır. Ne şaşılacak şeydir ki, böyle bir
dil Kur’an’ın dolgun sesli tümcelerini yaratabilmiştir.
Kaynak:
Harold Armstrong, Turkey and Syria Reborn, London, 1930, s.119
To listen to an Arab talking is to get the impression that he
has a piece of gut tied across his back teeth, against which he continually
catches the base of his tongue and half retches. It is strange that such a
language should have produced the sonorous phrases of the Koran.
Arap
sınırını aşıp da Türkiye’ye girdiğinde Türkçenin güzelliği karşısında mest
olur:
Karaya ayak basıp da tatlı Türkçeyi işittiğinde -o Türkçe ki
Arapçanın haşinliğinin bertaraf edildiği, Acemcenin tatlılığının korunulduğu ve
orijinal Tatarcanın kesinliğinin (açıklığının) devam ettirildiği bir dildir-
bana sanki melodi dinliyormuşum gibi geldi. Asıl şaşılacak olan şey şudur ki,
(Türkçenin bu güzelliğine rağmen) Türkler kayda şayan bir edebiyat
yaratmamışlardır.
Kaynak:
Harold Armstrong, Turkey and Syria Reborn, London, 1930, s.120
My ear resented the unholy harsh uproar, so that when I came
ashore and heard Turkish — the soft Turkish in which the Arabic has had all its
harshness toned away, the Persian has kept its sweetness and the original
Tartar its incisiveness — it was like a melody. And it is even stranger that
the Turks have produced no literature of value
Halil
Ganem, Les Sultans Ottomans adlı kitabında Türkçe için şöyle der:
Görülüyor ki kesik ve parçalanmış
şekiller içerisinde Türkçe gerçek anlamıyla bir güzellik örneğidir. Sadedir,
tatlıdır ve ahenklidir, öylesine ki, sessiz harfler, yıldız kümesi şeklinde
kendilerini çevreleyen konvansiyonel nitelikteki sesli harfler grubu ile
yumuşatılmışlardır... Durum Türkler için aynı görünmemektedir, zira Türkler,
bitkisel nitelikte bir hayata girmiş olmalarına
rağmen, canlı ve atik ve çok iyi bir refakatçi niteliğinde ve aristokratik bir
salondan hiçbir zaman kovulamayacak bir dil yaratmaya ve bu dili şeref
mevkiinde tutmaya azimli görünmüşlerdir. Bugün halen eski öz Türkçeye dönmek
isteyen (eski Türk idiomlarını benimsemek isteyen) ve bu maksatla Arapça ve
Acemce deyimleri (ki bunlar nihayet bu güzel yelenin en güzel mücevherlerini
oluşturmaktadır) atmaya çalışanlara karşı, sanki inat olsun diye Osmanlı’nın
yabancı deyimlerini (bu güzel) dile karıştırmaları büyük hatadır.
Kaynak:
Halil Ganem, Les Sultans Ottomans. Paris, 1901, c.l, s.296.
Diğer
bir dil bilgini S.W. Koelle’e göre etimolojik bakımdan Türkçe son derece berrak
bir dil olup, adların pek çoğunun köklerine rahatlıkla inmek ve bunların öz
anlamlarını bulmak olanağını vermektedir.
Kaynak:
S. W. Koelle, On Tartar and Türk, Journal of the Royal Asiatic Society, 1882, c
14. s.125.
The Turkish language is remarkably transparent in an
etymological point of view, most of its names being still easily traceable to
their roots and to their original signification
Yukarıda
bazı Batılı doğubilimcilerin Türkçenin üstünlüğü üzerine görüşlerinden söz
etmiştim. Şimdi de çok özet olarak, Türkçe üzerine tarihi süreçten söz etmek
istiyorum.
Batıya
doğru ilerlemeleri sırasında Türkler, Çayardı (Seyhun ile Ceyhun ırmakları arası,
Araplar Maveraünnehir derler), Horasan, Iran coğrafyasına ulaşınca yaklaşık 350
yıl içinde, başlangıçta zorla, daha sonra siyasi nedenlerle Müslümanlığı kabul
ederler.
Din
değiştirme ile başta yöneticiler olmak üzere Türkler Arapça adlar da almaya başlar.
Yalnızca Selçuklu hanedanının kurucusu Selçuk, Büyük Selçuklu İmparatorluğunun
ilk iki hükümdarı Tuğrul ve Alparslan, Osmanlı Beyliğinin ikinci hükümdarı
Orhan Bey, dışında nerdeyse bütün yöneticiler Arapça (Türkiye Selçuklu
hükümdarlarından bazıları da, Keyhüsrev vb., Farsça) adlar alırlar.
Türkçe
de yoğun bir biçimde Farsça ve Arapçanın baskısı altında kalır.
Özellikle
Selçuklularda resmi dil Farsça, bilim (aslında bilimden kasıt İslami
bilgilerdir) dili de Arapça olur.
Yalnız
orduda komutan ve askerin dili Türkçedir. Bu Osmanlıda da böyledir.
Selçukluların
divanında Farsça konuşulurken, Osmanlı Beyliğinde, Orhan Beyin divanında Türkçe
konuşuluyordu.
Ancak
Osmanlıda medrese eğitimi başlayınca durum değişti. Medresenin dili Arapça idi,
burada Türkçe konuşulmuyordu.
Giderek
Osmanlı Sarayında Türkçe, Arapça, Farsça karışımı bir hilkat garibesi olarak
yapay bir Osmanlıca icat edildi.
Türkçenin
Anadolu’da kaybolmayıp gelişmesinde üç etken önemlidir. Bunlardan ilki biraz
yukarıda sözü edildiği gibi ordu dilinin Türkçe olmasıdır. İkinci etken ise,
Moğol istilası sırasında, batıya ilerleyen Moğolların askeri ve sivil
yöneticileri arasında üst düzey Türkler de bulunuyordu. Bu yöneticilerin etkisi
ile Anadolu’da Türkçe yeniden etkin olmaya başladı.
Ama
asıl etken başka idi: Osmanlı medreselerine kızlar alınmıyordu, onlar
annelerinden öğrendiği güzel Türkçeyi Cumhuriyetin güvenilir ellerine
ulaşıncaya kadar taşıdılar.
Bu
adsız kahraman Türk analarını saygı ile anıyorum.