Vergi, örgütlenmiş toplumlarda bireylerin toplumsal düzenin sağlanması karşılığında egemen otoriteye yaptığı ödemedir. Başlangıçta ayni (yani mal olarak) ödenirken paranın bir değişim aracı olması üzerine parasal olarak ödenmeye başlamış.
Toplumsal
düzen iç karışıklıklara ve dış saldırılara karşı sağlanır; ilki için iç
güvenlik, ikincisi için de silahlı kuvvetler oluşturulur. Bireylerin ödediği
vergilerin çoğu da bu iki kuruma gider. Elbette zaman içinde devlet kavramı geliştikçe,
devletin işlevleri de artmış, bununla bağlantılı olarak bireylerin de ödediği
vergi çeşit ve miktarı artmıştır. Yine zamanla devletin sosyal niteliği artınca
bu sefer vergi bir yerde toplumsal eşitsizliği gidermede bir araç da olmuştur.
Örgütlü
bir toplum içinde yaşayan tüm bireyler devletin sunduğu savunma ve sosyal
devlet hizmetlerinde değişen ölçülerde de olsa yararlandığına göre niçin
“birileri” vergi ödemez? Bu sorunun yanıtı İslam’da yatar.
İslamiyet’in
başlangıcında Araplar yayılırken, A. Toynbee’nin Tarih Bilinci adlı çalışmasında da vurguladığı üzere ‘Arap olmayanların Müslüman olmasını pek
istemiyorlardı. Egemenlik altına aldıkları halklar, az vergi veren dindaşlar
olarak değil, çok vergi ödeyen gayrimüslimler olarak daha değerliydi onlar
için.’
İslamiyet’in bütçesi zekat,
sadaka, kurban, adak, kefaretler, köle-cariye, fidye, haraç, cizye, talan,
ganimet, ticaret, helal kazanç denen çalışma vb. şeylerden oluşuyordu. Cizye, Müslüman olmayanların (zimmi) yenilmeleri durumunda
inançlarında özgür kalabilmeleri için ödemekle yükümlü oldukları kelle vergisidir. İslam yöneticilerince
belirlenir. Bir ayete (*)göre Müslümanlar her an için gayrimüslimlere saldırabilirler. Dolayısıyla, bu gibi yaptırımlarla
inanç özgürlüğüne kısıtlama getirilir. Bunun sonucunda da böylesi uygulama ile
karşılaşan insanlar ya dinlerinden vazgeçerler ya da bu kelle vergisini
öderler.
İslam tarihinde bazı anlarda, gayrimüslimler
İslamiyet’i kabul edip toplu olarak İslam’a girdiğinde, İslam yöneticilerinin
buna şiddetle karşı çıktıkları görülür. Çünkü bunların İslam’a girmesiyle
bütçede çok belirgin bir azalma oluyordu. Örneğin; Halife Ömer zamanında Irak
ele geçirildiğinde, ilk yıllarda bunlardan toplanan vergi 124 milyon dirhem
iken, daha sonra bu miktar, Emeviler zamanında 188 milyon dirheme yükselir.
Fakat zaman içinde gayrimüslimlerin
İslamiyet kabul etmeleriyle bu vergiler azalır. Örneğin; Irak halkının İslam’a
girmesi sonucu Halife Abdülmelik zamanında (685-705) bu cizye vergisi 40 milyon dirheme düşünce halife toplu olarak
İslam’a girmeyi engeller.
Şimdi
iki kavrama daha değinelim: darülislam, darülharp. Kuran’da toplanmış
öğretileri kabul edenler (darülislam
- İslam Dünyası), bunları kabul
etmedikleri için savaşılması gereken diğerleri (darülharb - Gayrımüslimlerin
Dünyası ya da Savaş Dünyası).
Dünya
İslamiyet’in egemen olduğu (darülislam),
egemen olmadığı yerler (darülharb)
diye ikiye ayrılıyordu. Bu ikisi arasında şu ya da bu tarzda bir savaş
sürüyordu. Bu savaş cihat olarak yıllar alabildiği gibi, uzun süreler için askıya
alınabiliyordu. Örneğin, Selim I, İran seferi ve Anadolu'da Türkmen kırımına
hazırlık için ulemayı karşı propaganda ile görevlendirmişti. Sonradan
Şeyhülislam olacak Kemalpaşazade bir broşür yazarak ‘Şiilerin mallarının helal, nikahlarının hükümsüz, öldürülmelerinin caiz
olduğunu’ belirtmişti.
Özetle
İslam hukukuna göre darülislam dışındaki
yerlerde yaşayanların can ve malları helal oluyordu.
Bir
konuya daha değinmeliyim: Bağış. Daha önce şirketler vakıf ve
derneklere yaptıkları bağışın çok az miktarını (%5-10 gibi) vergi matrahından
düşebiliyorlardı. 2003 ve 2004 yıllarında yapılan değişikliklerle bu indirim
tutarı %100’lere kadar çıkabiliyor. Örneğin, 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Kanunu'nun
9. maddesinde; ‘…..Fona ve Vakfa bağış ve yardımlar her türlü vergi,
resim ve harçtan muaftır. Bu bağış ve yardımlar Kurumlar ve Gelir Vergisi
matrahından indirilebilir.’
Bir vakfın kamu
yararına olduğu kararını Bakanlar Kurulu belirliyor. Bu vakıflar genelde İslami
ağırlıklı vakıflar oluyor.
Şimdi yukarda
yapılan açıklamalar ışığında devlete vergi ödemeyen ‘birileri’nin kimler
olabileceği çok açık oluyor. Bunlar laik Türkiye Cumhuriyetini darülharp olarak görenlerdir. Devlete
vergi verme yerine kendi inançları doğrultusunda etkinlikte bulunan vakıflara
bağış yapanlardır. Böylece, toplumun vergi veren kesiminden elde edilen
kaynaklar hiçbir üretici etkinliği olmayan vakıflar yoluyla bunu hak etmeyen
belirli kesimlere transfer oluyor.
* Tevbe
Suresi'nin 29. ayetinde aynen şunlar anlatılır: Kendilerine kitap
verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve peygamberinin
haram ettiği şeyleri haram tanımayan, hak dini (kendine) din olarak kabul
etmeyen kimselerle, onlar zelil ve hakir olarak kendi elleriyle cizye
verecekleri zamana kadar savaşın. (Tekin, Arif, Kuran’ın Kökeni, Turan
Dursun Araştırma-İnceleme Ödülü, Berfin Yayınları, 1999, s. 221)
Kaynak: (1) Karadağ,
Osman, Stratejinin Yazılı Kaynakları:
Türkler, Farslar ve Araplar, Destek Yayınları, 2020. (2) 3294 sayılı Sosyal
Yardımlaşma ve Dayanışma Kanunu