Değerli okurlar, Türkiye’de iktidarın son 18 yıl içinde sürekli değişen dış politikalarının geldiği son aşama üzerine kısa da olsa bir değerlendirme yapmanın yararlı olacağını düşünüyorum.
Türkiye-Batı
ilişkilerini etkileyen sayısız etmenlere burada değinmemiz olanak dışıdır. Bu
konuda bir şeyler yazanlar konuya, birikimi ve ideolojik görüşleri
doğrultusunda yaklaşarak sunduğu görüşleri destekleyecek kanıtlar bulmaya
çalışır.
Son
gelişmelere bakıldığında Batı, Türkiye’ye iki şey söylüyor: 1. Bağlaşık ve/veya
kaynak bulmak için Güneye (Araplar), Doğuya (İran, Çin), Kuzeye (Rusya) boşuna
bakıyorsunuz. 2. Sizin gücünüz, yalnızca size verdiklerimiz kadardır.
İlk
konuyu halen üzerinde çalıştığım Stratejinin
Yazılı Kaynakları: Avrupalılar içinde işlemeyi tasarlıyorum. Ancak bu
aşamada bir şeyler söylemeliyim.
Birçok
Batı tarihçisi Türk tarihini, Türk tarihçilerinden çok daha iyi biliyor.
Objektif olmayan özellikle Milliyetçi ve Siyasi İslamcı kesimden gelen
tarihçiler Arap ve Fars tarihçilerinin safsatalarıyla Türk tarihine bağnaz bir
bakış açısıyla bakarlar. Bunlardan Milliyetçilerin bir bölümünün yaklaşımı
“Tanrı Dağı kadar Türk, Hıra Dağı kadar Müslümanım” derken diğer bir bölümü de “Hıra
Dağı kadar Müslüman, Tanrı Dağı kadar Türküm” der (Not 1). Milliyetçilerin Türk
tarihine böyle bakmaları Türk kimliğinin göz ardı edilmesi açısından
yadırgatıcıdır. Eğer görüşlerinde bir tutarlılık olsaydı, Hazar Denizi’nin
kuzeyinden batıya ilerleyen ve İslam dışında başka dinleri seçen Türk boyları
(örneğin Gagavuzlar) ile de ilgilenirlerdi.
İşte
Batı tarihçileri ve devlet adamları, Türklerin, Çin’in kuzeyinden başlayıp, hiç geriye dönmeden, Avrupa’da
noktalanan görkemli yürüyüşünü (Not 2) çok daha doğru inceliyorlar. Batılıların
onbirinci yüzyılda Haçlı Seferleriyle başlayan Türkleri geriye gönderme
girişimleri, Türk Kurtuluş Savaşı ile noktalandığını da çok iyi biliyorlar.
Dolayısıyla Türklerin yeri ne Güney ne Doğu ne de Kuzey’dir, Türklerin yeri
Batı’dır. Bunun hem Batı hem de Türkler, en azından Milliyetçi ve Siyasal
İslamcıların bir bölümü dışında, Türk halkı ve seçkinleri için birçok yararı
vardır.
Batı
için Türkiye, köktencilere karşı bir kalkan ve yoksul İslam ülkelerinden
gönençli ülkelere (özellikle Batı Avrupa) göç akışının önemli bir istasyonudur.
Deyiş yerinde ise işlerine yarayacakları alıp, diğerlerini tuttukları bir insan
deposudur. Köktencilere kalkan olma Türkiye’nin iç güvenliğini çok olumsuz
etkilerken, göçmen istasyonluğu da Türkiye için maddi yük olmanın yanında
toplumsal sorunlara, kültür yozlaşmalarına da neden oluyor.
Ayrıca
Türkiye, Avrupa’nın düşük gelirli kesiminin tatil yeridir. Yaygın salgın
nedeniyle son bir buçuk yıldır bunalmış olan bu kesimin rahat tatil
yapabilmeleri için Türkiye’ye BioNTech aşısı sağlamanın bir AB girişimi
olduğunu değerlendiriyorum. En önemlisi de NATO aracılığı ile Avrupa’nın
ilerden savunulmasında Türklerin jandarma görevi vardır. Türk halkı için ise
Batı’nın en önemli yönü Cumhuriyet kazanımlarının sürdürülmesidir.
Milliyetçi
ve Siyasal İslamcılar, bazı özel çıkarlar dışında ne Avrupa ile ne de orada
yaşayan Türklerle pek de ilgili değillerdir. Avrupa’ya yayılan Türklerle
ilişkileri de onların kaynaklarının Türkiye’ye aktarılmasıyla sınırlıdır.
Bu
kısa açıklamadan sonra imdi de ikinci konuya (sizin gücünüz, yalnızca size
verdiklerimiz kadardır) değinmek istiyorum.
Değerli
okurlar, başkalarının tasarlayıp geliştirdiği teknolojiyi alarak, başkalarının
ürettiği iş makinelerini kullanarak, yine başkalarından aldığınız borçla yüksek
binalar, otoyollar, köprüler, tüneller, havaalanları yapmanız ne bir gelişmedir
ne de kalkınmadır. Unutmayalım, Osmanlı aldığı borçların faizini bile daha otuz
yıl geçmeden ödeyemeyecek duruma gelmiş, Abdülhamit II zamanında iflas etmişti.
Türkiye’nin
2021 yılında Dünya ekonomisi içindeki ağırlığı yüzde birin altında (% 0,08),
sıralaması da yirminci en büyük ekonomidir. Yıllardır, en büyük ekonomi olma
düşünü yaratanlar anlaşılır gibi değildir. Daha önce çalıştığım bir şirkette
mühendis kökenli bir yönetici ağabeyim, şirketteki yöneticiler için “Bunlar
sayı saymasını bilmiyorlar” demişti. Yine Türkiye’nin Araştırma ve Geliştirmeye
(Ar-Ge) ayırdığı pay gayri safi yurtiçi gelirinin yalnızca yüzde biridir (% 1),
Batı ülkelerinde bu rakamın ortalaması % 2’nin üstünde bulunuyor.
Türkiye
aldığı borçları ve kendi kaynaklarını çok verimsiz alanlarda kullanıyor. Böyle
olunca Batı ülkeleri ile olan gelişme açıklığının kapatılması şöyle dursun
gittikçe daha da açılıyor.
Bugün
Türkiye’de kullanılan uygarlık araçlarının geliştirilmesinde ne yazık ki, Türk
insanı teri ya hiç yok ya da ihmal edilebilir düzeydedir.
Ar-Ge
harcamalarının düşüklüğü yanında teknoloji geliştirmenin en önemli ayağı olan
üniversiteler, birkaçı dışında, “yüksek lise” düzeyindedir. Dolayısıyla sahip
olmadığınız teknoloji ile üreteceğiniz savunma araçları kilit malzeme ve
tasarım açısından dışa bağımlı olmayı sürdürecek.
Sonuç
olarak Batı bunu çok iyi bildiği için Türk imalat sanayii ancak onların
verdikleri teknoloji ile sürdürülebilir.
Bu
dar boğazdan çıkmak için yapılması gereken çok şey varsa da öncelikle
üniversitelerin gerçek görevi olan bilimsel araştırmalara yönelmesi gerekir;
sayısal olarak az ama öz üniversite olmalı. Bir diğer önemli alan da yalnızca
rant üzerine tasarlanmış tüm projelerin olduğu gibi iptal edilmesi. Batı’da,
İsrail ve Japonya’da etkin olmadığı için iptal edilmiş yüzlerce proje örnekleri
var. Ayrıca, Türkiye’nin ilerlemesi ve kalkınmasına hiçbir katkısı olmayan hizmetlerin
yükünün tüm vergi yükümlülerine değil, yalnızca bu hizmetlerden yararlanan
kesimlere yerel temelde aktarılması ile önemli bir kaynak tasarrufu
sağlanabilir. Örneğin, dini eğitim alan öğrenciler arasında bile deist, dahası ateist kişilerin bulunduğu Türkiye’de nüfusun % 99’nun Müslüman
olduğu artık gerçek değil. Yalnızca belirli mezheplere yönelik dini hizmetlerin
yükünün tüm vergi verenlere yüklenmesi adil değildir.
Not
1: Engin, Aydın, Hira Dağı kadar… Tanrı
Dağı kadar…, Cumhuriyet gazetesi, 18 Mart 2018
Not
2: Karadağ, Osman, Stratejinin Yazılı
Kaynakları: Türkler, farslar ve Araplar, Destek Yayınları, 8 Ekim 2020.
(Türkler Bölümü)