Uygarlık, ama ne Pahasına (Not 1)
[Bu yazı 21.07.2021 günü aynahaber.org'da yayınlanmıştır ]
En
sonunda söyleyeceğimi baştan söyleyeyim: Eğer insanlığın gidişatı denetim
altına alınmazsa uygarlığın nihai sonucu, insan soyunun gezegenimizde sona
erebilir.
Bu
yazıdaki aykırı görüşlere birçok kişinin karşı çıkabileceğini bekliyorum.
Onlardan bir hoşgörü de beklemiyorum.
Uygarlık Nedir?
Uygarlığın
doğru tanımı, kuşaklar boyunca kazıbilimci (antropolog)leri,
insan bilimci (antropolog)leri ve
tarihçileri uğraştırmıştır. Türk Dil Kurumu uygarlığı Bir ülkenin, bir
toplumun, maddi ve manevi varlıklarının, fikir, sanat çalışmalarıyla ilgili
niteliklerinin tümü olarak tanımlarken Oxford English Dictionary'e göre, “bir
barbarlık durumundan çıkarmak, yaşam sanatlarını öğretmek; aydınlatmak ve
arıtmak için” “uygarlaştırmak”. Uygarlığın barbarlıktan
daha üstün bir durum olduğu düşüncesi, 19. yüzyılın ırksal üstünlük
öğretilerinin altında yatar. Görkemli anıtlara, güçlü sanat eserlerine hayran
olmak belki de doğaldır.
Bugün
kazıbilimciler “uygarlık” (İngilizce civilization,
Arapça, medeniyet) terimini
kentleşmiş, devlet düzeyindeki toplumlar için kullanıyorlar. Bunlara kimileyin
"endüstri öncesi uygarlıklar" denir, çünkü kömür gibi fosil
yakıtlardan çok el emeğine dayanırlardı. Kimi bilginler, toplumların uygar olarak
nitelendirilmesi için sahip olması gerektiğini düşündükleri özelliklerin uzun
listelerini bile hazırlamışlardır. Bu tür listeler genellikle yazı
ve metalurjiyi
içerir.
Uygarlık,
avcılık-toplayıcılık düzeninden Tarım
Devrimi sonucunda yerleşik düzene geçişler başlamış, Kent Devrimi ve yazının icadıyla serpilmiştir. Bu görüş Avustralya
doğumlu İngiliz tarihöncesi uzmanı Gordon Childe’nin
görüşüdür. Tarım da zamanımızdan yaklaşık 12.000 yıl önce Güneydoğu Anadolu’da
Van Gölü’nün batısında başlamış, buradan Verimli
Hilal’e (Not 2) sonra da dünyanın başka bölgelerine yayılmıştır. Avcılık-toplayıcılık
herkesin bu etkinliğe katılımı ile nitelendirilir. Çok istisnai durum dışında
insan emeğinin başkaları tarafından sömürülmesi söz konusu değildir. Bu dönem, o
zamanı yaşayan atalarımızın, bitkisel ilaçlardan astronomik gözlemlere kadar
çok önemli verileri topladığı bir dönemdir. Nerdeyse herkes kendi kendine
yeterli durumdadır.
Yerleşik
düzene geçip, tarımcılık ve hayvan evcilleştirilesi başlayınca, diğer bir deyişle
uygarlaşma başlayınca sorunlar da başlamış. Atalarımız ilk virüs hastalıklarını
hayvanlardan almaya (günümüzdeki son örneği Corona) başladı. Bütün kötülüklerin
anası özel mülkiyet de başladı. Sonra başta yöneticiler ve din adamları gıda
üretimine katılmadıkları için bu tarımcı-çoban atalarımızın emeğini gasp etmeye
başladı, bugün bunun adına vergi diyoruz.
Yöneticilerin
icat ettiği en etkin yönetim aracı din oldu, hiçbir din de tek bir kişi
tarafından oluşturulmadı. Yönetici-egemen ailelerin işbirliğinde son biçimini
aldı. Böyle olduğu için her dönemde yönetici – din adamı işbirliği hep sürdü.
Günümüzde de bu böyledir. Özel mülkiyeti koruma, yeni bölgelere el koyma
yarışında olan yöneticiler koca koca ordular oluşturmaya başladı, din adamları
da onlara gerekli Tanrısal meşruiyeti sağladı. Bunun için zigguratlar,
piramitler, tümülüsler, akropoller, çok büyük tapınaklar, saraylar megaloman
firavunlar, hükümdarlar, krallar ve imparatorlar tarafından ben daha büyüğünü
yaparım anlayışı içinde yapıldı.
Lidya
Kralı Alyattes (ünlü kral Kroisos’un babası)’in mezar anıtı için Hedotos, Tarihi I.93’de bakın ne diyor: “Mısır ve Babil’deki anıtlar bir yana, öyle
bir anıt vardır ki, bilinen bütün öbürlerini aşar. Bu, Kroisos’un babası
Alyattes’in mezarıdır, etekleri büyük taşlarla örülmüş bir toprak yığınıdır.
Küçük esnafın, el işçilerinin ve aşk satıcısı küçük kızların topladıkları paralarla
yükseltilmiş bu anıt. … üzerlerine kazılı olan yazıtlarda, buna katılan her
meslek dalının ne kadar verdiği yazılıydı, bu rakamlara göre en çoğunu bu küçük
kızcağızlar vermiş oluyorlardı.”
Dünyanın yedi harikasından biri olan
Babil'in Asma Bahçeleri, Babil Kralı Nebukadnezar II
tarafından, ülkesinin yeşil tepelerini ve vadilerini özleyen eşi Kraliçe Amytis’i
mutlu etmek için yapılmıştır. Bir kişiyi mutlu etmek için!
Bu
anıtların yapımı milyonlarca insanın canına mal olmuştur. MÖ 3. yüzyılda
yapımına başlanan Çin Seddi’nde 1,5 milyon köylünün öldüğü tahmin ediliyor.
Mısır piramitlerinin yapımında ne kadar insanın öldüğü ya da öldürüldüğü
bilinmiyor.
Roma
Colesseum’u için bir tarihçi şöyle diyordu: Colosseum,
Roma uygarlığının simgesidir. Bilinen sözdür: "Colosseum yıkılırsa Roma, Roma yıkılırsa dünya yıkılır." Koca
bir imparatorluğu bir anıtla özdeşleştirmenin çok saçma bir düşünce olduğunu
düşünüyorum.
Amerika’da St. Louis kentinde Mississipi
Irmağı doğu kıyısında tepesi yukarda, bacakları yerde, yüksekliği 85 metre olan
yarım elips biçiminde Arc denilen bir anıt var. Ben de anıtın tepesine
çıkmıştım, Amerikalıların batıya ilerleyişini simgeliyor. Rehberin anlattığına
gör yapım sırasında 67 insan ölmüştü, acaba değer miydi.
Katolik
Kilisesi, büyük katedraller yapmak için Avrupa köylülerini sömürüyordu. Öyle ki
kimileyin köylünün ürün üzerinden merkezi yönetim, yerel yönetim ve kiliseye
ödediği toplam vergi yükü % 85’lere çıkıyordu. Avrupa’da 16. yüzyıldaki köylü
isyanlarının ve reform hareketlerinin bir nedeni de bu. Alman yönetici
prenslerinin desteğini alan reformcu Martih Luther başarılı oldu. İşin ilginç
yanı aynı dönemde görkeminin doruğunda olan Osmanlı yönetimi bu reformları
desteklerken kendi içinde hiçbir şey yapmıyordu. Oysa o zaman İslam dünyasında
benzeri reformları gerçekleştirebilecek güçteki tek önder Kanuni Süleyman idi
(Not 3). Kanuni Süleyman’dan önce İslam’da bir reformu başlatabilecek güçte bir
başka önder Büyük Selçuklu hükümdarı Tuğrul idi; çürümüş olan Abbasi Halifeliği
üzerine politik olarak geçince onun da aklına böyle bir reform gelmedi.
Kanuni
Süleyman, Süleymaniye’yi kendi cebinden (her ne kadar mesleği kuyumcu idiyse de
mücevherleri gözdeleri için yapıyordu) yapmadı, köylünün ve ele geçirdiği
yerlerin halklarının birikimlerini kullanarak yaptı. 17. Yüzyılda İstanbul’u
gezen bir Avrupalı yazar aşağı yukarı şu anlamda yazıyordu: Üst tabaka dışında
Türkler kümes gibi evlerde yaşıyor, ama görkemli camilerde ibadet yapıyor.
Fransa
kralı Louis XIV’ün 18. yüzyıl sonlarında Paris yakınlarında yaptırdığı görkemli
Versailles Sarayı benzerleri Avrupa’da yayıldı. Bir tarihçi kral için şöyle
diyordu: … kendi tasarlayıp yaptığı Versailles sarayı yalnızca gösterişin bir
parçası değildi. Soyluları, kralın ve devletin hizmetine bağlıyordu. Görkemli
kraliyet baloları, baleleri, konserleri, oyunları ve av şölenleri, Büyük
Parktaki ziyafet ve havai fişekler, “bunların hepsi önde gelen uyruğunun
itaatini pekiştirmeye ve bir ulusal cemaat duygusu yaratmaya hizmet ediyordu”. Yine bir tarihçinin anlatmasına göre yalnız
onun ünlü çeşmelerine su sağlamak amacıyla, üç yıl boyunca 22.000 asker ve
8.000 duvarcı çalıştı. Bu çalışmalar 10.000 insanın yaşamına mal oldu ve
bitirilmeden de terkedildi işler.
Louis XIV’ün başlattığı israfçı uygulama kervanına yaklaşık 250 yıl
sonra Türkiye’de, bir düzineyi aşan özel uçak ve ülkenin birçok yerinde
saraylar yapımıyla İslamcı-Milliyetçi koalisyonu (sorumluluktan kaçınacağını
sanan mhp, politik bir görev almadan önemli bürokrasi konumlarını ele
geçirmekle hükümetin uygulamalarına ortak olmuştur, bundan kaçınması söz konusu
değildir.) katılmıştır.
Bugün
huşu içinde seyredilen bu anıtlar insan sömürüsü üzerine, insanın canı ve malı
pahasına yapılmıştı. Bu nedenle bu anıtlardan, onların yapımında eziyet çeken,
sömürülen, yaşamını yitiren insanlar adına utanç duyuyorum. İnsanlığın uygarlık
mirası diye bunların korunması için hala büyük kaynakların ayrılmasını da,
turizmciler kızmasın, çok anlamsız bir çaba olarak görüyorum.
Şimdi
eskinin hanedanları devasa anıtlar yapımında can kayıplarının Napoleon, Hitler
ve Stalin’de ne farkı var ki. Napoleon savaşlarında 1,5 milyon, yarışmacı
sanayi ülkelerinin neden olduğu Birinci Dünya Savaşı’nda 20 milyon, Hitler’in
yol açtığı İkinci Dünya Savaşı’nda 50 milyon can kaybı oldu.
Megaloman
yöneticilerin kaprisli yarışları yüzünden sözde anıt yapımları sırasında acı
çeken, yaşamını yitiren insanlar adına utanç duyuyorum.
Kapitalizm ve Sanayi Devrimi
Avrupa
15. yüzyılda başlayan Kuzey ve Güney Amerika kıtaları ile Afrika’nın
sömürülmesi ile yükselişe geçti. Bolivya’daki gümüş madenleri, Avrupalıları
zengin ederken, o madenlerde çalışan yerlilerin soy kırımına neden oluyordu.
18. yüzyılda özellikle İngiltere, adına üçgen
ticareti denilen bir yöntemle hem Afrika’yı hem de Karayipleri sömürdü,
sanayi devrimi için sermaye biriktirdi. İngiltere’nin üretilmiş mamullerini
(başta silah) gemilerle Afrika’ya taşıyıp, o malları orada yerli
işbirlikçilerine satıp, yine bu işbirlikçilerinden köle satın alıp, aynı
gemilerle Karayiplere gidip, köleleri oradaki şeker ile takas yaptıktan sonra
kalktığı limana geri dönüyordu. Bu yolla, milyonlarca Afrikalı yurtlarında
edilip köle durumuna getiriliyor, çok ilkel koşullarda yaşatılıyordu.
Sanayi
Devrimi ile eskinin kral hanedanlıkları ve aristokratik ailelerin yerini
ticaret ve sanayi ile zenginleşmiş büyük aileler alınca eskinin büyük anıtlar
yapma dönemi de sona erdi. Çünkü kapitalizm için öyle şeylerin bir anlamı
yoktu, onların kutsalı para idi. Öyle
olduğu için bu aileler de eskinin hanedanları ve aristokratik aileleri gibi bir
yarışa, ama bu sefer daha çok kazanma yarışına girdiler. Aşırı tüketimi
hızlandırdılar. İnsanlığın bugün yaşadığı temel sorun aşırı tüketim ve ondan
kaynaklanan diğer sorunlardır.
Tüketimi
hızlandıran, çevreyi yaşanmaz duruma getiren birkaç icattan biri beton ve
asfalt yollardır. Daracık bir alana gökdelenler yapılması, alış veriş
merkezleri kurulması kentleri yaşanmaz duruma getirmiştir. Özellikle bizim
ülkemizde köyden çekilenler bir yandan kırsal alanda tarım ve hayvancılığı yok
ederken öte yandan kentleri de mega-köy durumuna
getirmiştir. Bir diğer icat yaşamı kolaylaştırdığı savunulan naylondur, kendi ülkemizdeki insanların
plastik poşet ve şişeleri ile her yeri, ama her yeri kirletmeleri yetmez gibi
birkaç dolar döviz için başkalarının da atıklarını alıyoruz. Diğer icatlardan
yapay gübre, tarımsal ilaçlar, GDO, vb. saymıyorum bile.
En
başta söylediğimi yineliyorum: Eğer insanlığın gidişatı denetim altına
alınmazsa uygarlığın nihai sonucu, insan soyunun gezegenimizde sona erebilir.
Dilerim
öyle olmaz.
Not 1: Bu konuyu,
gelecek yıl tamamlayabileceğim Stratejinin
Yazılı Kaynaklar: Avrupalılar içinde daha ayrıntılı işleyeceğim. Şimdilik
burada genel bir özet vermekle yetiniyorum
Not 2: Verimli
Hilal, tabanı Doğu Toroslara dayılı sol bacağı Fırat ve Dicle vadileri
üzerinden Basra körfezine, sağ bacağı da Doğu Akdeniz üzerinden Nil Vadisine
kadar uzanan bölge olarak tanımlanır.
Not 3: Bırakın
reform yapmayı Osmanlı dönemini en bağnaz
(deyiş Halil İnalcık’ındır) şeyhülislamının özendirmesi sonucu 1530’lu yıllarda
çıkardığı fermanla her köye bir cami ve bir imam ile bugün yaşadığımız dini
sorunların temelini attı. Görkemli mabet yapımları diğer dinler için de
geçerliydi.