10 Temmuz 2024 Çarşamba

Tarih Yazımı Üzerine Kısa Bir Değerlendirme

 Değerli okuyucular tarihçilik ciddi bir konudur (Not 1). Nasıl eli kalem tutan herkes yazar olamıyorsa geçmiş üzerine yazan herkes de tarihçi olamaz. Bir toplumun tarihi, bir yerde, o toplumun kimliğidir de. O yüzden, olmayan bir kimliği varmış gibi göstermek o topluma geçmişin yanlışlarından ders almak yerine ancak kibir verebilir ki, bu da toplumun geleceği açısından sıkıntılara yol açar. Örneğin gelecekte bir tarihçi (1) günümüz Türkiye’sini anlatırken şöyle bir şey yazabilir: 2020’lerde Türkiye’de camiler toplu ibadete kapatıldı. Bu deyiş yanlış değil, yani doğru, ama eksik. Bir başka tarihçi (2) şöyle yazabilir: 2020’lerde Türkiye’de, hem de İslamcı bir parti yönetiminde, camiler toplu ibadete kapatıldı. Bu tümce de yanlış değil, ama eksik. Bir başka tarihçi (3) ise aynı olguyu şöyle açıklayabilir. 2020’lerde İslamcı bir parti yönetimindeki Türkiye’de camiler, Corona salgını yüzünden geçici bir süre ibadete kapatıldı.

 

Şimdi, geçmişteki karşıt görüşteki bir yönetimi karalamak isteyenler geçmişi birinci ya da ikinci tarihçinin yazdıklarına göre rahatça değerlendirebilirler, ama bu gerçek değil. Doğrusu üçüncü tarihçinin yazdığıdır. Bu örnek bize geçmişin kısıtlı kaynaklara dayanarak değerlendirilmesinin tehlikesini açıkça gösteriyor.

 

Tarih Yazısı Türleri

 

Tarih üzerine yazılan kitaplar çok kabaca iki kümeye ayrılabilir: Popüler olanlar, araştırmaya dayalı olanlar (Not 2). Popüler olanlar, temelde, geçmişin ve geçmişteki olayların, yazarın politik, dinsel ya da etnik konularda dünya görüşüne dayanan bir anlatısıdır. Böyle kitaplarda geçmiş, yazarın kimliği doğrultusunda yeniden kurgulanır. Amaç bilimsellik ve gerçeklerin ortaya çıkarılması değildir, geçmiş olaylar yazarın dünya görüşü çerçevesinde okuyucuya sunulur. Okuyucu, kulağa hoş gelecek olguların yaratılmasıyla belirli bir ideolojiye yönlendirilir. Örneğin dil alanında bazı sözcük benzerliklerinden giderek Sümerlilerin Türk olduğu kanıtlanmaya çalışılır. Dahası, Göbekli Tepe anıtlarını yapanların Türk olduğu yazılır.

 

Bu savlar, çağdaş gelişen ülkelerin gerisinde kalmanın ezikliğini yaşayanlar için bir teselliden başka bir şey değildir. Sümer dilini okuyanların, o uygarlığı ortaya çıkaranların, Göbekli Tepe’yi ortaya çıkaranların yabancılar olması onları hiç ama hiç ilgilendirmez. Bu gerçekleri niçin bizim insanlarımız ortaya çıkaramadı diye sormaz. Ortadoğu geçmişinin oradaki ilk uygarlık verilerinin ortaya çıkarılmasını, buraları yüzyıllarca yöneten Osmanlı’nın değil de niçin Batılıların birkaç on yılda ortaya çıkardığını da sorgulamaz. Tıpkı, elindeki telefonu; kullandığı bilgisayarı, bindiği tren, otomobil, uçağı; dinlediği radyo, seyrettiği TV’yi; hastalandığında kullandığı ilacı, hastanelerdeki teşhis ve tedavi araçlarını, kısaca yaşamımızı kolaylaştıran her türlü aletleri niçin başkalarının yaptığını da sorgulamaz.

 

Popular tarihçilerin dünya görüşlerine ters düşen her şey geçmişten silinir, gerçekte olmamış şeyler olmuş gibi eklenir. Artık uygarlık yaratıcısı Sümerler, bir boylar konfederasyonu olan İskitler, bir eski Anadolu halkı olan ve Roma yönetim altyapısını sağlayan Etrüskler, bazı kültürel benzerlikler yüzünden Türk olurlar.

 

Bu etniksel yaklaşım çok tehlikelidir. Bugün hayal edilen, kulağa hoş gelen şeyler geçmişte olmuş gibi anlatılır, olmayan bir geçmiş yaratılır. Komşularla ayrışmalar körüklenir, olmayan düşmanlıklar yaratılır. Tarihsel kaynakların yalnızca öngörülen amaçlara uygun olanları (bakınız yukarıda 1, 2 ve 3 tür) dikkate alınır, diğerleri yok sayılır. İşin acı yönü bu tür söylemi körükleyenler arasında akademik unvanlıların da bulunmasıdır. Yüksek akademik unvanlı birinin espri niteliğinde söylemiş olabileceği kayıtlara geçmiş bir söylem gerçekmiş gibi algı yaratabilir. Örneğin, bir TV programında bir Prof. unvanlı biri, Nuh’un, Tufan sırasında oğlu ile cep telefonu benzeri bir araçla iletişim kurduğunu söylemişti. Böylesi söylemler günümüz sosyal medyasında bilgi kirlenmesi yoluyla insanların kafalarını karıştırmaktan başka bir şeye hizmet etmiyor.

 

İkinci tür tarih yazıları araştırmaya dayalı olanlardır. Bunlar kanıtlara dayanır, sunumunda bilimsel yöntemler kullanılır, bu yüzden genel okuyucu için sıkıcı olabilir. Bunlarda yazarın ideolojik görüşü tümüyle giderilememiş olsa da en aza indirildiği için geçmişin gerçeğe yakın bir değerlendirilmesi yapılır. Kanıtların büyük bir bölümü olayın çağdaşlarının yazdıklarına dayandığı için o kaynaklar da belirli bir dünya görüşünü yansıttığından başka kaynaklarla da karşılaştırılması gerekir.

 

Kaynaklarda kullanılan dil o zamanın dili olduğundan ve bu dil zamanla değiştiğinden kaynakların yazıldığı zamandaki geçerli anlamının anlaşılması önemli. Bu durum özellikle kutsal yazılar ve klasik eserler için daha da önemli. Bu eserlerde geçen sözcüklerin yazıldığı zamanki anlamı ile günümüzdeki anlamı farklı olabilir. Bu yüzden öyle kaynakların çapraz karşılaştırılması için o eserin çağdaşı başka kaynakların varlığı önemli.

 

Klasik kaynaklarda yazılanlar başka yöntemlerle de doğrulanabilir, örneğin arkeolojik bulgular tarafsız doğrulama aracıdır. Bir diğer doğrulama aracı etnolojik değerlendirmedir, olaylar ve olgular, o zamanın başka toplumları ve günümüz benzeri toplumları ile karşılaştırılır.

 

En önemlisi olaylar, yöneticilerin aldığı kararlar ve uygulamalar zamanın koşulları göz önünde bulundurularak değerlendirilir. Bu yüzden konu olayın geçtiği coğrafya, o coğrafyada yaşayan başka toplumlarla olan ilişkiler, ekonomik kaynakların dağılımı, ticari, sosyal ve kültürel ilişkiler incelenmek zorundadır.

 

Özetle, araştırmaya dayanan tarih yazılarında çok çeşitli kaynaklara değinmek gerekir, bunlar birbirleri ile çelişebilir de. Bu yüzden olayların zaman ve mekan içinde ortaya çıkışları, aralarındaki etkileşimler, tutarlı bir biçimde incelenmelidir. Bu da haliyle genel okuyucuya sıkıcı gelebilir.

 

Değerli okuyucular, tarihsel konularda belirli bir kesime şirin gözükmek için popüler yaklaşımı seçmek yerine, öylelerinin eleştirisini göze alarak araştırmaya dayalı yazmayı sürdüreceğim. Esenlikler diliyorum.

 

Notlar

 

Not 1: Kesinlikle bir tarihçi olduğum savında değilim, benimkisi amatörce bir çaba. Araştırmalarımla hem kendim bir şeyler öğreniyor hem de bunları yararlanmak isteyenler paylaşıyorum.

 

Not 2: Elbette, genel, uygarlık, ulusal, politik, ekonomik, kültürel, akademik, vb. çok değişik tarih yazım türleri vardır. Ancak burada çok genel olan ikisine odaklanılıyor.

15 Haziran 2024 Cumartesi

 Kitap Tanıtımı:

AVRUPALILAR/Tarih Öncesinden GünümüzeStratejinin Yazılı KaynaklarıOsman Karadağ

Haziran 2024

576 sayfa

14x21

Avrupalılar, hemen her alanda Eski Yunanlara gönderme yaparlar. Bunun temel nedeni geçmişlerini onlara bağladıkları içindir.
Sömürgecilik, derece farkıyla, devletin olduğu her yerde vardır. İmparatorluklarda bu genişletilmişti. Batının yaptığı da bunu zamanın koşullarına göre yaygınlaştırmak, kurumsallaştırmak olmuştur. Avrupalılar birbirleri ile hanedan evlilikleri yapıp politik bağlaşmalar içine girerken, Osmanlı hükümdarları cariyeler ile evlenip Avrupa hanedan bağlantıları dışında kalıyordu. Bu dışarıda kalma Osmanlının politik bakımdan Avrupa’dan dışlanmasında dinsel olanlardan sonra, önemli bir etmendi.
Hristiyanlığın Avrupa ve başka yerlerde yayılması, diğer dinlerin daha önce yayılmasına benzer biçimde, yine ilerde İslamiyet’in yayılacağı gibi önce yönetici sınıf ile başlar. Yönetici sınıf böylece, diğer sınıfları sömürmek için rahip sınıfı ile işbirliği yapar. Avrupa tarihi üzerine batılı tarihçiler, yazdıkları tarih kitaplarında Hristiyanlık yoğun olarak kullanılıyor. Bunun nedeni, Batı uygarlığının üzerine kurulduğu üç temel sütundan birinin Hristiyanlık olmasıdır. Diğer iki sütun Eski Yunan ve Roma miraslarıdır. Söz konusu tarih kitaplardan Bizans ve Rusya’yı içerip de Osmanlı’yı içermeyenlerin yazarlarının dini bağnazlık içinde olduklarını değerlendiriyorum.
Yararlandığım kaynakların tamamına yakını İngilizce yazılmış kaynaklar olup, asıllarından kendi yaptığım çevirileri kullanıyorum.
Bilim ve politik alanda sıradışı düşünen yiğitleri ya da öncüleri, tarih boyunca her toplumda olduğu gibi Avrupa toplumunda da bağnaz düşünceli egemenlerin hedefi olmuştur. Öte yandan bu çalışma için gerekli bilgiyi toplarken tarihte beğeni ile okuduğumuz birçok ünlünün gerçekte ne kadar ahlaksız, acımasız olduğunu öğrenince çok şaşırmıştım, sanırım sizler de okurken şaşıracaksınız.

 Kitap Tanıtımı

DOĞU’DAN BATI’YA AYDINLANMANIN İZLERİ

Doğu Kitabevi
Mayıs 2024

Ebat: 14x21 cm

Sayfa: 376

Çağımız uygarlığının temel kavramlarının oluşturulduğu Avrupa Aydınlanması gökten inmedi. Tüm uygarlık verilerinde olduğu gibi Aydınlanma da geçmişteki insan çabalarının ortak ürünüydü. Avrupalı yazarların, Aydınlanmanın kökeni ya da kaynağını Rönesans, Reform’da arar bir bölümü de en çok İyonya Doğa filozoflarına kadar geri gider. Bu yeterli mi? Kesinlikle yeterli değil. Aydınlanmanın kaynağı çok daha gerilere gider.

 

Aydınlanmanın en önemli aracı olan yazıyı zamanımızdan yaklaşık 5200 yıl önce, günümüz Bağdat kentinin güneyi ile Basra Körfezi arasında yer almış Sümer Ülkesi’nde yaşayanlar icat

etmişlerdir.  Çiviyazısı olarak adlandırılan bu yazının da gelişmesi yaklaşık 5000 yıl bir sürmüştür. Sümerliler bu uzun geçmişi olan süreci tam bir iletişim aracına dönüştüren çok önemli aracılar olmuşlardır.  Dolayısıyla, Aydınlanmanın kaynağı çok daha gerilere gider.

Bu çalışmada tarihöncesinden başlayarak insanlığın en büyük ortak çabasının izlerini süreceğiz. Aydınlanmanın ilk odağının insan belleğini genişleten en önemli iletişim aracı olan yazıyı icat eden Sümerliler olduğunu, ikinci odağının mitsel düşünceden kurgusal (spekülatif) düşünceye geçişin olduğu İyonya, son aşamasının da çağdaş kavramların oluştuğu Avrupa Aydınlanması olduğunu düşünüyorum.