11 Eylül 2025 Perşembe

İnsanın Evrimi Boyunca Erdemlerin Gelişimi ve Değişimi

 İnsanın Evrimi Boyunca Erdemlerin Gelişimi ve Değişimi

Değerli okurlar,

Günümüzde önemi çok artan erdem kavramının tarihsel gelişimini irdelemek istedim, belki birileri yararlanır.

1. Giriş

İnsan türü, evrimsel süreç boyunca hayatta kalma ve uyum sağlama çabası içinde pek çok erdem geliştirmiştir. Burada erdem kavramını geniş anlamıyla kullanıyoruz: yalnızca ahlaki değerleri değil, aynı zamanda toplumsal becerileri ve bilişsel özellikleri de kapsar. Empati, iş birliği, adalet duygusu, dil ve iletişim becerileri, problem çözme yeteneği gibi nitelikler insanın başarıyla evrimleşmesinde kritik rol oynamıştır. Bu çalışmada, insanın evrimsel ve tarihsel yolculuğunda öne çıkan başlıca erdemleri kronolojik olarak inceleyeceğiz. Hangi evrimsel veya tarihsel aşamada bu erdemlerin ortaya çıktığını, ne zaman geliştiğini ve önemlerinin avcı-toplayıcı döneme, yerleşik tarım toplumuna, sanayi devrimine ve günümüz modern toplumuna geçişte nasıl değiştiğini ele alacağız. Son olarak, günümüzde bu erdemlerin bireysel ve toplumsal düzeydeki işlevselliğini değerlendireceğiz.

2. Evrimsel Kökenler: İlk Erdemlerin Ortaya Çıkışı

İnsanın erdemlerinin kökleri, insanlık öncesi atalarımız ve diğer sosyal hayvanların davranışlarında aranabilir. Birçok sosyal memeli türü ve özellikle primatlar, insan ahlakının öncülleri sayılabilecek davranışlar sergiler. Örneğin, fil ve maymun gibi memeliler karmaşık işbirliği davranışları gösterir; bu davranışlar sık sık özveri (altrüizm), empati ya da grup için kendini feda etme gibi özellikler içerir. Primatlarda, özellikle insana en yakın akrabalarımız olan şempanze ve bonobolarda, empati, karşılıklılık (reciprocity) ve adalet duygusu gibi özellikler gözlemlenmiştir. Bu tür davranışlar, grup halinde yaşamanın getirdiği ihtiyaçlar sonucu evrimleşmiştir: karmaşık sosyal gruplarda iş birliği ve uyum, hayatta kalma ve üreme şansını artırır. Nitekim primat toplumlarında, bağlanma ve dayanışma, karşılıklı yardımlaşma, çatışma çözümü, dahası aldatma ve aldatmayı anlama gibi beceriler evrimleşmiştir. Bu davranışlar tam anlamıyla insani bir “ahlak” olmasa da, insan ahlakının biyolojik temelini oluşturmuşlardır.

İlk hominin atalarımızdan başlayarak, beynin büyümesi ve bilişsel becerilerin artması sosyal yaşamla yakından bağlantılıydı. Sosyal Beyin Hipotezi, primat beyninin boyutunun büyük ölçüde sosyal gruplardaki karmaşıklığı yönetmek için büyüdüğünü öne sürer. Örneğin, başkasının zihnini anlama kapasitesi (zihin kuramı) primatlarda gelişmiş ve böylece bireyler grup içi ilişkilerde daha başarılı olmuştur. İnsanın ataları, yaklaşık 2 milyon yıl önce ortaya çıkan Homo cinsiyle birlikte (örn. Homo habilis, Homo erectus vb.), belirgin bilişsel atılımlar gerçekleştirdiler. Alet kullanımı ve üretimi buna erken bir örnektir: En eski taş alet buluntuları yaklaşık 2,5 milyon yıl öncesine tarihlenir ve araç yapımı becerisi, ileri düzey problem çözme ve planlama yeteneğinin bir göstergesiydi.

Ateşin kontrol altına alınması da önemli bir dönüm noktasıdır. Homo erectus döneminde (yaklaşık 1 milyon yıl önce) ateşin kullanımıyla ilgili kanıtlar bulunur; ateş, pişirme ve ısınma yoluyla hayatta kalmayı kolaylaştırmış, aynı zamanda sosyal etkileşim için gece saatlerini de kullanılabilir kılmıştır. Bu, insanlar arası iletişim ve öykü anlatımı gibi kültürel paylaşımları beslemiş olabilir. Nitekim, insana özgü dil yeteneğinin gelişimi de evrimsel sürecin kritik bir parçasıdır. Kesin zaman belirsiz olsa da, genetik ve arkeolojik bulgular insan dil kapasitesinin en az 135 bin yıl önce mevcut olduğunu, dilin geniş çaplı toplumsal kullanıma da yaklaşık 100 bin yıl önce girdiğini gösterir. Bu demektir ki Homo sapiens henüz Afrika’dan dünyaya yayılmadan evvel konuşma yetisi edinmişti. Dil ve sembolik düşünce, insanların daha büyük ve karmaşık sosyal ağlar kurabilmesini, bilgi birikimini kuşaklar boyu aktarabilmesini sağladı.

Evrimsel süreçte ahlaki erdemlerin filizlendiğine ilişkin somut ipuçları da mevcuttur. Örneğin, empati ve şefkat duygularının derin evrimsel kökenleri vardır. Primatolog Frans de Waal’ın aktardığı bir deneyde, rhesus maymunları bir düğmeye basarak yiyecek almayı, bu eylemin diğer bir maymuna elektrik şoku verdiğini gördüklerinde reddetmişlerdir – dahası bazıları diğerine zarar vermemek için 12 gün aç kalmayı göze almıştır. Bu tür bulgular, empati ve başkalarının acısını umursama kapasitesinin insanlık sahnesine çıkmadan çok önce evrimleştiğine işaret eder. Yine primatlarda görülen adil olmayan ödüle tepki davranışı ünlüdür: Kapuçin maymunları, eşit iş karşılığında farklı ödüller (biri üzüm, diğeri salatalık) verildiğinde haksızlığa uğrayan taraf iş birliğini keser, ödülü reddeder. Bu da ilkel bir adalet duygusu olarak yorumlanabilir.

Modern insanın yakın akrabaları Neandertaller de erdem diyebileceğimiz davranışlar sergilediler. Neandertallerin şefkati ve yardımlaşması üzerine yapılan araştırmalar, onların hasta ve yaralı bireylere uzun süre baktığını gösteriyor. Irak’ta Şanidar Mağarası’nda bulunan yaklaşık 50 bin yıl önce yaşamış “Shanidar 1” bireyinin iskeleti buna güçlü bir örnektir. Bu Neandertal erkeğinin sağ kolu dirsekten başlayarak yoktur, ciddi görme ve duyma kaybı ile kısmi felç belirtileri taşıyan hastalık izleri vardır. Bu denli ağır engelleri olan bir birey, başkalarının sürekli bakımı olmadan hayatta kalamazdı. Araştırmacılar, bu durumun Neandertal toplumunda merhamet ve fedakarlığın varlığına işaret ettiğini vurgular: Grubu için yük sayılabilecek birini yıllarca yaşatmak, ancak güçlü bir acıma duygusu ve altruizm ile mümkün olabilirdi. Bu örnek, ahlaki erdemlerin (yardımlaşma, zayıfa kol kanat germe gibi) Homo sapiens ortaya çıkmadan önce bile filizlendiğini gösterir.

Özetle, insanın evrimsel geçmişinde bugünkü erdemlerimizin prototipleri sayılabilecek davranışlar görülüyordu. Empati, özgecilik, karşılıklı yardımlaşma, dürüstlük, adalet algısı, dayanışma gibi erdemler; önce küçük aile gruplarında ve topluluklarda bireylerin bencilce dürtülerini dizginleyip grubun yararına hareket etmesini sağlayan biyolojik ve sosyal adaptasyonlar olarak ortaya çıktı. Böylece atalarımız, daha uyumlu ve iş birliğine dayalı gruplar oluşturarak zorlu çevre koşullarında başarılı oldular. İnsanın özünde var olan bu evrimsel miras, sonraki çağlarda kültürel evrimle birleşerek daha sistematik ahlak kurallarına ve toplumsal normlara temel hazırladı.

3. Avcı-Toplayıcı Dönemde Erdemler ve Önemi

Homo sapiens yaklaşık 300 bin yıl önce ortaya çıkmış ve yeryüzünde uzun süre avcı-toplayıcı yaşam tarzını sürdürmüştür. Bu dönemde insan toplulukları tipik olarak akraba gruplardan oluşan, küçük ve görece eşitlikçi (egaliter) band’ler halindeydi (birkaç düzine ile birkaç yüz kişi arası). Avcı-toplayıcı yaşam, doğa koşullarıyla sürekli mücadele içinde olmayı gerektirdiği için, bu yaşam biçiminde belirli erdemler ön plana çıkmıştır:

İş Birliği ve Paylaşım

Avcı-toplayıcı gruplarda hayatta kalmanın anahtarı sıkı iş birliğiydi. Ortaklaşa avlanma, yiyecek toplama ve çocuk bakımı gibi faaliyetler, grup içi dayanışmayı gerektirdi. Özellikle büyük avların başarısı, bireylerin birlikte plan yapmasına ve birbirine güvenmesine bağlıydı. Antropologlar, erken Homo sapiens, dahası önceki ataların “zorunlu iş birliği” yaptığını, yani tek başlarına başaramayacakları avları ancak birlikte hareket ederek avlayabildiklerini belirtir. Bu “zorunlu ortak avlanma”, avcı-toplayıcı atalarımızda eşit ortaklar olarak çalışma ve ganimeti hakkaniyetle bölüşme gibi ilk ahlaki eğilimleri özendirdi. Nitekim deneysel bulgular, küçük çocukların bile paylaşımda adalete önem verdiğini; oysa şempanzelerin bu tür eşit bölüşüm normları olmadığını gösterir. Bu, insanda paylaşma ve adalet hissinin, avcı-toplayıcı atalarımızın hayatta kalmak için geliştirdiği bir erdem olduğunu düşündürür.

Cömertlik ve Eşitlikçilik

Avcı-toplayıcı topluluklarda yiyecek paylaşımı neredeyse kuraldı. Bu, grupta kimsenin aç kalmamasını güvence altına alırken açgözlülük ve bencillik göstermeyi de en aza indirger. Avcı-toplayıcılarda kişisel mülkiyet ve servet biriktirme olmadığı için, eşitlik önemli bir değerdir. Alan araştırmaları, bu topluluklarda paylaşmayan veya çok fazla tüketen kişilerin alay, küçümseme gibi sosyal yaptırımlarla karşılaştığını gösterir. Yani cimrilik, kibir, kendini üstün görme gibi davranışları grup bastırırken; tevazu, cömertlik ve paylaşımcılık erdemleri yüceltirdi. Antropologlar bunu “tersine hiyerarşi” olarak adlandırır: Grubun barışı ve iş birliğini korumak adına güçlü veya başarılı bireylerin kibirlenmesi engellenir, herkesin eşit düzeyde görülmesi sağlanır. Sonuçta, avcı-toplayıcı dönemde herkese yetecek kadar pay alma, dayanışma ve grup uyumu, en hayati değerlerdi.

Cesaret ve Fiziksel Yetenek

Avcı-toplayıcılar yırtıcı hayvanlarla karşı karşıya geliyor, büyük av hayvanlarını mızraklarla avlıyorlardı. Bu nedenle cesaret, dayanıklılık ve beceri değerli görülürdü. Özellikle avcı erkekler arasında fiziksel cesaret (örneğin tehlikeli bir avda öne atılmak) saygınlık kazandıran bir özellikti. Ancak bu cesaret bireysel bir gözü karalılıktan çok, grup yararına risk alma şeklinde değer kazanırdı – örneğin grup için tehlikeyi göze alıp bir yırtıcıyı uzaklaştıran kişi onurlandırılırdı. Kadınlar ve yaşlılar da bitki toplama, su bulma, çocuk yetiştirme konularındaki uzmanlıkları ve dayanıklılıkları ile topluma katkı sağladıkları için saygı görürdü. Dolayısıyla, emek ve beceri paylaşımı cinsiyet ve yaşa göre farklılaşsa da, her bireyin grubun yaşamına katkısı önemliydi. Bu bağlamda çalışkanlık, beceriklilik ve dayanışma erdem kabul edilirdi.

Empati ve Akrabalık Bağları

Küçük gruplar tipik olarak geniş ailelerden oluştuğu için grup içindeki ilişkiler yakındı. Bireyler birbirlerini yakından tanır, ihtiyaç ve duygularını paylaşırdı. Empati – bir başkasının acısını, sevincini paylaşabilme – bu dönemde grubun bir arada kalmasını sağlayan tutkal gibiydi. Örneğin, yaralanan veya hasta olan bir grup üyesine bakmak, avcı-toplayıcılarda yaygın bir uygulamaydı. İnsanlığın ilk dönemlerinden kalma fosil bulgularında, ciddi sakatlık yaşamış bireylerin uzun süre yaşadığı, dolayısıyla başkalarının bakımının olduğu görülür (örneğin yukarıda sözü edilen Neandertal örneği gibi). Avcı-toplayıcı topluluklarda çocuk bakımı da çoğunlukla kolektif bir çabaydı; insanlar yalnızca kendi çocuklarını değil, akrabalarının çocuklarını da kollardı. Bu tür yakın sosyal dayanışma davranışları, empati ve şefkat duygusunun evrimsel temeller üzerine kültürel olarak daha da güçlendiğini gösterir.

Dürüstlük ve Normlara Uyma

Küçük ölçekli toplumlarda herkes birbirini tanıdığı için, saygınlık ve güvenilirlik kritik önem taşırdı. Avcı-toplayıcı bir grupta yalan söylemek, hırsızlık yapmak veya grup normlarını ihlal etmek genellikle hemen fark edilir ve tepkiyle karşılanırdı. Bu nedenle dürüstlük, sözünü tutma, vadettiğini yapma gibi özellikler erdem sayılırdı. Modern araştırmalar, insanların evrimsel geçmişinde hilekarları ve bencil davrananları grubun dışladığını ve bunun da dürüstlük ve iş birliği yönünde güçlü bir seçilim baskısı yarattığını öne sürer. Yani güvenilmez bir kişi, av veya yiyecek paylaşımında ortak bulamayarak cezalandırılırdı. Bu durum, dürüstlük ve sadakatin hayatta kalma stratejisi olarak benimsenmesine yol açmıştır.

Avcı-toplayıcı dönemde erdemlerin önemi, doğrudan doğruya hayatta kalma ve grup bütünlüğü ile ilgiliydi. Küçük gruplarda herkesin katkısına ihtiyaç olduğundan iş birliği ve paylaşım bir “olmazsa olmaz”dı; aksi halde ne çocuklar büyüyebilir, ne av başarılabilir, ne de savunma sağlanabilirdi. Bu toplumlar kaynaklarını hemen tüketir, uzun erimli depolama yapmazdı; dolayısıyla “bugün bana, yarın sana” anlayışıyla karşılıklı yardımlaşma gelişmişti. Bireycilikten çok kolektivizmin ağır bastığı bu yaşam tarzında “biz” duygusu “ben”in önündeydi. Michael Tomasello, erken insanlar arasında gelişen bu “biz bilinci”nin, herkesin diğerini hem yargılayan hem yargılanan olarak gördüğü bir ortak ahlak zemini yarattığını belirtir. Özetle, avcı-toplayıcıların geliştirdiği erdemler, küçük ölçekli toplumlarda sosyal uyumu ve ortak çıkarı maksimize etmeye yönelikti. Bu değerler, ileriki çağlarda daha büyük toplumların kurulmasının da temelini attı.

4. Neolitik Devrim ve Tarım Toplumlarında Erdemler

İnsanlık tarihinin en büyük dönüşümlerinden biri yaklaşık 12 binyıl önce gerçekleşen Neolitik Devrim (yerleşik yaşama ve tarıma geçiş) olmuştur. Avcı-toplayıcı yaşamdan yerleşik tarım toplumuna geçiş, insanın gündelik yaşamından toplumsal yapısına kadar her şeyi değiştirdi. Küçük ve görece eşitlikçi toplumlardan daha büyük, kalıcı köylere ve zamanla ilk kentlere geçilirken, toplumların ihtiyaç duyduğu erdemlerde de önemli değişimler yaşandı.

Yerleşiklik ve Mülkiyet Kavramı

Avcı-toplayıcılar devinim halindeyken, tarıma geçen insanlar belirli bir toprağa yerleşip orada köyler kurdular. Bunun bir sonucu olarak, özel mülkiyet kavramı ve kalıcı zenginlik birikimi ortaya çıktı. Artık insanlar topraklarını, evlerini, ürettikleri tahılı sahipleniyorlardı. Bu durum, toplumsal eşitlik ilkesini kısmen zayıflattı ve sınıfsal farklılıklar filizlenmeye başladı. Tarım toplumlarında verimli araziler veya fazla ürün edinenler ile bunları edinemeyenler ayrıştıkça, “adalet” ve “eşitlik” erdemleri farklı bir boyut kazandı. Avcı-toplayıcı dönemde eşitlik, herkesin aşağı yukarı aynı şeyi edinmesi demek iken; tarım toplumunda adalet kavramı, emeğe göre hak etme veya toplumsal hiyerarşi içinde uygun davranma anlamlarına bürünebildi. Bu toplumlarda çalışkanlık, üretkenlik ve mülkü koruma erdem olarak görülmeye başlandı, çünkü ailenizin tarlasını ekip biçmek, hasadı depolamak artık temel yaşam tarzıydı. Örneğin, yerleşik köylü topluluklarında “başkasının malına göz dikmemek”, “hırsızlık yapmamak” gibi ahlaki öğretiler önem kazandı; çünkü mülkiyet düzeni sosyal düzenin bir parçasıydı.

Toplumsal Normların Kurumsallaşması

Nüfus arttıkça ve köyler kasabalara dönüştükçe, toplumlarda yazılı olmayan kurallar kadar yazılı yasalar ve dinsel normlar da biçimlenmeye başladı. Avcı-toplayıcılarda gelenek ve görenekler kuşaktan kuşağa sözlü aktarılırken, tarım toplumlarında karmaşık adetler, töreler ve ilk yasalar belirdi. Bu süreçte, daha önce doğal olarak var olan erdemler artık bilinçli şekilde öğretilen ve denetlenen normlar haline dönüştü.

Örneğin, bereketli Hilal bölgesindeki ilk uygarlıklardan biri olan Sümerler, yazılı yasa geleneğini başlatan öncülerdi. Ur-Nammu Yasaları (MÖ ~2100), insanlık tarihinin bilinen en eski yasa metinlerinden biridir ve suçlara karşı daha çok para cezasına dayalı bir adalet anlayışını yansıtır. Ardından Lipit-İştar Yasaları (MÖ ~1930), mülkiyet, evlilik, kölelik ve toplumsal düzen üzerine hükümler getirerek hukukun gelişimine katkıda bulunmuştur. Bu metinler, yalnızca toplumsal düzeni sağlamak için değil, aynı zamanda ahlaki değerleri korumak amacıyla da oluşturulmuştur.

Sümerlerin bu erken yasa çalışmaları, daha sonra Babil’de hazırlanan Hammurabi Yasalarına (MÖ ~1750) temel oluşturdu. Hammurabi Yasaları, toplum düzenini sağlamaya yönelik ayrıntılı ahlaki ve hukuki kurallar içerir. “Göze göz, dişe diş” ilkesiyle adaletin sağlanması, hırsızlığın, yalancı şahitliğin cezalandırılması, aile içi sorumluluklar gibi konular bu ilk yazılı yasalarda yer aldı. Bu, ahlaki erdemlerin (dürüstlük, adalet, sadakat gibi) artık yasal yaptırımlarla da desteklendiği anlamına gelir.

Tablo 1. Erken Mezopotamya Yasaları Arasındaki Karşılaştırma

Yasa Metni

Tarih (yaklaşık)

İçerik ve Özellikler

Adalet Anlayışı

Toplumsal Önemi

Ur-Nammu Yasaları

MÖ ~2100 (Ur III dönemi)

Suçlar ve cezalar yazılı hale getirilmiştir; genelde para cezaları öngörülür.

Cezalar çoğunlukla tazminat (gümüş ödemesi) şeklindedir.

İnsanlık tarihinin bilinen en eski yazılı yasalarıdır; sosyal düzeni korumaya yöneliktir.

Lipit-İştar Yasaları

MÖ ~1930 (İsin Krallığı)

Mülkiyet, evlilik, kölelik, borçlar gibi konulara dair hükümler içerir.

Hem para cezası hem de fiziksel cezalar yer alır.

Toplumsal hiyerarşiyi düzenler, kadın ve köle haklarını da kapsar.

Hammurabi Yasaları

MÖ ~1750 (Babil)

282 madde; aile, mülkiyet, ticaret, suç, ceza gibi geniş kapsamlı kurallar içerir.

“Göze göz, dişe diş” ilkesiyle kısasa dayalı adalet.

Ahlaki erdemler hukuki yaptırımlarla desteklenmiştir; sonraki uygarlıklara model olmuştur.

 

Bu tabloyu metne ekleyince, okur hem Sümerlerin hukuki mirasını hem de bu mirasın Babil’e nasıl zemin hazırladığını daha net görebilir.

Aynı dönemde, dinin ve inancın toplumsal yaşamda merkezi bir yer edinmesi de erdem anlayışını etkiledi. Birçok tarım toplumunda büyük dinsel gelenekler ve onların öğretileri, ahlakın çerçevesini çizdi. Örneğin, Musevilik, Hristiyanlık, İslam gibi dinlerde on emir, yedi ölümcül günah vb. listelerle hangi davranışların erdem, hangilerinin günah olduğu tanımlanmıştır. İnanç, takva, itaat, alçakgönüllülük, merhamet, cömertlik gibi erdemler dinlerin öğretilerinde vurgulanmıştır. Din, evrimsel temelleri daha eskiye dayanan ahlaki eğilimlerimizi alıp onları ilahi bir otoriteyle pekiştirmiştir. Bazı araştırmacılar, dinin ahlak sonrası ortaya çıkarak, ahlak kurallarını “her şeyi gören ilahi gözler” vasıtasıyla güçlendirdiğini öne sürer: İnsanlar, toplumdaki görünür gözlerden uzakta olsalar bile, tanrıların veya ataların gözlemine maruz olduklarına inanarak bencil dürtülerini dizginlediler. Sonuçta, tarım toplumlarında dine bağlı erdemler (dindarlık, günahkarlıktan kaçınma, komşunu sevme, yardımseverlik vs.) ahlaki düzenin temeline yerleşti. Örneğin, yardımseverlik ve sadaka verme çoğu dinde övülen bir erdemdir ve tarım toplumlarında zengin-fakir arasındaki uçurumu yumuşatma işlevi görmüştür.

Hiyerarşi ve İtaat

Tarım toplumları, avcı-toplayıcılara göre çok daha kalabalık ve karmaşık bir yapıdaydı; yüzlerce, binlerce kişilik köyler, kent devletleri ortaya çıktı. Böyle büyük gruplar içinde düzeni sağlayabilmek için genellikle hiyerarşik yapılar gelişti: kabile şefleri, krallar, imparatorlar, rahipler gibi yöneticiler ve sıradan halk şeklinde tabakalaşmalar oluştu. Bu toplumlarda itaat, sadakat ve görev bilinci önemli erdemler haline geldi. Avcı-toplayıcılar özgür ruhlu ve eşitlikçi iken, bir krallığın tebaaları için otoriteye saygı bir değer haline geldi. Örneğin, Konfüçyüsçülük gibi felsefeler, bireylerin ailede babaya, devlette hükümdara itaat etmesini erdem olarak tanımlar. Yine feodal toplumlarda, serflerin lordlarına bağlılığı, askerlerin komutanlarına itaatkarlığı temel toplumsal beklentilerdendi. “Hürmet, vefa, sadakat” kavramları, özellikle Orta Çağ tarım toplumlarında (Avrupa feodalitesi, Japonya’daki samuray düzeni vb.) ahlaki erdemler arasındaydı.

Toplumsal Cinsiyet Rolleri ve Aile Değerleri

Yerleşik yaşama geçişle birlikte, aile yapıları da daha patriyarkal (ataerkil) bir hal aldı. Tarımın getirdiği ağır fiziksel işler genelde erkeklerin sorumluluğundaydı; kadınlar ise ev ve çocuk bakımında uzmanlaştılar (her ne kadar kadınlar da tarlada çalışsa da). Bu iş bölümü zamanla toplumsal cinsiyet rollerini keskinleştirdi ve bu rollere uygun davranışlar erdemle ilişkilendirildi. Örneğin, birçok geleneksel tarım toplumunda iffet, namus, sadakat özellikle kadınlar için yüceltilen erdemlerdi; çünkü soy zincirinin takibi ve miras düzeni için kadının cinsel sadakati kültürel olarak vurgulandı. Erkekler içinse koruyuculuk, aileyi geçindirme, sözünü tutma gibi değerler öne çıktı. Kuşkusuz bu değerler evrensel değil, kültürden kültüre değişkendi; ancak genel hatlarıyla tarım toplumlarında aileye bağlılık, ebeveyne saygı (özellikle babaya), evlat yetiştirmede özveri gibi erdemler tüm büyük uygarlıklarda ortak temalar olmuştur. Örneğin Konfüçyüs’ün öğretilerinde “filial piety” denilen ebeveyne itaat ve hürmet en yüksek erdemlerden sayılmış; benzer biçimde çeşitli dinlerde “Anne babaya iyi davranmak” ahlaki buyruklar arasında yer almıştır.

Uygarlık ve Uygarlık Erdemleri

Tarım sayesinde ortaya çıkan kentleşme ve uygarlıklar, erdem kavramına yeni boyutlar ekledi. Antik Yunan ve Roma’da filozoflar, ideal insanın edinmesi gereken erdemler üzerine derinlemesine düşünüp yazdılar. Platon ve Aristoteles gibi düşünürler bilgelik (hikmet), cesaret, ölçülülük ve adalet gibi erdemleri tanımladılar. “Dört erdem” (ya da dört kardinal erdem: adalet, yiğitlik, ölçülülük, bilgelik) Batı düşüncesinde kalıcı bir miras bıraktı. Benzer şekilde, Doğu uygarlıklarında da erdem kavramı işlendi: Örneğin, Budizm’de sekiz dilimli yol doğru eylem, doğru düşünce gibi erdemleri içerir; Hint düşüncesinde ahimsa (canlıya zarar vermeme), dharma’ya uygun yaşama erdemleri vurgulanır. Bu örnekler gösterir ki, tarım toplumlarının kentleşen evresinde felsefi ve dini sistemler, ortak yaşama ilişkin değerleri sistematik hale getirdiler.

Tarım toplumlarında erdemlerin önemi, bir bakıma toplumsal bütünlüğü ve istikrarı korumak için daha da büyüdü. Avcı-toplayıcı gruplarda yanlış yapanı dışlamak çözüm olabiliyorken, koskoca kentlerde bu mümkün değildi; bunun yerine normlara uymayı içselleştirme ve sosyal denetim mekanizmaları (yasa, ayıp kavramı, günah kavramı vb.) gelişti. Bu dönemde bir yandan geleneksel erdemler (dürüstlük, yardımseverlik, sadakat) sürerken, diğer yandan yeni erdemler (dindarlık, vatanseverlik, itaatkarlık, çalışkanlık) ön plana çıktı. Toplumun bekası için erdemlerin işlevi genişledi: Yalnızca küçük grubu değil, binlerce kişilik krallıkları bir arada tutan harç oldular. Örneğin, imparatorlukları ayakta tutmak için yurttaşların ortak bir kimlik ve değerler etrafında birleşmesi gerekiyordu; Romalıların “Roma’ya sadakat”ı, Perslerin imparatora bağlılık erdemi, Çin’de Konfüçyüsçü devlete itaat anlayışı bunun yansımalarıdır. Bu şekilde, tarım ve uygarlık çağında erdemler, artık evrensel ahlak ilkeleri ya da kozmopolit felsefeler düzeyinde tartışılır hale geldi.

5. Sanayi Devrimi ve Modernleşme Sürecinde Erdemlerde Değişim

Sanayi Devrimi (kabaca 18. yüzyıl sonu ve 19. yüzyıl) insan toplumlarını tarım temelli düzenden sanayi ve kent temelli düzene dönüştürerek, erdem anlayışında yeni değişimlere yol açtı. Tarım toplumunda makbul olan birçok değer, sanayileşme ile birlikte farklı bir bağlamda yeniden tanımlandı ya da önem sırası değişti. Bu dönemde yaşanan hızlı ekonomik, teknolojik ve sosyal dönüşümler, iş ahlakı, disiplin, bireysellik gibi kavramları öne çıkardı.

Çalışkanlık ve Zaman Disiplini

Sanayi devrimiyle birlikte fabrikalar, mesai saatleri ve ücretli emek kavramı doğdu. Kırsal alandaki mevsimlik ve güneşin hareketine göre ayarlanan esnek çalışma düzeninin yerini, saatin tik taklarına göre ayarlanmış katı bir çalışma rejimi aldı. Bu yeni düzende dakiklik, düzen ve disiplin birer erdem haline geldi. Örneğin 19. yüzyıl Britanyası’nda sanayiciler, işçilerin sabahları vaktinde fabrikada olmalarını sağlamak için çeşitli yöntemler geliştiriyordu; “geç kalmak” artık yalnızca kişisel bir kusur değil, ahlaki bir zaaf olarak görülmeye başlamıştı. Britanyalı tarihçi E.P. Thompson, sanayileşmeyle beraber emekçilerin “zaman bilinci”nin değiştiğini, vaktini boşa harcamamanın ve üretken olmanın erdem olarak yüceltildiğini anlatır. Nitekim dönemin öğüt literatüründe, “Erken kalkan yol alır” örneği atasözleri ve tembelliğin kötülüğüne ilişkin vaazlar dikkat çeker. 1755’te bir İngiliz rahip, yoksullara hitaben yazdığı broşürde “Eğer tembellikle sabahları yatakta harcıyorsan, işten kaytarıp aylaklık ediyorsan yoksul kalman normaldir” diyerek erken kalkıp çalışmayı bir erdem, tembelliği ise bir ahlaki eksiklik olarak betimlemiştir. Özetle, sanayi çağı, çalışkanlık, üretkenlik, dakiklik gibi değerleri bireye aşılamaya çalıştı. “Vakit nakittir” sözü bu dönemin sloganı gibiydi ve hem zamana hem paraya karşı tutum artık ahlaki bir renk kazanmıştı.

Dürüstlük ve Tasarruf (İş Ahlakı)

Sanayileşme dönemi aynı zamanda Protestan iş etiği kavramının yükselişiyle ilişkilendirilir. Max Weber’in ünlü tezine göre, Protestanlığın bazı kolları (özellikle Kalvinizm), dünyevi başarıyı Tanrı’nın lütfunun bir işareti olarak yorumlamış ve çalışma, tasarruf, dünyevi hazlardan kaçınma gibi değerleri teşvik etmiştir. Bu dini ve kültürel etki, sanayi kapitalizminin iş ahlakıyla örtüşerek dürüst çalışma, sözünde durma, tutumluluk gibi erdemleri önemli hale getirdi. Gerçekten de sanayi toplumunda, bir kişinin güvenilir bir işçi ya da işveren olması, borcunu ödemesi, sözleşmelere riayet etmesi itibarını belirleyen faktörlerdi. Bu dönemde yazılan birçok çocuk kitabı ve ahlak metni, “yüksek karakterli insan”ı dürüst, çalışkan, tutumlu biri olarak idealize etmiştir. Örneğin, Amerikan kültüründe Benjamin Franklin’in özdeyişleri (“erken yatıp erken kalkmak insanı sağlıklı, zengin ve akıllı kılar” gibi) geniş kabul görmüştür.

Ayrıca, tasarruf ve birikim yapma, sanayi toplumunda erdem sayıldı; zira yatırım ve sermaye birikimi için kişilerin kazandığından fazlasını harcamaması, tutumlu davranması gerekiyordu. Bu, önceki tarım toplumlarında da bireysel erdem olarak bilinse de (örn. israf etmemek), sanayi toplumunda toplumsal ölçekte önem kazandı. İş ahlakı kavramı, kişinin işine sadakatini, sorumluluk duygusunu, kaliteye verdiği önemi vurgular hale geldi.

Bireycilik ve Özgürlük Değerleri

Sanayi çağı aynı zamanda Aydınlanma ve sonrasındaki dönemde bireysel özgürlüklerin, hakların gündeme geldiği bir dönemdir. 18. ve 19. yüzyıllarda mutlak monarşilerin yerine anayasal düzenler ve vatandaşlık kavramı güçlenirken, özgürlük, eşitlik, adalet gibi değerler politik idealler haline geldi. Bu değerler elbette ahlaki erdemler olarak da yüceltildi. Örneğin, düşünce özgürlüğü, vicdan özgürlüğü gibi kavramlar ahlaki bir iyi olarak savunuldu. Bireylerin kendi kaderini tayin hakkı, kendi inançlarını seçme özgürlüğü modern dönemde kutsanan erdemler oldu.

Özellikle Aydınlanma Çağı (18. yy) filozofları, insanın akıl ve vicdan sahibi bir özne olarak özerklik (otonomi) ilkesine göre yaşamasını idealize ettiler. Immanuel Kant, ahlak felsefesinde bireyin kendi rasyonel iradesiyle evrensel ahlak yasasını koymasını erdemin temeli saydı. Bu düşünsel dönüşüm, toplumda da ferdin ahlaki sorumluluğunu vurguladı: Artık erdem, yalnızca geleneğe ya da dine itaat değil, bireyin kendi vicdan muhasebesiyle ulaştığı bir şey olmalıydı.

Yurtseverlik ve Toplumsal Sorumluluk

Sanayi çağında imparatorlukların yerini ulus devletler alırken, vatanseverlik (yurtseverlik) yeni bir değer olarak yükseldi. Ulus-devletler vatandaşlarından ülkeye bağlılık, gerektiğinde fedakarlık bekledi. Bu da ahlaki söylemlere yansıdı: “Vatan için çalışma, gerekirse canını verme” erdemi, özellikle 19. ve 20. yüzyılda pek çok toplumda en yüce değerlerden biri sayıldı. Bununla bağlantılı olarak, askeri disiplin, cesaret, onur gibi daha eski erdemler modern ulusal ordularla yeniden önem kazandı. Örneğin, Birinci Dünya Savaşı’na giren ülkelerde propaganda, gençlere “vatan savunmasının kutsal bir görev olduğunu” telkin ediyordu.

Diğer yandan sanayileşme toplumunda ortaya çıkan işçi sınıfı, kentleşme, yeni sosyal sorunlar, dayanışma ve adalet kavramlarını da farklı boyutlarda gündeme getirdi. İşçi hareketleri, sosyal adaleti ve eşitliği yeni erdemler/idealler olarak yükseltti. 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında, yardımlaşma, sınıf dayanışması, hakkını arama gibi kavramlar işçi çevrelerinde ahlaki bir doğruluk haline geldi. Bu da, modern çağın erdem yelpazesini genişletmiştir.

Bilim, Akıl ve Eğitim Değeri

Modernleşme süreci aynı zamanda bilimsel düşüncenin ve eğitimin önem kazanması demektir. Geleneksel toplumlarda bilgelik çoğunlukla deneyime ve yaşlıların bilgi birikimine saygı ile ilgiliyken, modern toplumda eğitimli olmak, rasyonel düşünmek bir erdem değeri olarak görülmeye başladı. Özellikle 20. yüzyılda, bir bireyin kendini geliştirmesi, okul okuması, cehaletten kurtulması yalnızca kişisel çıkar için değil, topluma karşı da bir sorumluluk gibi algılandı. “Cahil kalmak ayıptır” düşüncesi yaygınlaştı. Bu bağlamda merak, yenilikçilik, eleştirel düşünce gibi bilişsel erdemler değer kazandı. Örneğin, aydın kesimler arasında entelektüel dürüstlük, açık fikirlilik gibi erdemlerden söz edilir oldu.

Sanayi devrimi ve modernleşme döneminde erdemlerin değişimini özetlemek gerekirse: iş ahlakı ve disiplin en öne çıkan yeni değerlerdi; bireysel özgürlük ve haklar ahlaki söylemin bir parçası haline geldi; vatanseverlik ve toplumsal sorumluluk geniş ölçekli toplumları birarada tutan erdemler olarak önemliydi; yenilikçilik ve eğitim ise ilerlemenin erdemi sayıldı. Böylece erdem kavramı, modern dönemde hem özel hem kamusal alanda yeniden tanımlandı. Bir yanda hala dürüstlük, güvenilirlik, empati gibi kadim erdemler geçerliliğini korurken, diğer yanda özgürlük, eşitlik, insan haklarına saygı gibi kavramlar ahlaki yüklemeler kazandı.

6. Günümüzde Erdemlerin İşlevselliği ve Değeri

21.yüzyıl dünyasında, insanlığın geliştirdiği erdemler hem bireysel yaşamda hem de toplumsal düzeyde kritik roller oynamaya devam ediyor. Ancak modern toplumların küreselleşmiş, teknolojiye dayalı ve çeşitlilik içeren yapısı, bu erdemlerin işlevlerini ve vurgulanma biçimlerini geçmiş dönemlere göre kısmen değiştirmiştir. Günümüzde öne çıkan başlıca erdemlerin bireysel ve toplumsal işlevselliğine ilişkin bazı gözlemler şöyle sıralanabilir:

Empati ve Hoşgörü

Modern dünyada farklı kültürler, inançlar ve yaşam tarzları iç içe geçmiş durumda. Bu nedenle empati, hoşgörü ve çeşitliliğe saygı hem bireylerarası ilişkilerde hem de toplumsal barış için kilit erdemler haline gelmiştir. Küresel iletişim çağında bir kişinin yalnızca yakın çevresine değil, dünyanın öbür ucundaki insanların acılarına da empati gösterebilmesi beklenir hale geldi. Örneğin, insani yardım kampanyaları, küresel afetlere duyarlılık, ayrımcılığa karşı duruş gibi tutumlar, empati erdeminin sınır ötesi genişlemesini temsil eder. Hoşgörü ise modern demokratik toplumların temel taşı sayılır; etnik, dinsel, cinsel veya fikirsel farklılıklara katlanma ve saygı göstermek, çokkültürlü toplumların barış içinde bir arada yaşaması için zorunludur. Günümüzde birey düzeyinde empati, iyi bir arkadaş, eş veya ebeveyn olmanın vazgeçilmez parçası sayılıyor; toplumsal düzeyde ise hoşgörü ve insan haklarına saygı, anayasal değerler ve evrensel normlar haline gelmiştir.

Adalet ve Dürüstlük

Modern toplumlarda karmaşık kurumlar (hukuk sistemi, iş dünyası, hükümetler) olduğu için adalet kavramı hem kişisel etik hem de kurumsal düzen açısından yaşamsaldır. Bireyler arası ilişkilerde dürüst ve adil olmak (örneğin yalan söylememek, hile yapmamak) güvenilirlik getirir; benzer şekilde devlet yönetiminde şeffaflık ve hesap verebilirlik (yani kurumsal dürüstlük) vatandaşların güvenini sağlar. Günümüzde adalet duygusu belki her zamankinden daha evrensel bir ideal olmuştur: Yalnızca mahkeme salonlarında değil, aynı zamanda sosyal adalet hareketlerinde, gelir eşitsizliği tartışmalarında, küresel iklim adaleti çağrılarında kendini gösterir. Toplumlar, yasalarını ve kurumlarını adil işlemediği algılandığında protestolarla çalkalanıyor; bu da adalet erdeminin ne kadar merkezi olduğunu gösteriyor. Birey düzeyinde de insanlar, iş yerinde, arkadaşlıkta adil davranmayanları dışlama veya kınama eğilimindedir. Yani dürüstlük ve adalet erdemleri, hem mikro düzeyde ilişkileri düzenler, hem makro düzeyde toplumsal sözleşmenin özünü oluşturur.

İş Birliği ve Toplumsal Dayanışma

Modern dünya, her ne kadar bireycilik vurgulanıyor olsa da, gerçekte devasa ölçekte iş birliğine ihtiyaç duyuyor. Milyonlarca insanın yaşadığı kentlerde, karmaşık tedarik zincirleri veya dijital ağlarla bağlanmış küresel ekonomide hiç kimse tamamen tek başına var olamaz. Bu nedenle, takım çalışması, kolektif sorumluluk, dayanışma ruhu günümüzde de büyük önem taşıyor. Örneğin, bir şirkette ekip halinde çalışma becerisi, modern bir erdem gibi değerlendiriliyor; çünkü ortak amaçlar için bireysel egoları dengeleyip uyum sağlamak gerekiyor. Toplumsal düzeyde de dayanışma erdemi, kendini sosyal gönençli devletlerinde veya uluslararası iş birliği kurumlarında gösterir. İnsanlar, dezavantajlı grupları korumak için vergilerini paylaşmayı, salgın gibi durumlarda herkesin iyiliği için fedakarlık yapmayı (maske takmak, aşı olmak vb.) ahlaki bir yükümlülük olarak kabul edebiliyorlar. Özellikle COVID-19 salgını gibi küresel buhranlar, başkalarını düşünme ve toplum için feragat edebilme erdeminin ne kadar yaşamsal önemde olduğunu tekrar anımsattı. Günümüz toplumunda “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” anlayışı ahlaken eleştirilirken, “biz bilinciyle hareket etme” ideali öne çıkarılıyor. Dahası insanlığın küresel sorunları (iklim krizi, salgınlar, savaşlar) çözebilmesi için, ulusal veya etnik kimlikleri aşan bir küresel dayanışma ahlakına ihtiyacı olduğu sık sık vurgulanır.

Özgürlük, Saygı ve Kendini Gerçekleştirme

Modern değer sisteminde bireysel özgürlük ve kişisel gelişim çok önemli yer tutar. Günümüzün erdem anlayışı, bir kişinin kendi özgün benliğini baskı altında kalmadan geliştirmesini ve ifade etmesini olumlu karşılar. Bu bağlamda kendine karşı dürüst olmak, başkalarının özgürlüğüne saygı duymak ahlaki erdemlerdir. Örneğin, bir gencin ailesinin veya toplumun baskısına karşın kendi sevdiği mesleği seçmesi, kendi kimliğini yaşaması bugün erdemli ve cesur bir davranış olarak değerlendirilebilir. Toplum da giderek, farklılıklara saygıyı ve herkesin kendi potansiyelini gerçekleştirme hakkını bir değer sayıyor. İfade özgürlüğü, düşünceye saygı, özerklik gibi ilkeler hem yasal güvencelere hem de toplumsal normlara dönüşmüş durumdadır. Bununla birlikte, özgürlüğün erdemi, sorumluluk duygusuyla dengelenir: Bireyler özgür iradeleriyle hareket ederken, başkalarına zarar vermeme, kamusal alanda saygılı olma yükümlülüğü taşırlar. Bu nedenle “özgür ama sorumlu birey” modeli, modern ahlakın idealidir. Eğitim sistemleri bile öğrencilere yalnızca itaat etmeyi değil, aynı zamanda sorgulama, yaratıcı düşünme fakat bunu yaparken başkalarının haklarını gözetme değerlerini aşılamaya yönelmiştir.

Çevre Bilinci ve Küresel Düşünce

İçinde bulunduğumuz yüzyılda, belki de ilk defa doğaya ve geleceğe karşı sorumluluk bir erdem olarak açıkça tanımlanıyor. Sanayi devriminin yarattığı çevre yıkımı ve iklim değişikliği tehlikesi, çevreye saygı, sürdürülebilirlik, gelecek kuşakları düşünme gibi erdemleri ortaya çıkardı. Günümüzde bir bireyin karbon ayakizini azaltmaya çalışması, geri dönüşüm yapması, doğayı koruması yalnızca bir alışkanlık değil, ahlaki bir doğru olarak algılanabiliyor. Toplumsal düzeyde de devletler ve kurumlar, çevreye duyarlı politikaları benimsedikçe eko-erdemler kurumsallaşıyor. Bu, önceki dönemlerde pek konuşulmayan, yeni sayılabilecek bir erdem alanıdır ve modern insanın etik ufkunu gezegendeki tüm canlıları kapsayacak şekilde genişletiyor.

Teknoloji ve Dijital Erdemler

Modern yaşamın büyük kısmı dijital platformlarda geçtiği için, dijital etik diyebileceğimiz yeni erdem tanımları da gündeme geldi. Örneğin, çevrimiçi ortamda nezaket (kişilere zorbalık yapmama), doğru bilgi yayma, mahremiyete saygı gibi konular artık ahlaki tartışmaların parçasıdır. Başkası hakkında sosyal medyada linç kampanyasına katılmamak, yalan haber yaymamak, internette kibarlık kurallarına uymak günümüzün “iyi insan” tanımının bir parçası haline geliyor. Bu da, erdem kavramının toplumsal değişimlere nasıl uyum sağladığının bir örneği.

Sonuç olarak, günümüz toplumunda insanın evrimsel ve tarihsel süreçte geliştirdiği erdemler hala yaşamsal önemde işlevler görüyor. Bireysel düzeyde, erdemli olmak kişinin hem kendine saygısını hem de çevresiyle sağlıklı ilişkiler kurmasını sağlıyor. Örneğin, empati sahibi ve dürüst bir insan, psikolojik açıdan daha doyumlu ilişkiler yaşıyor; çalışkan ve disiplinli bir insan kariyerinde başarılı oluyor; açık fikirlilik ve öğrenmeye açıklık, kişinin entelektüel gelişimini sürdürüyor. Toplumsal düzeyde ise bu bireysel erdemler bir araya gelerek sosyal bütünlüğü kuruyor. Güven duygusu yüksek, adil ve merhametli insanların oluşturduğu bir topluluk, buhranlara daha dirençli oluyor, suç oranları düşüyor, iş birliği kolaylaşıyor. Modern toplumların karmaşık problemlerini çözebilmesi, ancak yurttaşlarının gerekli erdemleri göstermesiyle mümkün olabilir – örneğin küresel ısınmaya karşı fedakarlık yapmaya razı insanlar olmadan, politik kararlar işe yaramaz; ya da bilimsel ilerlemelerin etik kullanımını sağlamak için dürüst ve sorumlu olan bilim insanlarına ihtiyaç vardır.

İnsanlık, evrimsel mirası olan erdemleri üzerine inşa ettiği uygarlık yolculuğunda, her dönemde farklı sınavlardan geçti. Avcı-toplayıcı günlerde bizi birbirimize kenetleyen erdemler, tarım toplumunda din ve geleneklerle kurumsallaştı; sanayi ve modern çağda akıl, özgürlük ve küresel bilinç ile harmanlandı. Bugün, belki de ilk kez, tüm insanlığı tek bir “biz” olarak görüp küresel erdemler etrafında birleşme ihtiyacıyla karşı karşıyayız. Bu, evrimsel yolculuğumuzda yeni bir sayfa olabilir. Yine de özünde, günümüzün erdemleri hala atalarımızdan miras kalan insani değerlerdir: başkalarına duyduğumuz şefkat, adil olma isteğimiz, birlikte başarma arzumuz ve bilinmeyeni anlama merakımız. Bu erdemler, insan olmanın ne anlama geldiğini tanımlamaya devam ediyor ve çağlar boyunca olduğu gibi, gelecekte de hayatta kalmamızın ve gelişmemizin anahtarı olacaklar.

Kaynakça

Cruz, C. (2023, 23 Eylül). The Evolution of Human Virtues and Moral Beliefs Over Millennia. Medium. (Çevrimiçi blog yazısı).

De Waal, F. (2005, 1 Eylül). The evolution of empathy. Greater Good Magazine. University of California, Berkeley. (Çevrimiçi makale).

Dizikes, P. (2025, 14 Mart). When did human language emerge? MIT News. (Çevrimiçi haber bülteni).

Karadağ, O. (2025, Haziran). İnsan düşüncesinin evrimi: 65 milyon yıllık bir öykü. Doğu Kitabevi, İstanbul

Karadağ, O. (2025, Eylül). Dinin evrimi: İnsanlık tarihinde inancın biyolojik ve kültürel yolculuğu. Doğu Kitabevi, İstanbul

Lewis, H. M., Vinicius, L., Strods, J., Mace, R., & Migliano, A. B. (2014). High mobility explains demand sharing and enforced cooperation in egalitarian hunter-gatherers. Nature Communications, 5, 5789. https://doi.org/10.1038/ncomms6789

Tomasello, M. (2018). The origins of human morality. Scientific American, 319(3), 70-75.

What the world values, in one chart. (2014, 29 Aralık). Vox (Brandon Ambrosino). (Inglehart–Welzel Dünya Değerler Haritası ile ilgili içerik). Erişim tarihi: 10 Eylül 2025, https://www.vox.com/2014/12/29/7461009/culture-values-world-inglehart-welzel