İnsanın Evrimi Boyunca Erdemlerin Gelişimi ve Değişimi
Değerli okurlar,
Günümüzde önemi çok artan erdem kavramının tarihsel gelişimini
irdelemek istedim, belki birileri yararlanır.
1. Giriş
İnsan türü, evrimsel süreç boyunca hayatta kalma ve uyum sağlama çabası
içinde pek çok erdem geliştirmiştir. Burada erdem kavramını geniş
anlamıyla kullanıyoruz: yalnızca ahlaki değerleri değil, aynı zamanda toplumsal
becerileri ve bilişsel özellikleri de kapsar. Empati, iş birliği,
adalet duygusu, dil ve iletişim becerileri, problem çözme yeteneği gibi
nitelikler insanın başarıyla evrimleşmesinde kritik rol oynamıştır. Bu
çalışmada, insanın evrimsel ve tarihsel yolculuğunda öne çıkan başlıca erdemleri
kronolojik olarak inceleyeceğiz. Hangi evrimsel veya tarihsel aşamada bu
erdemlerin ortaya çıktığını, ne zaman geliştiğini ve önemlerinin avcı-toplayıcı
döneme, yerleşik tarım toplumuna, sanayi devrimine ve günümüz
modern toplumuna geçişte nasıl değiştiğini ele alacağız. Son olarak,
günümüzde bu erdemlerin bireysel ve toplumsal düzeydeki işlevselliğini
değerlendireceğiz.
2. Evrimsel
Kökenler: İlk Erdemlerin Ortaya Çıkışı
İnsanın erdemlerinin kökleri, insanlık öncesi atalarımız ve diğer sosyal
hayvanların davranışlarında aranabilir. Birçok sosyal memeli türü ve
özellikle primatlar, insan ahlakının öncülleri sayılabilecek davranışlar
sergiler. Örneğin, fil ve maymun gibi memeliler karmaşık işbirliği davranışları
gösterir; bu davranışlar sık sık özveri (altrüizm), empati
ya da grup için kendini feda etme gibi özellikler içerir. Primatlarda,
özellikle insana en yakın akrabalarımız olan şempanze ve bonobolarda, empati,
karşılıklılık (reciprocity) ve adalet duygusu gibi
özellikler gözlemlenmiştir. Bu tür davranışlar, grup halinde yaşamanın
getirdiği ihtiyaçlar sonucu evrimleşmiştir: karmaşık sosyal gruplarda iş
birliği ve uyum, hayatta kalma ve üreme şansını artırır. Nitekim
primat toplumlarında, bağlanma ve dayanışma, karşılıklı yardımlaşma,
çatışma çözümü, dahası aldatma ve aldatmayı anlama gibi beceriler
evrimleşmiştir. Bu davranışlar tam anlamıyla insani bir “ahlak” olmasa da,
insan ahlakının biyolojik temelini oluşturmuşlardır.
İlk hominin atalarımızdan başlayarak, beynin büyümesi ve bilişsel
becerilerin artması sosyal yaşamla yakından bağlantılıydı. Sosyal Beyin
Hipotezi, primat beyninin boyutunun büyük ölçüde sosyal gruplardaki
karmaşıklığı yönetmek için büyüdüğünü öne sürer. Örneğin, başkasının zihnini
anlama kapasitesi (zihin kuramı) primatlarda gelişmiş ve böylece bireyler
grup içi ilişkilerde daha başarılı olmuştur. İnsanın ataları, yaklaşık 2 milyon
yıl önce ortaya çıkan Homo cinsiyle birlikte (örn. Homo habilis, Homo
erectus vb.), belirgin bilişsel atılımlar gerçekleştirdiler. Alet
kullanımı ve üretimi buna erken bir örnektir: En eski taş alet buluntuları
yaklaşık 2,5 milyon yıl öncesine tarihlenir ve araç yapımı becerisi,
ileri düzey problem çözme ve planlama yeteneğinin bir göstergesiydi.
Ateşin kontrol altına alınması da önemli
bir dönüm noktasıdır. Homo erectus döneminde (yaklaşık 1 milyon yıl
önce) ateşin kullanımıyla ilgili kanıtlar bulunur; ateş, pişirme ve ısınma
yoluyla hayatta kalmayı kolaylaştırmış, aynı zamanda sosyal etkileşim için gece
saatlerini de kullanılabilir kılmıştır. Bu, insanlar arası iletişim ve öykü
anlatımı gibi kültürel paylaşımları beslemiş olabilir. Nitekim, insana özgü
dil yeteneğinin gelişimi de evrimsel sürecin kritik bir parçasıdır.
Kesin zaman belirsiz olsa da, genetik ve arkeolojik bulgular insan dil
kapasitesinin en az 135 bin yıl önce mevcut olduğunu, dilin geniş çaplı
toplumsal kullanıma da yaklaşık 100 bin yıl önce girdiğini gösterir. Bu
demektir ki Homo sapiens henüz Afrika’dan dünyaya yayılmadan evvel
konuşma yetisi edinmişti. Dil ve sembolik düşünce, insanların daha büyük ve
karmaşık sosyal ağlar kurabilmesini, bilgi birikimini kuşaklar boyu
aktarabilmesini sağladı.
Evrimsel süreçte ahlaki erdemlerin filizlendiğine ilişkin somut ipuçları da
mevcuttur. Örneğin, empati ve şefkat duygularının derin evrimsel
kökenleri vardır. Primatolog Frans de Waal’ın aktardığı bir deneyde, rhesus
maymunları bir düğmeye basarak yiyecek almayı, bu eylemin diğer bir maymuna
elektrik şoku verdiğini gördüklerinde reddetmişlerdir – dahası bazıları diğerine
zarar vermemek için 12 gün aç kalmayı göze almıştır. Bu tür bulgular, empati ve
başkalarının acısını umursama kapasitesinin insanlık sahnesine çıkmadan çok
önce evrimleştiğine işaret eder. Yine primatlarda görülen adil olmayan ödüle
tepki davranışı ünlüdür: Kapuçin maymunları, eşit iş karşılığında farklı
ödüller (biri üzüm, diğeri salatalık) verildiğinde haksızlığa uğrayan taraf iş
birliğini keser, ödülü reddeder. Bu da ilkel bir adalet duygusu olarak
yorumlanabilir.
Modern insanın yakın akrabaları Neandertaller de erdem diyebileceğimiz
davranışlar sergilediler. Neandertallerin şefkati ve yardımlaşması
üzerine yapılan araştırmalar, onların hasta ve yaralı bireylere uzun süre
baktığını gösteriyor. Irak’ta Şanidar Mağarası’nda bulunan yaklaşık 50 bin yıl
önce yaşamış “Shanidar 1” bireyinin iskeleti buna güçlü bir örnektir. Bu
Neandertal erkeğinin sağ kolu dirsekten başlayarak yoktur, ciddi görme ve duyma
kaybı ile kısmi felç belirtileri taşıyan hastalık izleri vardır. Bu denli ağır
engelleri olan bir birey, başkalarının sürekli bakımı olmadan hayatta
kalamazdı. Araştırmacılar, bu durumun Neandertal toplumunda merhamet ve
fedakarlığın varlığına işaret ettiğini vurgular: Grubu için yük
sayılabilecek birini yıllarca yaşatmak, ancak güçlü bir acıma duygusu ve
altruizm ile mümkün olabilirdi. Bu örnek, ahlaki erdemlerin (yardımlaşma,
zayıfa kol kanat germe gibi) Homo sapiens ortaya çıkmadan önce bile
filizlendiğini gösterir.
Özetle, insanın evrimsel geçmişinde bugünkü erdemlerimizin prototipleri
sayılabilecek davranışlar görülüyordu. Empati, özgecilik, karşılıklı
yardımlaşma, dürüstlük, adalet algısı, dayanışma gibi erdemler; önce küçük
aile gruplarında ve topluluklarda bireylerin bencilce dürtülerini dizginleyip
grubun yararına hareket etmesini sağlayan biyolojik ve sosyal adaptasyonlar
olarak ortaya çıktı. Böylece atalarımız, daha uyumlu ve iş birliğine dayalı
gruplar oluşturarak zorlu çevre koşullarında başarılı oldular. İnsanın özünde
var olan bu evrimsel miras, sonraki çağlarda kültürel evrimle birleşerek daha
sistematik ahlak kurallarına ve toplumsal normlara temel hazırladı.
3. Avcı-Toplayıcı
Dönemde Erdemler ve Önemi
Homo sapiens yaklaşık 300 bin yıl önce
ortaya çıkmış ve yeryüzünde uzun süre avcı-toplayıcı yaşam tarzını
sürdürmüştür. Bu dönemde insan toplulukları tipik olarak akraba gruplardan
oluşan, küçük ve görece eşitlikçi (egaliter) band’ler
halindeydi (birkaç düzine ile birkaç yüz kişi arası). Avcı-toplayıcı yaşam,
doğa koşullarıyla sürekli mücadele içinde olmayı gerektirdiği için, bu yaşam
biçiminde belirli erdemler ön plana çıkmıştır:
İş Birliği ve Paylaşım
Avcı-toplayıcı gruplarda hayatta kalmanın anahtarı sıkı iş birliğiydi.
Ortaklaşa avlanma, yiyecek toplama ve çocuk bakımı gibi faaliyetler, grup içi
dayanışmayı gerektirdi. Özellikle büyük avların başarısı, bireylerin birlikte
plan yapmasına ve birbirine güvenmesine bağlıydı. Antropologlar, erken Homo
sapiens, dahası önceki ataların “zorunlu iş birliği” yaptığını, yani tek
başlarına başaramayacakları avları ancak birlikte hareket ederek
avlayabildiklerini belirtir. Bu “zorunlu ortak avlanma”, avcı-toplayıcı
atalarımızda eşit ortaklar olarak çalışma ve ganimeti hakkaniyetle bölüşme
gibi ilk ahlaki eğilimleri özendirdi. Nitekim deneysel bulgular, küçük
çocukların bile paylaşımda adalete önem verdiğini; oysa şempanzelerin bu tür
eşit bölüşüm normları olmadığını gösterir. Bu, insanda paylaşma ve adalet
hissinin, avcı-toplayıcı atalarımızın hayatta kalmak için geliştirdiği bir
erdem olduğunu düşündürür.
Cömertlik ve Eşitlikçilik
Avcı-toplayıcı topluluklarda yiyecek paylaşımı neredeyse kuraldı.
Bu, grupta kimsenin aç kalmamasını güvence altına alırken açgözlülük ve
bencillik göstermeyi de en aza indirger. Avcı-toplayıcılarda kişisel
mülkiyet ve servet biriktirme olmadığı için, eşitlik önemli bir
değerdir. Alan araştırmaları, bu topluluklarda paylaşmayan veya çok fazla
tüketen kişilerin alay, küçümseme gibi sosyal yaptırımlarla karşılaştığını
gösterir. Yani cimrilik, kibir, kendini üstün görme gibi davranışları grup
bastırırken; tevazu, cömertlik ve paylaşımcılık erdemleri yüceltirdi.
Antropologlar bunu “tersine hiyerarşi” olarak adlandırır: Grubun barışı
ve iş birliğini korumak adına güçlü veya başarılı bireylerin kibirlenmesi
engellenir, herkesin eşit düzeyde görülmesi sağlanır. Sonuçta, avcı-toplayıcı
dönemde herkese yetecek kadar pay alma, dayanışma ve grup uyumu, en
hayati değerlerdi.
Cesaret ve Fiziksel Yetenek
Avcı-toplayıcılar yırtıcı hayvanlarla karşı karşıya geliyor, büyük av
hayvanlarını mızraklarla avlıyorlardı. Bu nedenle cesaret, dayanıklılık ve
beceri değerli görülürdü. Özellikle avcı erkekler arasında fiziksel cesaret
(örneğin tehlikeli bir avda öne atılmak) saygınlık kazandıran bir özellikti.
Ancak bu cesaret bireysel bir gözü karalılıktan çok, grup yararına risk alma
şeklinde değer kazanırdı – örneğin grup için tehlikeyi göze alıp bir yırtıcıyı
uzaklaştıran kişi onurlandırılırdı. Kadınlar ve yaşlılar da bitki toplama, su
bulma, çocuk yetiştirme konularındaki uzmanlıkları ve dayanıklılıkları
ile topluma katkı sağladıkları için saygı görürdü. Dolayısıyla, emek ve
beceri paylaşımı cinsiyet ve yaşa göre farklılaşsa da, her bireyin grubun
yaşamına katkısı önemliydi. Bu bağlamda çalışkanlık, beceriklilik ve
dayanışma erdem kabul edilirdi.
Empati ve Akrabalık Bağları
Küçük gruplar tipik olarak geniş ailelerden oluştuğu için grup içindeki
ilişkiler yakındı. Bireyler birbirlerini yakından tanır, ihtiyaç ve duygularını
paylaşırdı. Empati – bir başkasının acısını, sevincini paylaşabilme – bu
dönemde grubun bir arada kalmasını sağlayan tutkal gibiydi. Örneğin, yaralanan
veya hasta olan bir grup üyesine bakmak, avcı-toplayıcılarda yaygın bir
uygulamaydı. İnsanlığın ilk dönemlerinden kalma fosil bulgularında, ciddi
sakatlık yaşamış bireylerin uzun süre yaşadığı, dolayısıyla başkalarının
bakımının olduğu görülür (örneğin yukarıda sözü edilen Neandertal örneği gibi).
Avcı-toplayıcı topluluklarda çocuk bakımı da çoğunlukla kolektif bir çabaydı;
insanlar yalnızca kendi çocuklarını değil, akrabalarının çocuklarını da
kollardı. Bu tür yakın sosyal dayanışma davranışları, empati ve şefkat
duygusunun evrimsel temeller üzerine kültürel olarak daha da güçlendiğini
gösterir.
Dürüstlük ve Normlara Uyma
Küçük ölçekli toplumlarda herkes birbirini tanıdığı için, saygınlık
ve güvenilirlik kritik önem taşırdı. Avcı-toplayıcı bir grupta yalan
söylemek, hırsızlık yapmak veya grup normlarını ihlal etmek genellikle hemen
fark edilir ve tepkiyle karşılanırdı. Bu nedenle dürüstlük, sözünü tutma,
vadettiğini yapma gibi özellikler erdem sayılırdı. Modern araştırmalar,
insanların evrimsel geçmişinde hilekarları ve bencil davrananları grubun
dışladığını ve bunun da dürüstlük ve iş birliği yönünde güçlü bir seçilim
baskısı yarattığını öne sürer. Yani güvenilmez bir kişi, av veya yiyecek
paylaşımında ortak bulamayarak cezalandırılırdı. Bu durum, dürüstlük ve
sadakatin hayatta kalma stratejisi olarak benimsenmesine yol açmıştır.
Avcı-toplayıcı dönemde erdemlerin
önemi, doğrudan doğruya hayatta kalma ve grup bütünlüğü ile ilgiliydi. Küçük
gruplarda herkesin katkısına ihtiyaç olduğundan iş birliği ve paylaşım
bir “olmazsa olmaz”dı; aksi halde ne çocuklar büyüyebilir, ne av başarılabilir,
ne de savunma sağlanabilirdi. Bu toplumlar kaynaklarını hemen tüketir, uzun
erimli depolama yapmazdı; dolayısıyla “bugün bana, yarın sana” anlayışıyla
karşılıklı yardımlaşma gelişmişti. Bireycilikten çok kolektivizmin ağır bastığı
bu yaşam tarzında “biz” duygusu “ben”in önündeydi. Michael Tomasello,
erken insanlar arasında gelişen bu “biz bilinci”nin, herkesin diğerini hem
yargılayan hem yargılanan olarak gördüğü bir ortak ahlak zemini yarattığını
belirtir. Özetle, avcı-toplayıcıların geliştirdiği erdemler, küçük ölçekli
toplumlarda sosyal uyumu ve ortak çıkarı maksimize etmeye yönelikti. Bu
değerler, ileriki çağlarda daha büyük toplumların kurulmasının da temelini
attı.
4. Neolitik
Devrim ve Tarım Toplumlarında Erdemler
İnsanlık tarihinin en büyük dönüşümlerinden biri yaklaşık 12 binyıl önce
gerçekleşen Neolitik Devrim (yerleşik yaşama ve tarıma geçiş) olmuştur.
Avcı-toplayıcı yaşamdan yerleşik tarım toplumuna geçiş, insanın gündelik
yaşamından toplumsal yapısına kadar her şeyi değiştirdi. Küçük ve görece
eşitlikçi toplumlardan daha büyük, kalıcı köylere ve zamanla ilk kentlere
geçilirken, toplumların ihtiyaç duyduğu erdemlerde de önemli değişimler
yaşandı.
Yerleşiklik ve Mülkiyet Kavramı
Avcı-toplayıcılar devinim halindeyken, tarıma geçen insanlar belirli bir
toprağa yerleşip orada köyler kurdular. Bunun bir sonucu olarak, özel
mülkiyet kavramı ve kalıcı zenginlik birikimi ortaya çıktı. Artık
insanlar topraklarını, evlerini, ürettikleri tahılı sahipleniyorlardı. Bu
durum, toplumsal eşitlik ilkesini kısmen zayıflattı ve sınıfsal farklılıklar
filizlenmeye başladı. Tarım toplumlarında verimli araziler veya fazla ürün
edinenler ile bunları edinemeyenler ayrıştıkça, “adalet” ve “eşitlik”
erdemleri farklı bir boyut kazandı. Avcı-toplayıcı dönemde eşitlik, herkesin
aşağı yukarı aynı şeyi edinmesi demek iken; tarım toplumunda adalet
kavramı, emeğe göre hak etme veya toplumsal hiyerarşi içinde uygun davranma
anlamlarına bürünebildi. Bu toplumlarda çalışkanlık, üretkenlik ve mülkü
koruma erdem olarak görülmeye başlandı, çünkü ailenizin tarlasını ekip
biçmek, hasadı depolamak artık temel yaşam tarzıydı. Örneğin, yerleşik köylü
topluluklarında “başkasının malına göz dikmemek”, “hırsızlık
yapmamak” gibi ahlaki öğretiler önem kazandı; çünkü mülkiyet düzeni sosyal
düzenin bir parçasıydı.
Toplumsal Normların Kurumsallaşması
Nüfus arttıkça ve köyler kasabalara dönüştükçe, toplumlarda yazılı olmayan
kurallar kadar yazılı yasalar ve dinsel normlar da biçimlenmeye başladı.
Avcı-toplayıcılarda gelenek ve görenekler kuşaktan kuşağa sözlü aktarılırken,
tarım toplumlarında karmaşık adetler, töreler ve ilk yasalar belirdi. Bu
süreçte, daha önce doğal olarak var olan erdemler artık bilinçli şekilde
öğretilen ve denetlenen normlar haline dönüştü.
Örneğin, bereketli Hilal bölgesindeki ilk uygarlıklardan biri olan Sümerler,
yazılı yasa geleneğini başlatan öncülerdi. Ur-Nammu Yasaları (MÖ ~2100),
insanlık tarihinin bilinen en eski yasa metinlerinden biridir ve suçlara karşı
daha çok para cezasına dayalı bir adalet anlayışını yansıtır. Ardından
Lipit-İştar Yasaları (MÖ ~1930), mülkiyet, evlilik, kölelik ve toplumsal düzen
üzerine hükümler getirerek hukukun gelişimine katkıda bulunmuştur. Bu metinler,
yalnızca toplumsal düzeni sağlamak için değil, aynı zamanda ahlaki değerleri
korumak amacıyla da oluşturulmuştur.
Sümerlerin bu erken yasa çalışmaları, daha sonra Babil’de hazırlanan Hammurabi
Yasalarına (MÖ ~1750) temel oluşturdu. Hammurabi Yasaları, toplum düzenini
sağlamaya yönelik ayrıntılı ahlaki ve hukuki kurallar içerir. “Göze göz, dişe
diş” ilkesiyle adaletin sağlanması, hırsızlığın, yalancı şahitliğin
cezalandırılması, aile içi sorumluluklar gibi konular bu ilk yazılı yasalarda
yer aldı. Bu, ahlaki erdemlerin (dürüstlük, adalet, sadakat gibi) artık yasal
yaptırımlarla da desteklendiği anlamına gelir.
Tablo 1. Erken Mezopotamya Yasaları Arasındaki
Karşılaştırma
Yasa Metni |
Tarih (yaklaşık) |
İçerik ve Özellikler |
Adalet Anlayışı |
Toplumsal Önemi |
Ur-Nammu Yasaları |
MÖ ~2100 (Ur III dönemi) |
Suçlar ve cezalar yazılı hale getirilmiştir; genelde
para cezaları öngörülür. |
Cezalar çoğunlukla tazminat (gümüş ödemesi)
şeklindedir. |
İnsanlık tarihinin bilinen en eski yazılı yasalarıdır;
sosyal düzeni korumaya yöneliktir. |
Lipit-İştar Yasaları |
MÖ ~1930 (İsin Krallığı) |
Mülkiyet, evlilik, kölelik, borçlar gibi konulara dair
hükümler içerir. |
Hem para cezası hem de fiziksel cezalar yer alır. |
Toplumsal hiyerarşiyi düzenler, kadın ve köle haklarını
da kapsar. |
Hammurabi Yasaları |
MÖ ~1750 (Babil) |
282 madde; aile, mülkiyet, ticaret, suç, ceza gibi
geniş kapsamlı kurallar içerir. |
“Göze göz, dişe diş” ilkesiyle kısasa dayalı adalet. |
Ahlaki erdemler hukuki yaptırımlarla desteklenmiştir;
sonraki uygarlıklara model olmuştur. |
Bu tabloyu metne ekleyince, okur hem Sümerlerin hukuki mirasını hem
de bu mirasın Babil’e nasıl zemin hazırladığını daha net görebilir.
Aynı dönemde, dinin ve inancın toplumsal yaşamda merkezi bir yer
edinmesi de erdem anlayışını etkiledi. Birçok tarım toplumunda büyük dinsel
gelenekler ve onların öğretileri, ahlakın çerçevesini çizdi. Örneğin,
Musevilik, Hristiyanlık, İslam gibi dinlerde on emir, yedi ölümcül günah
vb. listelerle hangi davranışların erdem, hangilerinin günah olduğu
tanımlanmıştır. İnanç, takva, itaat, alçakgönüllülük, merhamet, cömertlik
gibi erdemler dinlerin öğretilerinde vurgulanmıştır. Din, evrimsel temelleri
daha eskiye dayanan ahlaki eğilimlerimizi alıp onları ilahi bir otoriteyle
pekiştirmiştir. Bazı araştırmacılar, dinin ahlak sonrası ortaya çıkarak, ahlak
kurallarını “her şeyi gören ilahi gözler” vasıtasıyla güçlendirdiğini
öne sürer: İnsanlar, toplumdaki görünür gözlerden uzakta olsalar bile,
tanrıların veya ataların gözlemine maruz olduklarına inanarak bencil
dürtülerini dizginlediler. Sonuçta, tarım toplumlarında dine bağlı erdemler
(dindarlık, günahkarlıktan kaçınma, komşunu sevme, yardımseverlik vs.) ahlaki
düzenin temeline yerleşti. Örneğin, yardımseverlik ve sadaka verme çoğu
dinde övülen bir erdemdir ve tarım toplumlarında zengin-fakir arasındaki
uçurumu yumuşatma işlevi görmüştür.
Hiyerarşi ve İtaat
Tarım toplumları, avcı-toplayıcılara göre çok daha kalabalık ve karmaşık
bir yapıdaydı; yüzlerce, binlerce kişilik köyler, kent devletleri ortaya çıktı.
Böyle büyük gruplar içinde düzeni sağlayabilmek için genellikle hiyerarşik
yapılar gelişti: kabile şefleri, krallar, imparatorlar, rahipler gibi
yöneticiler ve sıradan halk şeklinde tabakalaşmalar oluştu. Bu toplumlarda itaat,
sadakat ve görev bilinci önemli erdemler haline geldi. Avcı-toplayıcılar
özgür ruhlu ve eşitlikçi iken, bir krallığın tebaaları için otoriteye saygı
bir değer haline geldi. Örneğin, Konfüçyüsçülük gibi felsefeler, bireylerin
ailede babaya, devlette hükümdara itaat etmesini erdem olarak tanımlar. Yine
feodal toplumlarda, serflerin lordlarına bağlılığı, askerlerin komutanlarına
itaatkarlığı temel toplumsal beklentilerdendi. “Hürmet, vefa, sadakat”
kavramları, özellikle Orta Çağ tarım toplumlarında (Avrupa feodalitesi,
Japonya’daki samuray düzeni vb.) ahlaki erdemler arasındaydı.
Toplumsal Cinsiyet Rolleri ve Aile Değerleri
Yerleşik yaşama geçişle birlikte, aile yapıları da daha patriyarkal
(ataerkil) bir hal aldı. Tarımın getirdiği ağır fiziksel işler genelde
erkeklerin sorumluluğundaydı; kadınlar ise ev ve çocuk bakımında uzmanlaştılar
(her ne kadar kadınlar da tarlada çalışsa da). Bu iş bölümü zamanla toplumsal
cinsiyet rollerini keskinleştirdi ve bu rollere uygun davranışlar erdemle
ilişkilendirildi. Örneğin, birçok geleneksel tarım toplumunda iffet, namus,
sadakat özellikle kadınlar için yüceltilen erdemlerdi; çünkü soy zincirinin
takibi ve miras düzeni için kadının cinsel sadakati kültürel olarak vurgulandı.
Erkekler içinse koruyuculuk, aileyi geçindirme, sözünü tutma gibi
değerler öne çıktı. Kuşkusuz bu değerler evrensel değil, kültürden kültüre
değişkendi; ancak genel hatlarıyla tarım toplumlarında aileye bağlılık,
ebeveyne saygı (özellikle babaya), evlat yetiştirmede özveri gibi erdemler
tüm büyük uygarlıklarda ortak temalar olmuştur. Örneğin Konfüçyüs’ün
öğretilerinde “filial piety” denilen ebeveyne itaat ve hürmet en yüksek
erdemlerden sayılmış; benzer biçimde çeşitli dinlerde “Anne babaya iyi
davranmak” ahlaki buyruklar arasında yer almıştır.
Uygarlık ve Uygarlık Erdemleri
Tarım sayesinde ortaya çıkan kentleşme ve uygarlıklar, erdem
kavramına yeni boyutlar ekledi. Antik Yunan ve Roma’da filozoflar, ideal
insanın edinmesi gereken erdemler üzerine derinlemesine düşünüp yazdılar.
Platon ve Aristoteles gibi düşünürler bilgelik (hikmet), cesaret, ölçülülük
ve adalet gibi erdemleri tanımladılar. “Dört erdem” (ya da dört
kardinal erdem: adalet, yiğitlik, ölçülülük, bilgelik) Batı düşüncesinde
kalıcı bir miras bıraktı. Benzer şekilde, Doğu uygarlıklarında da erdem kavramı
işlendi: Örneğin, Budizm’de sekiz dilimli yol doğru eylem, doğru düşünce
gibi erdemleri içerir; Hint düşüncesinde ahimsa (canlıya zarar vermeme),
dharma’ya uygun yaşama erdemleri vurgulanır. Bu örnekler gösterir ki,
tarım toplumlarının kentleşen evresinde felsefi ve dini sistemler, ortak
yaşama ilişkin değerleri sistematik hale getirdiler.
Tarım toplumlarında erdemlerin önemi, bir bakıma toplumsal bütünlüğü ve
istikrarı korumak için daha da büyüdü. Avcı-toplayıcı gruplarda yanlış
yapanı dışlamak çözüm olabiliyorken, koskoca kentlerde bu mümkün değildi; bunun
yerine normlara uymayı içselleştirme ve sosyal denetim mekanizmaları
(yasa, ayıp kavramı, günah kavramı vb.) gelişti. Bu dönemde bir yandan geleneksel
erdemler (dürüstlük, yardımseverlik, sadakat) sürerken, diğer yandan yeni
erdemler (dindarlık, vatanseverlik, itaatkarlık, çalışkanlık) ön plana
çıktı. Toplumun bekası için erdemlerin işlevi genişledi: Yalnızca küçük grubu
değil, binlerce kişilik krallıkları bir arada tutan harç oldular. Örneğin,
imparatorlukları ayakta tutmak için yurttaşların ortak bir kimlik ve değerler
etrafında birleşmesi gerekiyordu; Romalıların “Roma’ya sadakat”ı, Perslerin imparatora
bağlılık erdemi, Çin’de Konfüçyüsçü devlete itaat anlayışı bunun
yansımalarıdır. Bu şekilde, tarım ve uygarlık çağında erdemler, artık evrensel
ahlak ilkeleri ya da kozmopolit felsefeler düzeyinde tartışılır hale
geldi.
5. Sanayi
Devrimi ve Modernleşme Sürecinde Erdemlerde Değişim
Sanayi Devrimi (kabaca 18. yüzyıl sonu ve 19.
yüzyıl) insan toplumlarını tarım temelli düzenden sanayi ve kent temelli düzene
dönüştürerek, erdem anlayışında yeni değişimlere yol açtı. Tarım toplumunda
makbul olan birçok değer, sanayileşme ile birlikte farklı bir bağlamda yeniden
tanımlandı ya da önem sırası değişti. Bu dönemde yaşanan hızlı ekonomik,
teknolojik ve sosyal dönüşümler, iş ahlakı, disiplin, bireysellik gibi
kavramları öne çıkardı.
Çalışkanlık ve Zaman Disiplini
Sanayi devrimiyle birlikte fabrikalar, mesai saatleri ve ücretli emek
kavramı doğdu. Kırsal alandaki mevsimlik ve güneşin hareketine göre ayarlanan
esnek çalışma düzeninin yerini, saatin tik taklarına göre ayarlanmış
katı bir çalışma rejimi aldı. Bu yeni düzende dakiklik, düzen ve disiplin
birer erdem haline geldi. Örneğin 19. yüzyıl Britanyası’nda sanayiciler,
işçilerin sabahları vaktinde fabrikada olmalarını sağlamak için çeşitli
yöntemler geliştiriyordu; “geç kalmak” artık yalnızca kişisel bir kusur
değil, ahlaki bir zaaf olarak görülmeye başlamıştı. Britanyalı tarihçi E.P.
Thompson, sanayileşmeyle beraber emekçilerin “zaman bilinci”nin değiştiğini,
vaktini boşa harcamamanın ve üretken olmanın erdem olarak yüceltildiğini
anlatır. Nitekim dönemin öğüt literatüründe, “Erken kalkan yol alır”
örneği atasözleri ve tembelliğin kötülüğüne ilişkin vaazlar dikkat çeker.
1755’te bir İngiliz rahip, yoksullara hitaben yazdığı broşürde “Eğer
tembellikle sabahları yatakta harcıyorsan, işten kaytarıp aylaklık ediyorsan yoksul
kalman normaldir” diyerek erken kalkıp çalışmayı bir erdem, tembelliği ise bir
ahlaki eksiklik olarak betimlemiştir. Özetle, sanayi çağı, çalışkanlık,
üretkenlik, dakiklik gibi değerleri bireye aşılamaya çalıştı. “Vakit
nakittir” sözü bu dönemin sloganı gibiydi ve hem zamana hem paraya karşı
tutum artık ahlaki bir renk kazanmıştı.
Dürüstlük ve Tasarruf (İş Ahlakı)
Sanayileşme dönemi aynı zamanda Protestan iş etiği kavramının
yükselişiyle ilişkilendirilir. Max Weber’in ünlü tezine göre, Protestanlığın
bazı kolları (özellikle Kalvinizm), dünyevi başarıyı Tanrı’nın lütfunun bir
işareti olarak yorumlamış ve çalışma, tasarruf, dünyevi hazlardan kaçınma
gibi değerleri teşvik etmiştir. Bu dini ve kültürel etki, sanayi kapitalizminin
iş ahlakıyla örtüşerek dürüst çalışma, sözünde durma, tutumluluk gibi
erdemleri önemli hale getirdi. Gerçekten de sanayi toplumunda, bir kişinin güvenilir
bir işçi ya da işveren olması, borcunu ödemesi, sözleşmelere riayet etmesi
itibarını belirleyen faktörlerdi. Bu dönemde yazılan birçok çocuk kitabı ve
ahlak metni, “yüksek karakterli insan”ı dürüst, çalışkan, tutumlu biri olarak
idealize etmiştir. Örneğin, Amerikan kültüründe Benjamin Franklin’in
özdeyişleri (“erken yatıp erken kalkmak insanı sağlıklı, zengin ve akıllı
kılar” gibi) geniş kabul görmüştür.
Ayrıca, tasarruf ve birikim yapma, sanayi toplumunda erdem
sayıldı; zira yatırım ve sermaye birikimi için kişilerin kazandığından
fazlasını harcamaması, tutumlu davranması gerekiyordu. Bu, önceki tarım
toplumlarında da bireysel erdem olarak bilinse de (örn. israf etmemek), sanayi toplumunda
toplumsal ölçekte önem kazandı. İş ahlakı kavramı, kişinin işine
sadakatini, sorumluluk duygusunu, kaliteye verdiği önemi vurgular hale geldi.
Bireycilik ve Özgürlük Değerleri
Sanayi çağı aynı zamanda Aydınlanma ve sonrasındaki dönemde bireysel
özgürlüklerin, hakların gündeme geldiği bir dönemdir. 18. ve 19. yüzyıllarda
mutlak monarşilerin yerine anayasal düzenler ve vatandaşlık kavramı
güçlenirken, özgürlük, eşitlik, adalet gibi değerler politik idealler
haline geldi. Bu değerler elbette ahlaki erdemler olarak da yüceltildi.
Örneğin, düşünce özgürlüğü, vicdan özgürlüğü gibi kavramlar ahlaki bir
iyi olarak savunuldu. Bireylerin kendi kaderini tayin hakkı, kendi inançlarını
seçme özgürlüğü modern dönemde kutsanan erdemler oldu.
Özellikle Aydınlanma Çağı (18. yy) filozofları, insanın akıl ve
vicdan sahibi bir özne olarak özerklik (otonomi) ilkesine göre
yaşamasını idealize ettiler. Immanuel Kant, ahlak felsefesinde bireyin kendi
rasyonel iradesiyle evrensel ahlak yasasını koymasını erdemin temeli saydı. Bu
düşünsel dönüşüm, toplumda da ferdin ahlaki sorumluluğunu vurguladı:
Artık erdem, yalnızca geleneğe ya da dine itaat değil, bireyin kendi vicdan
muhasebesiyle ulaştığı bir şey olmalıydı.
Yurtseverlik ve Toplumsal Sorumluluk
Sanayi çağında imparatorlukların yerini ulus devletler alırken, vatanseverlik
(yurtseverlik) yeni bir değer olarak yükseldi. Ulus-devletler
vatandaşlarından ülkeye bağlılık, gerektiğinde fedakarlık bekledi. Bu da ahlaki
söylemlere yansıdı: “Vatan için çalışma, gerekirse canını verme” erdemi,
özellikle 19. ve 20. yüzyılda pek çok toplumda en yüce değerlerden biri
sayıldı. Bununla bağlantılı olarak, askeri disiplin, cesaret, onur gibi
daha eski erdemler modern ulusal ordularla yeniden önem kazandı. Örneğin, Birinci
Dünya Savaşı’na giren ülkelerde propaganda, gençlere “vatan savunmasının kutsal
bir görev olduğunu” telkin ediyordu.
Diğer yandan sanayileşme toplumunda ortaya çıkan işçi sınıfı, kentleşme,
yeni sosyal sorunlar, dayanışma ve adalet kavramlarını da farklı
boyutlarda gündeme getirdi. İşçi hareketleri, sosyal adaleti ve eşitliği yeni
erdemler/idealler olarak yükseltti. 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında, yardımlaşma,
sınıf dayanışması, hakkını arama gibi kavramlar işçi çevrelerinde ahlaki
bir doğruluk haline geldi. Bu da, modern çağın erdem yelpazesini
genişletmiştir.
Bilim, Akıl ve Eğitim Değeri
Modernleşme süreci aynı zamanda bilimsel düşüncenin ve eğitimin
önem kazanması demektir. Geleneksel toplumlarda bilgelik çoğunlukla deneyime ve
yaşlıların bilgi birikimine saygı ile ilgiliyken, modern toplumda eğitimli
olmak, rasyonel düşünmek bir erdem değeri olarak görülmeye başladı.
Özellikle 20. yüzyılda, bir bireyin kendini geliştirmesi, okul okuması,
cehaletten kurtulması yalnızca kişisel çıkar için değil, topluma karşı da bir
sorumluluk gibi algılandı. “Cahil kalmak ayıptır” düşüncesi yaygınlaştı.
Bu bağlamda merak, yenilikçilik, eleştirel düşünce gibi bilişsel
erdemler değer kazandı. Örneğin, aydın kesimler arasında entelektüel
dürüstlük, açık fikirlilik gibi erdemlerden söz edilir oldu.
Sanayi devrimi ve modernleşme döneminde erdemlerin değişimini özetlemek
gerekirse: iş ahlakı ve disiplin en öne çıkan yeni değerlerdi; bireysel
özgürlük ve haklar ahlaki söylemin bir parçası haline geldi; vatanseverlik
ve toplumsal sorumluluk geniş ölçekli toplumları birarada tutan erdemler
olarak önemliydi; yenilikçilik ve eğitim ise ilerlemenin erdemi sayıldı.
Böylece erdem kavramı, modern dönemde hem özel hem kamusal alanda yeniden
tanımlandı. Bir yanda hala dürüstlük, güvenilirlik, empati gibi kadim
erdemler geçerliliğini korurken, diğer yanda özgürlük, eşitlik, insan
haklarına saygı gibi kavramlar ahlaki yüklemeler kazandı.
6. Günümüzde
Erdemlerin İşlevselliği ve Değeri
21.yüzyıl dünyasında, insanlığın geliştirdiği erdemler hem bireysel yaşamda
hem de toplumsal düzeyde kritik roller oynamaya devam ediyor. Ancak modern
toplumların küreselleşmiş, teknolojiye dayalı ve çeşitlilik içeren yapısı, bu
erdemlerin işlevlerini ve vurgulanma biçimlerini geçmiş dönemlere göre kısmen
değiştirmiştir. Günümüzde öne çıkan başlıca erdemlerin bireysel ve toplumsal
işlevselliğine ilişkin bazı gözlemler şöyle sıralanabilir:
Empati ve Hoşgörü
Modern dünyada farklı kültürler, inançlar ve yaşam tarzları iç içe geçmiş
durumda. Bu nedenle empati, hoşgörü ve çeşitliliğe saygı hem
bireylerarası ilişkilerde hem de toplumsal barış için kilit erdemler haline
gelmiştir. Küresel iletişim çağında bir kişinin yalnızca yakın çevresine değil,
dünyanın öbür ucundaki insanların acılarına da empati gösterebilmesi beklenir
hale geldi. Örneğin, insani yardım kampanyaları, küresel afetlere duyarlılık,
ayrımcılığa karşı duruş gibi tutumlar, empati erdeminin sınır ötesi
genişlemesini temsil eder. Hoşgörü ise modern demokratik toplumların
temel taşı sayılır; etnik, dinsel, cinsel veya fikirsel farklılıklara katlanma
ve saygı göstermek, çokkültürlü toplumların barış içinde bir arada yaşaması
için zorunludur. Günümüzde birey düzeyinde empati, iyi bir arkadaş, eş veya
ebeveyn olmanın vazgeçilmez parçası sayılıyor; toplumsal düzeyde ise hoşgörü ve
insan haklarına saygı, anayasal değerler ve evrensel normlar haline gelmiştir.
Adalet ve Dürüstlük
Modern toplumlarda karmaşık kurumlar (hukuk sistemi, iş dünyası,
hükümetler) olduğu için adalet kavramı hem kişisel etik hem de kurumsal
düzen açısından yaşamsaldır. Bireyler arası ilişkilerde dürüst ve adil olmak
(örneğin yalan söylememek, hile yapmamak) güvenilirlik getirir; benzer şekilde
devlet yönetiminde şeffaflık ve hesap verebilirlik (yani kurumsal
dürüstlük) vatandaşların güvenini sağlar. Günümüzde adalet duygusu belki
her zamankinden daha evrensel bir ideal olmuştur: Yalnızca mahkeme salonlarında
değil, aynı zamanda sosyal adalet hareketlerinde, gelir eşitsizliği
tartışmalarında, küresel iklim adaleti çağrılarında kendini gösterir.
Toplumlar, yasalarını ve kurumlarını adil işlemediği algılandığında
protestolarla çalkalanıyor; bu da adalet erdeminin ne kadar merkezi olduğunu
gösteriyor. Birey düzeyinde de insanlar, iş yerinde, arkadaşlıkta adil
davranmayanları dışlama veya kınama eğilimindedir. Yani dürüstlük ve adalet
erdemleri, hem mikro düzeyde ilişkileri düzenler, hem makro düzeyde toplumsal sözleşmenin
özünü oluşturur.
İş Birliği ve Toplumsal Dayanışma
Modern dünya, her ne kadar bireycilik vurgulanıyor olsa da, gerçekte devasa
ölçekte iş birliğine ihtiyaç duyuyor. Milyonlarca insanın yaşadığı
kentlerde, karmaşık tedarik zincirleri veya dijital ağlarla bağlanmış küresel
ekonomide hiç kimse tamamen tek başına var olamaz. Bu nedenle, takım
çalışması, kolektif sorumluluk, dayanışma ruhu günümüzde de büyük önem
taşıyor. Örneğin, bir şirkette ekip halinde çalışma becerisi, modern bir erdem
gibi değerlendiriliyor; çünkü ortak amaçlar için bireysel egoları dengeleyip
uyum sağlamak gerekiyor. Toplumsal düzeyde de dayanışma erdemi, kendini sosyal
gönençli devletlerinde veya uluslararası iş birliği kurumlarında gösterir.
İnsanlar, dezavantajlı grupları korumak için vergilerini paylaşmayı, salgın
gibi durumlarda herkesin iyiliği için fedakarlık yapmayı (maske takmak, aşı
olmak vb.) ahlaki bir yükümlülük olarak kabul edebiliyorlar. Özellikle COVID-19
salgını gibi küresel buhranlar, başkalarını düşünme ve toplum için feragat
edebilme erdeminin ne kadar yaşamsal önemde olduğunu tekrar anımsattı.
Günümüz toplumunda “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” anlayışı ahlaken
eleştirilirken, “biz bilinciyle hareket etme” ideali öne çıkarılıyor.
Dahası insanlığın küresel sorunları (iklim krizi, salgınlar, savaşlar)
çözebilmesi için, ulusal veya etnik kimlikleri aşan bir küresel dayanışma
ahlakına ihtiyacı olduğu sık sık vurgulanır.
Özgürlük, Saygı ve Kendini Gerçekleştirme
Modern değer sisteminde bireysel özgürlük ve kişisel gelişim
çok önemli yer tutar. Günümüzün erdem anlayışı, bir kişinin kendi özgün
benliğini baskı altında kalmadan geliştirmesini ve ifade etmesini olumlu
karşılar. Bu bağlamda kendine karşı dürüst olmak, başkalarının özgürlüğüne
saygı duymak ahlaki erdemlerdir. Örneğin, bir gencin ailesinin veya
toplumun baskısına karşın kendi sevdiği mesleği seçmesi, kendi kimliğini
yaşaması bugün erdemli ve cesur bir davranış olarak değerlendirilebilir. Toplum
da giderek, farklılıklara saygıyı ve herkesin kendi potansiyelini
gerçekleştirme hakkını bir değer sayıyor. İfade özgürlüğü, düşünceye saygı,
özerklik gibi ilkeler hem yasal güvencelere hem de toplumsal normlara
dönüşmüş durumdadır. Bununla birlikte, özgürlüğün erdemi, sorumluluk duygusuyla
dengelenir: Bireyler özgür iradeleriyle hareket ederken, başkalarına zarar
vermeme, kamusal alanda saygılı olma yükümlülüğü taşırlar. Bu nedenle “özgür
ama sorumlu birey” modeli, modern ahlakın idealidir. Eğitim sistemleri bile
öğrencilere yalnızca itaat etmeyi değil, aynı zamanda sorgulama, yaratıcı
düşünme fakat bunu yaparken başkalarının haklarını gözetme değerlerini
aşılamaya yönelmiştir.
Çevre Bilinci ve Küresel Düşünce
İçinde bulunduğumuz yüzyılda, belki de ilk defa doğaya ve geleceğe karşı
sorumluluk bir erdem olarak açıkça tanımlanıyor. Sanayi devriminin
yarattığı çevre yıkımı ve iklim değişikliği tehlikesi, çevreye saygı,
sürdürülebilirlik, gelecek kuşakları düşünme gibi erdemleri ortaya çıkardı.
Günümüzde bir bireyin karbon ayakizini azaltmaya çalışması, geri dönüşüm
yapması, doğayı koruması yalnızca bir alışkanlık değil, ahlaki bir doğru olarak
algılanabiliyor. Toplumsal düzeyde de devletler ve kurumlar, çevreye duyarlı
politikaları benimsedikçe eko-erdemler kurumsallaşıyor. Bu, önceki
dönemlerde pek konuşulmayan, yeni sayılabilecek bir erdem alanıdır ve modern
insanın etik ufkunu gezegendeki tüm canlıları kapsayacak şekilde genişletiyor.
Teknoloji ve Dijital Erdemler
Modern yaşamın büyük kısmı dijital platformlarda geçtiği için, dijital
etik diyebileceğimiz yeni erdem tanımları da gündeme geldi. Örneğin,
çevrimiçi ortamda nezaket (kişilere zorbalık yapmama), doğru bilgi yayma,
mahremiyete saygı gibi konular artık ahlaki tartışmaların parçasıdır.
Başkası hakkında sosyal medyada linç kampanyasına katılmamak, yalan haber
yaymamak, internette kibarlık kurallarına uymak günümüzün “iyi insan” tanımının
bir parçası haline geliyor. Bu da, erdem kavramının toplumsal değişimlere nasıl
uyum sağladığının bir örneği.
Sonuç olarak, günümüz toplumunda insanın evrimsel ve tarihsel süreçte
geliştirdiği erdemler hala yaşamsal önemde işlevler görüyor. Bireysel
düzeyde, erdemli olmak kişinin hem kendine saygısını hem de çevresiyle
sağlıklı ilişkiler kurmasını sağlıyor. Örneğin, empati sahibi ve dürüst bir
insan, psikolojik açıdan daha doyumlu ilişkiler yaşıyor; çalışkan ve disiplinli
bir insan kariyerinde başarılı oluyor; açık fikirlilik ve öğrenmeye açıklık,
kişinin entelektüel gelişimini sürdürüyor. Toplumsal düzeyde ise bu bireysel
erdemler bir araya gelerek sosyal bütünlüğü kuruyor. Güven duygusu yüksek, adil
ve merhametli insanların oluşturduğu bir topluluk, buhranlara daha dirençli
oluyor, suç oranları düşüyor, iş birliği kolaylaşıyor. Modern toplumların
karmaşık problemlerini çözebilmesi, ancak yurttaşlarının gerekli erdemleri
göstermesiyle mümkün olabilir – örneğin küresel ısınmaya karşı fedakarlık
yapmaya razı insanlar olmadan, politik kararlar işe yaramaz; ya da bilimsel
ilerlemelerin etik kullanımını sağlamak için dürüst ve sorumlu olan bilim
insanlarına ihtiyaç vardır.
İnsanlık, evrimsel mirası olan erdemleri üzerine inşa ettiği uygarlık
yolculuğunda, her dönemde farklı sınavlardan geçti. Avcı-toplayıcı
günlerde bizi birbirimize kenetleyen erdemler, tarım toplumunda din ve
geleneklerle kurumsallaştı; sanayi ve modern çağda akıl, özgürlük ve
küresel bilinç ile harmanlandı. Bugün, belki de ilk kez, tüm insanlığı tek bir
“biz” olarak görüp küresel erdemler etrafında birleşme ihtiyacıyla karşı
karşıyayız. Bu, evrimsel yolculuğumuzda yeni bir sayfa olabilir. Yine de
özünde, günümüzün erdemleri hala atalarımızdan miras kalan insani değerlerdir: başkalarına
duyduğumuz şefkat, adil olma isteğimiz, birlikte başarma arzumuz ve bilinmeyeni
anlama merakımız. Bu erdemler, insan olmanın ne anlama geldiğini
tanımlamaya devam ediyor ve çağlar boyunca olduğu gibi, gelecekte de hayatta
kalmamızın ve gelişmemizin anahtarı olacaklar.
Kaynakça
Cruz, C. (2023, 23 Eylül). The Evolution of Human Virtues and Moral
Beliefs Over Millennia. Medium. (Çevrimiçi blog yazısı).
De Waal, F. (2005, 1 Eylül). The evolution of empathy. Greater Good
Magazine. University of California, Berkeley. (Çevrimiçi makale).
Dizikes, P. (2025, 14 Mart). When did human language emerge? MIT
News. (Çevrimiçi haber bülteni).
Karadağ, O. (2025, Haziran). İnsan düşüncesinin evrimi: 65 milyon yıllık
bir öykü. Doğu Kitabevi, İstanbul
Karadağ, O. (2025, Eylül). Dinin evrimi: İnsanlık tarihinde inancın
biyolojik ve kültürel yolculuğu. Doğu Kitabevi, İstanbul
Lewis, H. M., Vinicius, L., Strods, J., Mace, R., & Migliano, A. B.
(2014). High mobility explains demand sharing and enforced cooperation in
egalitarian hunter-gatherers. Nature Communications, 5, 5789.
https://doi.org/10.1038/ncomms6789
Tomasello, M. (2018). The origins of human morality.
Scientific American, 319(3), 70-75.
What the world values, in one chart. (2014, 29 Aralık). Vox (Brandon
Ambrosino). (Inglehart–Welzel Dünya Değerler Haritası ile ilgili içerik).
Erişim tarihi: 10 Eylül 2025,
https://www.vox.com/2014/12/29/7461009/culture-values-world-inglehart-welzel