13 Mart 2016 Pazar

Uydurulan Bir Koloni Göçü

Uydurulan Bir Koloni Göçü

Ege'nin kuzeydoğusunda Anadolu topraklarında Demir Çağı yerleşmeleri genellikle Hellas (Yunanistan)'tan gelen Aiol sömürgecilere dayandırılır. C.B. Rose’un Truva’da elde edilen yeni malzemeye odaklanan bir makalesinde[1] göçün edebi anlatımları ve arkeolojik kanıtlarını incelemiştir. Araştırıcının bulgularına göre Aiolis’in sömürgeleştirilmesinde ne bir alan baskın bir rol oynamış, ne de arkeolojik bulgularda böyle bir yaygın sömürgeleştirme olduğu desteklenmiştir. Söz konusu araştırmadan elde bulgulara izleyen paragraflarda özetle değinilmektedir.
Elde edilen bulgular göçün, Pers Savaşları sonrasında saldırgan bir biçimde özendirilmiş anlatımları Ege'nin her iki taraf için de karşılıklı yararlı olduğu sonucunu ortaya çıkarmıştır. Diğer bir deyişle böyle bir kurgu hem Batı Anadolu kentleri hem de Hellas’taki kentler için Pers Savaşları sonrasında birleştirici bir öge olarak oluşturulmuştur. Özellikle Delos Deniz Birliğinin gerekçesini oluşturmuştur.
Erken Demir Çağı'nda Anadolu’nun kuzeydoğu Ege’deki yerleşimlerin çoğu Teselya, Boiotia, Akhaia veya bu üçünün bir karışımının oluşturduğu Aiol sömürgecilerinin Ege'nin karşı tarafına göçüne dayandırılır. Bu göçlerin bir önder ve onun soyundan gelenlerin önderliğinde Bozcaada’dan, İzmir'in koyları arasına kadar geniş bir coğrafi alana yapıldığı bildirilmesine karşın, göçle ilgili antik kaynakların çoğu anlatımlarında bir tutarlılık yoktur. Diğer bir deyişle, Truva Savaşı'ndan sonra kurulduğuna inanılan Midilli ve kuzeybatı Anadolu'daki Aiol yerleşimlerinin, Hellas’tan gelenlerce gerçekleştirildiği hep söylenegeldi. Erken Helen tarihinin bu özelliği bilginler tarafından kabulü o kadar yaygın bir duruma geldi ki, bunun kanıtının değerlendirilmesine gerek bile görülmedi.
Araştırıcı Rose, Truva’da Helen ve Roma kazılarının başkanı olarak görev yaptığı 18 yıl boyunca bu Göç Modelini asla sorgulamadan ve bütün kazı raporlarında Anadolu kolonileşmesini varsaydığını itiraf eder. Ancak, Truva Demir Çağı malzemesinin son yayına hazırlığının yeniden incelenmesi sırasında, Aiol göçünün, arkeolojik ve edebi malzemeye eşit ağırlık vererek ve eski ve yeni tarih yazıcılığını da göz önünde bulundurarak, kanıtlarının yeniden değerlendirilmesinin gerekli olduğu sonucuna varır. Kendisinin belirttiği üzere birçok arkeolog, tersini iddia etseler bile, Türkiye ve Hellas arasındaki zamanımızın siyasi bölünmeleri, onların tarihi olayları değerlendirmelerini etkilemektedir. Tarihçiler de ya Türkiye ya da Hellas’a odaklanırlar ve yayınların her iki tarafa da eşit muamele yapması çok enderdir.
Eski Edebi Kaynaklar
Aiolic terimi ilkin Knossos’daki Liner B metinlerinde ortaya çıkar. Homer destanlarında ne Aiolis’e ne de Anadolu’nun batısında bir Helen kolonileşmesine değinilmez. Odysseus Midlli’ye yolculuk yapar, ancak bir yerleşme yeri kurmaz ve adanın kralı, adı Helence olmayan Makar’dır[2]. Bir coğrafi terim olarak sözcüğün ilk kullanımı, Hesiodos’un, babasının kötü durumunu ve sonunda Aiol Kyme’den Boiotia’ya göçünü açıkladığı İşleri ve Günler eserinde görülür. Bununla birlikte, Hesiod’un hiçbir bölümünde, Hellas Helenleri tarafından Ege’nin kuzeydoğusunda kolonilerin kuruluşundan söz eden hiç bir parça yer almaz. Bir sonraki ilgili göndermeler, Alkaios ve Sappho eserlerinde sözü edilen, Midillili Arkaik ozanda ortaya çıkar. Hellanikos, Strabon ve Pausanias’ın aralarında yer aldığı diğerleri tarafından Midilli’nin yönetici ailesi olarak, Aiolleri Midilli’ye göç ettiren Penthilos, sonra oğlu Orestes’in adlarından söz edilir. MÖ 7. yüzyıla gelindiğinde, Midilli hükümdarları, soylarının Truva Savaşı göçü sonucunda Atreus sarayından geldiklerini iddia ederler[3].
Bozcaada MÖ 5. yüzyılda göç anlatımlarında ortaya çıkmaya başlar: Pindar'ın (11. Nemea Ode) övgüsü Aristagoras’ı Bozcaada yurttaşı olarak kutlar. Aristagoras’ın Spartalı atası Peisandros önderlik yaptığı bir Aiol kuvveti ile Bozcaada kıyılarında Orestes katılmıştır[4].
Bu yazarların hepsi Aiolis’in gerçekte ne olduğu ve nerede olduğu üzerinde anlaşmış değillerdir. MÖ 6. yüzyıla gelindiğinde, Herodot göre, Aiolis’in özgün bölgesi Bergama ile İzmir arasında ve kıyı boyunca uzanıyordu ve merkezi Elaia ve Myrina arasında yer alan Gryneion’deki Apollon sunağında olan, on iki kentin oluşturduğu bir birlik tarafından denetleniyordu. Herodot bu bölgeyi, aslında, kentlerini Midilli ve Bozcaada’yı bağladığı Troad (Troas)’dan ayırıyordu (Hdt. 1.149-151). MÖ 4. yüzyıla gelindiğinde ise, terim özgün kentlere ek olarak Troas'ın batısına uygulanır olmuştu (Strabo 13.1.4, 39). Herodot, Hellas’ın Teselya parçasının eskiden Aiolis olarak adlandırıldığını ileri sürerken Tukididis Ozolian Lokris’e bitişik Pleuron ve Kalydon arasındaki Aitolia bölümünü ileri sürer (Hdt. 7.176.4; Thuc. 3.102.5; see also Diod. Sic. 4.67.2). Göçün tam anlatımlarından birini Strabo verir[5].
Strabo,  Dorların önünden kaçan Helen halkının Anadolu’nun batısı yanı sıra Sisam ve Sakız adalarında koloniler oluşturmada ve son olarak Karya’nın yerli kadınlarıyla evlenmelerinde Aiol kolonileşmesini İyon kolonileşmesinden dört kuşak öncesine tarihlendirir (Hdt. 1. 146.2-3). MÖ 8. yüzyıl sonlarında Asur metinlerinde geçen Yaw(a)naya adı genellikle, Helen olsun olmasın Anadolu’nun batısı halkları için, İyonlara bir gönderme olarak yorumlanır.
Solon’nun, yaklaşık MÖ 600’lerde Attika’yı en eski İyon toprağı olarak anması ile İyonya ve Atina arasında bir soy bağının kurulmasına karşın[6] Kleisthenic reform öncesi dört kabilenin adları çeşitli İyon kentlerinden ele geçen yazıtlarda yer almıştır. İyonya kimliğinin temel kamu göstergesi olan Apatouria festivali, hem İonya ve hem de Atina'da kutlandı. Kabile adları ve festivalin doğudan batıya olduğu, son bilimsel çevrelerce tercih etmekle birlikte, açık değildir [7]. MÖ 7.yüzyılın sonuna gelindiğinde İyon kentleri, Aiol Birliği’ni tamamlamak üzere, Sisam karşısında, Mykale’deki Poseidon sunağını merkez alan Panionion Birliği’nı oluşturmuşlardır. Bu dönemde İyonya’nın Atinalı kökeni, başta kendi adını taşıyan İon kurucu ailesinin soy tahrifi (manipulation) yoluyla, giderek artan bir biçimde vurgulandı[8]. Aralarında başta Herodot ve Tukididis olmak üzere birçokları, İyonya’yı, Atinalıların kolonileştirdiklerini dikkate aldı[9].
Özetle Aiol ve İyon göçlerinin bu açıklamalarının hiçbiri birbirini benzemiyordu ve öykülerin zamansal ve mekânsal boyutları yazarlar arasında büyük ölçüde farklılıklar göstermekteydi. Ama Arkaik dönemin sonuna gelindiğinde, Hellas ile Anadolu arasındaki soy bağlantıları üzerindeki genel inanç kesinlik kazandı ve Pers Savaşları sonrasında batıdan doğuya doğru göç öyküleri yerli yerindeydi[10].
Modern Yorumlar
Kanıtların yorumları, ilgili antik kaynaklar gibi çeşitli olmasına karşın Aiol / İyon göçleri hakkında çağdaş bilginler ender olarak kuşku duymuş ve bir zamanlar onların Hint-Avrupa göçleri ile birlikte ele alınmıştır. Diğer bir deyişle, Geç Tunç / Erken Demir Çağı arkeolojik verilerdeki değişiklik, 500 yıl boyunca dört farklı kolonileşme ile nüfus değişim için kanıt olarak yorumlandı. Arkeologlar göçleri yeniden yapılandırmalarını desteklemek için, genellikle dilbilimcilerin, Hesiod'un Helenleri üç kola ayırmasına benzer biçimde Dor, İon ve Aiolic lehçeleri araştırmalarına döndü. Bu yapılandırma bileşenlerinin her biri, genellikle şu sırayla kolonileştirmeye bağlanır: Dorların işgalinden sonra Midilli kentlerinde keşfedilen protogeometrik çömleklere dayanarak, MÖ yaklaşık 1050’de Teselya ve Euboia’dan Midilli’ye ozanları ile birlikte bir Miken göçü oldu. Bu kurama göre bu göç, Liner B formları ve İon lehçeleri karışımını açıklar, daha sonra destanlar Anadolu kıyıları boyunca daha güneyinde gittikçe İon lehçesinden etkilenir. Homeros destanları ile ilgili son çalışma, zorunlu olarak, Erken Demir Çağı'na bir Aiol göçü olduğunu gösterir.
Son zamanlarda bilim insanları bu göç öykülerini, bir dereceye kadar gelişen etnik kimlik ve yurttaşlık propagandası simgeleri olarak incelemeye başlamışlardır. İlk önemli girişim, 1958 yılında M.V. Sakellarious’un ilgili edebi kaynakları incelediği zaman, İyon göçlerinin gerçekte, Pers Savaşları’nı izleyen dönemde, Atinalıların propagandası olduğu sonucuna varması ile ortaya çıktı[11]. Jonathan Hall ve Irad Malkin’in erken Helen etnisitesi üzerine yaptıkları sonraki çalışmaları bu yaklaşımı, soy anlatımları, bölgesel kimliklerin sistematik yapılandırılmasına bağlanmış,  zaman içinde formüle edilmiş ve siyasi gündemlere göre yönlendirilmiş olduğunu göstererek daha da ileri götürmüştür[12].
Yukarıdaki açıklamalardan anlaşıldığına göre Batı Anadolu’ya bir Helen göçünün bütünüyle uydurulmuş bir öykü olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu öykünün uydurulma nedeni de MÖ 5. yüzyıldaki Atina yayılmacılığına tarihsel bir dayanak oluşturmaktır. Bu dayanağın oluşturulmasında Pers tehlikesi bir araç olarak kullanılmıştır.
Yunan kolonileşmesi Öyle Anlatıldığı gibi değil[13]
Son yıllarda Helen kolonileşmesinin doğası ve gelişmesi hakkında canlı bir tartışma gelişmektedir. Bu tartışma, bize aktarılan geleneğin öne sürdüğü oecist-metropolis (anakent)-kuruluş tarihi ilişkisine dayanan modelin gerçekte, MÖ 7.yüzyıl ortasından önce gerçekleşmemiş olan daha sonraki normalleşme sürecinden kaynaklandığını kanıtlamaya başlamıştır. En eski dönem için arkeolojik veriler, birbirini izleyen ayrışık kolonileşme katkıları ve yerleşimlerinden oluşan farklı bir model gösterir[14]. Bu gerçekler ışığında tarih kitaplarının Helen kolonileşmesi ile ilgili bölümleri silinip yeniden yazılmalıdır[15]. Farklı kökenli seramiklerin kanıtladığı üzere farklı kökenden gelen sömürgeciler (koloni kurucular) ilk yerleşmelere yönelirler; bunun bir sonucu iyi tanımlanmamış bir planla yerleşme ve sonra yavaş yavaş genişlemedir. Bu çerçevede, Helen anakenti olan poleis Polenezlerin büyük adamlarının ya da Kara Afrika’nın devletsiz toplumlarına benzer ilkel toplumları gibi algılanmalıdır[16]. Sonuç olarak Alfonso Mele şunu der: “Batı'da yer alan Homeric ansiklopedi metinleri, diğer edebi kanıtlar ve çağdaş sömürge gerçekleri yazılı metinleri Odyssey’den yapılan alıntılara dayanmaktadır.”



[1] Rose, C.B., Separating Fact from Fiction in the Aiolian Migration, hesperia yy (2008) Pages 399-430. The American School of Classical Studies at Athens. Aiolian Göçü: Gerçekleri Kurgulardan Ayıklamak
[2] Od. 4.342-344; II 24.544; Diod. Sic. 1.3; 5.57.2
[3] Aşağı yukarı aynı zamanlarda Apollo’ya bir Homeros ilahisinde, Midilli kralı Makar, Aiolos’un oğlu olarak adlandırılır. Bu Aiolos Teselya kralı olarak adlandırılır ve Hellen’in Doros ve Xouthos oğulları ile birlikte listelenir (Hymn. Horn. Ap. 37). Böylece Aiolos, Hellen ailesi içine girer; Makar ve onun Midillili torunları anakara Yunan kökenini kazanır ve Teselya da Aiol göçlerinde bir rol üstlenir.
[4] 11. FGrH 382 F20. Buradan çıkarım şudur: Truva Savaşı'ndan bir kuşak sonra, Midilli gibi, Bozcaada da Aristagoras’ın atası dahil Peloponnes (Mora)li bir grup erkek tarafından ele geçirilmiştir. Bu noktaya kadar, göç ile ilgili yazarlar, bu göçün başlangıcı için özel bir neden vermezler, ancak dini bir motif olarak (yaklaşık MÖ 300’de ünlü olan) Atinalı bir yazar tarafından sağlanır. Yazarın kaydettiğine göre orta Yunanistan'daki veba ancak eğer Orestes, Truva Savaşı sırasında hasar görmüş bölgelerde koloniler kurar ve oralarda tapınakları yeniden canlandırırsa sona ereceği kehanetinde bulunduğu kaydedilir.
[5] "Aiolis"  bölümü altında, Bozcaada ve Midilli de dahil olmak üzere, Kyzikos’tan Kyme’ye kadar olan bütün bölgeyi alır. Göçün ilk evresinin başlangıcını da Truva Savaşı'ndan 60 yıl sonrasına koyar. Yerleşimciler Agamemnon güçleri gibi, Boiotia’daki Aulis’ten yola çıkar ve Orestes’in oğlu Penthilos önderliğinde, Trakya'ya geçer; sonra onun torunu Archelaos veya Echelas önderliğinde Daskyleion’a ve nihayet onun büyük torunu Gras önderliğinde, kendi adını alan, Granikos ırmağı ve Midilli bölgelerine geçer. Penthilos seferi ile çağdaş, Lokris’ten ayrılan bir ikinci takım da Kyme’yi kurar. Strabo’nun anlatımında, sonra, kolonileşme, Orestes’ten onun büyük torunu Gras’a kadar, dört kuşak boyunca yayılır ve izlenen yol önceki anlatımlardan farklı olarak Midilli yerleşilen son bölge olur. (Strabo 9.2.3, 5; 13.1.1-4, 58; 13.2.1; 13.3.2-3; 13.3.5)
[6] Arist. Ath. Pol 5 gönderimi.
[7] 16. Cassola 1957, p. 47; Huxley 1966, p. 31; Ulf 1996, p. 271; Hall 2002, p. 70. For the attitude toward Ionians among elite Athenians in the Archaic period, see Connor 1993.
[8] Bknz. dn 18.
[9] 19. Hall, J.M. 2002. Hellenicity: Between Ethnicity and Culture, Chicago, pp. 68-69.
[10] Sözde, Frigya ve Lidya arasında büyütülmüş olan Pelops’in Anadolu'dan Peloponnese yolculuk etmesi; onun büyük torunları Menelaos ve Agamemnon’un Truva’ya karşı savaşta önderlik yapmaları ve Menelaos’un oğlu Orestes ve torunları ve onlar arasında sayılan İon’un kendisinin sonraki Aiol göçlerini sağlayanlar olduğu (Bknz. dn 20 ve 21.)
[11] 35. Sakellariou, M. V. 1958. La migration grecque en Ionie, Athens; 1990. Between Memory and Oblivion: The Transmission of Early Greek Historical Traditions (Melete- mata 12), Paris. pp. 133- 149. A similar approach has been followed by John Papadopoulos (Papadopoulos, J. K. 2005. The Early Iron Age Cemetery at Torone: Excava- tions Conducted by the Australian Archaeological Institute at Athens in Collaboration with the Athens Archaeological Society (Monumenta Archaeologica 24), Los Angeles. pp. 580-588), who has questioned the validity of the literary accounts relating to Euboian colonization of Torone.
[12] 36. Hall, J. M. 1997. Ethnic Identity in Greek Antiquity, Cambridge. 2002. Hellenicity: Between Ethnicity and Culture, Chicago., 2004. Culture, Cultures, and Acculturation, in Rollinger and Ulf 2004, pp. 35-50.; Malkin I. 1998. The Returns of Odysseus: Colonization and Ethnicity, Berkeley, ed. 2001. Ancient Perceptions of Greek Ethnicity, Washington, D.C.. It is worth noting that the recent conflicting interpretations of the significance of Late Bronze Age Troy have been linked to political and cultural changes in German society: Haubold 2002. (The subsequent studies of Jonathan Hall and Irad Malkin on early Greek ethnicity have expanded this approach considerably by demonstrating the extent to which accounts of ancestry are tied to the systematic construction of regional identities, formulated over time and driven by political agendas)
[13] Mele, A., How Archaic Greek Colonization developed and What Foms it Took, Alfonso Mele, Università degli studi di Napoli Federico II, Italy.  The Mythology and Iconography of Colonization: a Special Themed Issue of Electronic Antiquity, Guest Editors: Ann-Marie Knoblauch (Virginia Tech) & Terry Papillon (Virginia Tech), Electronic Antiquity 11.1 (Nov 2007)
[14] 1 Cf. Purcel, N., Mobility and the Polis, in The Greek City: from Homer to Alexander ed. O. Murray and S. Price (Oxford 1990) 29 ff., Osborne, R., Early Greek Colonization, in Archaic Greece: New Approaches and New Evidence ed. N. Fisher and H. van Wees (London, 1998) 251 ff., and Braund, D., Writing and Re-inventing Colonial Origins: Problem from Colchis and the Bosphorus, in The Greek Colonization of the Black Sea: Historical Interpretation of Archaeology ed. G.R. Tsetskladze. Historia Einzelschriften 121 (Stuttgart, 1998) 287 ff..
[15] Mele, A., How Archaic Greek Colonization developed and What Foms it Took, Alfonso Mele.
[16] Dipnotu 2 Quiller, B., “The dynamics of the Homeric Society, SO 56 (1981) 109 ff.. Contra: Carlier, P., Les Basileis Homeriques, Ktema, 21 (1996) 5 ff; dipnotu 3 Berent, M. The Stateless Polis.Toward a Re.Evaluation of the Classical Greek Political Community. Diss. Cambridge, 1994.. Contra: Hansen, M.H., Was the Polis a State or a Stateless society?, in CPC Papers 6. = Historia Einzelschriften 162, 2002. 162.

11 Şubat 2016 Perşembe

Bir Devlet Neden Batar?

Bir Devlet Neden Batar?
A. Erzen, 1958 yılında Belleten dergisinde yayınlanmış bir çalışmasında[1] Roma İmparatorluğu’nun çöküşünü hazırlayan nedenlerden birini, ibret verici bir olay olarak çok güzel anlatır. Onun anlattığı olay daha sonraki yıkılan imparatorluklar ve devletlerde başka bir görünümde gerçekleşir. Son derece önemli olduğunu değerlendirdiğim bu ibret verici olayı A. Erzen’in makalesine bağlı kalarak buraya almayı gerekli gördüm.
Roma İmparatorluğu’nun yıkılışındaki başlıca etkenlerden birini eyaletlerin, imparatorluk içindeki siyasi, askeri ve ekonomik konumu oluşturmuştur. Romalılar, cumhuriyet döneminin en güçlü aşamasında Akdeniz dünyasına egemen olduklarında eyaletler önem kazanmaya başlamıştı. İmparatorluğun temellerini atmış olan Sezar’ın eyalet politikasının son hedefi, gerçek vatandaşlarla uyruklar hakkında yeni bir görüşün ortaya konmasıdır. Buna göre devlet yalnız Roma ve İtalya yarımadasından değil, devletin bütün bölgelerinden oluşur ve eyaletlerde Roma kolonileri kurarak devlet içinde uyruklar da yeni bir konuma eriştirilir. Böylece ilk defa, eyaletler uyrukluktan çıkıp gerçek Roma vatandaşı olur ve Romalılar devlet içindeki bütün konumlara geçmeye hak kazanmış olur.
Pax Agusta da denilen Roma barışı ile bütün bölgelerin barış ve huzura kavuşarak, güvenliğin garanti altına alınması ile eyaletlerde gönenç artmıştı. Buna karşılık, İtalya, maddi ve manevi bakımdan gücünü yitirmeye başlamıştı. Boşalmakta olan Roma lejyonları ve devlet memuriyetleri, eyaletten gelenlerle doldurulduğu gibi din, hukuk ve edebiyat alanlarında özellikle Doğunun etkisi gittikçe artmaya başlamıştı.
Doğuda çok daha yüksek kültürlü ülkelerin soyluları, hem ülkelerinde sahip oldukları saygınlık ve sözünü geçirme ve hem de bilgi, görgü ve deneyimleri dolayasıyla iş başına getirilerek yükselmelerine olanak verilmiştir. Başlangıçta yalnızca soylulardan ve Roma vatandaşlık hakkını elde etmiş olan kimseler, yükselerek en yüksek oruna geçtikten sonra Senatus’a kabul edilmekteydi. Bundan sonra vali, ordu komutanı, halk tribünü[2], legatus[3], prokonsül[4], pontifex[5] ve sonunda imparatorluk içinde en yüksek orun olan konsüllüğe geçmişlerdir. 
İkinci yüzyılda Doğu eyaletlerinin ve özellikle Anadoluluların yükselmekte oldukları görülür. İmparator Caracalla’nın imparatorluğun sınırları içinde yaşayan bütün özgür insanlara Roma vatandaşlığı vermesi ile artık devlet içinde asıl Romalıların hiç bir seçkin konumu kalmadı. İmparator Septimius Severus ordusunu özellikle İliryalılar ve Cermenlerden oluşan lejyonlara (legion)[6] dayandırmıştı. O zamandan başlayarak lejyonlarda daha çok Balkanlılar ve İliryalılar rol oynamaya başlar. Caracalla’dan başlayarak bütünüyle askerileştirilen devletin üçüncü yüzyıldaki asker imparatorlarının çoğu İlirya, Trakya, Suriye ve Afrika’nın yerli halkından gelmekteydi. Bu gelişmenin başlıca etkenlerini A. Erzen şöyle özetler:
Roma devletini kuran ve yöneten soylular, senatörlerin iç savaşları, siyasi katiller, imparatorları aşağılamak suçundan dolayı düzenlenen kara listelerle yavaş yavaş ortadan kalkmıştı. Yüksek askeri ve sivil konumları ellerinde bulunduran Roma soylularının ortadan kalkması ya da gücünü yitirmesi ile olan boşluk, eyaletlerdeki soylulara Roma vatandaşlık hakkı verilerek ve derecesi yükseltilerek doldurulmuştu. Yüksek orunlara çıkmış olan eyaletliler güvendikleri adamlarını da birlikte getirerek kendilerine bağlı bir memur kadrosu oluşturdular. Böylece devletin bütün memuriyet kademeleri çeşitli düşünce ve çıkarları yansıtan kimselerin eline geçmiş oldu. Aynı zamanda bir bölüm eyaletliler özel girişimler ile de her türlü konumları elde ettiler. Bu özel girişimlerin çoğu Roma’da bulunuyordu ve imparatorluğun ekonomik yaşamı da bu özel girişimler tarafından yönetiliyordu.
Romalı ailelerde ekonomik buhran dolayısıyla doğum oranı azaldı; devlet, yüksek devlet hizmetlerine çok çocuklu erkekleri tercihan atamak gibi bir önlem aldı ise de, bu eski ailelerin aleyhine oldu. Yoksullaşmış olan eski soylu ailelerin fazla çocuğu olmadığından sözü geçen konumlara savaşlarda zenginleşmiş bulunan eyaletli tüccar ve yüklenicilerin kendileri ya da oğulları geçmekteydiler. Böylece İtalya yarımadasının etnik yapısı büyük ölçüde değişti ve devlet ekonomik açıdan da zayıfladı.
Eskiden Roma ordusu donanımını kendisinin sağladığı İtalya köylüsünden oluşmaktaydı. Ekonomik bunalımlardan, savaşlardan en çok zarar gören köylü sınıfı nüfusça da azaldığından kendi toprağını ekip geçimini sağlayamadığı gibi, askerlik görevi için de yeteri miktarda kazanç elde edememiştir. Buna karşın savaş zenginleri küçük toprak sahibi köylülerin arazisini ellerine geçirerek büyük çiftlikler (latifunda) kurmuşlar ve buralarda özgür köylüler yerine, köleleri çalıştırdıkları gibi, tahıl tarımından daha kazançlı bulunan zeytin ve üzüm bağı tarımı ve ticaretine geçmişlerdir. Böylece topraksız kalarak köyde yaşamını kazanmak olanağı bulamayan özgür köylüler kentlere göçerek proletarya sınıfını oluşturmaya başlamışlardı. Böylece Roma’da serüvenci komutanların ücretli ordularının oluşturulmasında ya da hırslı siyasi önderlerin elinde özgürlüklerini para karşılığında satan birer araç konumuna düştüler. Bu askerler artık hizmetine girmiş oldukları komutanlara bağlılık göstermekteydiler.  Sağlam ve onurlu köylü sınıfı kentlerde huzursuzluk etmeni olmuştu. Bu acıklı görünümü bir toprak reformu için savaşım veren Gracchus kardeşlerden Tiberius Gracchus şöyle açıklar: “İtalya’nın vahşi hayvanlarının saklanacak bir yeri, her birinin yatacak ve kaçıp sığınacak bir yeri vardır. Fakat İtalya için savaşan ve ölen erkekler ancak havadan ve ışıktan istifade ediyorlar. Bundan başka hiç bir şeyde hakları yoktur. Yurtsuz ve yuvasız, kadın ve çocukları ile dolaşıp durmaktadırlar. Komutanlar savaşlarda askerleri ecdad mezarlarının ve aile mukaddesatının korunması için düşmana karşı savaşa teşvik ettikleri zaman, yalan söylüyorlar. Zira birçok Romalı ne bir aile sunağına ve ne de ecdad mezarına sahiptir. Daha çok yabancıların lüksü ve zenginliği için harb etmek ve ölmek zorundadırlar. Dünyanın efendisi, hakimi denen kimseler bir kulübeye bile artık malik değillerdir.”  İşte böylece Romalıların askerlik yaşamından ayrılmaları ile lejyonlara, kendilerine vatandaşlık hakkı verilmiş olan eyaletliler geçmiş oldular. Eyaletliler imparatordan (Trainus, Hadrianus, vb.) en küçük subaya kadar orduda bütün önemli konumları elde ettiler.
İmparator Hadrianus,  lejyonlara asker almada yeni bir kural ortaya koydu. Uzun süreden beri Doğu ordusunda özellikle sınır bölgelerinde askeri karargahların bulunduğu yerlerin yerel halkından asker toplanıyordu. Bu yöntem bütün imparatorluk için uygulamaya kondu. Her karargahın bulunduğu yerde o yörenin insanları lejyonlara asker olarak alınabileceklerdi. Böylece lejyon ordusu eyaletleştirildi ve bu da ordu ile yerel sivil halk arasında kuvvetli bağların kurulmasına yol açılmış oldu. Sınır bölgelerinde yerel yeni orduların oluşturulması ile Roma devletinin merkezi bölgesi askersizleştirilmiş ve aynı zamanda imparatorluğun savunması hemen hemen bölgelerin yerli halkından oluşan askeri birliklere terk edilmiş oldu. Sonuçta bu, savunmasız bir duruma getirilmiş olan imparatorluğun ana bölümünün çökmesine neden olmuştu.
Başlangıçta Romalı vatandaşlar egemen tabakayı oluşturduklarından, eyaletlerin yerli halkı uyruk ve eyaletler ise Romalıların yurtlukları (malikaneleri) durumundaydı. İlk zamanlar eyaletler Roma soyluları tarafından acımasızca soyulmuş ve halk köle yerine konmuştu. Vatandaşlık hakkının verilmesi ile durum bütünüyle değişir. Özellikle ikinci ve hatta üçüncü yüzyıllarda eyaletler ekonomik açıdan o derece yükselmişti ki, hemen her eyalet artık kendi tüketim maddelerini üretmiş ve böylece imparatorluğun çekirdeği olan İtalya yarımadasının ticari eşyası için bir pazar olmaktan çıkmıştı. İkinci yüzyıldan başlayarak artık İtalya yarımadası İmparatorluğun merkezi, ana bölgesi olmaktan çıkmıştı. Askeri ve siyasi alanda olduğu gibi, ekonomik ve ticari alanda da üstünlüğü elde etmiş olan eyaletlerin her biri başka dünya görüşüne, başka kültür ve inançlara ve Romalılardan başka yaşam tarzına sahiptiler. Bunlar, çok defa kendi geleceklerinin güvencesini, yapılacak değişiklerde görerek hareket etmişlerdir. Eyalet kökenli imparatorlardan Traianus ve Hadrianus’un izlemiş oldukları siyaset bunu açıkça gösterir. Suriye sülalesinden gelen imparatorlar ise, gerçekte Kartacalı oldukları için, Romalıların çıkarlarını gözetmek şöyle dursun, Roma-Kartaca düşmanlığını hiçbir zaman unutmamışlar, Romalı olan her şeye karşı müthiş bir kin ve nefret duyarak, artık savunmasız kalan Romalılardan atalarının öcünü almışlardır.



[1] Erzen, Arif, Roma İmparatorluğunun Dağılmasında Eyaletlerin Oynadığı Rol, Belleten, Cilt XXII, Sayı 85, 1958, s. 93-100
[2] Halk tribünü: Halkın haklarını koruyan on kişilik memur grubu; veto hakları vardı.
[3] Legatus: Komutan, imparator vekili, özel devlet görev­lisi. Lejyon komutanı; imparatorluk eyaletinde doğrudan imparatora bağlı vali.
[4] Prokonsül/Propraetor: Bir Roma eyaletini yönetmek için gönderilen validir.
[5] Pontifex Maximus: Baş Rahip; devlet dininin başı. Roma imparatorları da bu unvanı almışlardır.
[6] Roma Lejyonu (Latince Legio, legionis "askere alma", "seçmek" anlamına gelen "legere" fiilinden) Roma Cumhuriyeti ve Roma İmparatorluğu boyunca tüm Roma ordusunu ya da daha dar anlamda ağır piyadeleri kasteden temel askeri birlik.