11 Şubat 2016 Perşembe

Bir Devlet Neden Batar?

Bir Devlet Neden Batar?
A. Erzen, 1958 yılında Belleten dergisinde yayınlanmış bir çalışmasında[1] Roma İmparatorluğu’nun çöküşünü hazırlayan nedenlerden birini, ibret verici bir olay olarak çok güzel anlatır. Onun anlattığı olay daha sonraki yıkılan imparatorluklar ve devletlerde başka bir görünümde gerçekleşir. Son derece önemli olduğunu değerlendirdiğim bu ibret verici olayı A. Erzen’in makalesine bağlı kalarak buraya almayı gerekli gördüm.
Roma İmparatorluğu’nun yıkılışındaki başlıca etkenlerden birini eyaletlerin, imparatorluk içindeki siyasi, askeri ve ekonomik konumu oluşturmuştur. Romalılar, cumhuriyet döneminin en güçlü aşamasında Akdeniz dünyasına egemen olduklarında eyaletler önem kazanmaya başlamıştı. İmparatorluğun temellerini atmış olan Sezar’ın eyalet politikasının son hedefi, gerçek vatandaşlarla uyruklar hakkında yeni bir görüşün ortaya konmasıdır. Buna göre devlet yalnız Roma ve İtalya yarımadasından değil, devletin bütün bölgelerinden oluşur ve eyaletlerde Roma kolonileri kurarak devlet içinde uyruklar da yeni bir konuma eriştirilir. Böylece ilk defa, eyaletler uyrukluktan çıkıp gerçek Roma vatandaşı olur ve Romalılar devlet içindeki bütün konumlara geçmeye hak kazanmış olur.
Pax Agusta da denilen Roma barışı ile bütün bölgelerin barış ve huzura kavuşarak, güvenliğin garanti altına alınması ile eyaletlerde gönenç artmıştı. Buna karşılık, İtalya, maddi ve manevi bakımdan gücünü yitirmeye başlamıştı. Boşalmakta olan Roma lejyonları ve devlet memuriyetleri, eyaletten gelenlerle doldurulduğu gibi din, hukuk ve edebiyat alanlarında özellikle Doğunun etkisi gittikçe artmaya başlamıştı.
Doğuda çok daha yüksek kültürlü ülkelerin soyluları, hem ülkelerinde sahip oldukları saygınlık ve sözünü geçirme ve hem de bilgi, görgü ve deneyimleri dolayasıyla iş başına getirilerek yükselmelerine olanak verilmiştir. Başlangıçta yalnızca soylulardan ve Roma vatandaşlık hakkını elde etmiş olan kimseler, yükselerek en yüksek oruna geçtikten sonra Senatus’a kabul edilmekteydi. Bundan sonra vali, ordu komutanı, halk tribünü[2], legatus[3], prokonsül[4], pontifex[5] ve sonunda imparatorluk içinde en yüksek orun olan konsüllüğe geçmişlerdir. 
İkinci yüzyılda Doğu eyaletlerinin ve özellikle Anadoluluların yükselmekte oldukları görülür. İmparator Caracalla’nın imparatorluğun sınırları içinde yaşayan bütün özgür insanlara Roma vatandaşlığı vermesi ile artık devlet içinde asıl Romalıların hiç bir seçkin konumu kalmadı. İmparator Septimius Severus ordusunu özellikle İliryalılar ve Cermenlerden oluşan lejyonlara (legion)[6] dayandırmıştı. O zamandan başlayarak lejyonlarda daha çok Balkanlılar ve İliryalılar rol oynamaya başlar. Caracalla’dan başlayarak bütünüyle askerileştirilen devletin üçüncü yüzyıldaki asker imparatorlarının çoğu İlirya, Trakya, Suriye ve Afrika’nın yerli halkından gelmekteydi. Bu gelişmenin başlıca etkenlerini A. Erzen şöyle özetler:
Roma devletini kuran ve yöneten soylular, senatörlerin iç savaşları, siyasi katiller, imparatorları aşağılamak suçundan dolayı düzenlenen kara listelerle yavaş yavaş ortadan kalkmıştı. Yüksek askeri ve sivil konumları ellerinde bulunduran Roma soylularının ortadan kalkması ya da gücünü yitirmesi ile olan boşluk, eyaletlerdeki soylulara Roma vatandaşlık hakkı verilerek ve derecesi yükseltilerek doldurulmuştu. Yüksek orunlara çıkmış olan eyaletliler güvendikleri adamlarını da birlikte getirerek kendilerine bağlı bir memur kadrosu oluşturdular. Böylece devletin bütün memuriyet kademeleri çeşitli düşünce ve çıkarları yansıtan kimselerin eline geçmiş oldu. Aynı zamanda bir bölüm eyaletliler özel girişimler ile de her türlü konumları elde ettiler. Bu özel girişimlerin çoğu Roma’da bulunuyordu ve imparatorluğun ekonomik yaşamı da bu özel girişimler tarafından yönetiliyordu.
Romalı ailelerde ekonomik buhran dolayısıyla doğum oranı azaldı; devlet, yüksek devlet hizmetlerine çok çocuklu erkekleri tercihan atamak gibi bir önlem aldı ise de, bu eski ailelerin aleyhine oldu. Yoksullaşmış olan eski soylu ailelerin fazla çocuğu olmadığından sözü geçen konumlara savaşlarda zenginleşmiş bulunan eyaletli tüccar ve yüklenicilerin kendileri ya da oğulları geçmekteydiler. Böylece İtalya yarımadasının etnik yapısı büyük ölçüde değişti ve devlet ekonomik açıdan da zayıfladı.
Eskiden Roma ordusu donanımını kendisinin sağladığı İtalya köylüsünden oluşmaktaydı. Ekonomik bunalımlardan, savaşlardan en çok zarar gören köylü sınıfı nüfusça da azaldığından kendi toprağını ekip geçimini sağlayamadığı gibi, askerlik görevi için de yeteri miktarda kazanç elde edememiştir. Buna karşın savaş zenginleri küçük toprak sahibi köylülerin arazisini ellerine geçirerek büyük çiftlikler (latifunda) kurmuşlar ve buralarda özgür köylüler yerine, köleleri çalıştırdıkları gibi, tahıl tarımından daha kazançlı bulunan zeytin ve üzüm bağı tarımı ve ticaretine geçmişlerdir. Böylece topraksız kalarak köyde yaşamını kazanmak olanağı bulamayan özgür köylüler kentlere göçerek proletarya sınıfını oluşturmaya başlamışlardı. Böylece Roma’da serüvenci komutanların ücretli ordularının oluşturulmasında ya da hırslı siyasi önderlerin elinde özgürlüklerini para karşılığında satan birer araç konumuna düştüler. Bu askerler artık hizmetine girmiş oldukları komutanlara bağlılık göstermekteydiler.  Sağlam ve onurlu köylü sınıfı kentlerde huzursuzluk etmeni olmuştu. Bu acıklı görünümü bir toprak reformu için savaşım veren Gracchus kardeşlerden Tiberius Gracchus şöyle açıklar: “İtalya’nın vahşi hayvanlarının saklanacak bir yeri, her birinin yatacak ve kaçıp sığınacak bir yeri vardır. Fakat İtalya için savaşan ve ölen erkekler ancak havadan ve ışıktan istifade ediyorlar. Bundan başka hiç bir şeyde hakları yoktur. Yurtsuz ve yuvasız, kadın ve çocukları ile dolaşıp durmaktadırlar. Komutanlar savaşlarda askerleri ecdad mezarlarının ve aile mukaddesatının korunması için düşmana karşı savaşa teşvik ettikleri zaman, yalan söylüyorlar. Zira birçok Romalı ne bir aile sunağına ve ne de ecdad mezarına sahiptir. Daha çok yabancıların lüksü ve zenginliği için harb etmek ve ölmek zorundadırlar. Dünyanın efendisi, hakimi denen kimseler bir kulübeye bile artık malik değillerdir.”  İşte böylece Romalıların askerlik yaşamından ayrılmaları ile lejyonlara, kendilerine vatandaşlık hakkı verilmiş olan eyaletliler geçmiş oldular. Eyaletliler imparatordan (Trainus, Hadrianus, vb.) en küçük subaya kadar orduda bütün önemli konumları elde ettiler.
İmparator Hadrianus,  lejyonlara asker almada yeni bir kural ortaya koydu. Uzun süreden beri Doğu ordusunda özellikle sınır bölgelerinde askeri karargahların bulunduğu yerlerin yerel halkından asker toplanıyordu. Bu yöntem bütün imparatorluk için uygulamaya kondu. Her karargahın bulunduğu yerde o yörenin insanları lejyonlara asker olarak alınabileceklerdi. Böylece lejyon ordusu eyaletleştirildi ve bu da ordu ile yerel sivil halk arasında kuvvetli bağların kurulmasına yol açılmış oldu. Sınır bölgelerinde yerel yeni orduların oluşturulması ile Roma devletinin merkezi bölgesi askersizleştirilmiş ve aynı zamanda imparatorluğun savunması hemen hemen bölgelerin yerli halkından oluşan askeri birliklere terk edilmiş oldu. Sonuçta bu, savunmasız bir duruma getirilmiş olan imparatorluğun ana bölümünün çökmesine neden olmuştu.
Başlangıçta Romalı vatandaşlar egemen tabakayı oluşturduklarından, eyaletlerin yerli halkı uyruk ve eyaletler ise Romalıların yurtlukları (malikaneleri) durumundaydı. İlk zamanlar eyaletler Roma soyluları tarafından acımasızca soyulmuş ve halk köle yerine konmuştu. Vatandaşlık hakkının verilmesi ile durum bütünüyle değişir. Özellikle ikinci ve hatta üçüncü yüzyıllarda eyaletler ekonomik açıdan o derece yükselmişti ki, hemen her eyalet artık kendi tüketim maddelerini üretmiş ve böylece imparatorluğun çekirdeği olan İtalya yarımadasının ticari eşyası için bir pazar olmaktan çıkmıştı. İkinci yüzyıldan başlayarak artık İtalya yarımadası İmparatorluğun merkezi, ana bölgesi olmaktan çıkmıştı. Askeri ve siyasi alanda olduğu gibi, ekonomik ve ticari alanda da üstünlüğü elde etmiş olan eyaletlerin her biri başka dünya görüşüne, başka kültür ve inançlara ve Romalılardan başka yaşam tarzına sahiptiler. Bunlar, çok defa kendi geleceklerinin güvencesini, yapılacak değişiklerde görerek hareket etmişlerdir. Eyalet kökenli imparatorlardan Traianus ve Hadrianus’un izlemiş oldukları siyaset bunu açıkça gösterir. Suriye sülalesinden gelen imparatorlar ise, gerçekte Kartacalı oldukları için, Romalıların çıkarlarını gözetmek şöyle dursun, Roma-Kartaca düşmanlığını hiçbir zaman unutmamışlar, Romalı olan her şeye karşı müthiş bir kin ve nefret duyarak, artık savunmasız kalan Romalılardan atalarının öcünü almışlardır.



[1] Erzen, Arif, Roma İmparatorluğunun Dağılmasında Eyaletlerin Oynadığı Rol, Belleten, Cilt XXII, Sayı 85, 1958, s. 93-100
[2] Halk tribünü: Halkın haklarını koruyan on kişilik memur grubu; veto hakları vardı.
[3] Legatus: Komutan, imparator vekili, özel devlet görev­lisi. Lejyon komutanı; imparatorluk eyaletinde doğrudan imparatora bağlı vali.
[4] Prokonsül/Propraetor: Bir Roma eyaletini yönetmek için gönderilen validir.
[5] Pontifex Maximus: Baş Rahip; devlet dininin başı. Roma imparatorları da bu unvanı almışlardır.
[6] Roma Lejyonu (Latince Legio, legionis "askere alma", "seçmek" anlamına gelen "legere" fiilinden) Roma Cumhuriyeti ve Roma İmparatorluğu boyunca tüm Roma ordusunu ya da daha dar anlamda ağır piyadeleri kasteden temel askeri birlik.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder