Tarihi Açıdan
Önderlik ya da Liderlik Kavramı
Giriş
Liderliğin
anahtarı hayal etmek, başarının anahtarı hayalleri gerçekleştirmektir. (Anonim)
Liderlik ya da önderlik, ne yazık ki, içi boşaltılmış
kavramlardan biri durumuna getirilmiştir. Parti
lideri, takım lideri, lig lideri, vb.. Oysa lider, zoru başaran, ilki
gerçekleştiren, çoklarının cesaret edemediği girişimlerde bulunan, kitleleri
kendi belirlediği amaçlar doğrultusunda yönlendirebilen biridir.
Uygarlık verilerini Doğu’nun başlattığı insanlığın
yaklaşık 5000 yıllık yazılı tarihinin son 250 yılına egemen olan Batı,
geçmişini temelde birer Akdeniz uygarlığı olan Eski Yunan, Roma uygarlıkları
ile Hristiyanlık mirası üzerine oturtur, yazılı geçmişini de 2500 yıl daha
geriye götürür. Böylece olunca da insanlık tarihine yön veren düşün, bilim,
devlet, askeri, din, vb. önderlerini de buna göre yorumlar. Ülkemizde de
genelde birçok alanda olduğu gibi önderlik alanında Batı kaynakları
kullanıldığından Doğu örnekleri genelde işin uzmanları ile sınırlı kalır[1].
Önderler, toplumlarının tarihi gelişiminde onlara makas
değiştirilebilen üstün yetenekli kişilerdir. Türk tarihinde tarihi bir kişilik
olarak ilk büyük önder Mete’dir. Kendi şefleri yönetiminde dağınık olarak
yaşayan boyları bir araya getirerek, onları başkalarının avı olmaktan
kurtarmış; ilk defa MÖ 210 yıllarında Büyük Hun Birliğini kurmuştur. Bir
benzerini Bumin 552 yılında gerçekleştirir. Bundan yaklaşık 450 yıl sonra
Selçuk Bey, eski dinini değiştirerek Türklerin Önasya’da konumlanmasını sağlar.
1919 yılında Mustafa Kemal, tarihten çekilmiş bir imparatorluk küllerinden
çağdaş bir devlet kurar.
Önder, bir insan kitlesinin gücünü kendi belirleyeceği
bir amaca yönlendirme becerisi olan biridir. Yönetici ise belirlenmiş bir amaç
uğrunda insan ve diğer kaynakları etkin kullanan biridir.
Önderi, önder yapan olmazsa olmaz nitelikler nedir?
Öncelikle, geleceğini tasarlayacağı toplumu, içinde
etkinlikte bulunacağı coğrafyayı, yararlanabileceği yöntem ve araçlar üzerine
bilgi sahibi ya da bunlar konusunda kendisine yardımcı olabilecek nitelikli
danışmanları olması gerekir. İkincisi, geleceğe taşıyacağı topluma, onların
peşinden sürükleyebileceği bir amaç oluşturma becerisi olmalıdır. Buna vizyon
oluşturma da denir. Üçüncüsü insan becerilerini ve yararlanabileceği kaynakları
örgütleyebilme becerisi olmalıdır. Dördüncüsü gereksinim duyacağı, ancak elinde
bulunmayan kaynakları elde edebilme becerisi olmalıdır. Beşincisi girişimini
uygulama aşamasında, gerekli her alanın her birinde becerisi olan
güvenebileceği yöneticileri olmalıdır. Önderler, peşlerinden sürükleyecekleri
insan kitlelerinin gereksinimlerini[2] iyi tahlil edip, ona göre amaç belirlerler. İnsan kitlelerinin öncelikli gereksinimlerini karşılayabilen önderler
başarılı olurlar. Tarih bunun örnekleri ile doludur.
Yazılı
tarihte bazı önderlik örnekleri
Sümerliler
İnsanların avcılık ve toplayıcılık dönemlerinde başladığı
sanılan önderlik ve yöneticilik etkinlikleri, yerleşik düzene geçip toplumsal
sınıfların ortaya çıkmasıyla belirginleşmeye başlamıştır. Bu da tarihsel olarak
ilkin yönetim kavramlarının yazıya geçirildiği Sümerlilerde ortaya çıkmıştır.
Sümer Kent devletleri arasında, sınır anlaşmazlıklarından
kaynaklanan savaşımlar başlayıp, giderek şiddetlenip sertleştikçe ve Sümer’in doğusuyla batısındaki göçebe ve istilacı halkların baskısı arttıkça, askeri önderlik[3] zorunlu bir gereksinim durumuna geldi ve hükümdar ya
da Sümer adıyla büyük adam üstün bir yer işgal etmeye başladı. Hükümdarlar,
başlıca saldırı silahı savaş arabası olan ve birbirlerine sıkıca sokularak
saldırıya geçen ağır zırhlı piyadeleriyle düzenli ordular kurmak zorunda
kaldılar. Sümerlilerin bu göçebe savaşçılara karşı zaferleri ve kent
devletlerinin diğer kentleri fetihleri, büyük ölçüde askeri silahlar,
taktikler, örgütlenme ve önderlikteki üstünlüğünden kaynaklanıyordu. Uygarlık
verilerinin birçoğunu başlatan Sümerlilerden biri de yazılı tarihte bilinen ilk
reform uygulayıcısı önder Urukagina’dır.
Yazılı tarihin başlangıcından bu yana insanların
hayatlarını belirli bir düzen içinde sürdürme çabalarının yazılı ilk
örneklerini Sümerler göstermiştir. Toplumsal hayatı yaşanabilir duruma getirmek
için ilk düzenlemeleri yapan, bunu uygulayan ve tarihte ilk reformcu olarak bilinen hükümdar Urukagina yaklaşık MÖ 2350’li yıllarında yaşamıştır.
Demokrat ve hürriyet sever bir lider olarak görülür. Kendinden önceki yöneticiler zamanında olan
yolsuzlukları, halkın huzursuzluğunu ve hoşnutsuzluğunu ortadan kaldırmak için
bozuk yönetimi düzeltmeye çalıştı. Rahiplerin ve memurların hareket ve
icraatlarını denetim altına alarak, ihmal edilen töre ve yasaları yeniden tesis
ederek, yeni hükümlerle yasalarında bu durumu düzeltmeye çalışmıştır. Böylece,
kendisinden asırlarca sonra tarihte ilk yasa koyucu olarak ünlü olan Babil
Hükümdarı Hammurabi’den önce, ilk hukuki esasları kurmuştur. Tarla sürenin, hayvan sağanındır, da günümüzün bir sloganı değil, zamanımızdan yaklaşık
4400 yıl önce yasalara girmiş bir kuralı da o gerçekleştirmiştir. Ayrıca onun reformları günümüz dünyasında insan hakları kavramına ve
hükümetin gücünü sınırlamaya doğru atılan en önemli ilk adım olarak anılır.
Kiş kent devleti hükümdarının sakiliğini yaptığı
sırada karşı ayaklanma sonucu tahtı ele geçiren Sargon, ilk ganimet seferlerini başlatan, ilk defa başka ülkeleri
haraca (Vergiye) bağlayan, ilk imparatorluk kurucusu olarak bilinir. O
ve ardıllarının başlattıkları yeni gelenek; denetim altına alınması mümkün olmayan bölgelere sefer düzenleyerek ganimet yoluyla zenginleşmektir. Bu seferlerde temel amaç ganimet ve hatta o
bölgedeki halkın vergiye
bağlanmasıdır. Akad Krallığı böylece Bereketli Hilal’in doğusundan kuzey bölgelerine, Anadolu’ya ve daha sonra batı ucuna doğru Suriye ve
Doğu Akdeniz kıyılarına kadar genişlemiştir. Böylece, kent devleti modeli yerini yavaş yavaş dünyayı yönetme idealine
bırakmaya ve böylece ilk imparatorluk dönemi başlamıştır. Sümer kent devletlerinde geliştirilmiş
birçok yeniliği kendi amaçları doğrultusunda biçimlendirmiştir. Sümerlilerin kent devletleri arasındaki çatışmalar için hazırladıkları düzenli ordular, uzak bölgelere sefer yapabilecek şekilde düzenlendi.
Silahlı adamların ülkenin yiyecek bulunabilecek yerlerine yayılması ise, merkezi gücün dağılması tehlikesini doğurmuştur. Sargon bu ikilemi, ordusunu ele geçirdiği ülkeleri sürekli yağmalamakla besleyerek çözmeye çalışmıştır.
III. Ur devletinin ilk kralı Ur-Nammu (MÖ 2112 - 1095)’nun yasası, Mezopotamya’da kentler arası ticaretin gelişmesi, ticarette para işlevi gören maden ölçülerinin değişim aracı olarak kullanılmasına yol açmış ve kent devletleri arasındaki dış ticaret büyük ölçüde gümüş ayar hesaplarıyla sürdürülmüştür. Onun yasası, insanlığın toplumsal ve tinsel gelişmesi bakımından özel
bir önem taşır. Çünkü bunlar, daha MÖ 2000’den önce bile göze göz, dişe diş yasa anlayışından uzak, bunun yerine para cezasının uygulandığı ve bu
nedenle daha insancıl bir yaklaşım gösterir. Kendisine ait bir stelde yaptığı yasaları anlatırken, fiyat
olarak kullanılan gümüş ve diğer metaların miktarını ölçmek için ilk ölçü
değerleri olan mina’yı, şekel’i, sıla’yı birbirine göre ayarladığını bildirir. Bu stelde bildirilen ölçü ve miktarlar daha çok ceza bedeli olarak verilecek gümüş ve arpa miktarlarını belirtmek için kullanılmıştır.
Şekil 4: Yarım Minalık Ağırlık (Karadağ, Osman, Stratejinin Yazılı
Kaynakları, Erken Öncüler – 1 Sümerler ve Sonrası, Berikan Yayınevi,
Ankara, 2014, s.141))
Ur-Nammu’nun oğlu
Şulgi’nin bütün kadim dünyanın en seçkin ve etkin hükümdarlarından biri olduğunu söylemek abartı değildir. Bu
hükümdar olağanüstü bir askeri önder, titiz bir yönetici, yorulmak bilmeyen bir tapınak kurucusu ve kültür hamisi olarak ün salmıştır. O siyasal gücünü ve etkisini doğuda Zağros dağlarından batıda Akdeniz’e kadar yaymıştır. Sarayda ve tapınaklarda etkili bir muhasebecilik ve hesaplama sistemi kurmuş, takvimi yeniden düzenlemiş ve bütün ülkede ağırlık ve
uzunluk ölçülerine bir standart getirmiştir. Ur
ve Nippur’da Sümer’in iki büyük okulnu kurmuş ve
desteklemiştir. Ulaşım yollarını geliştirmiş ve ana yolar üzerinde “dostça insanlar” tarafından işletilen yorgun yolcuların kalıp dinlenebilecekleri zamanımızın otellerinin ilk örnekleri olan bahçeli dinlenme evleri yaptırmıştır.
Hitiler
Hititleri çağının süper gücü yapan I. Şuppiluliuma (MÖ 1370 - 1340) kardeşkanına bulanmış bir tahta oturmuştur. Onun babası zamanında Hitit devleti komşularına karşı bile kendini savunamayacak bir duruma düşmüştü. Onun
döneminde[4] ilk kez uluslararasılık
kavramı ve Büyük
Devlet ve Küçük Devlet kavramları ortaya çıkmıştır. Krallığının ilk yıllarında Anadolu odaklı bir siyaset oluşturmuştu. Kendisi diplomatik yollarla, Yukarı Kızılırmak’tan, Fırat’a kadar bir sınır hattı oluşturulabilmişti. Bu
hattın gerisinde de hanedan evlilikleri yoluyla tampon bölgeler oluşturmuştu. Kendisi, yetenekli bir komutan olduğu kadar mükemmel bir diplomattır da. Ele geçirdiği kent devletlerinin krallarını Hititli prensesler ile evlendirerek bunları bağlı krallık durumuna getirmeyi başarmıştır. Bir yandan akrabalık kurmak suretiyle egemenlik alanını genişletirken diğer yandan da oğullarını ve
yakın akrabalarını ele geçirdiği ülkelere tayin etmiş ve bunlarla bağlılık antlaşmaları yapmıştır.
Başarıları, onun olağanüstü askeri yeteneğinin sonucuydu ama dikkatli bir bağlaşma ve
diplomasi siyaseti de
bu sonuçların elde edilip korunmasında önemli bir etken olmuştur. Hitit tarihinin en
önemli komutanı ve
en başarılı devlet adamı olan Şuppiluliuma’nın uzun süren idaresi boyunca oluşturduğu Büyük krallık, Babil ve Mısır’la eş
güçtedir ve o çağdaki uygarlık dünyasını bu üç
devlet paylaşır.
Hitit tarihinde önemli olayların gerçekleştiği II. Muvatalli (MÖ 1310 - 1280) büyük bir strateji ustasıdır. Kendisi kral olduğunda küçük kardeşi
Hattuşili'nin
ihtiraslı tutumuyla karşılaşmış ve onunla bir türlü geçinememiştir. Hattuşa ve çevresinin yönetimini
kardeşine bırakarak Konya Ovası'nda bir yerlerde bulunan Tarhuntaşşa kentine taşınmış
ve orada kendisi
için ayrı bir krallık oluşturmuştur. Bu da, İmparatorluğun iki kardeş arasında fiilen paylaşılması
demekti. Muvatalli’yi
asıl uğraştıran ve tarih kitaplarına sokan konu, Mısır cephesidir. Kuzey
Suriye'de Amurru kralının Mısır egemenliğini kabul etmesiyle iki devlet
arasında bir çatışma artık kaçınılmaz olmuştu ve bu durum, II. Ramses'in 5.
saltanat yılında yapılan tarihi Kadeş Savaşı ile
sonuçlanmıştı (MÖ 1285). Mısır
ordularının sayıca üstünlüğüne karşın, Hititler bu meydan savaşını
kazanmışlardı.
Bu zaferde, iki tekerlekli, hafif ve üç kişilik Hitit savaş arabalarının ve Anadolu'nun her
yerinden getirilen bağlı beylik/krallık kuvvetlerin payı büyüktür.
III. Hattuşili: Tarihi kendi çıkarına
göre yönlendiren bir kral
Kadeş Savaşı sonrasında, Mısır firavunu II. Ramses ile
Kadeş Barış Antlaşması onun zamanında yapılmıştır. MÖ 1750’lerde hüküm sürmüş
olan Kuşşara kralı Anitta’nın yazıtında, Anitta’nın Hint-Avrupa kökenli olması
konularında akıl almaz saptırmalara neden olmuştur. Hititçeye yapılmış
tercümesiyle bulunmuş olan yazıtının ortaya çıkarılışı ve orijinalinin hangi
dilde yazılmış olduğu hala bilinmez. Hititler tarih geleneğini resmi ideoloji
içerisine yerleştirmede ustaca davranmışlardır. Çok daha sonraki Eski Yunan ve Avrupalıların tarihi saptırma
çabalarının erken öncüleri Hititler olmuştur. Bu durum, Hitit tahtını zorla
ele geçirerek saltanata sahip çıkan ve bundan dolayı yapmacık bir soy uydurarak kendi kökenini ta Kuşşara
krallığına kadar geri götürmek isteyen III. Hattuşili’nin çabalarında açıkça
görülür. Hitit hanedanının kurucusu I. Hattuşili üzerinden Kuşşara krallığına
giden bu sürecin, ilk kez ideoloji ve propagandayı büyük bir ustalıkla
kullanmasını bilen III. Hattuşili tarafından kullanıldığı ve büyük bir
olasılıkla sırf ideolojik nedenlerden dolayı onun tarafından uydurulduğu
söylenir. Ancak I. Hattuşuli ile Anitta arasındaki en az 100 yıllık bir
karanlık dönem vardır.
Çinliler
Qin Beyliği İlkbahar Sonbahar
döneminde kurulmuştu. Diğer beylikler Savaşan Beylikler döneminde kendi
aralarında savaşım verirken, zayıf Qin Beyliği’ni sona bırakmışlardı. Bu
beyliğin 28. beyi Zhao MÖ 306 - 251 yılları arasında 56 yıl süren krallığıyla
Çin tarihinin en uzun süre tahtta kalan kraldır. O dönemde Zhao
Beyliği’nde zengin bir tüccar olan zeki ve kurnaz Lü Buwei de tarih sahnesine
çıkar. Lü Buwei’nin çok sevdiği sesi ve
dansı da kendi kadar güzel olan Zhao Ji
adında bir odalığı vardı. Lü
Buwei’den hamile olan kadın, bir erkek çocuk doğurur: Çocuğa Zheng adı konur. Bu çocuk ilerde Çin’de siyasi birliği sağlayacak olan büyük Qin İmparatoru Qin Shih huang-ti’dir[6]. MÖ 238-210 yılları arasında hüküm
süren bu büyük imparator, Çin'i silahlı güç kullanarak birleştirmiş ve bir dizi
kapsamlı reform gerçekleştirmiştir.
MÖ 214 yılında
Yin-shan etekleri ve Huang-ho kıyılarındaki meralarını ellerinden alarak
Hunları Ordos'tan çıkaran Qin Shih huang-ti Çin’i birleştirmişti. Bu sırada Teoman döneminde genç Hunlar arasında
yetenekli, ulusalcı ve enerjik bir kuşak ortaya çıkmıştı. Bazı tarihçilerin
Hun-Han savaşlarının gerekçesini dayandırdıkları tarihi söylenti özetle
şöyledir: Qin tahtına oturan Qin Shih huang-ti, Konfüçyüs düşman olması, Çin tarihçilerinin çoğunun Konfüçyüsçü olmaları
nedeniyle, bu imparatorun gerçek kişiliğini öğrenmek, çok güçtür. Onun yaşam
öyküsüne göre Hun akınları şöyle başlamıştı[7]:
MÖ 215 yılında imparator Şıhuangti, devletin kuzey
sınırlarında bir geziye çıkmıştı. İmparator Şang bölgesine de uğrayarak, oradan
başkentine dönmüştü. Bu sırada, … bir rahip … imparatora, Yazılı Resimler adlı
bir kitap hediye etti. Bu kitapta Çin devletini yok edecekler, Hunlar (Hu)
olacaktır, diye yazılmıştı. İmparator bu yazıyı görünce, General Meng
T'ien'e, üç yüz bin kişilik bir ordu almasını ve Hunlara karşı akına çıkmasını
emretti. ... General ilerleyerek, Sarı ırmağın güneyinde bulunan bütün
bölgelerin (Ordos) hepsini aldı. Irmağın kıyıları boyunca....
yabancılara (Hunlara) karşı
korunabilmek için, nöbetçi kuleleri ile donanmış, bir duvar yaptırdı. Bu
bölgeler de, sürgün edilmiş Çinli suçluları yerleştirdi. Böylece ilk olarak
oralarda, Çin ilçeleri kurulmuş oluyordu. ...
Qin Shih Huang Ti çok sayıda önemli reform girişimini
derhal başlattı. Feodal sistemi bütünüyle kaldırmaya karar verdi. Yönettiği
ülke, her birinin· başında imparator tarafından atanmış bir sivil valinin
bulunduğu otuz altı eyalete bölündü. Valiliğin artık babadan oğula geçen bir konum
olmadığını bildirdi. Kısa bir süre sonra da valilerin yerlerini birkaç yılda
bir değiştirmeye başladı. Böylece iktidar emelleri olan bir valinin herhangi
bir eyalette güçlü bir konum edinmesi olasılığının önünü almaya çalışıyordu.
Her eyaletin imparator tarafından atanmış bir askeri lideri, sivil ve askeri
valiler arasında dengeyi korumak amacıyla atanmış bir merkez valisi de vardı.
Başkenti eyaletlere bağlayan ve herhangi bir eyalette ayaklanma baş göstermesi
durumunda merkezi ordunun olay yerine hızla gönderilebilmesini sağlayan geniş
bir yol sistemi geliştirildi. Eski aristokrasinin hayatta kalan üyelerinin
başkente taşınmalarını buyurdu. Böylece onlara göz kulak olabilecekti.
Çin'de yalnızca askeri ve siyasi birliği sağlamış olmakla
yetinmeyerek ekonomik birliği de hedefledi. Ağırlık ve uzunluk ölçülerine, para
sistemine, çeşitli aletlere, taşıtların aks açıklıklarına ülke genelinde
standart getirdi, yol ve kanalların yapımını denetledi. Ülke genelinde
birleştirilmiş bir yasa sistemi yerleştirdi, yazı dilini standartlaştırdı.
En ünlü eylemi, MÖ 213 yılında yayımladığı, Çin'deki tüm
kitapların yakılmasını buyurduğu fermandı. Tarım ve tıp gibi teknik konularda
yazılmış kitaplar, Ch'i devletinin tarihsel kayıtları ve Yasal Okulu yazarların felsefe konusundaki çalışmaları bu buyruğun
dışında tutulmuştu.
Diğer tüm felsefe eserler, Konfüçyüs öğretileri de içinde
olmak üzere, tahrip edilecekti. Büyük ölçekli sansürün tarihteki belki de ilk
örneği olan bu acımasız fermanla Qin Shih Huang Ti Yasal Okulu görüşe rakip felsefelerin, özellikle de Konfüçyüs
ekolünün etkilerini yok edeceğini umuyordu. Yine de, yasaklanan kitapların
kopyalarının başkentteki imparatorluk kütüphanesinde saklanmasını emretti.
Dış siyaseti de aynı derecede katıydı. Ülkenin güney
kesiminde büyük fetihler yaptı ve topraklarına kattığı bölgeler zamanla Çin'in
içinde eriyip gittiler. Kuzeyde ve batıda da orduları başarılıydı ama burada
yaşayan halk üzerinde sağladığı denetim kalıcı olamadı. Onların Çin içlerine
sefer düzenlemelerini önlemek üzere, Çin'in kuzey cephesindeki çeşitli küçük
duvarları büyük bir duvar oluşturacak biçimde birleştirdi. Bütün bu imar
projeleri dış ülkelerde yapılan savaşlarla bir araya geldiğinde, imparatoru
halkın gözünden düşüren yüksek vergileri gerekli kıldı. Çelik iradesine
başkaldırmak olanaksız olduğundan, katletme girişimlerinde bulunuldu ise de
bunların hiçbiri başarılı olmadı, MÖ 210 yılında eceliyle öldü.
Shang
Yang ve Refommları
Qin Beyliği
başveziri Shang Yang, yaptığı reformlar ile
Çin'de ilk defa devlet çapında bürokrasiyi oluşturmuştur. Amacı monarşik yönetimi güçlendirmek olan Shang Yang, yönetsel kuruluşlarda
çok kapsamlı reformlara başladı. Tarımda ve savaş alanlarındaki övgüye değer
çalışmaları ödüllendirdi. Arazi sahipliği yürürlükten kaldırıldı ve arazilerin
serbestçe devrini önledi. Ticaretin önemini azaltırken, tarımsal üretimi
artırıcı eylemleri özendiren siyasetler uyguladı. Tüccarları ve tacirleri
devletin verimsiz varlıkları olarak gördü. Tarımsal üretimin artırılması için
işgücünün en üst düzeyde kullanımını sağlayacak önlemler aldı. Daha çok tahıl
hasat eden ya da daha çok ipek üreten aileleri angarya dışı tutarken,
tüccarları ve boş gezenleri aileleri ile birlikte köle haline getirdi.
Soyluların alışık olduğu ayrıcalıkları kaldırdı. Merkezi yönetimi güçlendirmek
için bütün köyleri ve kentleri il olarak gruplandırdı. İller, onun atayacağı ve
değiştireceği il başkanı ve yardımcıları tarafından yönetilecekti. Evleri onlu
gruplara böldü; her bir ev komşularının olumsuz davranışlarından sorumlu
olacaktı. Komşularının suç eylemlerini rapor etmeyenler bellerinden ikiye
kesilerek cezalandırılacaktı. Buna uyanlar ise savaşta düşman öldürmüş gibi
ödüllendirileceklerdi. Ağırlık ve ölçülerde bir standart getirildi.
Beyliğin halkı
ve soyluları böyle bir reform ile değişime pek istekli değillerdi. Bu dirençten
etkilenmeyen Shang Yang, Qin Beyi’ne şunu söyledi[8]: “Siyasi
reformları yapmak için vatandaşların onayının alınması gerekmez, onlarla
yalnızca elde edilen başarılar paylaşılır. Örnek oluşturan erdem ile donatılmış bir
adam, sıradan hesapların taraftarı olmamalıdır ve olağanüstü yararlara ulaşmaya
yönelmiş bir büyük adam kitlelerin görüşlerini dikkate almaz. İşte bu nedenle
yalnızca bilgeler krallıklarını güçlü yapabilirler.” Bey onun önerisini kabullendi. Reformlara
karşı gelenlerin şiddetle cezalandırılmasından sonra reform hız kazandı. Ancak
sonuçta, Shang Yang kendisine karşı olanların nefretini kazandı. Onun
reformları 21 yıl sürdü ve Qin Beyliği’nin konumunu büyük ölçüde iyileştirdi.
Zhongguo (Çin)'ya 130 yıl sonra egemen olma yolunda Qin Beyliği için Shang Yang
reformu bir köşe taşı olmuştur. Harita 12’de Qin’in beylikten imparatorluğa
yükselişi görülmektedir.
Hintliler
Kautilya: İlk Büyük Siyasi Gerçekçi
... her kültürün kendi
Makyavel’i, kendi Sun Tzu’su ve kendi Muhammed benzeri vardır ya da Napolyon
şahsiyeti vardır[9] denir. Eski Hindistan’ınki de
Kautilya’dır. D. Coetzee ve L.W. Eysturlid, Kautilya
tarafından yazıldığı düşünülen Arthaşastra’nın, büyük strateji (grand strategy)
konusunda yazılmış bilinen ilk bilimsel inceleme olduğunu ileri sürer. Yine güç
stratejisi üzerine olan olasılıkla dünyanın ilk el kitabıdır. Bazı
araştırıcılar eserin birçok düşünürün ortak çabası ile geniş bir dönem içinde
ortaya çıkarılmıştır ve olasılıkla Kautilya da devlet yönetimi sanatı üzerine
yazan ilk düşünür değildir. Arthaşastra
savaşın büyük stratejisini tasarlama çabasında olan ve sonra uluslararası
siyasetin gerçekçi dünya görüşü
içine yerleştirilen öncü bir çalışmadır.
Kautilya'nın
Candragupta ile birlikte Nanda Sülalesi'ni devirip yerine Morya Sülalesi'ni
kurarlar. Genel kabul edilen görüşe göre Kautilya’nın, Brahman kastından bir
ailenin çocuğu olarak dünyaya geldiği eğitim görerek bir pandit[10] olduğu
varsayılır. MÖ 350 - 275 yılların arasında yaşadığı söylenir.
C. Drekmeier’in Kingship and Community
in Early India adlı eserinde belirttiğine göre, erken Hint siyaseti üç ya da dört temel bilimden biri sayılırdı. Zamanın
siyasi düşüncesinin çoğu yönetim biçimini monarşi olarak kabul ettiğinden
siyaset de krallık bilimi olarak
tanımlanmıştı. Arthaşastra metni de
kral ve onun yöneticileri için bir siyasi kılavuz olarak düşünülmüştür. İçeriği
geniş, siyaset ilkeleri yanında ekonomiyi de kapsar ve kamu yönetimi, dış
siyaset, savaş teknikleri, medeni yasa ve toplumsal yapı gibi konuları işler.
Metin, toplumsal düzenin bozulmasını önleyecek yaptırımlara gereksinim olduğunu
vurgular. Anarşinin bir toplumun başına gelebilecek en büyük yıkım olacağı
düşünülür.
Arthaşastra (Arthashastra) devlet yönetimi, siyaset bilimi, ekonomi, devlet
örgütlenmeleri ve askeri stratejiyi konu alan bir eserdir. R. Boesche Arthaşastra`yı şöyle tanımlar: bir siyasi gerçekçilik kitabı, siyaset dünyasının nasıl
çalıştığını analiz eden ve seyrek olarak da nasıl çalışması gerektiğini
belirten bir kitap, çoğu kez bir krala kamu yararı ve devleti korumak için yapması gereken
bazen çıkarcı bazense acımasız önlemleri söyleyen bir kitap. Boesche’nin belirttiğin göre farklı bilim insanları eserin adını farklı
biçimlerde çevirmiştir. Örneğin; R.P. Kangle, siyaset bilimi bir
krala toprağın (yerin) kazanılması ve
korunmasında yardım etmek için bir deneme olarak; A.L. Basham, devlet üzerine bir deneme olarak; D.D.
Kosambi, maddi kazanç bilimi olarak;
G.P. Singh, devlet bilimi olarak ve
Roger Boesche ise politik ekonomi bilimi
olarak çevirmişlerdir.
R. Boesche, Kautilya’yı ilk büyük gerçekçi
siyasetçi (realpolitik) olarak
düşünür. Onun bilimsel eseri Arthaşastra,
siyaset bilimi üzerine, Thucydides, Machiavelli, Hobbes, Clausewitz ve hatta
Sun Tzu ile çarpıcı biçimde benzeri düşünceleri ile eski dünyanın en büyük
siyaset kitapları arasında yer alır[11]. Max Weber ise onu Genel anlamda o zamanın tam olarak köklü
‘Makyavelcilik’ anlayışı olarak algılar.
Hint tarihinin belki de en önemli hükümdarı olan Asoka (yaklaşık MÖ 300-232), Maurya hanedanın üçüncü hükümdarı
ve bu hanedanın kurucusu Çandragupta Maurya'nın torunuydu. Çandragupta, Makedonyalı İskender'in seferlerinden önceki yıllarda Kuzey Hindistan'ın büyük bölümünü ele
geçirerek ülke tarihindeki ilk büyük imparatorluğu kuran askeri önderlerden
biriydi. Pers İmparatoru Büyük Kiros,
Babil'i fethetmesi üzerine, kazandığı savaşların kayıtları ile bağışlayıcı
yasaları da silindirin üstüne kazıttırdı. Bu bildiri, Babil’i kölelerin
özgürlüğünü yasa haline dönüştürdüğü için, bazı çevrelerde İlk İnsan Hakları
Bildirgesi olarak kabul edilir. Aşoka’nın yayınladığı Aşoka Fermanları da bu belgelerden biridir. Hükümranlığının sekizinci yılında,
Hindistan'ın doğu kıyılarında bir devlet olan Kalinga’yı fethederken uyguladığı zulüm ve vahşet[13] sonrası büyük bir pişmanlık duygusuna kapılan
hükümdar, Budizm dinini benimsedikten sonra devlet yönetiminde mutlak şiddetsizlik
(ahimsa[14]) ilkesini benimsemiş, insan haklarına büyük
değer vermiştir. Gereksiz hayvan kesimi ve yaralamayı kesin olarak yasaklamış,
uyruğunun din, dil, ırk farkı gözetmeksizin kendisinin eşiti saymıştır. Benimsediği politikayı anlatan
sözlerinin krallığındaki tüm kayalara ve sütunlara yazılmasını buyurdu (Aşoka
Fermanları). Bu anıtlardan
birçoğu günümüze kadar ayakta kalmıştır.
Türkler
Tarihte İlk
Göçebe İmparatorluğu Kuran Önder: Mete (Mao-dun)
Türk tarihinde adı bilinen ilk büyük önder Mete’dir. Onun ortaya çıkışı Zizhi tongjia’da şöyle anlatılır[15]:
Chunwei'den Maodun (Mete)'a kadar bin yıldan fazla
zaman geçmiştir. Hunların çok güçlü olduğu zamanlar olmuş, birliği oluşturan
kavimler çeşitli parçalara bölündüğünde ise gücü kaybolmuştur. Hun yöneticilerinin
zaman sıralı tam bir listesini vermek olanaksız. Ancak, Maodun Chanyu (Şanyü)
olduğunda kuzeydeki bütün kavimleri denetimi altına almayı başardı. Güneydeki
Çin onun rakibi oldu. Maodun'un ortaya çıkması ile Hun yöneticileri ve
unvanları hakkında doğru bilgiler vermek olanaklı oldu.
Bundan
anlaşılacağı üzere Hunlar ile ilgili bilgiler Mete’den binyıl daha öncesine
geri gider. Çin'in komşu kavimleri üzerine pek çok araştırma yapmış olan Japon
bilgini K. Shiratori, Mete ile birlikte böyle güçlü bir imparatorluğun doğuş
nedenlerini, doğrudan doğruya Çin'de Qin Sülalesi gibi, büyük ve köklü bir
devletin kuruluşuna bağlar[16]:
Çin'de prenslerin tesir ve güçleri arttıkça, komşu
kavimler de, Çin'e karşı koyabilmek için kendi güçlerini de, birleştirmek zorunluluğunu
duydular. Çin'in hepsi, Ch'in (Qin) Sülalesinin kurucusu Shih-huang-ti
tarafından birleştirilince de bu defa komşu kavimler, kendi aralarında, üç grup
(Hunlar, Yüeçiler ve Tunghular) halinde toplanmak zorunda kaldılar. Bu
kavimler, kendi aralarında böyle birleşmeyip de, birbirleri ile aralarında
mücadeleye devam ederlerse, kendi varlıklarının Çin tarafından yok edileceğini
iyi biliyorlardı. Bu sebeple onlar, kendi varlıklarını koruyabilmek için,
birleşerek güçlerini, Çin'e karşı koruyabilecek derecede geliştirmek zorunda
idiler. Bu durumun yarattığı avantaj ile ve bu kavimlere bağlı halkın birleşme
isteği üzerine, Hunlar Mao-tun Şanyüsü sahneye çıkmış oldu.
Ch'in sülalesinin imparatoru Shih-huang-ti
yaşadıkça ve ünlü General Meng T'ien Çin sınırlarını korudukça, yabancı
kavimler surların kuzeyindeki bozkır ve çöllere çekilme zorunda kalmışlardı.
Fakat bu imparatorun ölümü ve Ch'in devletinin de süratle gücünün azalması
üzerine, bütün Çin karışıklıklar içine gömülmüştü. Han ve Ch'u beylikleri ise
birbirlerine karşı üstünlük savaşlarına girmişlerdi. Hunların Mao-tun Şanyüsü,
bu durumdan hemen yararlandı ve Tunghu'ları
(Ön Moğolları) yenilgiye uğrattı. Batıda, Yüeçiler ile Wusunları
yenerek kovdu. Doğu Çin'de Liao-tung bölgesine kadar uzanan kesimi ele geçirdi.
Batıda Tanrıdağları ile Pamir'e kadar uzandı.
Hem Hunlar ve hem de Çinliler,
tıpkı İranlılar gibi, tarihin olağanüstü ve çapraşık olayları içinde, aynı
gelişme çağlarını, bağımsız olarak aşmak zorunda kalmışlardır. Çeşitli
kavimlerde bu ilerlemeler, üstün benzerlikleri sebebi ile üç ihtiyaç üzerinden
gelişmişlerdi. Bunlardan birincisi, kavimlerin, birbirlerine benzer bir biçimle savaşma istekleri idi. Bunun yanında, madenden yararlanma yolu ile benzer zırhlar ile örtünme gereği vardı.
Ayrıca bu eğilimler, kavimlerin birinin diğerinden, sürekli olarak, bir şeyler
öğrenerek, onlardan yararlanma ihtiyacını da doğuruyordu.
Mao-tu,
kendi askeri metodu ile ileri bir katı ve kesin saf düzeni de geliştirmişti. Onun bu yenileştirme hareketlerinin reformcu
özelliği, kendi halkı içinde de bir şaşkınlık ve heyecan kaynağı olması idi.
Eğitimden sonra, yavaş yavaş deneme
sınavlarına girmek de, onun prensiplerinden biri idi. Deneme ve sınavlarda
en ufak bir ihmal gösterenleri bile Mao-tu, katı bir şekilde uygulanan yeni
askerlik taktiklerine, özellikle atak planlara akıl erdirebilmiş olmasında
görülmüştür. Düzenli ve toplu bir halde hareket edebilen kendi atlı birlikleri,
babasının düzensiz birliklerini alt edebilmişti. O, amatör savaşçıların, uyguladıkları “savaş sanatı ile stratejiden”,
kendini kurtarabilmiştir. Bir prensibe dayanmayan ve sürü halinde akın
yapan, atlı birliklerde görülen metodlara da karşı gelmiştir.
Bu yeni askeri taktik ilminin, ilk bulucu ve uygulayıcısı,
Mao-tun, mi idi? Kesin olarak böyle düşünebiliriz. Onun Yüeçiler'de, bir süre
rehin olarak, kaldığını biliyoruz. Bu sırada Yüeçiler, kendi yurtları olan Kansu'nun, kuzey kesimlerinde
oturuyorlardı. ... Mao-tu, bu askerlik bilgilerini, Yüeçilerden öğrenmiş olamaz
mıydı?[18] Olup bitenlere bakılırsa, İran Kralı Küros'un ruhu
ve soğukkanlılığı, adeta Mao-tu'da toplanmıştır. İranlıların kullandığı
standartlar, onun uygulamalarında da açık olarak görülüyordu. İranlıların atlı
birliklerinde görülen aynı stratejiyi, sonradan Romalılar da almışlardı. Türk
kavimleri de, bundan derin olarak, etkilenmiş olamazlar mı idiler? Fakat Türk
kavimlerinde bu reformun üstün lideri ve bu düzenin büyük uygulayıcısı, Mao-tun
idi.
Hunların, Çinliler ile yaptıkları savaşlar hakkında
verilen bilgiler, az ve noksandırlar. Buna rağmen, Çin tarihlerini dikkatle
okuduğumuz zaman, Hunların atlı birliklerin en iyi taktikçisi ve uzmanı
olduklarını, açık olarak görebiliriz. Hunlar, Büyük Frederik'in Mollwitz
savaşından sonra kullandığı taktiği tam olarak uygulamışlardı. Büyük
Frederik'in taktiği şöyle idi: Atlı birliklerin her subayı, düşmanı yenebilmek
için, gerekli şu iki şeyi hatırlarından çıkarmamalı idiler: Birincisi düşmana,
mümkün olabilecek en büyük hız ve güçle yüklenmektir. İkincisi ise, düşmanı
çevirmektir. Manevralar ile savaş alanlarında yapılan hareketlerde, Hunlar
arazide herhangi bir yanlış yapmaksızın, Büyük Frederik'in taktiğinin en
iyilerini, uygulayabildiklerini göstermiş idiler. Çin generali Li Ling'e karşı
yaptıkları haşin ve hırs dolu savaş, bunun en güzel bir örneğini idi. Öncü ve
keşif birlikleri bu savaşta kendilerine verilen taktiğin daha ötesine
geçmişlerdi.
Bu
açıklamalardan anlaşılacağı üzere Mete, hem strateji hem de taktik geliştirme
ve uygulanmasında üstün becerili biridir. Örneğin, Tunghulara karşı yaptığı
büyük akın öncesi kuvvet oluşturma ve konumunu güçlendirmek için sabır ve
özveri göstermiştir. Yine, geliştirdiği yeni yöntemleri ve taktikleri
birliklerine iyice belletmek için zamanımızda gerek kuramsal ve gerekse eylemli
olarak yapılan eğitim ve tatbikatları düzenli ve disiplinli bir biçimde
uygulamıştır. Eğitimi bizzat kendisi yaptırmıştır. Mete’nin stratejiye
katkısına çok güzel bir örnek, onun Han Sülalesi kurucusu Kao Tsu’yu MÖ 200 yılında, Şensi'de kuşatması sırasında izlediği
stratejidir. B. Ögel’in Laufer’den
aktardığı üzere bu kuşatma şöyle gelişmiştir[19]:
Mao-tu, kendi
özel taktiği ile ilk Han sülalesinin imparatoruna taarruz etmişti. 320.000[20] kişilik bir ordu ile Çin imparatorunu kuşatma
hareketine girişmişti. En iyi
birliklerini pusuda bekletirken, önce imparatoru yapmacık gerilemelerle tahrik
etmiş ve kaçar gibi görünmüştü. Bu onun, askerlik dehasının bir zaferi idi.
Bu tek meydan savaşının, bütün ayrıntıları ile yazılmamış olması, gerçekten
büyük bir kayıptır.
Mete’nin
geliştirdiği bu taktik, daha sonraki zamanlarda Türkler tarafından birçok
muharebede başarıyla kullanılacaktır.
Birçok kez fırsatlar çıkmasına karşın, Mete daha ileri
gitmemişti. Eberhard’a göre onun siyaseti sözcüğün bozulmamış tam anlamıyla
yayılmacı değil, ulusal idi. Hunların ulusal siyaseti görüşünü savunanlara
göre, Çin gibi çok geniş ve kalabalık nüfuslu bir ülke uzaktan değil, Çin'in
içinden yönetilmeliydi. Böyle bir durumda Hunlar, anavatanını terk etmek
zorunda kalacaktı. Bu da sürüleri ve göçebe yaşamı terk etmek ve Çinlileşmek
anlamına geliyordu. Ulusal siyasetin ana savunucuları, ilk ilkesi her zaman
eski yaşam biçimine sadık kalmış olan kavim önderleriydi. Mete onların görüşüne
uydu ve Hunlar yaklaşık 700 yıl bu ilkeyi korudu. Toba, Moğol ve Mançular tersi
siyaset izledikleri için çok geçmeden Çin ekonomisi ve kültürü içinde siyasi
alandan kayboldular.
Tarihte Türk Adının İlk Defa Kullanıldığı Devleti Kuran
Önder: Bumin
Gök-Türkler, her yıl nehrin buzlarla kaplanmasından istifade ederek, kolayca güneye geçip yağmalar yapıyorlardı. Bu akınlar durdurulamadığı için buralarda yaşayan halk, kalelere sığınıyor
ve bu şekilde hayatını koruyabiliyordu. Sui eyaletine Yü
Wen-tse adlı devlet adamı tayin edildiğinde, bu şahıs eskisi, yani Gök-Türklerden önceki gibi bölgeyi yeniden
emniyete almak istedi. Önemli yollar üzerindeki bir kaç yüz noktaya kuru odun yığdırtırken, uzak noktalara da gözcüler gönderildi.
Bu suretle onların hareketleri takip
edilebilecekti. Bu yılın 12. Ayında Gök-Türkler, Lien vadisinden(ku) işgale giriştiler, bir kaç on li ilerledikten sonra, Yü W
en-tse yığılmış olan odunları ateşe verdirtti. Bu durum karşısında Gök-Türkler büyük bir ordunun geldiğini zannederek, korkup geri çekilmeye başladılar. Panik içerisinde olduklarından birbirlerini eziyorlardı. Sürü hayvanlarını ve önemli ağırlıklarını bıraktılar. Yü W en-tse, onların bıraktıklarını kendi halkına dağıttı. Bundan sonra bir daha gelmeye cesaret
edemediler.
Bu olay
Göktürklerin tarihte kesin olarak ilk görünüşleridir. Dolayısıyla Türk adı
(T'u-chüe) ilk defa burada kullanılır. Metindeki ifadelerden 542 yılından önce
bile bu bölgeye Göktürk akınları yapıldığı
anlaşılır. Sonunda Göktürk akınları ancak bir hileyle durdurulabilir. Bu
akınlar sırasında başkanlarının Bumın (T'u-men) olduğu ileri sürülür. 545 yılı
Göktürk tarihinin dönüm noktasıdır. Bundan sonra her şey aydınlanmaya başlar.
Kaynakların açıkça bildirdiği bu sırada Göktürklerin başkanı Bumın'dır.
Bozkır boylarının üretimi kendilerine yetmez.
Yerleşiklerle yağma, haraç, ticaret biçimindeki değişime gerek duyulur. Bu
değişime göçebe, yerleşikten daha çok isteklidir. Bumin (T'umen)'in Türkleri Altay'da Juan-Juan hesabına demircilik yaparken,
Tölesleri yenip Türk siyasal birliğinin temelini atınca, pamuklu ve ipekli
almak için hemen Çin sınırına gelirler, 545-597 yılları arasında Çin'e aynı
zamanda ticaret kervanları olan 370 elçilik kurulu yollar[21]. Çin kaynakları onlardan
şöyle söz eder:
Bumin'in oymakları yavaş yavaş çoğaldılar ve
Çin sınırına geldiler. Pamuklu ve ipekli kumaşlar almak ve böylece Çin
İmparatorluğu ile ilişkiler kurmak istediler.
Bumin'in oymakları Çin sınırına geldiğinde,
Toba Devleti, Batı ve Doğu olarak ikiye ayrılır. Batı To-ba Devleti, Doğu To-ba
Devleti ile savaşım durumundadır. İç ve dış karışıklıklar içinde bocalayan Batı
To-ba, dış baskıyı dengelemek için, Göktürk oymaklarıyla ilişki kurmak ister.
Kansu'daki kervan yolu üzerindeki bir ticaret kentinde yaşayan ve Çinli olmayan
bir kişiyi 545
yılında
Bumin'e elçi olarak yollar. İyice zayıflamış da olsa, bir Çin devletinden elçi
gelmesi, yeni yeni güçlenen Bumin'in oymaklarını çok sevindirir. Şöyle
konuşurlar[22]: Bugün büyük bir memleketin elçisi bize gelmiş bulunuyor. O halde
siyasal kuruluşumuz, çabucak büyüyecektir.
Bu sırada, Töles oymakları, Juan-Juan'lara saldırma hazırlıkları
içindedir. Bumin ve oymakları, bu fırsattan yararlanarak Töleslere saldırır ve onları yenilgiye uğratır. 50 bin kişiyi aştığı
söylenen Töles oymakları, Göktürklere
bağımlı yapılırBu katılımla biraz daha güçlenen Bumin, Tölesleri yenmekle,
bağımlı bulunduğu Juan-Juan'lara
hizmette bulunmuş olur. Bundan yüreklilik alarak Juan-Juan şefi A-na-kuei'den kız ister. Fakat bu istek, Juan-Juan şefini çok kızdırır. Bir elçi
yollayarak Bumin'e şunu
söyletir[23]:
Siz
bizim demircilik yapan adi kölelerimizsiniz. Böyle bir öneride bulunmaya nasıl
cesaret edebiliyorsun?
Bumin çok kızar; elçiyi hemen öldürtür, 552 yılında Batı To-ba ile
bağlaşık olarak, Juan-Juan'lara
saldırır ve onları büyük bir yenilgiye uğratır. Bu yengi üzerine Bumin, İ-li Kağan (İl Kağan) unvanını alır.
Hunların Tanhu’su yerine, artık bundan sonra Kağan unvanı yerleşir. Bu
başarı, Töleslerin örgütlendirilip
Bumin'in oymaklarının güçlendirilmesiyle sağlanır. 130 yıl sonra da Türk budunun başındaki İlteriş Kağan, Oğuz adıyla geçen bu
Töles boylarının bir bölümünü örgütleyerek ikinci Göktürk siyasal birliğini
kurmayı başarır.
Tutsak Düşmüş Bir Ulusu Yeniden Bağımsızlığa Kavuşturan
Önder: Bilge Kağan
İleri görüşlü Bilge Kağan, bilge vezir Tonyuku, cesur
komutan Kül-Tigin tarihin ender bir araya getirdiği uyumlu bir üçlüdür.
Türk tarihinde ilkin Hunlar ve Çinliler arasında ticari
ilişkiler Mao-dun zamanında başlar[24]. Bu ticaret Hun-Çin sınırında, bu iş için ayrılmış özel pazarlarda
yapılırdı. Bilge Kağan, 727 yılından başlayarak sınırdaki ticaret
yerlerinin güvenliğini sağlayarak yeniden Çin ile ticarete başlar.
Bilge Kağan yazıtında ki: ...O yere (Çin’e) doğru gidersen Türk milleti öleceksin! Ötüken
yerinde oturup kervan, kafile gönderirsen hiçbir sıkıntın yoktur. Ötüken
ormanında oturursan ebediyen il tutarak oturacaksın [25] sözleri Mao-dun’un başlattığı ticaret
politikasının sürdüğünü doğrular.
Bilge Kağan'a göre, Kağan ve buyrukları
bilgili ve yiğit olursa, beyler ile budun uyumlu olursa siyasal birlik doğar,
gelişir ve Ötüken merkez ise sonsuza dek sürer. Sorun, doğallıkla, daha
karmaşıktır. Birlik, boyların başına
oturan soylu bey ailelerine daha çok çıkar sağlama temeline dayanır. Özellikle
Çin gibi büyük yerleşik ülkelere karşı girişilecek yağma akınlarının başarıyla
yürütülebilmesi, güçlerin bir başbuğ çevresinde biraraya getirilmesini gerekli
kılar. Yağma akınlarını ve savaşları, elçilik kurulları yollanması ve ticaret
izler. Ticaret ve diplomatik ilişkiler, hanlık ve Kağanlık düzeyinde, daha
düzenli ve verimli biçimde işler. Bilge Kağan, aç Türk budunu besleyerek ve
zenginleştirerek Kağanlık görevini iyi yaptığını övünerek birçok kez belirtir[26]:
Varlıklı, varsıl budun üzerine (kagan)
oturmadım. İçte aşsız, dışta donsuz, düşkün, perişan budun üzerine oturdum.
Türk budunu için gece uyumadım, gündüz oturmadım..... ölecek budunu diriltip
besledim. Çıplak budunu donlu (giyimli) kıldım. Fakir budunu bay (zengin)
kıldım. Az budunu çok kıldım.
Kağan, budunu beslemek ve bay kılmak için
askeri seferler yapar. Bu savaşlar, beylere ve buduna bol ganimet sağlama amacını güder. Bu gereksinmeler, yalnız savaş ve
yağma ile değil, ticaret antlaşmalarıyla da sağlanabilir. İşte Kağan bu
görevleri az çok iyi biçimde yerine getirdiği sürece, siyasal birlik yaşar.
Yağma, haraç ve ticaret
yoluyla tüketim gereksinmeleri sağlanamayınca ya da Kağan ganimeti kendine
ayırınca, karışıklıklar başlar.
Bilge Kağan, eski Türk dini yerine Budizmi
benimseyerek göçebe Türklerin yerleşik yaşama geçme girişimini, aynı zamanda
kayınpederi olan vezir Tonyukuk, Türklerin savaşçılığını önleyeceği gerekçesi
ile engeller. İlginçtir ki, böyle girişimin gerçekleşmesi durumunda büyük
olasılıkla Türkler bir Orta Asya kavmi olarak kalabilirlerdi.
Göçebe Türklerin Yerleşik Düzene Geçişini Başlatan Önder:
Selçuk Bey
Bazılarına göre Hazar Kralı, diğer bazılarına göre ise Oğuz Yabgu devletinde ordu komutanı (sübaşı) olan Selçuk Bey, Oğuz Yabgusu ile aralarında çıkan anlaşmazlık
nedeniyle Oğuzların kışlık merkezi Yenikend’den ayrılıp Türk ülkeleriyle İslam
ülkeleri arasında bir uc kenti olan Cend kentine göç etir
(961). Selçuk’un burada Müslüman olması Türk tarihinde bir dönüm noktasıdır.
Büyük oğlu Mikail’in ölmesi üzerine onun iki oğlu olan Çağrı ve Tuğrul beyleri,
geleceğin büyük önderleri olarak kendisi yetiştirir. Büyük Selçuklu Devleti’nin
kuruluşunu gerçekleştiren bu iki önderden ilki askeri, ikincisi de devlet
yönetimi alanında iki büyük önderi olur.
Müslümanlığın
kabulünden sonra Türkler Selçuk ailesinin önderliğinde Siri Derya akarsuyunu
güneyine doğru aşarlar. Beş Deniz
yaylasına gelen neredeyse her Türk kabilesinde olduğu gibi, Buradaki Müslüman
beyliklerin kiraladıkları savaşkan askerler olarak çıkarlar. Yine tarihsel
sürecin temel kalıbına uygun olarak, zamanla belirli eyaletlerin yöneticileri
ve sonunda geniş toprakların özerk hükümdarları olurlar. Selçuklular, İran'a
egemen olduktan sonra Tuğrul Bey'in önderliğinde batıya yönelirler ve
Halifeliğin merkezi olan Bağdat 1055 yılında Türklerin eline geçer.
Diğer[27]
D. Coetzee ve L. W. Eysturlid, Savaş
Düşünürleri (Philosophers of War) adlı yapıtta her kültürün kendi
Machiavelli’i, kendi Sun Tzu’su, kendi Muhammed’i ya da Napolyon kişiliği
olduğundan söz ederler. Yapıtta Çin’den, Batı, Hindistan ve İslam dünyasına
kadar birçok askeri kültürden önemli askeri ve strateji düşünürü ele alınıp;
bunların kuramları, başarı ya da başarısızlıkları ve diğer askeri düşünür ve
uygulayıcıları üzerindeki etkileri incelenir. Daha çok Batılıların yer aldığı
listede olanlardan bazıları şöyledir: Genel
Kuramcılar arasında Herodot, Tukidides; Siyasi ve Büyük Strateji Kuramcıları arasında Sezar, Fabius
Maximus; Taktik ve Operatif Kuramcılar arasında
Makedon kralı II. Filip ve Kartacalı Anibal sayılır.
Öte yandan Carl J. Richard, Dünyayı
Değiştiren On İki Yunan ve Romalı adlı çalışmasında dünyayı etkilemiş on
iki Yunan ve Romanlıdan söz eder. Bunlar Batı yazınının kurucusu Homeros, Batı biliminin kurucusu Thales,
Yunan uygarlığının koruyucusu Temistokles, demokratik reformcu Perikles,
Batı felsefesinin kurucusu Platon, Yunan kültürünün yayıcısı İskender,
Roma cumhuriyetinin savunucusu Scipio Africanus, Roma cumhuriyetini
yıkan Julius Sezar, cumhuriyet adına yaşamını veren Cicero, Roma
İmparatorluğu kurucusu Augustus ile
İncil yazarı Tarsuslu Paul ve
Hıristiyan Tanrıbilimci Augustine’dir. Politik, askeri önderler yanında
sanatçı ve aydınlar da yer alır.
Bir Taktik Dehası Epaminondas: Çok zeki bir insan olarak tanınan Epaminondas yeni bir savaş biçimi
yaratır: Çarpık muharebe düzeni (yanlamasına saldırı). Levktra’da bu taktikle Spartalıları
yener. Bu muharebe Yunanistan’ın siyasal tarihinde olduğu kadar savaş tarihinde
de bir dönüm noktasıdır. O zamana kadar yapılan muharebelerde iki taraf
birbirine paralel iki saf oluşturur, bu saflar mümkün olduğu kadar bozulmaksızın
birbirinin üzerine yürürdü. Levktra’da uyguladığı usul kanatlardan birinde bir
ağırlık merkezi kurmak, ilkin bu güçlü kanadı saldırıya geçirmek ve bu saldırı
başarı kazandıktan sonra diğer kanadı ileri sürerek düşmanı bir kıskaç içine
almaktan oluşuyordu. Bu çarpık muharebe düzenini sonraları Makedonya kralı II.
Filip ve İskender geliştirmiş, modern zamanlarda da örneğin Prusya kralı Büyük
Frederik’in ve Türk Kurtuluş Savaşı’nı zaferle bitiren Büyük Taarruz’da Mustafa
Kemal Atatürk’ün savaş taktiğinde büyük rol oynamıştır.
İlkçağın En Büyüklerinden Biri: II. Filip:
Makedonya gücünün gerçek kurucusu II. Filip’tir. Onun
elde ettiği şaşırtıcı başarıları uzun, fakat azimli bir çalışmadan sonra
oluşturduğu siyasi ve askeri yapıdır.
Her şeyden önce iyi öğrenim ve eğitim görmüş, mükemmel olarak donatılmış ve
silahlandırılmış bir ordu kurmaya önem verdi. Soylulardan oluşan atlı
kuvvetlerinden yeni bir süvari sınıfı oluşturdu.
Piyadeyi yeniden yapılandırarak
Makedonya falanksı’nı kurdu. Teknik birlikler, bağlaşık ya da
ücretli yabancı askerler de vardı, işte böylece ordudaki çeşitli sınıfların taktik alanında alacakları görevlere göre
silahlandırılmış ve bunların organik olarak birbirlerine yardımda bulunmaları
sağlanmıştı. Epameinondas’ın çarpık
muharebe düzeni taktiğini saldırı
kanadına piyade yerine süvariyi koyarak
geliştirmişti. Böylece ortaya
kısa zamanda son derece etkili bir savaş
makinesi çıkmıştı. Bu ordu, belki de Antik Dünya’da var olmuş en iyi
orduydu. Yine ilk kez imha muharebesini
başarıyla uygulamıştı: Savaş meydanında yendiği düşmanı yok edinceye kadar
süvarisiyle izliyordu. Berkitilmiş kentleri ve kaleleri taş gülle atan
mancınıklar, yer değiştirebilen kuleler kullanmak suretiyle ele geçirmek
yollarını buldu.
O parlak bir teşkilatçı, atılgan, cesur ve yetenekli bir
komutan, bazen dolambaçlı yollardan gitmekten çekinmeyen usta ve kurnaz bir
diplomattı. Başarısının hakkında önemli olan şeylerden biri de yaradılışı,
zekâsı ve savaşa olan yaklaşımıydı. Kesinlikle yenilgi düşüncesini kabul
etmiyordu. Gerekli gördüğü zaman, kendi koşulları içinde yapılacak bir
anlaşmadan başkasını yapma düşüncesini kabul etmiyordu. Rakiplerinden birinin
karşısında geçici olarak işlerin ters gittiğinde söyledikleri ünlüdür: Kaçmadım,
bir daha ki sefere daha güçlü bir saldırı yapmak için aslanlar gibi geri
çekildim, demişti. Bu onun yaşam ilkesi idi. Kimse onu kalıcı olarak
yenemedi. Geçici bir yenilgiyi kabul etmek durumunda kalması hâlinde, hemen
çeşitli yollarla, askeri, diplomatik ve buna benzer biçimde bulabildiği
yollarla, onu düzeltmek için çalışmalara başlardı. Onun en büyük
yeteneklerinden biri inandırıcı bir
biçimde yalan söylemekti ve bu da doğal olarak, yalancısın, demeye kimsenin cesaret edemeyeceği kadar güçlü bir
ordunun başında olmasından kaynaklanıyordu.
Kaynaklar
1.
Avcıoğlu,
Doğan, Türklerin tarihi, İkinci Kitap
(İkinci Basım), Tekin Yayınaevi, İstanbul, 1978
2.
Coetzee, Daniel, Eysturlid, Lee W., Philosophers of War: The Evolution of
History's Greatest Military Thinkers, [2
Volumes], ABC-CLIO,
2013
3.
Karadağ,
Osman, Stratejinin Yazılı Kaynakları,
Erken Öncüler – 1 Sümerler ve Sonrası, Berikan Yayınevi, Ankara, 2014)
4.
Karadağ,
Osman, Stratejinin Yazılı Kaynakları,
Erken Öncüler – 2 Hititler ve Diğer Anadolu Kavimleri, Berikan Yayınevi,
Ankara, 2014)
5.
Karadağ,
Osman, Stratejinin Yazılı Kaynakları,
Öncüler – 1 Çinliler ve Hintliler, Berikan Yayınevi, Ankara, 2015)
6.
Karadağ,
Osman, Stratejinin Yazılı Kaynakları,
Öncüler – 2 Yunanlar ve Romalılar, Favori Yayınevi, Ankara, 2018 (Basımda)
7.
Michael H., Dünya Tarihine Yön Veren En
Etkin 100, (Özgün Adı: The 100, Citadel Press - Kensington Publishing Corp.) Çeviri: Nurşan Üstüntaş, Neden Kitap Yayınlan, 2. Baskı Şubat 2008
8.
Ögel,
Bahaeddin, Büyük Hun İmpratorluğu Tarihi I, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1981
9.
Wolfram Eberhard, Çin Tarihi, Türk Tarih Kurumu
Yayını, 3. baskı, Ankara 1995
10.
Yap, Joseph P., Wars With The
Xiongnu, A Translation from Zizhi tongjian, AuthorHouse, Bloomington,
Indiana, U.S.A. 2009
[1] Dünya Tarihine Yön Veren En
Etkin 100 kişi arasında; Bilim adamları ve mucitler 36, Siyasi ve
askeri liderler 31, Din dışı düşünürler 14, Dini liderle
11, Sanatçılar ve edebiyatçılar 5, Kaşifler 2, Sanayiciler 1.
Bu kişilerin 69 Avrupa, 18 Asya kıtasındandır. Bu kişilerin, 68’i MS 1400
öncesi yaşamıştır. (Hart, Michael H., Dünya Tarihine Yön Veren En Etkin 100, (Özgün Adı: The 100, Citadel Press - Kensington Publishing Corp.) Çeviri: Nurşan Üstüntaş, Neden Kitap Yayınlan, 2. Baskı Şubat 2008)
[2] Abraham Harold Maslow (1908, 1970) insan gereksinimlerini (1) fizyolojik, (2) güvenlik, (3) ait olma ve sevgi,
(4) değer ve (5) kendini gerçekleştirme olarak kademelendirir.
[3] Karadağ, O., Stratejinin Yazılı Kaynakları, Erken Öncüler
– 1 Sümerler ve Sonrası, Berikan Yayınevi, Ankara, 2014
[4] Şuppiluliuma yönetimi, Eski Doğu’nun Amarna Çağı denilen MÖ
14. yüzyılın ilk yarısına rastlar. Bu devri aydınlatan Tel el-Amarna belgeleri, sayıları dört yüze yaklaşan Akadça yazılmış mektuplardır. Bu mektupların bir kısmı, Önasya’nın Büyük kralları ile 18. Sülale firavunlarından III. ve IV. Amenofhis’ler arasında, diğer büyük kısmı da Suriye-Filistin’deki küçük kent beyleri ile adı geçen firavunlar arasında karşılıklı gönderilmiştir.
[5] Hart, Michael H., Dünya Tarihine Yön Veren En Etkin 100, (Özgün Adı: The 100, Citadel Press - Kensington Publishing Corp.) Çeviri: Nurşan Üstüntaş, Neden Kitap Yayınlan, 2. Baskı Şubat 2008, s.96-101
[6]Çin’de kralların
yönetim unvanları ve kendi adları farklıdır. Bu adlar zaman zaman karışıklığa neden olur.
Qin Shih Huang-ti’nin doğduğunda ailesi tarafından verilen ad Ying
Zheng, Zhao Beyliği’nde kaldığı sürece
kullandığı ad Zhao Zheng, beylik tahtına geçtiğinde
aldığı ad Qin Wang Zheng, beylikleri birleştirip tek
merkezli Qin Sülalesi’ni kurduğunda ise imparatorluk adı Qin Shih Huang-ti olarak geçer. Bütün kaynaklarda bu bir ad olarak geçmesine karşın gerçekte
kendisine verdiği bir unvandır. Qin Beyliğin adı,
Shi ilk, Huang Di ise imparator demektir. Böylece bu unvan Qin Beyliği’nin İlk İmparatoru anlamına gelir. Kişi doğduğunda ona ailesi tarafından belirlenen bir ad verilir. Bu adı, yalnızca aile
bireyleri kullanabilir, başkası kullanamaz. Kisi yaşamında başka bir
adla anılır. Bir göreve atandığında adı, bu göreve
uygun olarak değişikliğe uğrar. Kişi öldüğünde ise yeni bir adla anılır. Kral tarafından verilen unvan ve
adlar da buna eklenir. Böylece, tek bir kişi 2–3 ayrı kişi gibi algılanabilir.
{Okay, Bülent, “Konfuçyüs”, Okyanus
Yayıncılık, İstanbul, 2004, sf: 12–13.}
[7]Ögel, C1, s. 136-141. Bu konuyu J. Yap şöyle aktarır: MÖ 215 yılında Denizaşırı bir seferden dönen bir efendi (mister)
Lu, bir okült metnini imparatora sunar. Metin şöyledir: “Qin'in yazgısı Hu'ya dayanır” (Burada Hu=Hunlar'dır). Ya da “Hu, Qin'in sonunu getirecektir”
biçiminde de okunabilir. {Yap, s.39}
[8]Yasa uygulamaya başladıktan sonra, veliaht prens yeni
oluşturulmuş devlet yasasına tecavüz etti; Shang Yang şöyle müdahale etti: Yasanın
uygulanmasına karşı direnç üst yönetim kademesinden geldiğine göre, prensin de
ona göre disiplin edilmesi zorunludur. Ancak veliaht cezalandırılamayacağına
göre, onun yerine veliahtın iki öğretmeni cezalandırıldı. Birine burun kesme,
diğerine de yüzünü hacamat etme cezası verildi. Reformlara karşı gelenler de
kaynar suda haşlanarak cezalandırıldı. {Yap, s.8.}
[9] Coetzee, Daniel, Eysturlid,
Lee W., “Philosophers of War: The
Evolution of History's Greatest Military Thinkers”, [2 Volumes], ABC-CLIO, 2013
[10] Pandit: Brahmanlar içinde belirli alanlarda kendini geliştirmiş ve uzmanlaşmış
kişilere verilen bir unvandır.
[11]R. P. Kangle’nin “The Kautiliya
Arthasastra, 3 vols.”, 2nd ed. New Delhi: Motilal Baarsidas Publisher,
1972. Bu kitabın ilk cildi Arthasastra’nın
Sanskritçe olarak verir, ikinci cildi bire bir İngilizceye çevirisi, üçüncü
cildi ise Kangle’nin analizini içerir.
[12] Hart, Michael H., Dünya Tarihine Yön Veren En Etkin 100, (Özgün Adı: The 100, Citadel Press - Kensington Publishing Corp.) Çeviri: Nurşan Üstüntaş, Neden Kitap Yayınlan, 2. Baskı Şubat 2008, s.252-253
[13] Zaferinin
yaklaşık 1.5 milyon insanın canına mal olduğunun farkına varınca şaşkına döndü.
Şaşkınlık ve vicdan azabı içinde, Hindistan'ın zapt edilmesi için giriştiği
harekatı durdurmamaya, tüm saldırgan savaşlardan vazgeçmeye karar verdi.
[15] Yap, Joseph P., Wars With The Xiongnu, A Translation from
Zizhi tongjian, AuthorHouse, Bloomington, Indiana, U.S.A. 2009, s.li-lii
[16] Ögel, B., Büyük Hun İmpratorluğu Tarihi I, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1981, s. 202-203
[17]Ögel, Cilt I, s.232-242. Berthold
Laufer (1874 – 1934), Sinoloji ve kültür tarihinin en başta gelen
önderlerinden biridir. Çin ve Orta Asya kültür tarihinin her konusu üzerinde
yazmış ve söz sahibi olmuştur. Sino-İranca adlı ünlü eseri, 20. yüzyıl
biliminin başyapıtları arasındadır. Bu eserde, Türk kültür bitkileri ile maden
bilgisi de, önemli yer almıştır. Türk, Moğol, Tibet ve Çin ilişkilerinin birçok
önemli konuları da, onun yazılarında aydınlığa kavuşmuştur.
[18]Yüeçiler (yuèshì
ya da ròushì, Yuezhi, yuèzhī ya daròuzhī adıyla da
bilinir; Eski Çince'de: Tokwar), eski bir Orta Asya, Ön Türk
halkıdır. Önceleri Tarım Havzası'nın batısına yerleşmişler, daha sonra
Maveraünnehir, Baktriya ve ardından Güney Asya'ya göçetmişler; burada Kuşan
İmparatorluğu'nun kurulmasında rol oynamışlardır. Batılı
araştırmacılar, aksi görüşte birçok araştırıcı olmasına karşın, Yüeçileri ve
İranlıları, Hint-Avrupa dil grubu kavimleri olarak görürler. Geçmişte yapılmış
her iyi şeyin altında mutlaka bir Hint-Avrupalı aramak bu araştırıcılar
arasında bir tutku haline gelmiştir.
[19] Ögel, C1, s.242-244
[20]Mete’nin ordusunun büyüklüğü çok abartılmıştır. Gerçek rakamın 40 bini
aşmadığı kanıtlanmıştır. Çünkü Hunlar o dönemde ve daha sonraki dönemde hiçbir
zaman bu miktarda bir orduyu çıkarabilecek nüfusa sahip olmamışlardı. O zamanki
Hun nüfusunun 1,5 milyon dolayında olduğu tahmin edilir. {Yap, s.xxxii.} Bu
kitapta Joseph, P. Yap şöyle der: ““Hunlar
ile Savaşı”ın bu cildi eski Çin’in kuzeyinde bir göçebe konfederasyonu olan Hun Devleti ile en parlak devrinde
Roma’nın büyüklüğü ve gücündeki büyük Han
Sülalesi arasında iki yüzyılı aşkın yıl süren savaş hakkındadır. Nüfusu 1,5
milyon olduğu tahmin edilen Hunlar 50 milyon nüfuslu Han Krallığını
tutabilmiştir. Bu metin Zizhi tongjian’ı
esas almakta olup, onun İngilizceye ilk çevirisidir.”
[21]Avcıoğlu, Doğan, Türklerin tarihi, İkinci
Kitap (İkinci Basım), Tekin Yayınaevi, İstanbul, 1978, s.738-74
[22]Avcıoğlu, Doğan, Türklerin tarihi, İkinci
Kitap (İkinci Basım), Tekin Yayınaevi, İstanbul, 1978, s.587
[23]Avcıoğlu, Doğan, Türklerin tarihi, İkinci
Kitap (İkinci Basım), Tekin Yayınaevi, İstanbul, 1978, s.588
[26]Avcıoğlu, Doğan, Türklerin tarihi, İkinci
Kitap (İkinci Basım), Tekin Yayınaevi, İstanbul, 1978, s.738-74
[27] Karadağ, O., Stratejinin Yazılı
Kaynakları, Öncüler – 2 Yunanlar ve Romalılar, Favori Yayınevi, Ankara,
2018