17 Aralık 2018 Pazartesi

Tarihi Açıdan Önderlik ya da Liderlik Kavramı


Tarihi Açıdan Önderlik ya da Liderlik Kavramı

Giriş

Liderliğin anahtarı hayal etmek, başarının anahtarı hayalleri gerçekleştirmektir. (Anonim)
Liderlik ya da önderlik, ne yazık ki, içi boşaltılmış kavramlardan biri durumuna getirilmiştir. Parti lideri, takım lideri, lig lideri, vb.. Oysa lider, zoru başaran, ilki gerçekleştiren, çoklarının cesaret edemediği girişimlerde bulunan, kitleleri kendi belirlediği amaçlar doğrultusunda yönlendirebilen biridir.
Uygarlık verilerini Doğu’nun başlattığı insanlığın yaklaşık 5000 yıllık yazılı tarihinin son 250 yılına egemen olan Batı, geçmişini temelde birer Akdeniz uygarlığı olan Eski Yunan, Roma uygarlıkları ile Hristiyanlık mirası üzerine oturtur, yazılı geçmişini de 2500 yıl daha geriye götürür. Böylece olunca da insanlık tarihine yön veren düşün, bilim, devlet, askeri, din, vb. önderlerini de buna göre yorumlar. Ülkemizde de genelde birçok alanda olduğu gibi önderlik alanında Batı kaynakları kullanıldığından Doğu örnekleri genelde işin uzmanları ile sınırlı kalır[1].
Önderler, toplumlarının tarihi gelişiminde onlara makas değiştirilebilen üstün yetenekli kişilerdir. Türk tarihinde tarihi bir kişilik olarak ilk büyük önder Mete’dir. Kendi şefleri yönetiminde dağınık olarak yaşayan boyları bir araya getirerek, onları başkalarının avı olmaktan kurtarmış; ilk defa MÖ 210 yıllarında Büyük Hun Birliğini kurmuştur. Bir benzerini Bumin 552 yılında gerçekleştirir. Bundan yaklaşık 450 yıl sonra Selçuk Bey, eski dinini değiştirerek Türklerin Önasya’da konumlanmasını sağlar. 1919 yılında Mustafa Kemal, tarihten çekilmiş bir imparatorluk küllerinden çağdaş bir devlet kurar.
Önder, bir insan kitlesinin gücünü kendi belirleyeceği bir amaca yönlendirme becerisi olan biridir. Yönetici ise belirlenmiş bir amaç uğrunda insan ve diğer kaynakları etkin kullanan biridir.
Önderi, önder yapan olmazsa olmaz nitelikler nedir?
Öncelikle, geleceğini tasarlayacağı toplumu, içinde etkinlikte bulunacağı coğrafyayı, yararlanabileceği yöntem ve araçlar üzerine bilgi sahibi ya da bunlar konusunda kendisine yardımcı olabilecek nitelikli danışmanları olması gerekir. İkincisi, geleceğe taşıyacağı topluma, onların peşinden sürükleyebileceği bir amaç oluşturma becerisi olmalıdır. Buna vizyon oluşturma da denir. Üçüncüsü insan becerilerini ve yararlanabileceği kaynakları örgütleyebilme becerisi olmalıdır. Dördüncüsü gereksinim duyacağı, ancak elinde bulunmayan kaynakları elde edebilme becerisi olmalıdır. Beşincisi girişimini uygulama aşamasında, gerekli her alanın her birinde becerisi olan güvenebileceği yöneticileri olmalıdır. Önderler, peşlerinden sürükleyecekleri insan kitlelerinin gereksinimlerini[2] iyi tahlil edip, ona göre amaç belirlerler. İnsan kitlelerinin öncelikli gereksinimlerini karşılayabilen önderler başarılı olurlar. Tarih bunun örnekleri ile doludur.

Yazılı tarihte bazı önderlik örnekleri

Sümerliler

İnsanların avcılık ve toplayıcılık dönemlerinde başladığı sanılan önderlik ve yöneticilik etkinlikleri, yerleşik düzene geçip toplumsal sınıfların ortaya çıkmasıyla belirginleşmeye başlamıştır. Bu da tarihsel olarak ilkin yönetim kavramlarının yazıya geçirildiği Sümerlilerde ortaya çıkmıştır. Sümer Kent devletleri arasında, sınır anlaşmazlıklarından kaynaklanan savaşımlar başlayıp, giderek şiddetlenip sertleştikçe ve Sümer’in doğusuyla batısındaki göçebe ve istilacı halkların baskısı arttıkça, askeri önderlik[3] zorunlu bir gereksinim durumuna geldi ve hükümdar ya da Sümer adıyla büyük adam üstün bir yer işgal etmeye başladı. Hükümdarlar, başlıca saldırı silahı savaş arabası olan ve birbirlerine sıkıca sokularak saldırıya geçen ağır zırhlı piyadeleriyle düzenli ordular kurmak zorunda kaldılar. Sümerlilerin bu göçebe savaşçılara karşı zaferleri ve kent devletlerinin diğer kentleri fetihleri, büyük ölçüde askeri silahlar, taktikler, örgütlenme ve önderlikteki üstünlüğünden kaynaklanıyordu. Uygarlık verilerinin birçoğunu başlatan Sümerlilerden biri de yazılı tarihte bilinen ilk reform uygulayıcısı önder Urukagina’dır.
Yazılı tarihin başlangıcından bu yana insanların hayatlarını belirli bir düzen içinde sürdürme çabalarının yazılı ilk örneklerini Sümerler göstermiştir. Toplumsal hayatı yaşanabilir duruma getirmek için ilk düzenlemeleri yapan, bunu uygulayan ve tarihte ilk reformcu olarak bilinen hükümdar Urukagina yaklaşık 2350’li yıllarında yaşamıştır. Demokrat ve hürriyet sever bir lider olarak görülür. Kendinden önceki yöneticiler zamanında olan yolsuzlukları, halkın huzursuzluğunu ve hoşnutsuzluğunu ortadan kaldırmak için bozuk yönetimi düzeltmeye çalıştı. Rahiplerin ve memurların hareket ve icraatlarını denetim altına alarak, ihmal edilen töre ve yasaları yeniden tesis ederek, yeni hükümlerle yasalarında bu durumu düzeltmeye çalışmıştır. Böylece, kendisinden asırlarca sonra tarihte ilk yasa koyucu olarak ünlü olan Babil Hükümdarı Hammurabi’den önce, ilk hukuki esasları kurmuştur. Tarla sürenin, hayvan sağanındır, da günümüzün bir sloganı değil, zamanımızdan yaklaşık 4400 yıl önce yasalara girmiş bir kuralı da o gerçekleştirmiştir. Ayrıca onun reformları günümüz dünyasında insan hakları kavramına ve hükümetin gücünü sınırlamaya doğru atılan en önemli ilk adım olarak anılır.
Kiş kent devleti hükümdarının sakiliğini yaptığı sırada karşı ayaklanma sonucu tahtı ele geçiren Sargon, ilk ganimet seferlerini başlatan, ilk defa başka ülkeleri haraca (Vergiye) bağlayan, ilk imparatorluk kurucusu olarak bilinir. O ve ardıllarının başlattıkları yeni gelenek; denetim altına alınması mümkün olmayan bölgelere sefer düzenleyerek ganimet yoluyla zenginleşmektir. Bu seferlerde temel amaç ganimet ve hatta o bölgedeki halkın vergiye bağlanmasıdır. Akad Krallığı böylece Bereketli Hilal’in doğusundan kuzey bölgelerine, Anadolu’ya ve daha sonra batı ucuna doğru Suriye ve Doğu Akdeniz kıyılarına kadar genişlemiştir. Böylece, kent devleti modeli yerini yavaş yavaş dünyayı yönetme idealine bırakmaya ve böylece ilk imparatorluk dönemi başlamıştır. Sümer kent devletlerinde geliştirilmiş birçok yeniliği kendi amaçları doğrultusunda biçimlendirmiştir. Sümerlilerin kent devletleri arasındaki çatışmalar için hazırladıkları düzenli ordular, uzak bölgelere sefer yapabilecek şekilde düzenlendi. Silahlı adamların ülkenin yiyecek bulunabilecek yerlerine yayılması ise, merkezi gücün dağılması tehlikesini doğurmuştur. Sargon bu ikilemi, ordusunu ele geçirdiği ülkeleri sürekli yağmalamakla besleyerek çözmeye çalışmıştır.
III. Ur devletinin ilk kralı Ur-Nammu (MÖ 2112 - 1095)’nun yasası, Mezopotamya’da kentler arası ticaretin gelişmesi, ticarette para işlevi gören maden ölçülerinin değişim aracı olarak kullanılmasına yol açmış ve kent devletleri arasındaki dış ticaret büyük ölçüde gümüş ayar hesaplarıyla sürdürülmüştür. Onun yasası, insanlığın toplumsal ve tinsel gelişmesi bakımından özel bir önem taşır. Çünkü bunlar, daha 2000’den önce bile göze göz, dişe diş yasa anlayışından uzak, bunun yerine para cezasının uygulandığı ve bu nedenle daha insancıl bir yaklaşım gösterir. Kendisine ait bir stelde yaptığı yasaları anlatırken, fiyat olarak kullanılan gümüş ve diğer metaların miktarını ölçmek için ilk ölçü değerleri olan mina’yı, şekel’i, sıla’yı birbirine göre ayarladığını bildirir. Bu stelde bildirilen ölçü ve miktarlar daha çok ceza bedeli olarak verilecek gümüş ve arpa miktarlarını belirtmek için kullanılmıştır.
Şekil 4: Yarım Minalık Ağırlık (Karadağ, Osman, Stratejinin Yazılı Kaynakları, Erken Öncüler – 1 Sümerler ve Sonrası, Berikan Yayınevi, Ankara, 2014, s.141))
Ur-Nammu’nun oğlu Şulgi’nin bütün kadim dünyanın en seçkin ve etkin hükümdarlarından biri olduğunu söylemek abartı değildir. Bu hükümdar olağanüstü bir askeri önder, titiz bir yönetici, yorulmak bilmeyen bir tapınak kurucusu ve kültür hamisi olarak ün salmıştır. O siyasal gücünü ve etkisini doğuda Zağros dağlarından batıda Akdeniz’e kadar yaymıştır. Sarayda ve tapınaklarda etkili bir muhasebecilik ve hesaplama sistemi kurmuş, takvimi yeniden düzenlemiş ve bütün ülkede ağırlık ve uzunluk ölçülerine bir standart getirmiştir. Ur ve Nippur’da Sümer’in iki büyük okulnu kurmuş ve desteklemiştir. Ulaşım yollarını geliştirmiş ve ana yolar üzerinde “dostça insanlar” tarafından işletilen yorgun yolcuların kalıp dinlenebilecekleri zamanımızın otellerinin ilk örnekleri olan bahçeli dinlenme evleri yaptırmıştır.

Hitiler

Hititleri çağının süper gücü yapan I. Şuppiluliuma (MÖ 1370 - 1340) kardeşkanına bulanmış bir tahta oturmuştur. Onun babası zamanında Hitit devleti komşularına karşı bile kendini savunamayacak bir duruma düşmüştü. Onun döneminde[4] ilk kez uluslararasılık kavramı ve Büyük Devlet ve Küçük Devlet kavramları ortaya çıkmıştır. Krallığının ilk yıllarında Anadolu odaklı bir siyaset oluşturmuştu. Kendisi diplomatik yollarla, Yukarı Kızılırmak’tan, Fırat’a kadar bir sınır hattı oluşturulabilmişti. Bu hattın gerisinde de hanedan evlilikleri yoluyla tampon bölgeler oluşturmuştu. Kendisi, yetenekli bir komutan olduğu kadar mükemmel bir diplomattır da. Ele geçirdiği kent devletlerinin krallarını Hititli prensesler ile evlendirerek bunları bağlı krallık durumuna getirmeyi başarmıştır. Bir yandan akrabalık kurmak suretiyle egemenlik alanını genişletirken diğer yandan da oğullarını ve yakın akrabalarını ele geçirdiği ülkelere tayin etmiş ve bunlarla bağlılık antlaşmaları yapmıştır.
Başarıları, onun olağanüstü askeri yeteneğinin sonucuydu ama dikkatli bir bağlaşma ve diplomasi siyaseti de bu sonuçların elde edilip korunmasında önemli bir etken olmuştur. Hitit tarihinin en önemli komutanı ve en başarılı devlet adamı olan Şuppiluliuma’nın uzun süren idaresi boyunca oluşturduğu Büyük krallık, Babil ve Mısır’la güçtedir ve o çağdaki uygarlık dünyasını bu üç devlet paylaşır.
Hitit tarihinde önemli olayların gerçekleştiği II. Muvatalli (MÖ 1310 - 1280) büyük bir strateji ustasıdır. Kendisi kral olduğunda küçük kardeşi Hattuşili'nin ihtiraslı tutumuyla karşılaşmış ve onunla bir türlü geçinememiştir. Hattuşa ve çevresinin yönetimini kardeşine bırakarak Konya Ovası'nda bir yerlerde bulunan Tarhuntaşşa kentine taşınmış ve orada kendisi için ayrı bir krallık oluşturmuştur. Bu da, İmparatorluğun iki kardeş arasında fiilen paylaşılması demekti. Muvatalli’yi asıl uğraştıran ve tarih kitaplarına sokan konu, Mısır cephesidir. Kuzey Suriye'de Amurru kralının Mısır egemenliğini kabul etmesiyle iki devlet arasında bir çatışma artık kaçınılmaz olmuştu ve bu durum, II. Ramses'in 5. saltanat yılında yapılan tarihi Kadeş Savaşı ile sonuçlanmıştı (MÖ 1285). Mısır ordularının sayıca üstünlüğüne karşın, Hititler bu meydan savaşını kazanmışlardı. Bu zaferde, iki tekerlekli, hafif ve üç kişilik Hitit savaş arabalarının ve Anadolu'nun her yerinden getirilen bağlı beylik/krallık kuvvetlerin payı büyüktür.
III. Hattuşili: Tarihi kendi çıkarına göre yönlendiren bir kral
Kadeş Savaşı sonrasında, Mısır firavunu II. Ramses ile Kadeş Barış Antlaşması onun zamanında yapılmıştır. MÖ 1750’lerde hüküm sürmüş olan Kuşşara kralı Anitta’nın yazıtında, Anitta’nın Hint-Avrupa kökenli olması konularında akıl almaz saptırmalara neden olmuştur. Hititçeye yapılmış tercümesiyle bulunmuş olan yazıtının ortaya çıkarılışı ve orijinalinin hangi dilde yazılmış olduğu hala bilinmez. Hititler tarih geleneğini resmi ideoloji içerisine yerleştirmede ustaca davranmışlardır. Çok daha sonraki Eski Yunan ve Avrupalıların tarihi saptırma çabalarının erken öncüleri Hititler olmuştur. Bu durum, Hitit tahtını zorla ele geçirerek saltanata sahip çıkan ve bundan dolayı yapmacık bir soy uydurarak kendi kökenini ta Kuşşara krallığına kadar geri götürmek isteyen III. Hattuşili’nin çabalarında açıkça görülür. Hitit hanedanının kurucusu I. Hattuşili üzerinden Kuşşara krallığına giden bu sürecin, ilk kez ideoloji ve propagandayı büyük bir ustalıkla kullanmasını bilen III. Hattuşili tarafından kullanıldığı ve büyük bir olasılıkla sırf ideolojik nedenlerden dolayı onun tarafından uydurulduğu söylenir. Ancak I. Hattuşuli ile Anitta arasındaki en az 100 yıllık bir karanlık dönem vardır.

Çinliler

Qin Shih Huang Ti[5]
Qin Beyliği İlkbahar Sonbahar döneminde kurulmuştu. Diğer beylikler Savaşan Beylikler döneminde kendi aralarında savaşım verirken, zayıf Qin Beyliği’ni sona bırakmışlardı. Bu beyliğin 28. beyi Zhao MÖ 306 - 251 yılları arasında 56 yıl süren krallığıyla Çin tarihinin en uzun süre tahtta kalan kraldır. O dönemde Zhao Beyliği’nde zengin bir tüccar olan zeki ve kurnaz Lü Buwei de tarih sahnesine çıkar. Lü Buwei’nin çok sevdiği sesi ve dansı da kendi kadar güzel olan Zhao Ji adında bir odalığı vardı. Buwei’den hamile olan kadın, bir erkek çocuk doğurur: Çocuğa Zheng adı konur. Bu çocuk ilerde Çin’de siyasi birliği sağlayacak olan büyük Qin İmparatoru Qin Shih huang-ti’dir[6]. MÖ 238-210 yılları arasında hüküm süren bu büyük imparator, Çin'i silahlı güç kullanarak birleştirmiş ve bir dizi kapsamlı reform gerçekleştirmiştir.
MÖ 214 yılında Yin-shan etekleri ve Huang-ho kıyılarındaki meralarını ellerinden alarak Hunları Ordos'tan çıkaran Qin Shih huang-ti Çin’i birleştirmişti. Bu sırada Teoman döneminde genç Hunlar arasında yetenekli, ulusalcı ve enerjik bir kuşak ortaya çıkmıştı. Bazı tarihçilerin Hun-Han savaşlarının gerekçesini dayandırdıkları tarihi söylenti özetle şöyledir: Qin tahtına oturan Qin Shih huang-ti, Konfüçyüs düşman olması, Çin tarihçilerinin çoğunun Konfüçyüsçü olmaları nedeniyle, bu imparatorun gerçek kişiliğini öğrenmek, çok güçtür. Onun yaşam öyküsüne göre Hun akınları şöyle başlamıştı[7]:
MÖ 215 yılında imparator Şıhuangti, devletin kuzey sınırlarında bir geziye çıkmıştı. İmparator Şang bölgesine de uğrayarak, oradan başkentine dönmüştü. Bu sırada, … bir rahip … imparatora, Yazılı Resimler adlı bir kitap hediye etti. Bu kitapta Çin devletini yok edecekler, Hunlar (Hu) olacaktır, diye yazılmıştı. İmparator bu yazıyı görünce, General Meng T'ien'e, üç yüz bin kişilik bir ordu almasını ve Hunlara karşı akına çıkmasını emretti. ... General ilerleyerek, Sarı ırmağın güneyinde bulunan bütün bölgelerin (Ordos) hepsini aldı. Irmağın kıyıları boyunca.... yabancılara (Hunlara) karşı korunabilmek için, nöbetçi kuleleri ile donanmış, bir duvar yaptırdı. Bu bölgeler de, sürgün edilmiş Çinli suçluları yerleştirdi. Böylece ilk olarak oralarda, Çin ilçeleri kurulmuş oluyordu. ...
Qin Shih Huang Ti çok sayıda önemli reform girişimini derhal başlattı. Feodal sistemi bütünüyle kaldırmaya karar verdi. Yönettiği ülke, her birinin· başında imparator tarafından atanmış bir sivil valinin bulunduğu otuz altı eyalete bölündü. Valiliğin artık babadan oğula geçen bir konum olmadığını bildirdi. Kısa bir süre sonra da valilerin yerlerini birkaç yılda bir değiştirmeye başladı. Böylece iktidar emelleri olan bir valinin herhangi bir eyalette güçlü bir konum edinmesi olasılığının önünü almaya çalışıyordu. Her eyaletin imparator tarafından atanmış bir askeri lideri, sivil ve askeri valiler arasında dengeyi korumak amacıyla atanmış bir merkez valisi de vardı. Başkenti eyaletlere bağlayan ve herhangi bir eyalette ayaklanma baş göstermesi durumunda merkezi ordunun olay yerine hızla gönderilebilmesini sağlayan geniş bir yol sistemi geliştirildi. Eski aristokrasinin hayatta kalan üyelerinin başkente taşınmalarını buyurdu. Böylece onlara göz kulak olabilecekti.
Çin'de yalnızca askeri ve siyasi birliği sağlamış olmakla yetinmeyerek ekonomik birliği de hedefledi. Ağırlık ve uzunluk ölçülerine, para sistemine, çeşitli aletlere, taşıtların aks açıklıklarına ülke genelinde standart getirdi, yol ve kanalların yapımını denetledi. Ülke genelinde birleştirilmiş bir yasa sistemi yerleştirdi, yazı dilini standartlaştırdı.
En ünlü eylemi, MÖ 213 yılında yayımladığı, Çin'deki tüm kitapların yakılmasını buyurduğu fermandı. Tarım ve tıp gibi teknik konularda yazılmış kitaplar, Ch'i devletinin tarihsel kayıtları ve Yasal Okulu yazarların felsefe konusundaki çalışmaları bu buyruğun dışında tutulmuştu.
Diğer tüm felsefe eserler, Konfüçyüs öğretileri de içinde olmak üzere, tahrip edilecekti. Büyük ölçekli sansürün tarihteki belki de ilk örneği olan bu acımasız fermanla Qin Shih Huang Ti Yasal Okulu görüşe rakip felsefelerin, özellikle de Konfüçyüs ekolünün etkilerini yok edeceğini umuyordu. Yine de, yasaklanan kitapların kopyalarının başkentteki imparatorluk kütüphanesinde saklanmasını emretti.
Dış siyaseti de aynı derecede katıydı. Ülkenin güney kesiminde büyük fetihler yaptı ve topraklarına kattığı bölgeler zamanla Çin'in içinde eriyip gittiler. Kuzeyde ve batıda da orduları başarılıydı ama burada yaşayan halk üzerinde sağladığı denetim kalıcı olamadı. Onların Çin içlerine sefer düzenlemelerini önlemek üzere, Çin'in kuzey cephesindeki çeşitli küçük duvarları büyük bir duvar oluşturacak biçimde birleştirdi. Bütün bu imar projeleri dış ülkelerde yapılan savaşlarla bir araya geldiğinde, imparatoru halkın gözünden düşüren yüksek vergileri gerekli kıldı. Çelik iradesine başkaldırmak olanaksız olduğundan, katletme girişimlerinde bulunuldu ise de bunların hiçbiri başarılı olmadı, MÖ 210 yılında eceliyle öldü.
Shang Yang ve Refommları
Qin Beyliği başveziri Shang Yang, yaptığı reformlar ile Çin'de ilk defa devlet çapında bürokrasiyi oluşturmuştur. Amacı monarşik yönetimi güçlendirmek olan Shang Yang, yönetsel kuruluşlarda çok kapsamlı reformlara başladı. Tarımda ve savaş alanlarındaki övgüye değer çalışmaları ödüllendirdi. Arazi sahipliği yürürlükten kaldırıldı ve arazilerin serbestçe devrini önledi. Ticaretin önemini azaltırken, tarımsal üretimi artırıcı eylemleri özendiren siyasetler uyguladı. Tüccarları ve tacirleri devletin verimsiz varlıkları olarak gördü. Tarımsal üretimin artırılması için işgücünün en üst düzeyde kullanımını sağlayacak önlemler aldı. Daha çok tahıl hasat eden ya da daha çok ipek üreten aileleri angarya dışı tutarken, tüccarları ve boş gezenleri aileleri ile birlikte köle haline getirdi. Soyluların alışık olduğu ayrıcalıkları kaldırdı. Merkezi yönetimi güçlendirmek için bütün köyleri ve kentleri il olarak gruplandırdı. İller, onun atayacağı ve değiştireceği il başkanı ve yardımcıları tarafından yönetilecekti. Evleri onlu gruplara böldü; her bir ev komşularının olumsuz davranışlarından sorumlu olacaktı. Komşularının suç eylemlerini rapor etmeyenler bellerinden ikiye kesilerek cezalandırılacaktı. Buna uyanlar ise savaşta düşman öldürmüş gibi ödüllendirileceklerdi. Ağırlık ve ölçülerde bir standart getirildi.
Beyliğin halkı ve soyluları böyle bir reform ile değişime pek istekli değillerdi. Bu dirençten etkilenmeyen Shang Yang, Qin Beyi’ne şunu söyledi[8]: “Siyasi reformları yapmak için vatandaşların onayının alınması gerekmez, onlarla yalnızca elde edilen başarılar paylaşılır. Örnek oluşturan erdem ile donatılmış bir adam, sıradan hesapların taraftarı olmamalıdır ve olağanüstü yararlara ulaşmaya yönelmiş bir büyük adam kitlelerin görüşlerini dikkate almaz. İşte bu nedenle yalnızca bilgeler krallıklarını güçlü yapabilirler.” Bey onun önerisini kabullendi. Reformlara karşı gelenlerin şiddetle cezalandırılmasından sonra reform hız kazandı. Ancak sonuçta, Shang Yang kendisine karşı olanların nefretini kazandı. Onun reformları 21 yıl sürdü ve Qin Beyliği’nin konumunu büyük ölçüde iyileştirdi. Zhongguo (Çin)'ya 130 yıl sonra egemen olma yolunda Qin Beyliği için Shang Yang reformu bir köşe taşı olmuştur. Harita 12’de Qin’in beylikten imparatorluğa yükselişi görülmektedir.

Hintliler

Kautilya: İlk Büyük Siyasi Gerçekçi
... her kültürün kendi Makyavel’i, kendi Sun Tzu’su ve kendi Muhammed benzeri vardır ya da Napolyon şahsiyeti vardır[9] denir. Eski Hindistan’ınki de Kautilya’dır. D. Coetzee ve L.W. Eysturlid, Kautilya tarafından yazıldığı düşünülen Arthaşastra’nın, büyük strateji (grand strategy) konusunda yazılmış bilinen ilk bilimsel inceleme olduğunu ileri sürer. Yine güç stratejisi üzerine olan olasılıkla dünyanın ilk el kitabıdır. Bazı araştırıcılar eserin birçok düşünürün ortak çabası ile geniş bir dönem içinde ortaya çıkarılmıştır ve olasılıkla Kautilya da devlet yönetimi sanatı üzerine yazan ilk düşünür değildir. Arthaşastra savaşın büyük stratejisini tasarlama çabasında olan ve sonra uluslararası siyasetin gerçekçi dünya görüşü içine yerleştirilen öncü bir çalışmadır.
Kautilya'nın Candragupta ile birlikte Nanda Sülalesi'ni devirip yerine Morya Sülalesi'ni kurarlar. Genel kabul edilen görüşe göre Kautilya’nın, Brahman kastından bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldiği eğitim görerek bir pandit[10] olduğu varsayılır. MÖ 350 - 275 yılların arasında yaşadığı söylenir.
C. Drekmeier’in Kingship and Community in Early India adlı eserinde belirttiğine göre, erken Hint siyaseti üç ya da dört temel bilimden biri sayılırdı. Zamanın siyasi düşüncesinin çoğu yönetim biçimini monarşi olarak kabul ettiğinden siyaset de krallık bilimi olarak tanımlanmıştı. Arthaşastra metni de kral ve onun yöneticileri için bir siyasi kılavuz olarak düşünülmüştür. İçeriği geniş, siyaset ilkeleri yanında ekonomiyi de kapsar ve kamu yönetimi, dış siyaset, savaş teknikleri, medeni yasa ve toplumsal yapı gibi konuları işler. Metin, toplumsal düzenin bozulmasını önleyecek yaptırımlara gereksinim olduğunu vurgular. Anarşinin bir toplumun başına gelebilecek en büyük yıkım olacağı düşünülür.
Arthaşastra (Arthashastra) devlet yönetimi, siyaset bilimi, ekonomi, devlet örgütlenmeleri ve askeri stratejiyi konu alan bir eserdir. R. Boesche Arthaşastra`yı şöyle tanımlar: bir siyasi gerçekçilik kitabı, siyaset dünyasının nasıl çalıştığını analiz eden ve seyrek olarak da nasıl çalışması gerektiğini belirten bir kitap, çoğu kez bir krala kamu yararı ve devleti korumak için yapması gereken bazen çıkarcı bazense acımasız önlemleri söyleyen bir kitap. Boesche’nin belirttiğin göre farklı bilim insanları eserin adını farklı biçimlerde çevirmiştir. Örneğin; R.P. Kangle, siyaset bilimi bir krala toprağın (yerin) kazanılması ve korunmasında yardım etmek için bir deneme olarak; A.L. Basham, devlet üzerine bir deneme olarak; D.D. Kosambi, maddi kazanç bilimi olarak; G.P. Singh, devlet bilimi olarak ve Roger Boesche ise politik ekonomi bilimi olarak çevirmişlerdir.
R. Boesche, Kautilya’yı ilk büyük gerçekçi siyasetçi (realpolitik) olarak düşünür. Onun bilimsel eseri Arthaşastra, siyaset bilimi üzerine, Thucydides, Machiavelli, Hobbes, Clausewitz ve hatta Sun Tzu ile çarpıcı biçimde benzeri düşünceleri ile eski dünyanın en büyük siyaset kitapları arasında yer alır[11]. Max Weber ise onu Genel anlamda o zamanın tam olarak köklü ‘Makyavelcilik’ anlayışı olarak algılar.
Asoka [12]
Hint tarihinin belki de en önemli hükümdarı olan Asoka (yaklaşık MÖ 300-232), Maurya hanedanın üçüncü hükümdarı ve bu hanedanın kurucusu Çandragupta Maurya'nın torunuydu. Çandragupta, Makedonyalı İskender'in seferlerinden önceki yıllarda Kuzey Hindistan'ın büyük bölümünü ele geçirerek ülke tarihindeki ilk büyük imparatorluğu kuran askeri önderlerden biriydi. Pers İmparatoru Büyük Kiros, Babil'i fethetmesi üzerine, kazandığı savaşların kayıtları ile bağışlayıcı yasaları da silindirin üstüne kazıttırdı. Bu bildiri, Babil’i kölelerin özgürlüğünü yasa haline dönüştürdüğü için, bazı çevrelerde İlk İnsan Hakları Bildirgesi olarak kabul edilir. Aşoka’nın yayınladığı Aşoka Fermanları da bu belgelerden biridir. Hükümranlığının sekizinci yılında, Hindistan'ın doğu kıyılarında bir devlet olan Kalinga’yı fethederken uyguladığı zulüm ve vahşet[13] sonrası büyük bir pişmanlık duygusuna kapılan hükümdar, Budizm dinini benimsedikten sonra devlet yönetiminde mutlak şiddetsizlik (ahimsa[14]) ilkesini benimsemiş, insan haklarına büyük değer vermiştir. Gereksiz hayvan kesimi ve yaralamayı kesin olarak yasaklamış, uyruğunun din, dil, ırk farkı gözetmeksizin kendisinin eşiti saymıştır. Benimsediği politikayı anlatan sözlerinin krallığındaki tüm kayalara ve sütunlara yazılmasını buyurdu (Aşoka Fermanları). Bu anıtlardan birçoğu günümüze kadar ayakta kalmıştır.

Türkler

Tarihte İlk Göçebe İmparatorluğu Kuran Önder: Mete (Mao-dun)
Türk tarihinde adı bilinen ilk büyük önder Mete’dir. Onun ortaya çıkışı Zizhi tongjia’da şöyle anlatılır[15]:
Chunwei'den Maodun (Mete)'a kadar bin yıldan fazla zaman geçmiştir. Hunların çok güçlü olduğu zamanlar olmuş, birliği oluşturan kavimler çeşitli parçalara bölündüğünde ise gücü kaybolmuştur. Hun yöneticilerinin zaman sıralı tam bir listesini vermek olanaksız. Ancak, Maodun Chanyu (Şanyü) olduğunda kuzeydeki bütün kavimleri denetimi altına almayı başardı. Güneydeki Çin onun rakibi oldu. Maodun'un ortaya çıkması ile Hun yöneticileri ve unvanları hakkında doğru bilgiler vermek olanaklı oldu.
Bundan anlaşılacağı üzere Hunlar ile ilgili bilgiler Mete’den binyıl daha öncesine geri gider. Çin'in komşu kavimleri üzerine pek çok araştırma yapmış olan Japon bilgini K. Shiratori, Mete ile birlikte böyle güçlü bir imparatorluğun doğuş nedenlerini, doğrudan doğruya Çin'de Qin Sülalesi gibi, büyük ve köklü bir devletin kuruluşuna bağlar[16]:
Çin'de prenslerin tesir ve güçleri arttıkça, komşu kavimler de, Çin'e karşı koyabilmek için kendi güçlerini de, birleştirmek zorunluluğunu duydular. Çin'in hepsi, Ch'in (Qin) Sülalesinin kurucusu Shih-huang-ti tarafından birleştirilince de bu defa komşu kavimler, kendi aralarında, üç grup (Hunlar, Yüeçiler ve Tunghular) halinde toplanmak zorunda kaldılar. Bu kavimler, kendi aralarında böyle birleşmeyip de, birbirleri ile aralarında mücadeleye devam ederlerse, kendi varlıklarının Çin tarafından yok edileceğini iyi biliyorlardı. Bu sebeple onlar, kendi varlıklarını koruyabilmek için, birleşerek güçlerini, Çin'e karşı koruyabilecek derecede geliştirmek zorunda idiler. Bu durumun yarattığı avantaj ile ve bu kavimlere bağlı halkın birleşme isteği üzerine, Hunlar Mao-tun Şanyüsü sahneye çıkmış oldu.
Ch'in sülalesinin imparatoru Shih-huang-ti yaşadıkça ve ünlü General Meng T'ien Çin sınırlarını korudukça, yabancı kavimler surların kuzeyindeki bozkır ve çöllere çekilme zorunda kalmışlardı. Fakat bu imparatorun ölümü ve Ch'in devletinin de süratle gücünün azalması üzerine, bütün Çin karışıklıklar içine gömülmüştü. Han ve Ch'u beylikleri ise birbirlerine karşı üstünlük savaşlarına girmişlerdi. Hunların Mao-tun Şanyüsü, bu durumdan hemen yararlandı ve Tunghu'ları (Ön Moğolları) yenilgiye uğrattı. Batıda, Yüeçiler ile Wusunları yenerek kovdu. Doğu Çin'de Liao-tung bölgesine kadar uzanan kesimi ele geçirdi. Batıda Tanrıdağları ile Pamir'e kadar uzandı.
Mete’nin stratejiye katkıları B. Laufer, Sino-İranca adlı yapıtında anlatılır[17]:
Hem Hunlar ve hem de Çinliler, tıpkı İranlılar gibi, tarihin olağanüstü ve çapraşık olayları içinde, aynı gelişme çağlarını, bağımsız olarak aşmak zorunda kalmışlardır. Çeşitli kavimlerde bu ilerlemeler, üstün benzerlikleri sebebi ile üç ihtiyaç üzerinden gelişmişlerdi. Bunlardan birincisi, kavimlerin, birbirlerine benzer bir biçimle savaşma istekleri idi. Bunun yanında, madenden yararlanma yolu ile benzer zırhlar ile örtünme gereği vardı. Ayrıca bu eğilimler, kavimlerin birinin diğerinden, sürekli olarak, bir şeyler öğrenerek, onlardan yararlanma ihtiyacını da doğuruyordu.
Mao-tu, kendi askeri metodu ile ileri bir katı ve kesin saf düzeni de geliştirmişti. Onun bu yenileştirme hareketlerinin reformcu özelliği, kendi halkı içinde de bir şaşkınlık ve heyecan kaynağı olması idi. Eğitimden sonra, yavaş yavaş deneme sınavlarına girmek de, onun prensiplerinden biri idi. Deneme ve sınavlarda en ufak bir ihmal gösterenleri bile Mao-tu, katı bir şekilde uygulanan yeni askerlik taktiklerine, özellikle atak planlara akıl erdirebilmiş olmasında görülmüştür. Düzenli ve toplu bir halde hareket edebilen kendi atlı birlikleri, babasının düzensiz birliklerini alt edebilmişti. O, amatör savaşçıların, uyguladıkları “savaş sanatı ile stratejiden”, kendini kurtarabilmiştir. Bir prensibe dayanmayan ve sürü halinde akın yapan, atlı birliklerde görülen metodlara da karşı gelmiştir.
Bu yeni askeri taktik ilminin, ilk bulucu ve uygulayıcısı, Mao-tun, mi idi? Kesin olarak böyle düşünebiliriz. Onun Yüeçiler'de, bir süre rehin olarak, kaldığını biliyoruz. Bu sırada Yüeçiler, kendi yurtları olan Kansu'nun, kuzey kesimlerinde oturuyorlardı. ... Mao-tu, bu askerlik bilgilerini, Yüeçilerden öğrenmiş olamaz mıydı?[18] Olup bitenlere bakılırsa, İran Kralı Küros'un ruhu ve soğukkanlılığı, adeta Mao-tu'da toplanmıştır. İranlıların kullandığı standartlar, onun uygulamalarında da açık olarak görülüyordu. İranlıların atlı birliklerinde görülen aynı stratejiyi, sonradan Romalılar da almışlardı. Türk kavimleri de, bundan derin olarak, etkilenmiş olamazlar mı idiler? Fakat Türk kavimlerinde bu reformun üstün lideri ve bu düzenin büyük uygulayıcısı, Mao-tun idi.
Hunların, Çinliler ile yaptıkları savaşlar hakkında verilen bilgiler, az ve noksandırlar. Buna rağmen, Çin tarihlerini dikkatle okuduğumuz zaman, Hunların atlı birliklerin en iyi taktikçisi ve uzmanı olduklarını, açık olarak görebiliriz. Hunlar, Büyük Frederik'in Mollwitz savaşından sonra kullandığı taktiği tam olarak uygulamışlardı. Büyük Frederik'in taktiği şöyle idi: Atlı birliklerin her subayı, düşmanı yenebilmek için, gerekli şu iki şeyi hatırlarından çıkarmamalı idiler: Birincisi düşmana, mümkün olabilecek en büyük hız ve güçle yüklenmektir. İkincisi ise, düşmanı çevirmektir. Manevralar ile savaş alanlarında yapılan hareketlerde, Hunlar arazide herhangi bir yanlış yapmaksızın, Büyük Frederik'in taktiğinin en iyilerini, uygulayabildiklerini göstermiş idiler. Çin generali Li Ling'e karşı yaptıkları haşin ve hırs dolu savaş, bunun en güzel bir örneğini idi. Öncü ve keşif birlikleri bu savaşta kendilerine verilen taktiğin daha ötesine geçmişlerdi.
Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere Mete, hem strateji hem de taktik geliştirme ve uygulanmasında üstün becerili biridir. Örneğin, Tunghulara karşı yaptığı büyük akın öncesi kuvvet oluşturma ve konumunu güçlendirmek için sabır ve özveri göstermiştir. Yine, geliştirdiği yeni yöntemleri ve taktikleri birliklerine iyice belletmek için zamanımızda gerek kuramsal ve gerekse eylemli olarak yapılan eğitim ve tatbikatları düzenli ve disiplinli bir biçimde uygulamıştır. Eğitimi bizzat kendisi yaptırmıştır. Mete’nin stratejiye katkısına çok güzel bir örnek, onun Han Sülalesi kurucusu Kao Tsu’yu MÖ 200 yılında, Şensi'de kuşatması sırasında izlediği stratejidir. B. Ögel’in Laufer’den aktardığı üzere bu kuşatma şöyle gelişmiştir[19]:
Mao-tu, kendi özel taktiği ile ilk Han sülalesinin imparatoruna taarruz etmişti. 320.000[20] kişilik bir ordu ile Çin imparatorunu kuşatma hareketine girişmişti. En iyi birliklerini pusuda bekletirken, önce imparatoru yapmacık gerilemelerle tahrik etmiş ve kaçar gibi görünmüştü. Bu onun, askerlik dehasının bir zaferi idi. Bu tek meydan savaşının, bütün ayrıntıları ile yazılmamış olması, gerçekten büyük bir kayıptır.
Mete’nin geliştirdiği bu taktik, daha sonraki zamanlarda Türkler tarafından birçok muharebede başarıyla kullanılacaktır.
Birçok kez fırsatlar çıkmasına karşın, Mete daha ileri gitmemişti. Eberhard’a göre onun siyaseti sözcüğün bozulmamış tam anlamıyla yayılmacı değil, ulusal idi. Hunların ulusal siyaseti görüşünü savunanlara göre, Çin gibi çok geniş ve kalabalık nüfuslu bir ülke uzaktan değil, Çin'in içinden yönetilmeliydi. Böyle bir durumda Hunlar, anavatanını terk etmek zorunda kalacaktı. Bu da sürüleri ve göçebe yaşamı terk etmek ve Çinlileşmek anlamına geliyordu. Ulusal siyasetin ana savunucuları, ilk ilkesi her zaman eski yaşam biçimine sadık kalmış olan kavim önderleriydi. Mete onların görüşüne uydu ve Hunlar yaklaşık 700 yıl bu ilkeyi korudu. Toba, Moğol ve Mançular tersi siyaset izledikleri için çok geçmeden Çin ekonomisi ve kültürü içinde siyasi alandan kayboldular.
Tarihte Türk Adının İlk Defa Kullanıldığı Devleti Kuran Önder: Bumin

Tarihte Göktürklerin kesin olarak görünmeleri 542 yılındadır. Bir Çin belgesindeki kayda göre (CS 27, Yü Wen-tse'nın biyografisi);
Gök-Türkler, her yıl nehrin buzlarla kaplanmasından istifade ederek, kolayca güneye geçip yağmalar yapıyorlardı. Bu akınlar durdurulamadığı için buralarda yaşayan halk, kalelere sığınıyor ve bu şekilde hayatını koruyabiliyordu. Sui eyaletine Yü Wen-tse adlı devlet adamı tayin edildiğinde, bu şahıs eskisi, yani Gök-Türklerden önceki gibi bölgeyi yeniden emniyete almak istedi. Önemli yollar üzerindeki bir kaç yüz noktaya kuru odun yığdırtırken, uzak noktalara da gözcüler gönderildi. Bu suretle onların hareketleri takip edilebilecekti. Bu yılın 12. Ayında Gök-Türkler, Lien vadisinden(ku) işgale giriştiler, bir kaç on li ilerledikten sonra, Yü W en-tse yığılmış olan odunları ateşe verdirtti. Bu durum karşısında Gök-Türkler büyük bir ordunun geldiğini zannederek, korkup geri çekilmeye başladılar. Panik içerisinde olduklarından birbirlerini eziyorlardı. Sürü hayvanlarını ve önemli ağırlıklarını bıraktılar. Yü W en-tse, onların bıraktıklarını kendi halkına dağıttı. Bundan sonra bir daha gelmeye cesaret edemediler.
Bu olay Göktürklerin tarihte kesin olarak ilk görünüşleridir. Dolayısıyla Türk adı (T'u-chüe) ilk defa burada kullanılır. Metindeki ifadelerden 542 yılından önce bile bu bölgeye Göktürk akınları yapıldığı anlaşılır. Sonunda Göktürk akınları ancak bir hileyle durdurulabilir. Bu akınlar sırasında başkanlarının Bumın (T'u-men) olduğu ileri sürülür. 545 yılı Göktürk tarihinin dönüm noktasıdır. Bundan sonra her şey aydınlanmaya başlar. Kaynakların açıkça bildirdiği bu sırada Göktürklerin başkanı Bumın'dır.
Bozkır boylarının üretimi kendilerine yetmez. Yerleşiklerle yağma, haraç, ticaret biçimindeki değişime gerek duyulur. Bu değişime göçebe, yerleşikten daha çok isteklidir. Bumin (T'umen)'in Türkleri Altay'da Juan-Juan hesabına demircilik yaparken, Tölesleri yenip Türk siyasal birliğinin temelini atınca, pamuklu ve ipekli almak için hemen Çin sınırına gelirler, 545-597 yılları arasında Çin'e aynı zamanda ticaret kervanları olan 370 elçilik kurulu yollar[21]. Çin kaynakları onlardan şöyle söz eder:
Bumin'in oymakları yavaş yavaş çoğaldılar ve Çin sınırına geldiler. Pamuklu ve ipekli kumaşlar almak ve böylece Çin İmparatorluğu ile ilişkiler kurmak istediler.
Bumin'in oymakları Çin sınırına geldiğinde, Toba Devleti, Batı ve Doğu olarak ikiye ayrılır. Batı To-ba Devleti, Doğu To-ba Devleti ile savaşım durumundadır. İç ve dış karışıklıklar içinde bocalayan Batı To-ba, dış baskıyı dengelemek için, Göktürk oymaklarıyla ilişki kurmak ister. Kansu'daki kervan yolu üzerindeki bir ticaret kentinde yaşayan ve Çinli olmayan bir kişiyi 545 yılında Bumin'e elçi olarak yollar. İyice zayıflamış da olsa, bir Çin devletinden elçi gelmesi, yeni yeni güçlenen Bumin'in oymaklarını çok sevindirir. Şöyle konuşurlar[22]: Bugün büyük bir memleketin elçisi bize gelmiş bulunuyor. O halde siyasal kuruluşumuz, çabucak büyüyecektir.
Bu sırada, Töles oymakları, Juan-Juan'lara saldırma hazırlıkları içindedir. Bumin ve oymakları, bu fırsattan yararlanarak Töleslere saldırır ve onları yenilgiye uğratır. 50 bin kişiyi aştığı söylenen Töles oymakları, Göktürklere bağımlı yapılırBu katılımla biraz daha güçlenen Bumin, Tölesleri yenmekle, bağımlı bulunduğu Juan-Juan'lara hizmette bulunmuş olur. Bundan yüreklilik alarak Juan-Juan şefi A-na-kuei'den kız ister. Fakat bu istek, Juan-Juan şefini çok kızdırır. Bir elçi yollayarak Bumin'e şunu söyletir[23]:
Siz bizim demircilik yapan adi kölelerimizsiniz. Böyle bir öneride bulunmaya nasıl cesaret edebiliyorsun?
Bumin çok kızar; elçiyi hemen öldürtür, 552 yılında Batı To-ba ile bağlaşık olarak, Juan-Juan'lara saldırır ve onları büyük bir yenilgiye uğratır. Bu yengi üzerine Bumin, İ-li Kağan (İl Kağan) unvanını alır. Hunların Tanhu’su yerine, artık bundan sonra Kağan unvanı yerleşir. Bu başarı, Töleslerin örgütlendirilip Bumin'in oymaklarının güçlendirilmesiyle sağlanır. 130 yıl sonra da Türk budunun başındaki İlteriş Kağan, Oğuz adıyla geçen bu Töles boylarının bir bölümünü örgütleyerek ikinci Göktürk siyasal birliğini kurmayı başarır.
Tutsak Düşmüş Bir Ulusu Yeniden Bağımsızlığa Kavuşturan Önder: Bilge Kağan
İleri görüşlü Bilge Kağan, bilge vezir Tonyuku, cesur komutan Kül-Tigin tarihin ender bir araya getirdiği uyumlu bir üçlüdür.
Türk tarihinde ilkin Hunlar ve Çinliler arasında ticari ilişkiler Mao-dun zamanında başlar[24]. Bu ticaret Hun-Çin sınırında, bu iş için ayrılmış özel pazarlarda yapılırdı. Bilge Kağan, 727 yılından başlayarak sınırdaki ticaret yerlerinin güvenliğini sağlayarak yeniden Çin ile ticarete başlar. Bilge Kağan yazıtında ki: ...O yere (Çin’e) doğru gidersen Türk milleti öleceksin! Ötüken yerinde oturup kervan, kafile gönderirsen hiçbir sıkıntın yoktur. Ötüken ormanında oturursan ebediyen il tutarak oturacaksın [25] sözleri Mao-dun’un başlattığı ticaret politikasının sürdüğünü doğrular.
Bilge Kağan'a göre, Kağan ve buyrukları bilgili ve yiğit olursa, beyler ile budun uyumlu olursa siyasal birlik doğar, gelişir ve Ötüken merkez ise sonsuza dek sürer. Sorun, doğallıkla, daha karmaşıktır. Birlik, boyların başına oturan soylu bey ailelerine daha çok çıkar sağlama temeline dayanır. Özellikle Çin gibi büyük yerleşik ülkelere karşı girişilecek yağma akınlarının başarıyla yürütülebilmesi, güçlerin bir başbuğ çevresinde biraraya getirilmesini gerekli kılar. Yağma akınlarını ve savaşları, elçilik kurulları yollanması ve ticaret izler. Ticaret ve diplomatik ilişkiler, hanlık ve Kağanlık düzeyinde, daha düzenli ve verimli biçimde işler. Bilge Kağan, aç Türk budunu besleyerek ve zenginleştirerek Kağanlık görevini iyi yaptığını övünerek birçok kez belirtir[26]:
Varlıklı, varsıl budun üzerine (kagan) oturmadım. İçte aşsız, dışta donsuz, düşkün, perişan budun üzerine oturdum. Türk budunu için gece uyumadım, gündüz oturmadım..... ölecek budunu diriltip besledim. Çıplak budunu donlu (giyimli) kıldım. Fakir budunu bay (zengin) kıldım. Az budunu çok kıldım.
Kağan, budunu beslemek ve bay kılmak için askeri seferler yapar. Bu savaşlar, beylere ve buduna bol ganimet sağlama amacını güder. Bu gereksinmeler, yalnız savaş ve yağma ile değil, ticaret antlaşmalarıyla da sağlanabilir. İşte Kağan bu görevleri az çok iyi biçimde yerine getirdiği sürece, siyasal birlik yaşar. Yağma, haraç ve ticaret yoluyla tüketim gereksinmeleri sağlanamayınca ya da Kağan ganimeti kendine ayırınca, karışıklıklar başlar.
Bilge Kağan, eski Türk dini yerine Budizmi benimseyerek göçebe Türklerin yerleşik yaşama geçme girişimini, aynı zamanda kayınpederi olan vezir Tonyukuk, Türklerin savaşçılığını önleyeceği gerekçesi ile engeller. İlginçtir ki, böyle girişimin gerçekleşmesi durumunda büyük olasılıkla Türkler bir Orta Asya kavmi olarak kalabilirlerdi.
Göçebe Türklerin Yerleşik Düzene Geçişini Başlatan Önder: Selçuk Bey
Bazılarına göre Hazar Kralı, diğer bazılarına göre ise Oğuz Yabgu devletinde ordu komutanı (sübaşı) olan Selçuk Bey, Oğuz Yabgusu ile aralarında çıkan anlaşmazlık nedeniyle Oğuzların kışlık merkezi Yenikend’den ayrılıp Türk ülkeleriyle İslam ülkeleri arasında bir uc kenti olan Cend kentine göç etir (961). Selçuk’un burada Müslüman olması Türk tarihinde bir dönüm noktasıdır. Büyük oğlu Mikail’in ölmesi üzerine onun iki oğlu olan Çağrı ve Tuğrul beyleri, geleceğin büyük önderleri olarak kendisi yetiştirir. Büyük Selçuklu Devleti’nin kuruluşunu gerçekleştiren bu iki önderden ilki askeri, ikincisi de devlet yönetimi alanında iki büyük önderi olur.
Müslümanlığın kabulünden sonra Türkler Selçuk ailesinin önderliğinde Siri Derya akarsuyunu güneyine doğru aşarlar. Beş Deniz yaylasına gelen neredeyse her Türk kabilesinde olduğu gibi, Buradaki Müslüman beyliklerin kiraladıkları savaşkan askerler olarak çıkarlar. Yine tarihsel sürecin temel kalıbına uygun olarak, zamanla belirli eyaletlerin yöneticileri ve sonunda geniş toprakların özerk hükümdarları olurlar. Selçuklular, İran'a egemen olduktan sonra Tuğrul Bey'in önderliğinde batıya yönelirler ve Halifeliğin merkezi olan Bağdat 1055 yılında Türklerin eline geçer.

Diğer[27]

D. Coetzee ve L. W. Eysturlid, Savaş Düşünürleri (Philosophers of War) adlı yapıtta her kültürün kendi Machiavelli’i, kendi Sun Tzu’su, kendi Muhammed’i ya da Napolyon kişiliği olduğundan söz ederler. Yapıtta Çin’den, Batı, Hindistan ve İslam dünyasına kadar birçok askeri kültürden önemli askeri ve strateji düşünürü ele alınıp; bunların kuramları, başarı ya da başarısızlıkları ve diğer askeri düşünür ve uygulayıcıları üzerindeki etkileri incelenir. Daha çok Batılıların yer aldığı listede olanlardan bazıları şöyledir: Genel Kuramcılar arasında Herodot, Tukidides; Siyasi ve Büyük Strateji Kuramcıları arasında Sezar, Fabius Maximus; Taktik ve Operatif Kuramcılar arasında Makedon kralı II. Filip ve Kartacalı Anibal sayılır.
Öte yandan Carl J. Richard, Dünyayı Değiştiren On İki Yunan ve Romalı adlı çalışmasında dünyayı etkilemiş on iki Yunan ve Romanlıdan söz eder. Bunlar Batı yazınının kurucusu Homeros, Batı biliminin kurucusu Thales, Yunan uygarlığının koruyucusu Temistokles, demokratik reformcu Perikles, Batı felsefesinin kurucusu Platon, Yunan kültürünün yayıcısı İskender, Roma cumhuriyetinin savunucusu Scipio Africanus, Roma cumhuriyetini yıkan Julius Sezar, cumhuriyet adına yaşamını veren Cicero, Roma İmparatorluğu kurucusu Augustus ile İncil yazarı Tarsuslu Paul ve Hıristiyan Tanrıbilimci Augustine’dir. Politik, askeri önderler yanında sanatçı ve aydınlar da yer alır.
Bir Taktik Dehası Epaminondas: Çok zeki bir insan olarak tanınan Epaminondas yeni bir savaş biçimi yaratır: Çarpık muharebe düzeni (yanlamasına saldırı). Levktra’da bu taktikle Spartalıları yener. Bu muharebe Yunanistan’ın siyasal tarihinde olduğu kadar savaş tarihinde de bir dönüm noktasıdır. O zamana kadar yapılan muharebelerde iki taraf birbirine paralel iki saf oluşturur, bu saflar mümkün olduğu kadar bozulmaksızın birbirinin üzerine yürürdü. Levktra’da uyguladığı usul kanatlardan birinde bir ağırlık merkezi kurmak, ilkin bu güçlü kanadı saldırıya geçirmek ve bu saldırı başarı kazandıktan sonra diğer kanadı ileri sürerek düşmanı bir kıskaç içine almaktan oluşuyordu. Bu çarpık muharebe düzenini sonraları Makedonya kralı II. Filip ve İskender geliştirmiş, modern zamanlarda da örneğin Prusya kralı Büyük Frederik’in ve Türk Kurtuluş Savaşı’nı zaferle bitiren Büyük Taarruz’da Mustafa Kemal Atatürk’ün savaş taktiğinde büyük rol oynamıştır.
İlkçağın En Büyüklerinden Biri: II. Filip:
Makedonya gücünün gerçek kurucusu II. Filip’tir. Onun elde ettiği şaşırtıcı başarıları uzun, fakat azimli bir çalışmadan sonra oluşturduğu siyasi ve askeri yapıdır. Her şeyden önce iyi öğrenim ve eğitim görmüş, mükemmel olarak donatılmış ve silahlandırılmış bir ordu kurmaya önem verdi. Soylulardan oluşan atlı kuvvetlerinden yeni bir süvari sınıfı oluşturdu. Piyadeyi yeniden yapılandırarak Makedonya falanksı’nı kurdu. Teknik birlikler, bağlaşık ya da ücretli yabancı askerler de vardı, işte böylece ordudaki çeşitli sınıfların taktik alanında alacakları görevlere göre silahlandırılmış ve bunların organik olarak birbirlerine yardımda bulunmaları sağlanmıştı. Epameinondas’ın çarpık muharebe düzeni taktiğini saldırı kanadına piyade yerine süvariyi koyarak geliştirmişti. Böylece ortaya kısa zamanda son derece etkili bir savaş makinesi çıkmıştı. Bu ordu, belki de Antik Dünya’da var olmuş en iyi orduydu. Yine ilk kez imha muharebesini başarıyla uygulamıştı: Savaş meydanında yendiği düşmanı yok edinceye kadar süvarisiyle izliyordu. Berkitilmiş kentleri ve kaleleri taş gülle atan mancınıklar, yer değiştirebilen kuleler kullanmak suretiyle ele geçirmek yollarını buldu.
O parlak bir teşkilatçı, atılgan, cesur ve yetenekli bir komutan, bazen dolambaçlı yollardan gitmekten çekinmeyen usta ve kurnaz bir diplomattı. Başarısının hakkında önemli olan şeylerden biri de yaradılışı, zekâsı ve savaşa olan yaklaşımıydı. Kesinlikle yenilgi düşüncesini kabul etmiyordu. Gerekli gördüğü zaman, kendi koşulları içinde yapılacak bir anlaşmadan başkasını yapma düşüncesini kabul etmiyordu. Rakiplerinden birinin karşısında geçici olarak işlerin ters gittiğinde söyledikleri ünlüdür: Kaçmadım, bir daha ki sefere daha güçlü bir saldırı yapmak için aslanlar gibi geri çekildim, demişti. Bu onun yaşam ilkesi idi. Kimse onu kalıcı olarak yenemedi. Geçici bir yenilgiyi kabul etmek durumunda kalması hâlinde, hemen çeşitli yollarla, askeri, diplomatik ve buna benzer biçimde bulabildiği yollarla, onu düzeltmek için çalışmalara başlardı. Onun en büyük yeteneklerinden biri inandırıcı bir biçimde yalan söylemekti ve bu da doğal olarak, yalancısın, demeye kimsenin cesaret edemeyeceği kadar güçlü bir ordunun başında olmasından kaynaklanıyordu.

Kaynaklar

1.        Avcıoğlu, Doğan, Türklerin tarihi, İkinci Kitap (İkinci Basım), Tekin Yayınaevi, İstanbul, 1978
2.        Coetzee, Daniel, Eysturlid, Lee W., Philosophers of War: The Evolution of History's Greatest Military Thinkers, [2 Volumes], ABC-CLIO, 2013
3.        Karadağ, Osman, Stratejinin Yazılı Kaynakları, Erken Öncüler – 1 Sümerler ve Sonrası, Berikan Yayınevi, Ankara, 2014)
4.        Karadağ, Osman, Stratejinin Yazılı Kaynakları, Erken Öncüler – 2 Hititler ve Diğer Anadolu Kavimleri, Berikan Yayınevi, Ankara, 2014)
5.        Karadağ, Osman, Stratejinin Yazılı Kaynakları, Öncüler – 1 Çinliler ve Hintliler, Berikan Yayınevi, Ankara, 2015)
6.        Karadağ, Osman, Stratejinin Yazılı Kaynakları, Öncüler – 2 Yunanlar ve Romalılar, Favori Yayınevi, Ankara, 2018 (Basımda)
7.        Michael H., Dünya Tarihine Yön Veren En Etkin 100, (Özgün Adı: The 100, Citadel Press - Kensington Publishing Corp.) Çeviri: Nurşan Üstüntaş, Neden Kitap Yayınlan, 2. Baskı Şubat 2008
8.        Ögel, Bahaeddin, Büyük Hun İmpratorluğu Tarihi I, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1981
9.        Wolfram Eberhard, Çin Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayını, 3. baskı, Ankara 1995
10.     Yap, Joseph P., Wars With The Xiongnu, A Translation from Zizhi tongjian, AuthorHouse, Bloomington, Indiana, U.S.A. 2009


[1] Dünya Tarihine Yön Veren En Etkin 100 kişi arasında; Bilim adamları ve mucitler 36, Siyasi ve askeri liderler 31, Din dışı düşünürler 14, Dini liderle 11, Sanatçılar ve edebiyatçılar 5, Kaşifler 2, Sanayiciler 1. Bu kişilerin 69 Avrupa, 18 Asya kıtasındandır. Bu kişilerin, 68’i MS 1400 öncesi yaşamıştır. (Hart, Michael H., Dünya Tarihine Yön Veren En Etkin 100, (Özgün Adı: The 100, Citadel Press - Kensington Publishing Corp.) Çeviri: Nurşan Üstüntaş, Neden Kitap Yayınlan, 2. Baskı Şubat 2008)
[2] Abraham Harold Maslow (1908, 1970) insan gereksinimlerini (1) fizyolojik, (2) güvenlik, (3) ait olma ve sevgi, (4) değer ve (5) kendini gerçekleştirme olarak kademelendirir.
[3] Karadağ, O., Stratejinin Yazılı Kaynakları, Erken Öncüler – 1 Sümerler ve Sonrası, Berikan Yayınevi, Ankara, 2014
[4] Şuppiluliuma yönetimi, Eski Doğu’nun Amarna Çağı denilen 14. yüzyılın ilk yarısına rastlar. Bu devri aydınlatan Tel el-Amarna belgeleri, sayıları dört yüze yaklaşan Akadça yazılmış mektuplardır. Bu mektupların bir kısmı, Önasya’nın Büyük kralları ile 18. Sülale firavunlarından III. ve IV. Amenofhis’ler arasında, diğer büyük kısmı da Suriye-Filistin’deki küçük kent beyleri ile adı geçen firavunlar arasında karşılıklı gönderilmiştir.
[5] Hart, Michael H., Dünya Tarihine Yön Veren En Etkin 100, (Özgün Adı: The 100, Citadel Press - Kensington Publishing Corp.) Çeviri: Nurşan Üstüntaş, Neden Kitap Yayınlan, 2. Baskı Şubat 2008, s.96-101
[6]Çin’de kralların yönetim unvanları ve kendi adları farklıdır. Bu adlar zaman zaman karışıklığa neden olur. Qin Shih Huang-ti’nin doğduğunda ailesi tarafından verilen ad Ying Zheng, Zhao Beyliği’nde kaldığı sürece kullandığı ad Zhao Zheng, beylik tahtına geçtiğinde aldığı ad Qin Wang Zheng, beylikleri birleştirip tek merkezli Qin Sülalesi’ni kurduğunda ise imparatorluk adı Qin Shih Huang-ti olarak geçer. Bütün kaynaklarda bu bir ad olarak geçmesine karşın gerçekte kendisine verdiği bir unvandır. Qin Beyliğin adı, Shi ilk, Huang Di ise imparator demektir. Böylece bu unvan Qin Beyliği’nin İlk İmparatoru anlamına gelir. Kişi doğduğunda ona ailesi tarafından belirlenen bir ad verilir. Bu adı, yalnızca aile bireyleri kullanabilir, başkası kullanamaz. Kisi yaşamında başka bir adla anılır. Bir göreve atandığında adı, bu göreve uygun olarak değişikliğe uğrar. Kişi öldüğünde ise yeni bir adla anılır. Kral tarafından verilen unvan ve adlar da buna eklenir. Böylece, tek bir kişi 2–3 ayrı kişi gibi algılanabilir. {Okay, Bülent, “Konfuçyüs”, Okyanus Yayıncılık, İstanbul, 2004, sf: 12–13.}
[7]Ögel, C1, s. 136-141. Bu konuyu J. Yap şöyle aktarır: MÖ 215 yılında Denizaşırı bir seferden dönen bir efendi (mister) Lu, bir okült metnini imparatora sunar. Metin şöyledir: “Qin'in yazgısı Hu'ya dayanır” (Burada Hu=Hunlar'dır). Ya da “Hu, Qin'in sonunu getirecektir” biçiminde de okunabilir. {Yap, s.39}
[8]Yasa uygulamaya başladıktan sonra, veliaht prens yeni oluşturulmuş devlet yasasına tecavüz etti; Shang Yang şöyle müdahale etti: Yasanın uygulanmasına karşı direnç üst yönetim kademesinden geldiğine göre, prensin de ona göre disiplin edilmesi zorunludur. Ancak veliaht cezalandırılamayacağına göre, onun yerine veliahtın iki öğretmeni cezalandırıldı. Birine burun kesme, diğerine de yüzünü hacamat etme cezası verildi. Reformlara karşı gelenler de kaynar suda haşlanarak cezalandırıldı. {Yap, s.8.}
[9] Coetzee, Daniel, Eysturlid, Lee W., “Philosophers of War: The Evolution of History's Greatest Military Thinkers, [2 Volumes], ABC-CLIO, 2013
[10] Pandit: Brahmanlar içinde belirli alanlarda kendini geliştirmiş ve uzmanlaşmış kişilere verilen bir unvandır.
[11]R. P. Kangle’nin “The Kautiliya Arthasastra, 3 vols.”, 2nd ed. New Delhi: Motilal Baarsidas Publisher, 1972. Bu kitabın ilk cildi Arthasastra’nın Sanskritçe olarak verir, ikinci cildi bire bir İngilizceye çevirisi, üçüncü cildi ise Kangle’nin analizini içerir.
[12] Hart, Michael H., Dünya Tarihine Yön Veren En Etkin 100, (Özgün Adı: The 100, Citadel Press - Kensington Publishing Corp.) Çeviri: Nurşan Üstüntaş, Neden Kitap Yayınlan, 2. Baskı Şubat 2008, s.252-253
[13] Zaferinin yaklaşık 1.5 milyon insanın canına mal olduğunun farkına varınca şaşkına döndü. Şaşkınlık ve vicdan azabı içinde, Hindistan'ın zapt edilmesi için giriştiği harekatı durdurmamaya, tüm saldırgan savaşlardan vazgeçmeye karar verdi.
[14]Ahimsa (Sanskrit: ahi, Pali: avihi) “incitme” anlamına gelen bir sözcüktür.
[15] Yap, Joseph P., Wars With The Xiongnu, A Translation from Zizhi tongjian, AuthorHouse, Bloomington, Indiana, U.S.A. 2009, s.li-lii
[16] Ögel, B., Büyük Hun İmpratorluğu Tarihi I, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1981, s. 202-203
[17]Ögel, Cilt I, s.232-242. Berthold Laufer (1874 – 1934), Sinoloji ve kültür tarihinin en başta gelen önderlerinden biridir. Çin ve Orta Asya kültür tarihinin her konusu üzerinde yazmış ve söz sahibi olmuştur. Sino-İranca adlı ünlü eseri, 20. yüzyıl biliminin başyapıtları arasındadır. Bu eserde, Türk kültür bitkileri ile maden bilgisi de, önemli yer almıştır. Türk, Moğol, Tibet ve Çin ilişkilerinin birçok önemli konuları da, onun yazılarında aydınlığa kavuşmuştur.
[18]Yüeçiler (yuèshì ya da ròushì, Yuezhi, yuèzhī ya daròuzhī adıyla da bilinir; Eski Çince'de: Tokwar), eski bir Orta Asya, Ön Türk halkıdır. Önceleri Tarım Havzası'nın batısına yerleşmişler, daha sonra Maveraünnehir, Baktriya ve ardından Güney Asya'ya göçetmişler; burada Kuşan İmparatorluğu'nun kurulmasında rol oynamışlardır. Batılı araştırmacılar, aksi görüşte birçok araştırıcı olmasına karşın, Yüeçileri ve İranlıları, Hint-Avrupa dil grubu kavimleri olarak görürler. Geçmişte yapılmış her iyi şeyin altında mutlaka bir Hint-Avrupalı aramak bu araştırıcılar arasında bir tutku haline gelmiştir.
[19] Ögel, C1, s.242-244
[20]Mete’nin ordusunun büyüklüğü çok abartılmıştır. Gerçek rakamın 40 bini aşmadığı kanıtlanmıştır. Çünkü Hunlar o dönemde ve daha sonraki dönemde hiçbir zaman bu miktarda bir orduyu çıkarabilecek nüfusa sahip olmamışlardı. O zamanki Hun nüfusunun 1,5 milyon dolayında olduğu tahmin edilir. {Yap, s.xxxii.} Bu kitapta Joseph, P. Yap şöyle der: ““Hunlar ile Savaşı”ın bu cildi eski Çin’in kuzeyinde bir göçebe konfederasyonu olan Hun Devleti ile en parlak devrinde Roma’nın büyüklüğü ve gücündeki büyük Han Sülalesi arasında iki yüzyılı aşkın yıl süren savaş hakkındadır. Nüfusu 1,5 milyon olduğu tahmin edilen Hunlar 50 milyon nüfuslu Han Krallığını tutabilmiştir. Bu metin Zizhi tongjian’ı esas almakta olup, onun İngilizceye ilk çevirisidir.”
[21]Avcıoğlu, Doğan, Türklerin tarihi, İkinci Kitap (İkinci Basım), Tekin Yayınaevi, İstanbul, 1978, s.738-74
[22]Avcıoğlu, Doğan, Türklerin tarihi, İkinci Kitap (İkinci Basım), Tekin Yayınaevi, İstanbul, 1978, s.587
[23]Avcıoğlu, Doğan, Türklerin tarihi, İkinci Kitap (İkinci Basım), Tekin Yayınaevi, İstanbul, 1978, s.588
[24] Wolfram Eberhard, Çin Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayını, 3. baskı, Ankara 1995, s.89.
[25] Ergin, a.g.e., s.32.
[26]Avcıoğlu, Doğan, Türklerin tarihi, İkinci Kitap (İkinci Basım), Tekin Yayınaevi, İstanbul, 1978, s.738-74
[27] Karadağ, O., Stratejinin Yazılı Kaynakları, Öncüler – 2 Yunanlar ve Romalılar, Favori Yayınevi, Ankara, 2018

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder