Sahip olduğu gücün ötesinde büyük hırslar peşinde koşan önderler hem kendilerini hem de ülkelerini yıkıma götürmüşlerdir. Bunlardan çok iyi bilinen üçü Napeleon, Hitler ve Enver Paşa’dır. Öte yandan bu gücün sınırlarını kavrayıp, yapabileceğinin azamisi ile bir Vatan yaratan yüce Atatürk ayrı bir örnek oluşturur. Şimdi anlatacağım ‘Mavi Vatan’nın da bir kavram olarak değil ama bir söylem olarak yayılmacı çağrışımlar yaptığını değerlendiriyorum.
Ne demek
istediğimi tam olarak açıklayabilmek için önce Doğu Akdeniz üzerine kısa bir
değerlendirme sonra da bazı tanımlara değinmek istiyorum. Çünkü, kimileri çıkıp
şöyle diyebiliyor: Fransa’nın, İtalya’nın, dahası ABD’nin Doğu Akdeniz’de ne
işi var. Böyle diyenler, düşünenler demeyeceğim (çünkü
düşünmüyorlar), tarihi bilmedikleri gibi deniz nakliyatının da öneminden
habersiz olmalılar.
Değerli
okurlar önce şunu belirtmek zorundayım: Ne yazık ki, Doğu Akdeniz’de
Türkiye’nin etkisi abartıldığı kadar yüksek değildir. Bunun temel nedeni,
uluslararası ilişkilerde en önemli araç olan diplomasi yerine, tepki çeken
askeri güç aracını kullanmak istemesidir. Eğer askeri gücün dayandığı
teknolojide dışarı bağımlıysanız, karşı taraf sizin blöf yaptığınızı görür, gereksiz
harcamalar yapar, daha baştan kaybedersiniz (Not 1). Türkiye’nin durumu da tam
böyledir. İkinci önemli nedeni Yönetimin, İhvan yanlısı bir politika
izlemesidir. Bu iki temel sorun Türkiye’yi bölgede yalnızlık içine sokmuştur.
Türkiye,
Suriye, Lübnan, İsrail, Mısır, Libya ve Yunanistan ile çevrili Doğu
Akdeniz, Batı Uygarlığının mayalandığı bir coğrafyadır. Uygarlık verileri
buradan batıya yayılmıştır. Batı’nın bölge ile ilgisi Ortaçağda gelişmeye
başlayan ticaret ile artmaya başlamış, Haçlı Seferleri ile doruğuna çıkmıştı.
Batılıların o zamanlarda Doğu Akdeniz kıyılarında oluşturduğu köprübaşları
zamanımızda da sürmektedir. İkinci Viyana kuşatmasından sonra gerilemeye
başlayan Osmanlının 1700’lerden sonra 200 yılı aşkın bir süre daha
yaşatılmasının kökeninde, bu bölgenin nasıl paylaşılacağının belirlenmesine
kadar sürdürülen denge politikası yatar. Bu nedenle bölge çok önemlidir.
Bölgede, bölge ülkeleri dışında ABD, Fransa, İtalya, vb. ülkelerin niçin
olduğunun tarihsel bir nedeni vardır. Bunları göz önüne almadan yapılacak her
değerlendirme havada kalacaktır. İç propaganda nitelikli dış politik atılımlar belki
biraz oy getirebilir ama ülke kaynaklarının heba edilmesine ve uzun dönemde
kayıplara neden olur. Bu ayrımı da ancak gerçek devlet adamları görebilir.
Şimdi de
bazı tanımlara değinmek istiyorum.
Vatan
Vatan, bir ulusun bağımsız ve egemen olarak üzerinde yaşadığı yeryüzü parçası
ve onun hava sahası ile karasularına denir. Türk Dil Kurumu da vatanı şöyle tanımlıyor:
‘Bir halkın üzerinde yaşadığı, kültürünü
oluşturduğu toprak parçası.’
Vatan kavramı Türk kültüründe kişinin
doğduğu yer, ata yurdu anlamındadır. Batı kültüründe gelişen düşünce
akımlarının etkisi ile belli bir ulusun,
ortak bir egemen otoritenin yetki alanıyla belirlenmiş ortak bir toprağın işgal
edilişi biçimindeki tanımı Tanzimat Fermanı’nın ilanı ile yerleşmiştir.
Vatan sözcüğü, Arapça kökenli olup Türk tarihinin çeşitli
evrelerinde uluş (ülke), yurt, toprak, mülk,
memleket,
memâlik-i
mahrûsa, memâlik-i şahane, babayurdu ve anavatan gibi kavramlarla
karşılanmıştır. Batı kültüründe ise vatan için homeland, country, fatherland, motherland, die Heimat, das Vaterland, patrie sözcükleri kullanılır.
Geleneksel
Osmanlı anlayışında vatan, doğum yeri
ile oturulan yer anlamına geliyordu; ne vatan
ne de memleket sözcükleri ulusal içerik taşımıyordu. Osmanlılar
vatan yerine daha çok mülk, memleket ve memalik sözcüklerini kullanmışlardı.
Faik Sabri
Duran’ın 1939 yılında yazdığı Yeni Türkiye Coğrafyası kitabında, yeni
kurulmuş Cumhuriyet’in vatanı, ‘Nihayet
Türkiye, yalnız Türklerin hâkim olduğu yerlerde (…) memleket şekline girdi’
sözleri ile tanımlanır. Cumhuriyet’in ilanı ve yeni Türk devletinin kuruluşu
ile üzerinde yaşanılan toprakların vatan olarak tanımlanması da aynı zamanda
olmuştur.
Tanzimat
döneminde M. Said Halim Paşa’nın, ‘Bir
Müslüman’ın vatanı, İslam’ın hüküm sürdüğü yerdir’ diyerek başlattığı
vatana bakış serüveni, İkinci Meşrutiyet sonrası gelişen Türkçülük akımının etkisiyle giderek küçülmeye başlayan coğrafyayı
yeniden genişletmek düşüyle Turan’a dönüşmüştür. Artan toprak
kayıplarıyla kuzey Afrika’nın, Ortadoğu’nun ve Balkanların elden çıkması, son
olarak Anadolu’nun da işgal edilmesiyle sürekli değişen ‘Türklerin vatanı neresidir?’
sorusu, önce Misâk-ı Millî, sonrasında da ulusal sınırları çizilmiş Türkiye
Cumhuriyeti ile yanıtlanır.
Mustafa
Kemal Atatürk, Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1935 tarihli Parti Programı’nda Türk
kültür ve düşüncesinde vatanın tanımını ve Türk vatanının neresi olduğunu
belirtir. ‘Vatan; Türk milletinin eski ve yüksek tarihi ve topraklarının
derinliklerinde varlığını muhafaza eden eserleriyle yaşadığı bugünkü siyasî
sınırlarımız içerisindeki kutsal varlıktır’.
Uluslar
tarih boyunca yaşadıkları, yurt kurdukları toprakları kutsal olarak kabul etmiş
ve bu topraklarını başkalarının eline geçmesini önlemek üzere ordu kurarak
yurtlarını savunmuşlardır. Tarihteki savaşların en önemli nedenlerinden biri
bir ulusun yaşadığı toprakları başka bir ulusun ele geçirme ve kendi
topraklarına katma çabalarından kaynaklanıyordu. Bir ulusun yaşadığı toprakları
koruma savaşımı bizi vatan kavramına götürür.
Osmanlı
Türklerinde ordular nerelere kadar uzanmışsa, vatan orasıydı. Yani Vatan, silahlı
güçle korunan yerdi. 1860’dan sonra vatan kavramını birleştirici bir unsur
olarak kullanan Namık Kemal’in vatan şiirlerinde de vatan, ordularımızın
çevrelediği topraklar olarak belirtilmiştir.
Deniz hukuku
Deniz hukuku, deniz alanlarının hukuki
rejimini, çeşitli kullanımlarını ve denizdeki gemilerin seyrüseferini
düzenleyen kuralların bütünü olarak tanımlanır.
Deniz
Hukuku Konferanslarının birincisi 24 Şubat - 28 Nisan 1958 tarihleri arasında
Cenevre’de toplanmıştır. Bu konferans sonunda deniz hukukunun temel konularına
ilişkin dört temel antlaşma (Kara suları ve Bitişik Bölge Sözleşmesi, Kıta
Sahanlığı Sözleşmesi, Açık Deniz Sözleşmesi, Balıkçılık ve Açık Denizlerin
Canlı Kaynaklarının Korunması Hakkında Sözleşme) kabul edilmiştir.
Daha sonra ortaya
çıkaran nedenler (Not 2) sonucu 1973-1982 yılları arasında gerçekleştirilen yeni
bir dizi konferanslar, deniz hukuku gelişiminde önemli bir dönüm noktası olarak
kabul edilen Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin (BMDHS) kabulü ile
sonuçlanmıştır.
Deniz
hukukunu düzenleyen en kapsamlı metin olan bu Sözleşmeye ‘Denizler Anayasası’ da
denir. Ancak, aralarında ABD ve Türkiye’nin yer aldığı yaklaşık 30 ülke henüz
Sözleşmeye taraf değildir.
BMDHS‘in
amacı denizlerde ve okyanuslardaki bilimsel, ticari ve ekonomik faaliyetleri
kontrol etmek ve gerekli sınırlandırmaları düzenlemek ve aynı zamanda deniz ve
deniz çevresi ile ilgili izlemeleri yaparak bu alanların korunmasını
sağlamaktır.
Deniz Alanları
Deniz
alanları temelde iki ana gruba ayrılır: Ulusal yetki alanı içindeki deniz
kesimi ve ulusal yetki alanı dışındaki deniz kesimi. Denizlerin hukuki
rejiminin gösterdiği farklılıklara göre, deniz alanları şöyle sınıflandırılır:
1. Ulusal
sınırlar içinde kalanlar (iç sular, kara suları, takımada suları ve belli
ölçülerde uluslararası boğazlar),
2. Ulusal
sınırlar dışında, kıyı devletinin ilanı ile belirli işlevsel münhasır yetkileri
olan yerler (bitişik bölge, münhasır ekonomik bölge, münhasır
balıkçılık alanları). Kıta sahanlığı
ilana bağlı olmayıp, ulusal sınırların dışına da uzanan geniş bir bölümü kapsar.
3. Hiçbir
devletin yetkisinde bulunmayıp herkesin serbestçe girip yararlanabileceği alanlar
açık deniz olarak adlandırılır.
Esas Hat (Esas çizgi)
Devletin
deniz ülkesinin tanımlanması ve belirlenmesinde en önemli ölçüt, esas hat (base line) olarak adlandırılan kıyı çizgisidir. Deniz hukukunda
esas hat devletin yetkisine tabi olan deniz alanlarının ölçülmeye başlandığı
hattır (Not 3).
Devletlerin
egemen haklara sahip olduğu deniz ülkesi, esas hatla kara ülkesi arasında kalan
iç sular ve bu hattın ötesine uzanan kara sularından oluşur.
İç Sular
İç suları,
kara sularının ölçülmeye başlandığı esas hattın kara tarafında kalan deniz
alanlarıdır. Koylar, körfezler, limanlar, kapalı denizler ve iç denizler ile
düz esas hatların gerisinde kalan sular iç suları oluşturur.
Kıyı
devletinin bir parçası olarak kabul edilen iç sular, uluslararası hukukun
getirdiği birtakım sınırlamalara tabi olmaksızın, kıyı devletinin yasama,
yürütme ve yargı yetkilerini kullanabileceği mutlak egemenlik sahası anlamına gelir. Ancak bu mutlak egemenlik
uluslararası örf ve adet hukuku ya da uluslararası antlaşmalar yoluyla
sınırlandırılabilir.
Kara Suları
Kara
suları, devletin iç sularının dış sınırından başlayarak açık denize doğru,
devletin kendi yasalarına dayanarak uluslararası hukukun kabul ettiği belirli
bir genişlikteki deniz alanıdır.
Kara suları
kavramı coğrafi bir kavram olmaktan çok hukuki
bir kavramdır. Kara suları iç sularla birlikte devletin deniz ülkesini
oluşturur. Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 2. Maddesine göre ‘kara
suları’; kara ülkesinin ve iç sularının ve bir takımada devleti olması halinde
takımada sularının ötesinde kıyısına bitişik ve kara suları olarak tanımlanan
bir deniz kuşağını kapsar.
Kara suları
devletin egemenliğine tabi deniz alanları içerisinde yer almakla birlikte, açık denizlerin serbestliği ilkesi
çerçevesinde deniz seyrüseferlerinin kesintisiz gerçekleştirilebilmesi için kıyı
devletinin bu alanlardaki yetkilerine birtakım sınırlar getirilmiştir. Bu
sınırlamalardan en önemlisi ‘zararsız geçiş’ hakkıdır.
Zararsız geçiş, yabancı bandıralı bir geminin, başka bir ülkenin karasularından geçişini düzenleyen bir deniz hukuku kavramıdır.
Her ülke bu hakka sahip olmakla birlikte, hukukun emrettiği ve ev sahibi ülke
tarafından belirlenen kurallara da uymak zorundadır.
Devletler
kara topraklarında sahip olduğu haklara; karasularında, karasuların üzerindeki
hava sahasında, deniz tabanında, tabanın altında da sahiptir. Karasularının
bitiminden sonra uluslararası sular başlar.
Karasularının hukuki rejimi
ile ilgili iki görüş vardır. Bunlardan birincisi, devletin egemenliği ilkesinin
esas alınması ile geliştirilen ‘karasularını ülkenin bölünmez bir parçası’
olduğu tezidir. Bu görüşe göre karasuları ‘devletin ülkesinin su altında kalmış
bir parçasıdır. Diğer bir görüş olan karasuları
açık denizin devamıdır tezi ise denizin
bir bütün olarak ortak mülkiyet konusu olduğu; ancak, sahil yakınlarında
sahildar devlet lehine bazı yararlanma hakları tanındığı düşüncesine
dayanır.
Silah kuvvetinin bittiği yerde ülke egemenliği de sona erer
düşüncesinden hareketle ortaya atılan top
menzili ölçütü bugün bile, kimi devletlerce benimsenmiş olan 3 deniz mili
genişlik ölçütünün temelidir. 18. yüzyılın ikinci yarısında ortaya atılan 3
deniz mili ölçütü o dönemde top menziline karşı geliyordu.
Bitişik
Bölge
Bitişik
bölge, kara sularına bitişik olan ve kıyı devletinin belirli bir genişliğe
kadar bazı konularda yetkilerini kullandığı açık deniz alanını belirtir.
Bitişik
bölgenin doğması, sahildar devletlerin çıkarlarını onların milli hukukları ve
düzenlemelerine karşı azami şekilde koruma ve açık denizlerin serbestiyetinin
devamını sağlama ihtiyaçlarından kaynaklanmıştır.
Kıta Sahanlığı
Kıta
sahanlığı,
jeolojik olarak ülkeyi oluşturan kara parçasının deniz altındaki
uzantısıdır ve kıtanın bitip okyanusun başladığı kıtasal çizgiye kadardır.
Coğrafi anlamda kıta sahanlığı, kıyı
devletinin kara ülkesinin denizin altında süren doğal uzantısı olarak
tanımlanır. Hukuki anlamda kıta
sahanlığı ise, kıyı devletinin, kara sularının ötesinde fakat kıyıya
bitişik sualtı alanlarının deniz yatağı ve toprak altındaki cansız kaynaklarını
araştırma ve işletme konusunda münhasır egemen hakları olduğu bir deniz alanı
olarak tanımlanır. Coğrafi anlamda kıta sahanlığı, hukuki anlamdaki kıta
sahanlığının yalnızca bir bölümünü oluşturur.
Hukuki bir
kavram olarak kıta sahanlığı, BMDHS’nin 76. Maddesinde,
‘Bir kıyı Devletinin Kıta Sahanlığı, kara
ülkesinin doğal uzantısı boyunca Kara sularının ötesinde kıta kenarının dış
sınırına kadar uzanan veya kıta kenarının dış sınırının (200 mile kadar
uzanmadığı) yerlerde, Kara sularının ölçülmeye başlandığı esas hatlardan
itibaren 200 mile kadar uzanan su altı alanlarının deniz yatağı ve toprak
altını kapsar. Kıta kenarı, kıyı Devletinin kara kütlesinin su altında kalan
uzantısını kapsar ve kıta sahanlığının, kıta yamacının ve kıta yükseliminin deniz
yatağı ve toprak altından ibarettir. Kıta kenarı, okyanus sırtına sahip olan
okyanus tabanı ile toprak altını kapsamaz’ olarak tanımlanır.
Münhasır Ekonomik Bölge (MEB)
Münhasır
Ekonomik Bölge, 1982 BMDHS’nde münhasır ekonomik bölge (MEB, Exclusive economic zone - EEZ), kıyı devletine
kara sularının ölçülmeye başlandığı hattan başlayarak 200 mil genişlikteki
deniz alanında kalan su tabakası ile deniz yatağı ve onun toprak altında
münhasır ekonomik haklar ve yetkiler tanıyan deniz alanı olarak tanımlanır. MEB
özel hukuki rejime tabidir; kıyı
devletinin hak ve yetkileri ile diğer devletlerin hakları ve serbestlikleri
BMDHS’nin ilgili maddeleriyle düzenlenmiştir.
Bu alan
kıyı devletinin mutlak egemenliği
altında bir alan olmayıp, kıyı devletine yalnızca doğal kaynaklar üzerinde münhasır yetkiler tanıyan bir deniz
alanıdır. Doğal kaynaklar dışında münhasır ekonomik bölge, açık denizlerin
sağladığı neredeyse bütün hakları diğer devletlere sağlar.
Öyle ki,
BMDHS’nin ‘Münhasır Ekonomik Bölgede Diğer Devletlerin Hakları ve
Yükümlülükleri’ başlıklı 58. Maddesine göre diğer devletler, bu alandaki deniz
ulaşımına, bu alan üzerindeki hava ulaşımına, telekomünikasyon kabloları veya
enerji nakil boruları döşemeye, bilimsel araştırmalar yapmaya ve devletler hukuku
açısından kabul edilen diğer faaliyetlere ilişkin hakları kullanmaya devam
edebilirler.
Münhasır
Ekonomik Bölge kavramının daha çok ekonomik ve hukuksal bir anlamı vardır. Kıta
sahanlığı kavramı ile karşılaştırıldığında MEB kavramının daha geniş bir
uygulama alanı vardır. Bu nedenle ülkeler genelde kıta sahanlığı yerine MEB
kavramının üzerine yoğunlaşır (Not 4).
Kıyı
devletinin münhasır ekonomik bölge üzerinde uluslararası deniz hukukunun
tanıdığı yetkilere sahip olabilmesi için kıyıların ötesinde münhasır ekonomik
bölge ilan etmesi gerekir.
Açık Deniz
Açık Deniz,
hiçbir devletin ülkesine, egemenliğine ait olmayan iç sular, kara suları,
takımada devletlerinin takımada suları ve münhasır ekonomik bölge dışında kalan
uluslararası deniz alanını kapsar. Açık denizler, sahili bulunsun veya
bulunmasın tüm devletlerin yararlanmasına açık bir alan olup burada açık
denizlerin serbestliği ilkesi geçerlidir (Not 5).
Şimdi
sözünü ettiğim tanımlamaları ve en önemlisi de egemenlik (hakimiyet),
bir toprak parçası ya da mekan üzerinde kural koyma ve hukuk yaratma gücü
olduğunu göz önünde bulundurarak Mavi Vatan ile ne denmek istendiğine değinmek
istiyorum.
Mavi
Vatan Nedir?
Savunucularına
göre Mavi Vatan bir kavram, bir sembol,
bir doktrindir.
Kavram
olarak Türkiye’nin ilan edilmiş veya edilmemiş tüm deniz
yetki alanları (iç sular, karasuları, kıta sahanlığı, Münhasır ekonomik Bölge)
akarsu ve göllerini kapsamına alır. Sembol olarak Türkiye’nin
21. Yüzyılda yüksek stratejik hedefi olması gereken devleti ve halkı ile
denizcileşmesinin sembolüdür. Doktrin olarak Anadolu’yu
çevreleyen denizlerle, Anadolu periferisindeki diğer okyanus ve denizlerdeki
hak ve çıkarlarını korumaya ve geliştirmeye yönelik jeopolitik bir yol
haritasıdır. (Not 6).
Bu tanımlamadan
anlaşılacağı üzere Mavi Vatan Türkiye’ye çevre denizlerimizde kıta sahanlığı ve
Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) üzerinde devletlere tanınan egemen
haklarının ötesinde bir egemenlik tanıyor ve söz konusu su kütlesini
Türkiye’nin vatan topraklarının devamı olarak kabul ediyor.
Uluslararası
hukuka göre; bir devlet yalnızca iç suları ve karasularında egemendir.
Devletler Kıta Sahanlığı ve MEB’te çoğunluğu ekonomik amaçlar için düzenlenmiş
egemen hakları kullanırlar. İlle de denizlerde bir yere vatan denilecekse, bu
alan yalnızca iç suları ve karasularını kapsayabilir. Türkiye’nin çevre
denizlerde hak ve menfaatlerini korumak için yeni bir kavram üretmeye de
gereksinimi yoktur. Üzerinde yabancı gemilerin askeri tatbikat yapabildiği bir su kütlesine
vatan adını vererek, gerçek vatan kavramını erozyona uğratmaya veya olmayan
bir kutsallık üzerinden halkın duygularına oynamaya da gerek yoktur.
Mavi Vatan
kavramı aslında Çin’den ithal edilmiş bir kavramdır. Çin, Doğu ve Güney Çin
denizinin tümünü kendi egemenlik alanı olarak görüyor ve bu denizleri
egemenliği altına almak için Blue National Soil olarak
adlandırdığı bir strateji izliyor. Bu deniz alanlarında karasuları rejimini uygulamaya çalışıyor. Açık deniz alanlarını ve
üzerindeki hava sahasını üçüncü ülkelerin kullanımına kapatmaya çabalıyor. İlk
kez 2010 yılında yayımlanan The State
Oceanic Administration (SOA) raporunda ortaya konulan bu stratejiye göre
Çin, bu deniz alanlarını Mavi Toprak olarak tanımlıyor.
Türkiye,
Çin’in yayılmacı emeller doğrultusunda ürettiği bir kavramı, milli bir
kavrammış gibi sahiplenerek tüm Doğu Akdeniz politikasını bu kavram
doğrultusunda kurgulamanın bedelini ödüyor. Türkiye’nin geleceğini Asya’da, Çin
ile bağlaşmada görenlerin yaklaşımı, geçmişte Osmanlı İmparatorluğu’nu
Almanya’nın peşine takarak Birinci Dünya Savaşı’na sokan Enver Paşa ve
çevresinin tutumunu çağrıştırıyor. Türkiye, Çin’den ithal yayılmacı bir kavramı
kullanarak uluslararası ortamda kendi haklılığına gölge düşürüyor ve komşu
ülkelerin haklarını hiçe sayan, denizlerin serbestçe kullanımına karşı çıkan
bir ülke konumuna düşüyor. Türkiye’nin şu anda yayılmacı ve hukuk dışı ‘Mavi
Toprak’ kavramından türetilmiş ithal ‘Mavi Vatan’ kavramına değil, gücünü
uluslararası hukuktan alan hak ve çıkarlarını korumada silahlı güç gösterisi
ile değil, diplomasi ile yürütülen milli politikalara gereksinimi var.
Esenlikler
diliyorum.
Notlar
Not 1: Teknoloji
geliştiremiyorsanız, bu alanda başkalarına bağımlıysanız askeri gücünüz
aldatıcıdır, çünkü teknoloji altyapısı olmayan bir güç sürdürülemez. Teknoloji
oluşturma da bilimsel tabanın genişletilmesiyle, yani üniversitelerin gerçek
amacı olan araştırmaya yönelmesiyle olur, sayılarının artırılması hiçbir işe
yaramaz. Örneğin, Türkiye’nin geliştirmeye çalıştığı İHA motor (Kanada’ya) ve
bazı temel kalemler açısından dışa bağımlıdır. Benzeri bir durum Altay tankı
için de geçerlidir.
Not 2: Bu nedenler şunlardır:
Ülkelerin doğal kaynaklara olan ihtiyaçlarının artması. Karasal kaynakların
yetersiz kalmaya başlaması. Teknolojik gelişmelerin deniz dibi ve toprak
altındaki kaynakların kullanılmasına ve işletilmesine olanak sağlaması, bu
alanların bakır, manganez, kobalt ve nikel içeren maden yumruları ve hidrokarbürler
bakımından çok zengin olduklarının ortaya çıkması. Denizde trafiğin ve
balıkçılığın giderek yoğunlaşması. Bağımsızlığına yeni kavuşmuş devletlerin
eski kuralları tanımak istememeleri ve ülkelerini denizler yönünde genişletmeyi
arzu etmeleri. Deniz zenginliklerinin gelişmiş devletlerce yağmalanmasının
önlenmesi ve canlı kaynakların tükenmesinin önüne geçilmesi isteği. Devletlerin
denizler üzerinde giderek artan, gelişigüzel iddialarını kurallara bağlamak
arzusu. Deniz kirlenmesinin önlenmesi veya azaltılmasının sağlanmak istenmesi.
Kıta sahanlığının dış sınırına ilişkin kriterlerin hızla gelişen teknoloji
karşısında anlamını yitirmesi ve bu kriterlerin değiştirilmesine yönelik
itirazlar. Takımada devletlerine ait deniz alanlarının belirlenmesi. Zararsız
geçişin tanımlanması ve karasularının genişliğinin belirlenmesi ihtiyacı.
Bilimsel araştırma faaliyetlerinin tabi olacağı hukuksal rejimin belirlenmesi
isteği.
Not 3: Normal esas hat; suların en alçak olduğu zamanda ki coğrafi kıyı
çizgisine eşittir. Düz esas hat; kıyı fazla girintili ve
parçalanmış ise veya kıyının hemen yakınında adalar, sağlıklar veya kayalıklar
bulunuyor ise, bu tür kıyılarda iç sınır kıyının uygun uç noktalarını birleştiren
düz hatlar esas alınarak belirlenmektedir.
Not 4: Münhasır ekonomik bölge
ve kıta sahanlığı arasındaki farklar; 1. Kıta sahanlığı doğal oluşumdur,
münhasır ekonomik bölge ise sunidir. 2. Kıta sahanlığı istisnalar halinde 350
mile kadar çıkabilmektedir. Münhasır ekonomik bölge ise mutlak olarak 200
mildir. 3. Münhasır ekonomik bölge kıta sahanlığından farklı olarak su
kütlesindeki kaynaklara da sahip olma hakkını içerir. 4. Münhasır ekonomik
bölge de balıkçılık, bilimsel araştırma yapma ve suni ada yetkisi kıyı
devletine aittir.
Not 5: Açık denizlerin serbestliğini ilk öne süren Denizlerin Serbestisi
adlı eseriyle Hugo Grotius olmuştur.
Not 6: Bknz. Cem
Gürdeniz, 21. yüzyılda Mavi Vatan nedir?, Veryansın TV,
26 Temmuz 2020
Kaynakça
Dr. Didem Ardalı Büyükarman, Vatan
Kavramının Türk Tiyatro Edebiyatındaki Seyri Üzerine Bir İnceleme, A.Ü.
Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 37 Erzurum 2008
Dr. Ömer Lütfi Taççıoğlu, Vatan
Kavramı ve Türk Milleti için Vatanın Önemi, Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 6, Sayı:
71, Haziran 2018, s. 221-230
Şevket
Süreyya Aydemir, Tek Adam: Mustafa Kemal
1919-1922, Cilt II, Remzi Kitabevi. İstanbul, 2006, s. 398
Cem Gürdeniz, 21. yüzyılda Mavi Vatan nedir?, Veryansın TV,
26 Temmuz 2020
Fatih Yurtsever, Mavi Vatan kavramı nedir, nereden ithal edilmiştir?, Bold Analiz, 01.06.2020
Karapınar,
Nuray, Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku
Sözleşmesi ve Deniz Alanlarına İlişkin Bazı Kavramlar, Doğal Kay. ve Eko.
Bült. (2015) 20: 13-21