Stratejinin
Yazılı Kaynakları: Türkler, Farslar ve Araplar adlı çalışmam sırasında din üzerine
görüşlerim köklü olarak değişti. Öncelikle şunu vurgulamalıyım ki toplumun
düzeni için din gerekli bir kurumdur. Ama bilinç düzeyi yüksek bir
insanın toplum düzeninin sürdürülmesi için belirli ideolojileri olan dinlerin savladığı
soyut cezalandırma (cehennem) ve ödüllendirme (cennet) kavramlarına gereksinimi
yoktur; bu nedenle bir dine de gereksinimleri yoktur.
Hubert Reeves ve arkadaşları Kökenler: Kozmos, Dünya
ve İnsanlık adlı çalışmalarında şöyle diyorlar;
Tanrı tüm bunların
neresinde? Birçok bilimsel keşif, samimi inançlarla birleşir veya onları
güçlendirir. Bilim öğrenir; din öğretir. Kuşku, bilimin
arkasındaki özendirici güçtür, dini bir arada tutan yapıştırıcı ise inançtır.
Yine de ne bilim ne de din diğerine kayıtsız değildir. Yeni dünya tarihimiz ne
ruhsal ne de metafizik soruların yanından geçme ya da bunlardan kaçınma
girişiminde bulunmaz.
Charles Darwin 27
Aralık 1831'de Beagle'a ilk bindiğinde, dünyayı ve insanlar da içinde olmak
üzere tüm canlıları Tanrı'nın yarattığından hiç kuşkusu yoktu; bu konuda Yaratılış
kitabındaki İncil anlatımını kabul ediyordu. Beagle'ın yolculuğu,
Darwin'in yaşamındaki dönüştürücü olaydı ve zihnini biyolojik bilimdeki
dönüşümü için hazırlıyordu. Philip Lieberman'ın Her Şeyi Değiştiren Kuram:
Süren Bir Çalışma Olarak Türlerin Kökeni Üzerine adlı çalışmasında dediği
gibi; biyoloji, evrimin Tanrı ya da herhangi bir "doğa yasası"
tarafından yönetilmediği önermesini Darwin'e borçludur. Evrimin gidişatını hiçbir tanrı ya da mistik güç yönlendirmiyordu.
İnsanların ilk ne zaman dindar oldukları bilinmiyor,
ancak Orta Paleolitik çağdan (300 - 500 binyıl önce) ve olasılıkla daha
öncesinden dini davranışlara ilişkin güvenilir kanıtlar var. Dini düşüncenin en
eski kanıtı, ölülerin ritüel işlemine dayanır. Çoğu hayvan, kendi türünün
ölülerine yalnızca geçici bir ilgi gösterir. Ritüel cenaze törenleri, yaşam ve
ölüm bilincini ve ölümden sonraki yaşama olası bir inancı temsil eder. Philip
Lieberman, "mezar eşyalarının olduğu definler, açıkça dini uygulamaları ve
günlük yaşamı aşan ölüler için endişeyi belirtiyor" diyor.
S. E. Guthrie'nin adlı Bulutlardaki
Yüzler: Yeni Bir Din Kuramı adlı çalışmasında belirttiği gibi, yazarlar iki
bin yıldan uzun bir süredir dinin doğası ve kökenleri üzerine spekülasyonlar
yapsalar da geniş çapta kabul gören bir tanım ortaya koyamadılar. Bunun yerine,
neredeyse yazarlar kadar çok tanım var. Dini tanımlamak zordur çünkü tanımlar kuramları
gerektirir ve iyi bir genel din kuramı yoktur. Dinin kökeni üzerine birçok kuram
geliştirilmiştir. Bir tür tasarım olan herhangi bir din, egemen güçler için
anlamsızlaştığında yerini bir başkası alıyordu. Bilim kültürünün sonuçlarından
biri de manevi ve kutsal olana ilişkin algı ve düşünceleri azaltmasıdır.
Animist inançlar eski
avcı-toplayıcılar arasında yaygındı. Animizm (Latincede ruh anlamına gelen anima'dan
gelir) temel olarak her yerin, her hayvanın, her bitkinin, her doğa olgusunun
farkındalık ve duyguları olduğu ve insanlarla doğrudan iletişim kurabildiği düşüncesine
dayanır. Animizm belirli bir din değildir; çok farklı kültler ve inançlar için
ortak bir tanımdır. Antik avcı-toplayıcılar olasılıkla animist idi,
modern öncesi tarım toplumları ise büyük olasılıkla teist idi. Teizm
(Yunanca tanrı anlamına gelen theos'tan gelir), evrensel düzenin
insanlar ve tanrılar arasındaki hiyerarşik ilişkiye dayandığına inanır.
Dinin
Yayası
Y. N. Harari'nin Sapiens: İnsanlığın Kısa Bir Tarihi
adlı çalışmasında dediği gibi; bugün din genellikle bir ayrımcılık, anlaşmazlık
ve ayrılık kaynağı olarak görülüyor. Yine de para ve imparatorlukların
yanı sıra insanlığın üçüncü büyük birleştiricisi olmuştur. Tüm toplumsal düzen
ve hiyerarşiler düşsel olduklarından, hepsi kırılgandır ve toplum ne kadar
büyükse o kadar kırılgandır. Dinin can alıcı tarihsel rolü, bu kırılgan
yapılara insanüstü bir meşruiyet kazandırmak olmuştur. Dinler, yasalarımızın
mutlak ve üstün bir otorite tarafından belirlendiğini savunur. Bu, bazı temel
yasaların yerleştirilmesine yardımcı olur ve böylece toplumsal istikrarı
sağlar.
Bu nedenle din, insanüstü bir düzen inancına dayanan bir
insan normları ve değerleri sistemi olarak tanımlanabilir. Bu,
iki farklı kriteri içerir: 1) Dinler, insan kaprislerinin ya da anlaşmalarının
ürünü olmayan insanüstü bir düzen olduğunu kabul eder. 2) Din, bu insanüstü
düzeni esas alarak, bağlayıcı olduğunu düşündüğü normları ve değerleri
oluşturur.
Birbirinden farklı insan kümelerinin yaşadığı geniş bir
alanı kendi himayesi altında birleştirmek için bir dinin iki özelliği daha
olması gerekir: 1) Her zaman ve her yerde geçerli olan evrensel bir insanüstü
düzeni benimsemelidir; 2) Bu inancı herkese yaymakta ısrar etmelidir. Başka bir
deyişle, evrensel ve misyoner olmalıdır.
Organize dinler (İbrahimi dinler ve Budizm gibi)
evrenseldir ve misyonerdir. Eski dinlerin çoğu yerel ve özeldi. İzleyicileri
yerel tanrılara ve ruhlara inanıyorlardı ve tüm insanları dönüştürmekle
ilgilenmiyorlardı. Evrensel ve misyoner dinler ancak MÖ ilk binyılda ortaya
çıkmaya başladı. Bu dinlerin ortaya çıkışı, tarihin en önemli devrimlerinden
biriydi ve evrensel imparatorlukların ve evrensel paranın ortaya çıkışı gibi,
insanlığın birleşmesine yaşamsal bir katkı yaptı.
Genel
Bakış
Burada James O'Neill'in dinle
ilgili çok özlü makalesine göndermede bulunacağım. Dinler, insanlığın sürüngen
beyinli (reaktif) bir türden, artan beyin boyutu ve kapasitesi ile ahlaki
bir hayvan beyni (proaktif) türüne evrilmesinden sonra evrimsel bir
adaptasyon olarak gelişti; zeka, yaratıcılık, merak ve yenilik yapma yeteneği.
Daha özel olarak, bu entelektüel artışlar nedeniyle,
batıl inançlar ve dinler, insanlığa, özellikle de insanlığın ilk oluşumu
sırasındaki cehalet, faillik, ölümlülük ve öz farkındalıkla ilgili artan
farkındalığı telafi etmede insanlığa yardım etmek için bir başa çıkma
stratejisi olarak gelişti.
Batıl inançlar ve dinler, ortak ve bireysel cehaletimizi
ve korkularımızı alan ve bunları 1) doğaüstü (cadılar, orman perileri,
periler, cüce cinler, vampirler, hortlaklar, hayaletler, kurt adamlar) ya da 2)
ilahi (Yahve, Tanrı, Allah, Osiris, Dionysus, Loki, Büyük Gök Ruhu,
Yeşil Adam, Ahura Mazda, Astarte, Shiva) gibi hayali antropomorfik (Not
1) varlıklar aracılığıyla kişileştiren ve etiketleyen insani yapılardır.
Bu kişiselleştirme ve etiketlemeyi 1) anlamadığımız
şeyleri rasyonelleştirmek ya da açıklamak, 2) bilgisizliğimizden kaynaklanan
acıları ve korkuları hafifletmek yoluyla bir başa çıkma yöntemi olarak yaparlar:
İnsanlığın
Cehaletinin Sınırı
Neil deGrasse Tyson (Not 2), tarih boyunca en parlak
insanların (örneğin Isaac Newton) bir şeyi açıklamak için bilgi sınırlarına
ulaştıklarında neler olduğuna ilişkin bir örnek verir. Bir şeyi açıklama
yetilerinin sınırına ulaştıklarında, bunun ilahi el sayesinde olduğunu
söylerler. Ancak, bir zaman sonra bunu açıklayabiliriz (dolayısıyla ilahi değildir)
ve böylece döngü sürer. Döngü, onun doğaüstü ya da ilahi bir varlık değil,
yalnızca insanlığın cehaleti yüzünden geçici bir karşılaşma olduğunu
gösteriyor.
Dinin
Tarihsel Evrimi
Tarihsel olarak dinler üç genel tip üzerinden biçimlenmiş
ve gelişmiştir. Bunların ilki Tarım Devriminden önce Küçük Nüfus Oluşumları
sırasında yaratılan en eski dinlerdir.
Erken avcı-toplayıcı toplumlar ve erken kabile dönemleri
sırasında, dünya nüfus çok az ve seyrek olduğu sırada, dini oluşumlar aşırı
yerel olarak başlar: Doğadaki her şeyin bir ruhu vardır, hayvanlar, garip
bir kaya oluşumu, gerçekten büyük bir ağaç. Daha sonra, küçük insan kümeleri
seyahat ettikçe ya da nüfus büyüdükçe ve dünyaya ilişkin anlayışları arttıkça,
yerelleştirilmiş ruhların kapsamı da coğrafi bir bölgenin ruhlarına
doğru kayıyordu: Orman, ırmak, göl, dağ, vb. Bu oluşum çoğu yerli ve doğa
temelli dinlerin yanı sıra çoğu tarım öncesi dini uygulamaları kapsar.
Dinlerin oluşumdaki ikinci aşama Büyük Nüfus
Oluşumları sırasındaki dinlerdir. Bunlar, Tarım Devrimi sırasında
oluşturulan dinler olup yaklaşık sekiz binyıl süreyle geçerli olmuştur. Halen
de yaşayan dinlerdir.
Avcı-toplayıcılıktan sonraki kabile dönemlerinde
yaratılan dinler için coğrafi ruhlardan kabile tanrılarına (örneğin
Kenanlılar) ve daha sonra çok daha büyük bir kültürel / ulusal tanrı panteonlarına
(Mısır, Hindu, Yunan, Roma) geçiş vardır.
Genişleyen nüfus merkezleri (daha sonra ulus devletler
olarak tanımlanacak) ve tarih, etik, sanat, astronomi, fizik, matematik,
felsefe vb. yoluyla dünya bilgisinde önemli bir artış ile şunlar gelişir:
1) Tanrıların kapsamı yerel ve kabilesel olmaktan çıkıp
ulusal olacak şekilde genişler,
2) Bu tanrılar, gökyüzünde (ya da erişilemeyen başka bir
yerde) yaşamak için yerel doğal dünyayla doğrudan bağlarından ayrılmış, böylece
ilahi varlıkları daha genelleştirilmiş ve daha geniş bir halk için erişilebilir
olur,
3) Bu yeni tanrıların etkisi, yerelleştirilmiş özellikler
(ağaç ya da kaya gibi) yerine geniş kavramları (savaş, aşk, doğurganlık,
bitkiler, şans vb.) kapsayacak biçimde genişler.
Tarım Devriminin başlamasından bir süre sonra toplumsal
yaşamda karşılaşılan sorunlar yüzünden tarihçilerin Eksen Çağı Oluşumları
dediği bir oluşum olur. Bu dönemde peygamberler, mistikler, filozoflar ve ozanlar
ortaya çıkar. Çünkü antik çağda güç, Y. H. Harari’nin dediği gibi krallardan / din
adamlarından ya da tapınaklardan / saraylardan pazaryerine kayıyordu.
Maddi zenginleştirme, kültürel gelişimin yanı sıra bireysel bilincin
gelişmesine de yol açmıştı. Eksen Çağı'nda (MÖ 800 - 200) karşılaşılan
sorunların üstesinden gelmek için her bölge kendi ideolojisini geliştirdi.
Şöyle ki: Çin'de Taoizm, Konfüçyüsçülük; Hindistan'da Hinduizm, Budizm; Batı
Anadolu’daki İyon kent devletlerinde felsefi akılcılık; İran'da düalizm (Zerdüştlük)
ve İsrail'de İbrani peygamberler tektanrıcılığı geliştirdiler. Diğer dini
anlayışlar gibi, Tanrı düşüncesi de pazar ekonomisi içinde gelişti.
Dinlerin oluşumdaki üçüncü aşama Kozmopolit Oluşumlardır;
Avrupa’da Protestan Reformu sonrasında başlayıp Sanayi Devrimi ile olgunlaşan
dini anlayıştır. Bu aha modern dini oluşumlar şunlara odaklanma eğilimindedir:
1) Dinlerin, yaşamın ve varlığın felsefi ve ahlaki
temelleri,
2) Daha az ilahi olması ya da hiç olmaması durumu,
3) Ekolojik ve insanlığın korunması ve insanlığın olayların
şemasında durduğu yer (bir tür küresel eko-hümanist dini görüşe yöneliyor).
Dini
Evrimin Tarihsel Modeli
Dini oluşumun büyümesi ve evrimi 1) insan nüfus
merkezlerinin büyümesi, 2) insan bilgisinin büyümesi ve dünyasal cehaletin
azalması ile birlikte gelişir.
İnsan cehaletinin doruğunda dinler, anlaşılmayan dolaysız
doğal dünyaya (hastalıklar, mevsimler, hava durumu, yaşam, ölüm, kırık bacak
gibi kişisel kazalar) odaklanıyordu. Dünya üzerine insan bilgisi arttıkça, ruhların
yerini tanrılar alır. Sonra tanrıların yerini felsefeler
ve eko-bilinçler almaya başladı.
İnsan cehaletinin doruğunda, hemen hemen her şey, ruhlara
ve onları çevreleyen doğaüstü şeylere bağladılar. Sonunda deneyim, bilgi,
gerçek ve bilim ile şeylerin oluşunun nedenleri anlaşılınca cehalet
ve yanlışa yorma duvarı yıkılır. Bir şeyin nasıl ve neden olduğu anladıktan
sonra, insanlar artık bu olayları yanlış bir şekilde doğaüstü ya da ilahi olana
dayandırmazlar; o zaman bunların açıklaması bilim ve gerçeğin alanına girer. O
anda, insan anlayışının ve açıklamasının ötesinde olan her şey, yeniden
doğaüstü ya da ilahi olana dayandırılır. İnsanlar sonsuza dek insanlığın
cehaletinin sınırıyla karşı karşıya kaldıkça döngü de sürer.
Dini
İnançta Psikolojik Etmenler
Bilgin Erwin Schrödinger (Not 3), Schrödinger'in
Kedisi olarak adlandırılan bir düşünce deneyini öne sürer. Temelde, içinde
radyoaktif bir izotop ve bir zehir bulunan bir kutu içinde bulunan bir kedinin
canlı mı yoksa ölü mü olduğunu bilmediğimizi belirtir. Kontrol etmek için
kutuyu açıyoruz. Kutuyu açarak emin olana kadar kedinin durumu hem ölü hem de
diridir (bilinmiyor). Benzer bir şekilde, Schrödinger'in Smilodon'u (smilodon
tarihöncesi büyük bir yırtıcı kedidir) potansiyel olarak çalılarda avlanır,
avcılar emin olmak için kontrol edene kadar hem oradadır hem de orada değildir
(bilinmeyen durum); bu da ya avcılar için iyi olur (orada değil) ya da avcılar
için kötüdür (orada ve açtır).
Evrimsel bir adaptasyon olarak, bir şeyin potansiyel
olarak tehlikeli olduğunu varsaymak, bir savunma duruşu olarak riskten kaçınmak
(daha kolay korkmak), bir şeyin tehlikeli olmadığını varsaymaktan daha
güvenlidir. Bu adaptasyonu geliştiren ilk insanlar, bir şeyin tehlikeli
olduğunu varsaymayı ve kendilerini korumak için uygun eylemi yapmayı tercih
ettikleri için daha güvenli olmalarını ve daha uzun süre hayatta kalmalarını
sağlıyordu, bu da daha duyarlı ve kolayca tetiklenen bir savaş ya da kaç
tepkisinin evrimleşmesiyle sonuçlandı.
İnsanların din konusundaki seçimlerine ya da inançlarına bunu
uyguladığımızda, bu bizi Pascal Bahsi olarak adlandırılan bir şeye
yönlendirir, bu bahis şöyle bir şeydir: Tanrı’nın var olduğunu varsayarak korkmak
ve itaat etmek (böylece örneğin cennete gitmekle ödüllendirilmek); Tanrı’nın
varlığına inanmayıp itaat etmemekten (böylece örneğin cehenneme gitmekle
cezalandırılmak) daha güvenlidir.
Mantık, evrimsel olarak yüksek bir korku duygusu
olanların dindar olma eğiliminde olmalarıdır. Korku, dünyayı anlayamama,
olumsuzluk önyargısı (olumsuz şeyleri tercih etme ve her yerde tehditleri
görme) ve belirsizlikten hoşlanmama (her şeyin net, siyah beyaz, anlaşılması
veya kabul edilmesi kolay olmasını tercih etme) nedeniyle güçlü bir motive edicidir.
Notlar
Not 1: Yunanca insan anlamına gelen Anthropos ve
biçim anlamına gelen Morphe sözcüklerinden türetilmiştir. Antropomorfik,
insan biçimli anlamına gelir. Bu anlama göre Antropomorfizm yani
İnsanbiçimcilik; insana has duygu, düşünce gibi niteliklerin insan dışındaki
varlıklara atfedilmesidir.
Not 2: Neil DeGrasse Tyson; astrofizikçi, yazar ve
bilim anlatıcısı. New York’taki Amerikan Doğal Tarihi Müzesi'ndeki Hayden
Planetaryumu’nun direktörü.
Not 3: Avusturyalı fizikçi ve
bilim kuramcısı Erwin Rudolf Josef Alexander Schrödinger, kuantum mekaniğinin
kurucularından biri olarak kabul edilir. Atom kuramının yeni, üretken
işlevlerinin keşfedilmesine yaptığı katkılar ile 1933'te Paul Dirac ile
birlikte Nobel Fizik Ödülü almıştır.
Kaynakça
1.
Anna Pałczyńska, The Origion of Religion and the
World’s Major Belief Systems, 2015
2.
Guthrie, Stewart Elliott, Faces in the clouds: a new
theory of religion, Oxford University Press paperback, (1941) 1995
3.
Harari, Yuval N., Sapiens:
a brief history of humankind, Random House, 2014
4.
Hubert Reeves, Joel
de Rosnay, Yves Coppens, Dominique Simonnet, Origins: Cosmos, Earth, and
Mankind, Editions du Seuil, 2011
5.
James O'Neill, Religion, an Overview,
freexenon.com/2018/10/17/religion-overview/
6.
Philip Lieberman, The
theory that changed everything: “On the origin of species” as a work in
progress, Columbia University Press, 2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder