Devlet Adamı Olma Savındaki Bir
Politikacıda Bulunması Gereken Nitelikler
Değerli okuyucular,
Bu yıl genel seçimler yapılacak. Ülkemizi yönetmeye talip
olanları seçeceğiz. Seçeceklerimizde bazı nitelikleri aramamız çok doğal. Bu
konuda kişisel görüşlerimi aşağıda paylaşıyorum.
Politika yapmak üzere yola çıkanların son amacının devlet
adamı olması gerektiği düşünüyorum.
En basit bir iş için bile ustalık, bilgi, beceri ararken,
devlet gibi karmaşık bir yapıyı yöneteceklerde üstün nitelikler aramazsak
yanlış yapmış oluruz. Bir devleti yönetmenin başında insanları yönetmek gelir.
İnsanları yönetme anlayış, duyarlılık, hoşgörü, empati gerektiren bir sanattır.
Yetki kullanacak, emirler verecek, toplum üzerine önemli kararlar alacak biri,
her şeyden önce namuslu, dürüst ve iyi insan olmalı, yurdunu, halkını çok
sevmeli, bu konuda hiçbir fedakârlıktan kaçınmamalıdır.
Politika Yapmak Üzere Yola Çıkanlar
Hangi politik görüş ya da ideolojiden olursa olsun bir
politikacının önceliği Türkiye Cumhuriyeti’nin ve onun yurttaşlarının çıkarı
olmalıdır. Her şeyden önce politikacı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne vergi
ödeyen yurttaşlık sorumluluklarını yerine getirenlerin belirli bir süre boyunca
temsilciliğini üstlenen ve onların ödediği vergilerden maaş alan bir görevlidir.
Politikanın bir meslek olmadığını, bir zengin olma aracı
hiç olmadığını, yalnızca seçilebildiğin sürece belirli bir gelir karşılığında
ülkene ve halkına hizmet etmek olduğunu asla unutmamalıdır.
Politikanın bir uzlaşma sanatı olduğunu, toplumda çok
farklı çıkar ve beklentilerin olduğunu, bu çıkar ve beklentilerin toplumun
genel çıkarını zedelemeden birbirleriyle adil bir düzende uzlaştırılması
gerektiğini unutmamalıdır.
Her ne kadar bir parti disiplini olsa da parti başkanının
eleştirilemeyen bir konum olmadığını bilmeli. Öncelikle kendisine oy verenlere
karşı sorumludur, seçmenine verdiği sözün namus sözü olduğu unutulmamalı.
Verdiği sözü yerine getiremeyen bir, çekilmenin bir erdem olduğunu da
unutmamalı. Ama bunu partiler arasında bir fırıldak gibi de yapmamalı. Böyle
düşünen biri, politikaya atılıp bu yüce sanatın yozlaşmasına yol açmamalı.
Politikacının devlet gücünü kullanmada çok duyarlı olması
gerekir. Devlet gücü yurttaşların vergileri ile oluşturulmuş bir güçtür.
Politikacının kişisel ya da parti çıkarları doğrultusunda değil toplumun genel
çıkarları doğrultusunda kullanılması gerekir.
Kimileri politikayı ülke kaynaklarının paylaştırılması
diye de tanımlar. Doğrudur, ama bu paylaşımın adil, sosyal devlet kavramı
içinde yapılması, asla ideolojik amaçla yapılmaması gerekir.
Politikacının çok duyarlı olması gereken bir başka husus
da şudur: Zamanımızda hiçbir toplum etnik ve inanç bakımından homojen değildir.
İnsanların dünya görüşlerinin de benzer olması olanak dışıdır. Zaten politika,
adı üzerinde farklılıkların uzlaştırılması sanatıdır. Bu yüzden politikacı
seslendiği toplumun etnik kimliği ve inançların karşı çok duyarlı olmalıdır.
Kendisi etnik kimliği ve inancına ters gelse de karşısındaki incitebilecek
söylemlerden uzak durmalıdır. Tersi toplumda ayrıştırmalara neden olur,
toplumun dirliği bozulur. Bu da toplum içindeki kötülüklerin anasıdır.
Ülkemizin arzu edilen düzeyde gelişememesinin en önemli
nedenlerden biri kıt kaynakların etkin ve verimli kullanılamaması yüzündendir.
Gösterişi seven politikacıların kamu kaynaklarını hoyratça kullanması büyük
israflara yol açıyor. Gelişme ve kalkınma eğitime ve istihdam
yaratacak alanlara yatırımla gerçekleştirilebilir. Katma değer yaratmayan
alanlara yapılan yatırımın hiçbir yararı yok. Böyle yapılırsa, zaten kıt olan
kaynaklar çarçur edilir, dışarıdan borç alınmak zorunda kalınır.
Politikacı, borç alan emir de alır kuralını asla
unutmamalıdır. Bu yüzden amaç ülke kaynaklarının etkin ve verimli kullanılması
son derece önemlidir.
Politikacının asla unutmaması gereken bir husus da
teknoloji geliştirme kapasitesinin gereğini kavramasıdır. Teknoloji geliştirme
ancak bilimsel tabanın genişletilmesi ile olanaklıdır. Bu da üniversitelerin
gerçekten bilimsel araştırma yapmaları ile olanaklıdır. Amaç üniversitelerin
sayısının değil, kalitesinin artırılması olmalıdır.
Politikacı, devlet adamı olmayı amaçlamalıdır. Devlet
adamı, toplumun sorunlarını çözen, bunu yaparken başka sorunların ortaya
çıkmamasına özen gösteren biridir. Bu yüzden bir politikacı sorun çözme
becerisine sahip olmalıdır. Böyle bir becerisi olmayan biri mecliste yapılan
oylamalarda başkalarının davranışlarına göre oy kullanır. Şu an bizim
meclisimizde yapılan oylamalar parti ya da ittifak kararı doğrultusunda
yapılıyor. Bunun demokrasi ile bağdaşır bir yanı yok. Böyle bir yaklaşım
milletin vekilini robot durumuna getiriyor, toplumun gündemi ile politik
partinin gündemi farklılaşıyor. Seçim zamanı geldiğinde toplumun karşısına,
çözülmemiş sorunlara yönelik yeni vaatlerle çıkılıyor. Çözülmeden biriken
sorunlar toplumun bir yerde patlamasına yol açabiliyor. Böyle patlamaları
kolluk güçlerini kullanarak şiddetle önleme yeni sorunların doğmasına neden
oluyor.
Bu yüzden dürüst bir politikacı, gerektiğinde parti
disiplinini aşarak, toplumun genel çıkarları doğrultusunda hareket
edebilmelidir. Bu da ancak donanımlı, sorun çözme becerisine sahip olmakla
gerçekleşebilir.
Bu söylenenleri başarabilmek için donanımlı olmak
gerekir. Donanımlı insanların özgüveni artar, kimsenin kölesi olmaz. Neyi ne zaman,
nasıl söyleyeceğini bilir. Nelerin yapılabileceğini, nelerin yapılamayacağını,
yapılabileceklerin nasıl yapılabileceğini bilir. Her şeyin bir maliyetinin
olduğunu, kaynakların da kısıtlı olduğunu, israfın gelişmeyi nasıl önlediğini
bilir.
Donanımlı politikacı yalnızca partisinin program ve
vizyonunu değil içinde bulunduğu daha büyük toplumun gelecek vizyonunu da
kavrar. Eğer parti programı bu büyük vizyonla uyuşmuyorsa, düzeltilmesine çaba
gösterir, başaramazsa sorumluluğa ortak olmaz, çekilir. Yerinde geri çekilmek
büyük bir erdemdir.
Donanımlı politikacı gerçekleştirilemeyecek vaatlerde
bulunmaz. Bu politikacının inanılırlığını zedeler, politika sanatına büyük
zarar verir. Politikacı yalnızca bugünü değil geleceği de düşünmek zorundadır.
Ancak böyle yapmakla devlet adamı olur. Her politikacı devlet adamı olmazsa da
böyle olmak çabası içinde olmak zorundadır.
Donanımlı politikacı yalan söylemek zorunda da kalmaz.
Yalan politika sanatının en büyük düşmanıdır. Yalancılık toplumun belleğini
hafife almaktır. Günümüz iletişim olanakları hiçbir şeyin gizli kalmasını izin
vermiyor, politikacıya güveni sarsıyor.
Donanımlı politikacı dürüst, doğru, nerde, neyi, ne
zaman, nasıl söyleyeceğini bilir.
Politikaya Girmeye İstekli Biri Nasıl Donanımlı Olabilir?
Burada küçük bir ayrıma dikkat edilmeli. Ülkemizde, siyaset sözcüğü daha ağırlıklı
olmak üzere siyaset ile politika sözcükleri eşanlamda kullanılır. Ancak iki
sözcük arasında ince bir ayırım vardır. Şöyle ki, Arapça olan siyaset
sözcüğü at yetiştirmek olan seyis sözcüğünden türetilmiştir, doğasında terbiye
etmek, istediğini yaptırmak vardır, dayatmacıdır. Böyle olmakla toplumun
geneline değil belirli bir kümenin yararınadır. Öte yandan politika
sözcüğü Grekçe kökenli olup, farklı düşünceleri uzlaştırma
anlamındadır. Böylelikle daha büyük bir toplumun yararınadır.
Bu ince ayrımı ülkemiz politikacılarında
açıkça görmekteyiz. Bir bölüm politikacı siyaset sözcüğünün belirttiği anlamda davranırlar;
önderlerinin (onlar lider der) görüşlerine boyun eğerler, çünkü öyle
yetiştirilmişlerdir. Parti önderinin dayattığı düşünce dışında görüş
belirtmeleri enderdir. Böyle yapmaya yeltenenler ya partiden atılır, kendileri
ayrılıp yeni parti kurarlar ya da politik ortamdan çekilirler. Öt yandan bir
başka bölüm politikacı daha çok politika sözcüğünün çağrıştırdığı anlamda davranırlar.
Parti önderinin görüşlerine ters gelebilecek görüşler belirtmekten çekinmezler.
Bu davranış farklılığının temelinde İslam
düşüncesi yatar. İslam’da politik düşünce değil, siyaset düşüncesi
vardır. Çünkü İslam demek bir yerde dogmadır, inanç kaynaklı
olduğu için biat etmeyi, diğer bir deyişle otoriteye boyun eğmeyi,
onun dayatmaları dışına çıkmamayı gerektirir. Sorgulama yoktur, soru soranı,
hakkını arayanı sevmezler. Biz değil, ben ve öteki vardır. Biz uzlaşmayı gerektirir, bu beceri de laik
eğitimle kazanılır.
Politikanın bir tanımı da devlet yönetme
sanatıdır. Birbirleri ile çelişen düşünceler arasında bir uzlaşma yolu bulma
sanatıdır. Toplumda barış ve huzuru sağlama sanatıdır. Toplumun sorunlarını
çözme sanatıdır. Kamu gücünü kötüye kullanma, kamu kaynakları israf etme,
toplumu bölme, kindar insanlar yetiştirme değildir. Ülkemiz politikacıları, siyaset
anlamında değil politika anlamında davranmaya başladığında düzlüğe
çıkabiliriz.
Şimdi politik yaşama girmek isteyen birinin hangi
alanlarda ne tür birikim edinmelidir, ona değinelim.
Öncelikle temsil ettiği toplumun ekonomik, toplumsal ve
dini yapısını bilmelidir. Özellikle etnik ve dini farklılıklara karşı duyarlı
olmalıdır. Toplumda öteki yaratmamaya özen göstermelidir.
Toplumun yalnızca kendisine oy vereceklerin değil, oy
vermeyeceklerin de sorunlarına çözüm üretebilmelidir. Bu yüzden sorun analiz
edebilme ve çözme tekniklerini öğrenmelidir.
Bu aşamada bir ayrıma daha dikkat etmek gerekir.
Demokrasilerde devleti, politik iktidarın programı doğrultusunda bürokrasi
yönetir. Böylece devlet yönetiminde politik iktidar bir önderlik, bürokrasi
de bir yöneticilik işlevi görür.
Politik parti, topluma sunduğu programa, toplumdan onay
almakla, diğer bir deyişle seçimi kazanmakla programını uygulamak üzere
iktidara gelir. Bunda politik partinin programının bir görünen bir de olası
görünmeyen yönünü tartışmamız yersiz. Yine de uygulamalarda görüldüğü üzere
bazı partiler bunu yapabiliyor, toplum da o görünmeyen ya da gizli gündemi
göremeyebiliyor. Her ne kadar uygulaması sırasında bu gizli gündem ortaya çıktığında
desteğini yitirse de bu kaybı ele geçirdiği kamu gücü ile telafi edebiliyor.
Burada üzerinde durmamız gereken husus tarihsel birikimi
olan devlet yönetimi ile parti programı arasındaki ilişkidir.
Devlet yönetimi her ne kadar evrensel nitelikler (ilkeler)
taşırsa da her ülkenin, tarihi geçmişi farklı olması yüzünden kendine özgü
nitelikleri (ilkeleri) vardır. Bu ilkeler geçmiş uygulamalardan alınan
derslerle sürekli gelişim-değişim içindedir. Gelişim içindedir, çünkü daha
iyiye gitmek zorundadır. Değişim içindedir, çünkü bireylerin, toplumun
gereksinimleri sürekli değişim içindedir. Bunlara uyum sağlayamayan yönetim
ilkeleri toplumda huzursuzluklara, sorunlara neden olacaktır.
İşte devletin, sürekli gelişim-değişim içindeki devlet
yönetimi bürokrasi yoluyla olur. Bürokrasi, devlet denen soyut kavramın
belleğidir. O bellek devlet gemisinin tarih denizi içindeki rota bilgileridir.
İster özel ister kamu olsun bir kuruluş için geleceğe
yönelik bir plan yapılırken öncelikle şu sorunun yanıtı aranır: NEREDEYİZ. Bu
şu anki durumun değerlendirilmesidir. Yanıtı aranacak ikinci soru da şudur:
BURAYA NASIL GELDİK. Bu geçmişin incelenmesidir. Yanıtı aranacak üçüncü soru
da: NEREYE GİDECEĞİZ. Bu da programdır.
İlk iki sorunun yanıtı alınmadan üçüncü sorunun yanıtı aranmaya
kalkılırsa hiçbir dayanağı olmayan, ayaklara yere basmayan, cek/cak ile biten
boşlukta bir plan olur.
Bir politik partinin ülkeyi yönetmek için örgütlendiğini
varsayıyorum. Marjinal çıkar kümelerinin temsilcisi olarak ortaya çıkabilecek
amatör partiler konu dışıdır.
Bir politik partinin programı çok genel anlamda toplum
karşısına yukarıdaki üçüncü sorunun yanıtı ile çıkar: NEREYE GİDECEĞİZ. Bununla
söz konusu parti topluma şunu diyor: Önümüzdeki beş yıllık dönemde biz ülkeyi
şöyle yöneteceğiz. Sonra ne olacak? Toplum beğenirse bir dönem daha. Sonra?
Bu aşamada “devlet adamlığı” dediğimiz kavram ortaya
çıkıyor.
Termodinamiğin ikinci yasası bize şöyle diyor: Kapalı bir
sistemde entropi artar, diğer bir deyişle DÜZEN’den DÜZENSİZLİK’e, bir
BOZULMA’ya gidilir. Bir parti sisteminin de bu ikinci yasa uyarınca sınırlı bir
ömrü olacak. Bu ömrün uzunluğu parti yöneticilerinin becerisine bağlıdır.
Devlet de bir sistem olduğuna göre o da termo dinamiğin ikinci yasasına
tabidir. Gerçi hem parti hem de devlet kapalı değil açık sistemlerdir, ama yine
de bu yasa onlar için işler, tarih bunun tanığıdır.
Örneğin Türklerin devlet sistemi, çok eskiye gittiği
söylenirse de tarihsel bir kişi olan Motun (Mete) ile MÖ 210’larda başladığı
kabul edilir. O zamandan buyana devleti yöneten değişik hanedanlar (Hunlar,
Göktürkler, Karahanlılar, Selçuklular, Osmanlılar) değişse de Devleti’n
sürekli, Cumhuriyet ile birlikte adının da “Türk” olduğu, varsayılır.
Bu sürekliliği sağlayan unsur, devletin belleği olan,
devlet yönetim ilkelerini içinde taşıyan Türk Bürokrasisidir.
Devleti yönetmek isteyen bir politik parti eğer
yukarıdaki ilk iki sorunun yanıtlarını almadan ya da eksik olarak alıp doğrudan
üçüncü sorunun yanıtına geçerse ülkeyi yönetmede kaçınılmaz olarak
tökezleyecektir. Dahası devlet gemisini batıracaktır. 1918 yılında batan devlet
gemisinden kurtarılabilenlerle Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Denizlerin çok
fırtınalı olduğu bu zamanlarda bu gemiyi birilerinin yeniden batırmaması için
çok dikkatli olmak gerekir.
Doğru olan yukarıdaki her üç soruya da odaklanmaktır. Bu
da kapsamlı çalışmayı, araştırmayı, devlet adamlığını gerektirir.
Devlet adamı, NEREDEYİZ, BURAYA NASIL GELDİK, NEREYE
GİDECEĞİZ sorularının yanıtlarını SAĞLAM olarak yanıtlayabilen ÖNDER bir
KİŞİLİKTİR. Bunu tek başına yapabilecek ATATÜRK gibi kişiler tarihte çok ender
olan kişiliklerdir. Bu yüzden ülkeyi yönetmeye talip birinin aşağıda
sıralananları çok iyi bilmeli ya da bilenlerden, ama DÜRÜST olanlarından,
oluşan bir takım oluşturmalıdır.
1. Yalnızca yakın tarihi değil, uzak tarihi de bilmeli.
Yalnızca kendi ülkemizin değil, komşu ve ilişki içinde olduğumuz ülkelerin de
tarihini en azından özet olarak bilmeli. Bu da yeterli değil, toplumu oluşturan
etnik kümelerin de tarihini bilmeli, hem de ayrıntılı olarak.
2. Zamanımızda bir ülkede artık çok çeşitli dinler,
dahası dinsizler bile var. Bunlar ülkenin yurttaşı olarak vergi veriyor, ülkeye
karşı yükümlülüklerini yerine getiriyor. Dolayısıyla ülkedeki geçerli dinlerin
tarihi ve kutsalını da bilmek gerekir. Bu konuda dinsizler de içinde olmak
üzere herkese İNSAN ve YUTTAŞ olarak bakmak gerekir.
3. Ülkenin yurttaşı olan, devlete vergi ödeyen bireylerin
etnik kimliği, dili, dini, mezhebi, sosyal kimliği bakımından hiçbir zaman
ayrıma tabi tutulmalıdır. Şunu unutmamak gerekir: Zamanımızda artık bireyin
dini ve etnik kimliği vardır, devletin değil, devlet nötrdür. Bu yüzden devlet
adamı için tek ölçüt YURTTAŞLIKTIR.
4. Dış ilişkiler, özellikle komşularla olan ilişkiler,
tarihsel çerçevesi içinde gerçekçi bakış açısıyla ele alınmalı, iç kaygılarla
değil.
5.
Devlet adamı hangi politik partiden olursa olsun, kişisel geleceğini değil ülke
geleceğini öne çıkarır.
6.
Ülke zenginliğini, ülke insanlarına olabildiğince adil dağıtmaya çalışır,
yandaş gözetmez.
7.
Din, etnik, sosyal sınıflar arasında asla ayrımcı davranmaz.
8.
Uygulamalarında dini tercihini toplumla paylaşmaz, göstere göstere ibadet gibi
ilkel uygulamalardan uzak durur.
9.
Gençlerin eğitimi, ülke zenginliklerinin ülke ekonomik gücünü artıracak
konularda hiçbir ayrımcılık asla yapmaz.
10. Bir
standart olarak adil, gerçekçi, hoşgörülü, vefalı, sabırlı, bilgili, cesur, öfkesini kontrol edebilmeli, zeka sahibi olmanın yanında; ideolojik
görüşleri, ülkenin gelecek çıkarlarına zarar vermemelidir. Bu amaçla, karşıt
görüşleri de temsil eden küçük bir danışma kurulu oluşturması yerinde olur.
Devlet
ciddi bir kurumdur, bir şahıs şirketi değil. Büyük şirket özellikle
demiyorum, çünkü öyle şirketlerin bir misyonu, bir vizyonu, stratejik amaçları,
stratejik hedefleri vardır. Misyonunu başarmayı, vizyonuna ulaşmayı, stratejik
amaçlarını gerçekleştirmeyi, stratejik hedeflerini ele geçirmeyi kapsayan Stratejik
Planı vardır.
Devlet Adamı Nitelikleri
Artan küreselliğin dünyayı bir köy durumuna getirdiği, internet ağının
sağladığı bilgiye kolay erişimi yanında bilgi kirliliğini de getirdiği,
şirketlerin uluslararası duruma gelmesiyle ülke sınırlarının bulanıklaştığı,
dünyanın bir yerindeki küçük bir buhranın kolayca başka yerlere yayılmasının
kolaylaştığı, uzmanlık alanlarının yüzlerce değil binlerce ayrı alanlara
bölündüğü bir dünyada bir ülke yöneticisinin işi çok zor duruma gelmiştir.
Böyle bir durumda özellikle uzmanlardan oluşan bir danışmanlık
düzeneğinin oluşturulması çok önem kazanmıştır. Ancak, güvenilir danışmanın
sağlanması da ayrı sorun olmuştur. Çünkü herkesin görünmeyen bir gündemi olma
olasılığı da artmıştır. Bu yüzden bir yöneticinin doğruyu yanlıştan
ayırabilecek asgari bilgi düzeyinde olması çok önemlidir. Tüm bu koşulları
gözönünde tutarak bir devlet yöneticisinde bulunması gereken nitelikleri şöyle
özetleyebiliriz:
Adil, gerçekçi,
hoşgörülü, vefalı, sabırlı, bilgili, cesur, öfkesini
kontrol edebilmeli, zeka sahibi olmanın yanında;
İdeolojik görüşleri,
ülkenin gelecek çıkarlarına zarar vermemelidir. Bu amaçla, karşıt görüşleri de
temsil eden küçük bir danışma kurulu oluşturmalıdır.
İleri görüşlü olmalıdır. Bu amaçla
dünya olayları üzerine sürekli değerlendirme yapan özel oluşturulmuş
politik-ekonomik-kültür uzmanlarından oluşan bir kurulun çalışmalarından
yararlanabilir.
Çağının uluslararası
kavramlarına ve değerlerine duyarlı olmalı, uluslararası ilişkilerde nezaket
kurallarına uymalıdır. Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmamak
gerekir.
Tarih bilgisi, özellikle Türk tarihi üzerine
ayrıntılı, dünya tarihi üzerine genel bilgisi olmalıdır.
Atama yapacağı devlet kadrosunun işlevleri
üzerine bilgili olmalı ki, doğru adamı atayabilsin.
Çıkar kümelerinin, devletin izlediği
politikalara karşı olabilecek taleplerine karşı koyabilecek iradesi olmalıdır.
Uluslararası konjonktürün gereklerine göre
hareket edebilme esnekliği gösterebilmelidir.
Hızlı değerlendirme yapma ve hızlı karar verme
becerisi olmalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder