21 Aralık 2015 Pazartesi

Bir Yunan Mucizesi Var mıydı?

Bir Yunan Mucizesi Var mıydı?

Tarihte bir Yunan Mucizesi olduğunu iddia edenlere göre bu Yunan uygarlığıdır. Eski Yunan yazıyı mı icat etti?  Hayır; bunu Doğu’dan Fenikeliler aracılığı aldı. Yaptıkları sessiz harflerden oluşan alfabeye sesli harfleri eklemek oldu. Eğer bu bir mucize ise Eski Yunan mucizesinden söz edilebilir. Sanatı mı icat etti? Hayır; bunu da Doğu’dan, Anadolu ve Doğu Akdeniz üzerinden aldı. Uygarlık, bazılarının iddia ettiği gibi öyle tek bir etnik grup tarafından değil, insanların toplamsal çabalarının bir ürünüdür. G. Mosca[1]Klâsik Yunanistan'ın, dünya uygarlığındaki büyük katkı payını kabul etmekle birlikte, bu mucizeyi açıklamak için, çoktandır belli bir olaya dokunmak gerekir zannındayım: Tarihi Grek devrinin kültürü, her ikisi de yabancı istilâları önünde yarım kalmış iki uygarlık devrinden sonra gelmektedir” diyerek bir mucizenin olmadığını açıkça belirtir. Mosca’nın sözünü ettiği yarım kalmış iki uygarlık Girit’teki Minos uygarlığı ile Yunanistan yarımadasındaki Miken uygarlığıdır. 
Bir “Yunan Mucizesi” var mıydı sorusunu yanıtlamadan önce “Doğululaştırma (orientalizing)” dönemi kavramından söz etmek yararlı olacaktır. Doğululaştırma dönemi, Suriye ve Asur, daha az olmak üzere Fenike ve Mısır sanatının Yunanistan ve İtalya yarımadalarını etkilediği kültürel ve sanat tarihi dönemidir. Eski Yunan Arkaik dönemde MÖ 8.yüzyılın sonlarında başlayan bu dönem, Ege dünyasında kültürel karşılıklı ilişkilerin artışı ile gelişen yeni bir Doğululaştırma tarzını kapsar. Yine Orta İtalya’da yükselen ekonomisine paralel olarak soylu Etrüsk ailelerinin Doğu motifleri içeren yabancı lüks ürünlere erişimleri ile MÖ 7.yüzyılda Etrüsk sanatı da bir Doğululaştırma dönemi olarak görülür.
Güney Batı Asya (ya da Yakın Doğu)’nın Yunan Kültürüne Etkisi[2]
Eski Yunan kültürünün, komşularının hiçbir katkısı olmadan, bir mucize olarak kendiliğinden ortaya çıktığını tanımlayanlar vardır.  Walter Burkert[3], “Sami Doğu’nun etkisi altında Yunan kültürü özgün parlamasını yaparak kısa sürede Akdeniz’de kültürel üstünlüğe ele almıştır” diyerek bu çarpık görüşe karşı çıkar. O “Doğululaştırma” yüzyılı olan MÖ 750-650 dönemine odaklanır. Asurların fetihleri, Fenike ticareti, Yunanların Doğu ve Batı’daki keşiflerinin olduğu bu dönemde yalnızca doğunun beceri ve görüntüleri değil, yazı sanatı da eski Yunan dünyasına aktarılmıştır. Burkert, Yunanistan’a yeni teknik ve tasarımlar getiren göçmen zanaatkârları, gezgin bilicilik ve sağaltım öğreticileri ve Yunanların Doğu Akdeniz’den ödünç aldıkları şiir ve söylencelerini izler. Geniş ölçüde arkeolojik, metinsel ve tarihi kanıtlara dayanarak, doğu örneğinin önemli derecede Homer döneminde Yunan edebiyatı ve dinini etkilemiş olduğu sonucuna varır. W. Burkert’in bu konudaki görüşü özetle şöyledir:
Klasik bilimciler “doğulu” ve “batılı” deyişlerini antitez ve çatışma anlamında iki ayrı kutba ayırma eğilimine girmişlerdir. Yunanlar, Persleri yendiklerinde Doğu’dan ayrı bir kimlikleri olduğunu düşünmeye başlamalarına karşın, “Doğu” kavramı, Haçlı Seferleri’nden çok sonralarına kadar Batı dillerine girmemişti. Bu gerçek bugün bile klasik Yunan ve Doğu arasındaki bağlantıların önyargısız bir tartışmasını yapabilmenin neden zor olduğunu zorlukla açıklar. Bunu denemeye kalkanlar kemikleşmiş bir konumla, tedirginlikle ve savunma ile karşılaşır. Bu yaklaşım büyük ölçüde yaklaşık iki yüzyıl önce başlayan ve özellikle Almanya’da kök salan entelektüel gelişmenin bir sonucudur. Bilimin artan uzmanlaşması ideolojik koruma ile birleşmiş ve her ikisi de izole edilmiş görkemli saf bir “klasik Yunan” yaratmıştır. On sekizinci yüzyıla kadar filoloji ile teolojinin sıkı bağlantılı olduğu dönemde Yunan klasikleri ile İncil arasındaki karşılıklı ilişkiden dolayı herhangi bir sorun ortaya çıkmıyordu[4]. Ancak bu yaklaşım ortaya çıkan “üç eğilimle” yıkıldı.
Üç yeni eğilim
Homer (Odyssey) ve Herodotos “Fenikelileri” Doğu ile Batı arasındaki bağlantı olarak kabul ediyordu. Sonra üç yeni eğilim ortaya çıktı ve hepsi birlikte Doğu-Yunan eksenini çatlattı. İlkin Friedrich August Wolf’un çalışması ile filoloji teolojiden ayrıldı ve aynı zamanda Johann Joachim Winckelmann’ın çalışması ile de klasizmin daha çok pagan eğilimli yeni bir kavramı oluştu. İkinci olarak Johann Gottfriend Herder ile başlayan romantik ulusalcılık ideolojisi gelişti. Bu edebiyatı ve ruhsal kültürü sonunda derinlemesine tek bir insan, kavim ve ırk ile birbirine bağladı. Karşılıklı etkileşim yerine köken ve organik gelişme kavrayışın anahtarı oldu. Friedrich Creuzer’in daha evrensel modeline tepki olarak, Carl Otfried Müller “Yunan kabile kültürü” adlı eserindeki düşüncesi ile dikkate değer etkide bulundu. Tam da Yahudilerin Avrupa’da tam yasal eşitlik sağladıkları zamanda, ulusal-romantik bilinç doğubilimcilik (orientalism) tepki eğilimi başladı ve Yahudi düşmanlığına (anti-Semitism) yol açıldı. Üçüncü olarak dilbilim bilginleri birçok Avrupa ile Persçe ve Sanskritçenin de içinde yer aldığı “Hint-Avrupa” dil grubunu keşfettiler. Bu da Yunanlar, Romalılar ve Cermenlerle bağlılığı kuvvetlendirdi ve böylece Samileri başka bir dünyaya attı[5]. Klasik ulusal Yunan kimliği kavramını oluşturmak amacıyla, Hint-Avrupa ailesi içinde Hint akrabalarına karşı Yunanlıların bağımsızlığını savunarak, uygarlığın bağımsız ve kendi kendine yeterli bir model olarak ortaya çıktığı düşüncesi başta Almanya olmak üzere Avrupa'da 19. yüzyıl sonrasına egemen oldu. Böylece 1884 yılında, Ulrich von Wisamowitz-Moellendorf “Sami ve Mısırlıların insanları ve devletlerinin yüzyıllardır bozulmakta olan kültürlerinin eskiliğine karşın, Helenlere birkaç el becerisi, gelenek … dışında bir katkı yapmaları mümkün değildir” diyerek küçümseyen değerlendirmesine varılmış oldu[6]. Ancak bu yaklaşım da “üç yeni keşif” ile sarsıldı.
Üç yeni keşif
Bağımsız bir “Helenzmin” Homer ile mucize görünümü 19.yüzyılda üç yeni keşif ile bastırıldı. Bu keşiflerden ilki Çiviyazısı ve hiyeroglifin çözülmesiyle eski Güney Batı Asya (Yakın Doğu) ve Mısır’ın ortaya çıkışıydı. İkincisi Miken uygarlığının toprak altından çıkarılışı oldu. Üçüncüsü de eski Yunan sanatının gelişmesinde doğululaştırma döneminin kanıtlanmış olmasıdır. Eskiden Fenike’nin Doğu ile Yunanistan (Hellas) arasında aracılık rolü oynadığı değerlendirilmesinde, doğu karşıtı refleks Helenistlere daha yakın olarak öne çıktı.
Julius Beloch, Fenikelilerin erken Yunan üzerindeki etkisinin öneminin sıfıra yakın olduğu kuramını yayınladı[7]. Bunun yerine bir Hint-Avrupa dili olan Hititçenin çözülmesi ile Hitit-Yunan bağlantısı üzerinde durulmaya başlandı ve bu Sami etkisine karşı bir engel olarak ortaya kondu. Otto Neugebauer, “Pythagore teoremi”nin, Pythagoras’tan bin yıl önce Babil matematikçileri tarafından bilinmekte olduğunu keşfetti. Alman filoloji bilgini Franz Dornseiff, Güney Batı Asya (Yakın Doğu)’nın klasik Yunan üzerindeki etkisine, Hitit mitoloji metinlerinin çözülmesiyle ortaya çıkan yeni boyut veren ilk kişi oldu[8]. Asıl kırılım 1946 yılında yayınlanan Kingship in Heaven (Göklerin Krallığı) metni ile geldi. Bu, Hesiod’un Uranos ve Kronos öyküsüne benzer mit Kumarbi tarafından göklerin tanrısının kısırlaştırılması; o zamandan beri Kumarbi-Kronos paralelliği ortaya kondu ve büyük ölçüde Albin Lesky’nin çabası ile Kumarbi klasik filolojinin standart referans metni oldu.
Böylece Hititler ile “Hint-Avrupa” halkının “Doğu”yu temsil etmesi sempatik bulundu. Mitolojik motiflerin yanı sıra anlatı teknikleri ve destan edebi tarzı da, karşılaştırmalı araştırmanın konusu oldu. O zamandan beri, Homeros destanı artık Doğu edebi formları ile karşılaştırmada bir arka plan olarak durmaktadır. Buna paralel olarak yeni bir savunma hattı süratle geliştirildi: Tunç Çağı’nda MÖ 13.yüzyılı karakterize etmede bazı “Ege şivesi” bulunabileceği, genel olarak Anadolu, Sami Doğu, Mısır ve Miken dünyası arasında yakın temasların olduğu kabul edildi. Bu “Doğululaştırma” döneminde daha az odaklanılan Homer dönemi (MÖ 750-650) Doğu beceri ve görüntüleri, Sami sanat ve yazısının Yunanistan’a transfer edildiği ve Yunan edebiyatının kayıtlara ilk defa geçtiği dönemdir. Alman bilim insanları ilginç bir biçimde Yunan alfabesini daha erken bir döneme tarihlendirme eğilimindedirler. Böylece Homer destanlarını MÖ 700’lerde maddi kültürde dikkat çekici olan Doğu etkisinden kurtarma çabasındadırlar[9]. Maden ticareti ile birlikte Asurların Doğu Akdeniz’e yayılmaları yanı sıra Fenike – Yunan alfabesinin yayılması doğu zanaatkarlarının Batı’ya hareketlerinin ikna edici tarihi çerçevesini sağlar. Bu dönemde Yunanlar, Doğu Akdeniz dünyasından yalnızca el becerileri, zanaat ve sanat almamış, din ve edebiyat alanında da doğu modellerinden önemli derecede etkilenmiştir. Homer Odyssey‘de "kamu çalışanları olan" çeşitli göçmen zanaatkarları sayar: İlkin “bir kahin ya da bir şifacı”, sonra marangoz ve ayrıca “tanrısal şarkıcı.”[10]
MÖ yak. 8.yüzyıl ortalarında Asurlar ile Yunanlar arasında doğrudan temas sağlandığında Yunan kültürü, daha sonraki kuşaklar dönemine göre çok daha az öz bilince sahip ve bu nedenle yabancı etkisine karşı çok daha fazla yumuşak ve açıktı[11].
Kamu çalışanları: Göçmen zanaatkarlar
Tarihsel arka plan
MÖ 1200’lerde “deniz kavimleri” denen halkın neden olduğu yıkımlar sonucu birçok krallık yıkıldı ve Tunç Çağı’nın görkemi kayboldu. Doğu Akdeniz’de, Mısır dışında, kent uygarlığı ve yazı yalnızca Kilikya-Suriye-Filistin’de yaşayabildi. Kilikya’dan güney Suriye’ye kadar olan bölgede Güçlü bir Hitit uygarlığı geleneği ve Hitit tarzı mimari ve sanat MÖ 8.yüzyıl sonlarına kadar devam etti[12].
Bu bölgedeki batı Samileri, Yunanlar tarafından Fenikeliler diye anılır. Erken bağlantılar yalnızca Kıbrıs’a değil Girit’e de ulaşıyordu. Suriye-Filistin’in en olağanüstü başarısı alfabetik yazıyı geliştirmesidir. İbraniler, Fenikeliler ve Aramiler tarafından kullanılan bu alfabenin basitliği yazının ilk defa çok geniş alanlara yayılmasını sağlamıştır. Asurların MÖ 9.yüzyıldan başlayarak kentler, krallıklar ve kabile merkezlerinin oluşturduğu karmaşık bölgeye yayılması dünya tarih boyutlarında dinamik değişikliklere neden olmuştur. Asurların kendilerinin de değerli maden arayışı itici bir güç oluşturmuş ve zamanının en kuvvetli ordusunu oluşturarak bu orduyu yaptığı akınlarla acımasız baş eğme ve haraç almada kullanmış, böylece bölgede ilk dünya gücünü oluşturmuşlardı. Asur ordusu MÖ 877’de ilk defa Akdeniz kıyılarına ulaştı ve 841’de Tyre ve Sidon, 834’de Kilikya’daki Tarsus haraç vermeye zorlandı. Hitit kent devletleri de aynı şeyi yapmaya zorlandı ya da yıkıldı. Yunanlar bu doğu gücünün farkında olmalıydılar, çünkü yak. MÖ 850’lerde Fenikeliler Kıbrıs’a yerleşmiş ve Kition bir Fenike kenti haline gelmişti. Fenike kolonileşmesi uzak Batı’ya da ulaşmıştı: Kartaca’nın geleneksel kurulma tarihi MÖ 814 yılıdır. Asurların, Shalmaneser’den sonra bir süre Akdeniz kıyılarında gözükmedikleri dönemde Yunan tüccarları Suriye’ye ulaştılar[13]. Yine Chalkis’ten MÖ 8.yüzyıldan önce Batı’ya ulaşmıştı. Burada da Etrüskler ile maden ticareti önemliydi; Fenikelilerin Kıbrıs’tan Kartaca yoluyla Sardunya adasına olan ticaret yolu, Yunanların Euboea’dan Ithaca yoluyla Pithckoussai’ye olan ticaret yoluyla rekabet içindeydi. Bu ticaret yollarıyla ilk Yunan yazısı da Euboea, Naxos, Pithekoussai ve Atina’da görülmeye başlar.
Harita: Erken Arkaik Dönemde Akdeniz ve Güney Batı Asya
Asurlar, en güçlü dönemine Urartu gücünü yok eden, Tyre ve Babil’i bağımlı hale getiren Tiglath-pileser III (745-727) ile girmiş ve devamlı olarak Doğu Akdeniz kıyılarında bulunmuşlardır. MÖ 738’de ilk defa Ionians (Yunanlar)’dan bir raporda söz edilir. Bu bir subayın Suriye’ye karşı saldırı yapıldığına ilişkin raporudur: “İyonlar geldi. Onlar saldırdılar … kentleri … onları …denizin ortasında…[N. N.?] gemisinde izledi.”[14] Doğuluların Yunanları, İyonlar olarak anması uzun bir tartışma ve yorum konusudur. İbranicede Jawan, Arapçada Junan sözcüğünün Asur formu Iawan(u), ya da Iaman(u), yukarıdaki metinde geçen "(ülke) Ia-u-na-a·a", yani Iaunaia[15]. İyonyalılara Homer, Iawones; Persler, Yauna; İbraniler, Yewanim; Türkler ve Araplar ise Yunan derler. Ancak yazar, bu İyonların Batı Anadolu’dan değil Euboea, Atina ya da her ikisinden olduğunu söyler. Asur Sargon II (722-705) zamanında gücünün doruğuna ulaşır, yalnızca Hitit kent-devletleri değil Kilikya da bir Asur eyaleti olur. Kıbrıs kralı ve oradaki Yunan kentleri Sargon’a saygı göstermiştir. Yine Sargon’a saygı gösteren "Mushki" kralı olan Mita da Frigya kralı Midas olarak bilinir. Bütünüyle bakıldığında çeşitli şiddet olayları ve felaketler Doğu-Batı ilişkilerini kesmedi, tersine belki de bu kez sığınmacıların tüccarlara karışması akımıyla bu ilişkileri daha da yoğunlaştırdı. Her durumda doğu malları akımı ve bunların taklitleri MÖ 700’lerde Yunanistan’da biraz sonra da Etruria’da görülmeye başladı[16]. Asur’un bu baskın dönemi Homeros çağıdır. Aynı dönemde, Lidya krallığı Suriye ile temasa geçmiştir. Böylece Efes’ten başlayan ve doğuya giden “Kral Yolu”nun açılması İyonların doğu ticareti ile doğrudan temasa geçmeleri onların Batı Anadolu’da süratle gelişmelerine olanak sağladı. Değişen bu ilişkiler ağı içinde Yunan kültürü üstünlük kazanmış ve doğu etkisini gölgelemiştir.
Yunanistan’da Doğu ürünleri
Yunanistan üzerinde MÖ 8.yüzyıl ve 7.yüzyıl başlarındaki bu Doğu kültürü etkilerini izlemek ve onların önemini değerlendirmek için Yunan metinleri değil, daha çok arkeolojik buluntular sağlam bir temel sunar[17]. Yine de kültürel ve ekonomik kalkınmanın ana hatları, Geç Hitit, Urartu, Asur ve Mısır arasında giderek daha açık hale kültürel etkilerinde Suriye'nin merkezi bağlayıcı rolü oynamasıyla, sıkıca kurulmuş olduğu gözükür[18]. Homer’in Odyssey eserinde de belirtildiği üzere Fenike tüccarları her zaman doğu kültürün taşıyıcıları, Yunanlara doğu ithalatın tedarikçileri olarak kabul edilmişti. Akdeniz'de Yunanların ve Fenikelilerin yayılması, erken tarihlerden beri karşılıklı rekabeti de geliştirmiştir. Her ikisi de, önceki Asur uygulamalarını izleyerek önce dış ticaret tesisleri, sonra koloni denilen bağımsız kentler kurmaya başladılar; Fenikeliler için Afrika'da Kartaca, Kıbrıs’ta Kition (şimdiki Larnaka) iken Yunan kentleri güney İtalya ve Sicilya’da ortaya çıktı; bu gelişmeler rekabet gücü siyasetinin yeni biçimlerine yol açtı.
Bununla birlikte, önce Fenikelilerce sonra Eğribozlular (Euboia) tarafından harekete geçirilen ticari bağlantılar, karşılıklı temas için tek kanal değildi. Daha yakın kültürel temaslar ve değişim nitelikli zanaatkarlık düzeyinde gerçekleşti. Uzun süreden beri MÖ 9.yüzyılın sonundan başlayarak, doğu zanaatçıları Yunan kentlerine göç etmiş ve becerilerini Yunanlara aktarmış oldukları öne sürülür. Söz konusu sığınmacıların göçü Asur fetihlerinden kaynaklanır[19].
Bu gezici beceri sahibi zanaatkarlar Homeros’un dizelerinde “kamu çalışanları” anlamında demioergoi (Od. 17.383-385) olarak geçer. Plutarch’a göre Solon, bu göçmen zanaatçıların Atina için önemini kavramış ve böyle göçmenler için “techne uğruna onların ikamet değiştirmek” terimini kullanmıştır. Aynı dönemde Korint tiranı da öyle ustaların peşinden koşmuştu; daha sonra Themistokles technitai için vergi kolaylığı sağlamıştı "bu yüzden mümkün olduğunca çok insanın ikamet almalıydı."[20]
Özetle: Despotların etkisinin bir ölçüde sınırlı olması Doğulu ustalar için, serbest dolaşım şansı en azından bir süre için var olmuştu. Bu serbest dolaşım doğululaştırma döneminde Batı’da da tam olarak gelişti[21]. Doğu zanaatkarlarının, Babil’de Zanaatkar Oğulları (marê ummani), Suriye’de Dökümcüler Oğulları (bn nsk) gibi aile loncaları olarak örgütlenmiş oldukları görülür. Gözden kaçırılan bir diğer hareket de imparatorlukların yükselmesi ve çökmesi sırasında karlı bir yaşam süren paralı askerlerdir. Herodot, Mısır kralı Psammetichus’ın İyonyalı ve Karyalı paralı askerleri olduğunu söyler (Hd. 2.152). Yunanistan'da MÖ 8. yüzyılın sonunda kullanıma giren hoplit silahları Asur ve Urartu silahları ile çok yakın bağlantılıdır[22].
MÖ 8.yüzyılda Yazı ve Edebiyat
Genel kültür tarihi açısından, bugüne kadar doğululaştırma döneminin en önemli başarısı Fenike yazısının Yunanlılar tarafından alınması ve başarılı bir biçimde Yunan fonetiğine uyarlanmasıdır[23]. Bugüne kadar bilinen en eski Yunan harfleri Naksos, Ischia, Atina ve Eğriboz (Euboea) kökenli ve çevresinde MÖ 750 yıllarında ya da biraz önce ortaya çıkan yazıdır. Bu tarih, Batı'ya Eğriboz yoluyla Suriye'den İyonya’ya olan ticaret bağlantılarına mükemmel olarak uymaktadır[24]. Her durumda, Yunan alfabesinin bir anda büyük bir başarı ile geliştirilmiş olduğu argümanı, yerel Yunan alfabeleri arasında baştan görünen büyük farklılıklar, yüzyıllar değilse de onlarca yıl süren bir "uzun gelişme" dönemini gerektirmesi nedeniyle, Lilian Jeffery tarafından sağlam bir şekilde çürütülmüştür[25]. Sözde geliştirme ya da daha çok transfer süreci bazı kopyalama yanlışlıkları ve bazı kasıtlı eklemeler de dahil olmak üzere, bir yönde Friglere diğer yönde Etrüsklere hemen hemen aynı anda ulaşması yıllar sürmese de birkaç on yıl içinde, son derece hızlı olmuştur[26].
Diğer yandan, Yunan tarafından bakıldığında, bir sessizlik (argumentum ex silentio[27]) vardır: Makul bir doğruluk derecesinde sınıflandırılabilen ve tarihlendirilebilen artan miktardaki Yunan seramikleri arasında, şimdiye kadar MÖ 770’den öncesine ilişkin Yunan harfine benzer bir tek karalama bile keşfedilmemiştir. Yunan alfabesinin bu tarihten önce yüzyıllar boyunca saklanıyor olduğunu önerecek bir şey yoktur. Böylece, “maddi kalıntı” bulguların ortaya koyduğu üzere, Yunan yazısının değil MÖ 10.yüzyılda 9.yüzyılda bile var olduğu neredeyse olanaksızdır. Harflerin Yunan adları (alfa, beta, gama ve benzeri) kendi değiştirilemez sırasına göredir. Bunlar, Yunancada hiçbir anlamı olmayan Semitik sözler-boğa, ev ve benzeridir. Bunlar tek bir özel nedenle korunmuştur: Okuma ve yazma eğitimi bunların bu sırada ezberlenerek öğrenilmesi ile başlamıştır[28]. Sami harf adları alfa, beta … en erken MÖ 5. yüzyılda Yunan edebiyatında ortaya çıkar, fakat bunlar MÖ 8.yüzyıldan beri kullanılıyor olmalıdır. Böylece Yunanlıların Fenike yazısını benimsemesi harf formlarını kopyalamadan daha fazla olduğu açıktır; o öğretim tekniğinin iletimi dahil okuma yazma öğrenmeyi de içerir[29].
Finike-Arami bölgedeki kitaplar genel olarak deri metinleri olarak kullanımda idi[30]. Asur imparatorluğu idaresi iki dil, daha çok iki yazı, üzerine dayanıyordu. Arami dili idari dil olarak Persler döneminde kesinlikle öne çıkmıştı. Ancak Darius bile eski geleneğe saygı gösterip Persçe çivi yazısını oluşturulmasını gerekli gördü. Pratik amaçla Persler deri yazı formlarını kullanmayı sürdürdüler; Persepolis’deki deri yazı metinlerinin bulunduğu kütüphane İskender tarafından yaktırılmıştır[31].
Akad çivi yazısı Arami, Fenike ve Yunanca ile yan yana MÖ 8.yüzyılda Fırat’tan İtalya’ya kadar bir yazılı kültür sürekliliği oluşturur[32]. Çivi yazısı tabletleri yalnızca Suriye’de değil Kıbrıs, Tarsus’ta bulunmuştur. Biraz daha doğuya doğru Guzana-Tell Halaf’ta bir iş adamı yazışmalarında Aramiceyi kullanırken, Harran yakınındaki Huzirina-Sultantepe’de bir çivi yazısı kütüphanesi bulunmaktaydı. Helenistik dönemde çivi yazısının kullanıldığı yazılı sözleşme pratiği Aramice ve İbraniceden Yunancaya kadar izlenebilir[33]. Carl Wendel temasların iş belgelerinin ötesine de geçtiğine dikkat çeker: Bu ayrıntılı ve özel yazışma Yunan edebi uygulamasının sonunda Mezopotamya’ya dayandığını kanıtlar[34]. Burkert, Yunanlıların sözde Fenikelilerden yalnızca alfabeyi aldıkları ve yazılı kültürün diğer tüm başarılarını kendi başlarına yarattığı yolundaki revaçta olan iddianın dikkatle ele alınması gerektiğini uyarısında bulunur[35].
Özetle, ekonomik faaliyetlerin askeri genişleme ile bağlantılı olarak, Güney Batı Asya (Yakın Doğu)’dan çıkan ve büyüyen, okuryazarlık dahil kültürel süreklilik, tüm Akdeniz'e MÖ 8. yüzyılda yayıldı. Doğu'nun yüksek kültürleri ile Yunanlar gruplar halinde yoğun ilişkiye girdi. Kültürel egemenlik bir süre Doğu ile kaldı; ancak Yunanlılar aldıklarını hem benimsedi hem de bunları dönüştürmede, kendi ayırt edici kültür formları geliştirmeye başladı. Kısa süre sonra Yunanlar Akdeniz uygarlığının öncülüğünü üstlendiler.
Bu dönemde Doğu-Batı bağlantıları "Ege Dünyası" Tunç Çağından daha yoğundur. Babil’den Kilikya ve Kıbrıs’a kadar Yunan ticareti, Yunan paralı askeri ve Yunan kentleri dahil olmak üzere askeri gelişmeler vardı; Fenikelilerin Kıbrıs’ta ve Batı’da, Yunanların Suriye ve Batı’da yerleşimleri vardı. Doğu’dan Batı’ya doğru yoğun mal akımı, özellikle metal işçiliği, fakat aynı zamanda Yunanistan’a el sanatları becerisi akını vardı. Böylece Yunanlar bir "doğululaştırma devrimi " için çok istekliydiler. Zanaat ustaları yanı sıra göçmen falcılar ve arınma din adamları Yunan kentlerine geliyordu[36]. Bütün bunların üstünde alfabe, yazılı tabletler, deri rulolar ve kitap yazım formatı gibi doğrudan yazılı kültürün etkileri vardı. Bu etki Mezopotamya klasiklerini yansıtan erken Yunan edebiyatında geniş pasajlar ile doğrulanmaktadır. Bu konuyu Burkert’in vardığı sonuç ile noktalayalım:
“Kültür izole edilmiş olarak kendi tohumlarından yeşeren bir bitki değildir; o pratik gereksinimler ve çıkarlar ile birlikte merakla yönlendirilen sürekli bir öğrenme sürecidir.  ‘Yunan mucizesi’ yalnızca özgün bir yeteneğin sonucu değildir. O varlığını Batılıların en Doğulusu Yunanların olması basit fenomenine borçludur.”[37]



[1] Mosca, G., Eski Yunanistan'da Siyasî Müesssese Ve Doktrinler, Çev.: Mukbil Özyörük, A.Ü. Hukuk Fakültesi Mecmuası, Cilt 2 Sayı 4,1945, s.234-256.
[2] Burkert, Walter, The Orientalizing Revolution: Near Eastern Influence on Greek Culture in the Early Archaic Age (Revealing Antiquity), Translater Margaret Pinder, Harvard University Press, 1998. Burkert, Walter, The Orientalizing Revolution: Near Eastern Influence on Greek Culture in the Early Archaic Age, Almancadan İngilizceye çeviren Margaret E. Pinder, Harvard University Press, 1995. İngilizceden Türkçeye çeviriler tarafımdan yapılmıştır. Sonraki göndermeler, “Burkert, s…” biçiminde olacaktır.
[3] Walter Burkert (1931-…) Yunan mitoloji uzmanı Alman bilim insanıdır. Zürih / İsviçre Üniversitesi klasikler profesörüdür. İngiltere ve ABD’de öğretim görevlisi olarak çalışmıştır. 1960’lardan beri din çalışmaları yapanları yapan kuşağı arkeolojik ve yazıtbilim (epigrafik) bulguları, ozanların, tarihçiler ve filozofların çalışmalarını birleştiren modern bir yolla etkilemiştir.
[4] Burkert, s.1
[5] L. Polakov, Le mythe arien (1971), The Aryan Myth (1974).
[6] Burkert, s.2
[7] “Fenikeli” Taşozlu Herakles’in Fenikeli Kadmos’tan daha az fantezi olmadığına ilişkin savı ile (Burkert, s.3)
[8] Burkert, s.4
[9] Burkert, s.5
[10] Burkert, s.6
[11] Burkert, s.8
[12] Burkert, s.9
[13] Burkert, s.11
[14] S.159-160, Dip notu 15: H.W.Saggs, Iraq 25 (1963) s.76-78; Bruan (1982a, s.15. Kral Hazael’in tunç plakası, Sisamlı Hera’ya … (piously dedicated) ve Eretria Apollo’suna … "The Ionians came. They attacked ... the cities ... [N. N. Pursued them?] in his ships ... in the middle of the sea."
[15] Burkert, s.12
[16] Burkert, s.13
[17] Burkert, s.14
[18] Burkert, s.15
[19] John Boardman, özellikle Girit için bu hareketi ayrıntılı olarak göstermiştir. Üç grup kanıt gösterir: Knossos’ta MÖ yak.800’de bir kuyumcu ve mücevher tezgahı olan aile; bir özel tunç ustası atölyesi ve son olarak MÖ 7.yüzyılın ilk yarısında orta Girit’te Suriye tarzı mezarlar (Burkert, s.21-22)
[20] Burkert, s.23
[21] Burkert, s.24
[22] Burkert, s.169 dipnotu 68
[23] Burkert, s.25
[24] Burkert, s.26
[25] Burkert, s.171 dipnotu 11
[26] Burkert, s.27
[27] bir tartışmanın taraflarından birinin sessiz kalması
[28] Burkert, s.28 ve s.171 dipnotu 14
[29] Burkert, s.29 ve s.171 dipnotu 17
[30] Burkert, s.30
[31] s.172 dipnotu 24: R.A.Bowman, Aamicc Ritual Texts from Persepolis (1970)
[32] Burkert, s.31
[33] Burkert, s.173 dipnotu 28
[34] Burkert, s.32 ve s.173 dipnotu 29
[35] Burkert, s.173 dipnotu 34
[36] Burkert, s.128
[37] Burkert, s.129

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder