Bir Yunan Mucizesi Var mıydı?
Tarihte
bir Yunan Mucizesi olduğunu iddia edenlere göre bu Yunan uygarlığıdır. Eski
Yunan yazıyı mı icat etti? Hayır; bunu
Doğu’dan Fenikeliler aracılığı aldı. Yaptıkları sessiz harflerden oluşan
alfabeye sesli harfleri eklemek oldu. Eğer bu bir mucize ise Eski Yunan
mucizesinden söz edilebilir. Sanatı mı icat etti? Hayır; bunu da Doğu’dan,
Anadolu ve Doğu Akdeniz üzerinden aldı. Uygarlık, bazılarının iddia ettiği gibi
öyle tek bir etnik grup tarafından değil, insanların toplamsal çabalarının bir
ürünüdür. G. Mosca[1]
“Klâsik Yunanistan'ın, dünya
uygarlığındaki büyük katkı payını kabul etmekle birlikte, bu mucizeyi açıklamak
için, çoktandır belli bir olaya dokunmak gerekir zannındayım: Tarihi Grek
devrinin kültürü, her ikisi de yabancı
istilâları önünde yarım kalmış iki
uygarlık devrinden sonra gelmektedir” diyerek bir mucizenin olmadığını
açıkça belirtir. Mosca’nın sözünü ettiği yarım kalmış iki uygarlık Girit’teki
Minos uygarlığı ile Yunanistan yarımadasındaki Miken uygarlığıdır.
Bir
“Yunan Mucizesi” var mıydı sorusunu yanıtlamadan önce
“Doğululaştırma (orientalizing)”
dönemi kavramından söz etmek yararlı olacaktır. Doğululaştırma dönemi, Suriye
ve Asur, daha az olmak üzere Fenike ve Mısır sanatının Yunanistan ve İtalya
yarımadalarını etkilediği kültürel ve sanat tarihi dönemidir. Eski Yunan Arkaik
dönemde MÖ 8.yüzyılın sonlarında başlayan bu dönem, Ege dünyasında kültürel
karşılıklı ilişkilerin artışı ile gelişen yeni bir Doğululaştırma tarzını
kapsar. Yine Orta İtalya’da yükselen ekonomisine paralel olarak soylu Etrüsk
ailelerinin Doğu motifleri içeren yabancı lüks ürünlere erişimleri ile MÖ
7.yüzyılda Etrüsk sanatı da bir Doğululaştırma dönemi olarak görülür.
Güney Batı Asya (ya da Yakın Doğu)’nın
Yunan Kültürüne Etkisi[2]
Eski Yunan kültürünün,
komşularının hiçbir katkısı olmadan, bir mucize olarak kendiliğinden ortaya
çıktığını tanımlayanlar vardır. Walter
Burkert[3],
“Sami Doğu’nun etkisi altında Yunan
kültürü özgün parlamasını yaparak kısa sürede Akdeniz’de kültürel üstünlüğe ele
almıştır” diyerek bu çarpık görüşe karşı çıkar. O “Doğululaştırma” yüzyılı
olan MÖ 750-650 dönemine odaklanır. Asurların fetihleri, Fenike ticareti,
Yunanların Doğu ve Batı’daki keşiflerinin olduğu bu dönemde yalnızca doğunun
beceri ve görüntüleri değil, yazı sanatı da eski Yunan dünyasına aktarılmıştır.
Burkert, Yunanistan’a yeni teknik ve tasarımlar getiren göçmen zanaatkârları,
gezgin bilicilik ve sağaltım öğreticileri ve Yunanların Doğu Akdeniz’den ödünç
aldıkları şiir ve söylencelerini izler. Geniş ölçüde arkeolojik, metinsel ve
tarihi kanıtlara dayanarak, doğu örneğinin önemli derecede Homer döneminde
Yunan edebiyatı ve dinini etkilemiş olduğu sonucuna varır. W. Burkert’in bu
konudaki görüşü özetle şöyledir:
Klasik
bilimciler “doğulu” ve “batılı” deyişlerini antitez ve çatışma anlamında iki
ayrı kutba ayırma eğilimine girmişlerdir. Yunanlar, Persleri yendiklerinde
Doğu’dan ayrı bir kimlikleri olduğunu düşünmeye başlamalarına karşın, “Doğu” kavramı, Haçlı Seferleri’nden çok
sonralarına kadar Batı dillerine girmemişti. Bu gerçek bugün bile klasik Yunan
ve Doğu arasındaki bağlantıların önyargısız bir tartışmasını yapabilmenin neden
zor olduğunu zorlukla açıklar. Bunu denemeye kalkanlar kemikleşmiş bir konumla,
tedirginlikle ve savunma ile karşılaşır. Bu yaklaşım büyük ölçüde yaklaşık iki
yüzyıl önce başlayan ve özellikle Almanya’da kök salan entelektüel gelişmenin
bir sonucudur. Bilimin artan uzmanlaşması ideolojik koruma ile birleşmiş ve her
ikisi de izole edilmiş görkemli saf bir “klasik Yunan” yaratmıştır. On
sekizinci yüzyıla kadar filoloji ile teolojinin sıkı bağlantılı olduğu dönemde
Yunan klasikleri ile İncil arasındaki karşılıklı ilişkiden dolayı herhangi bir
sorun ortaya çıkmıyordu[4]. Ancak
bu yaklaşım ortaya çıkan “üç eğilimle” yıkıldı.
Üç yeni eğilim
Homer
(Odyssey) ve Herodotos “Fenikelileri” Doğu ile Batı arasındaki bağlantı
olarak kabul ediyordu. Sonra üç yeni
eğilim ortaya çıktı ve hepsi birlikte Doğu-Yunan eksenini çatlattı. İlkin Friedrich August Wolf’un
çalışması ile filoloji teolojiden ayrıldı
ve aynı zamanda Johann Joachim Winckelmann’ın çalışması ile de klasizmin daha
çok pagan eğilimli yeni bir kavramı oluştu. İkinci olarak Johann Gottfriend Herder ile başlayan romantik ulusalcılık ideolojisi
gelişti. Bu edebiyatı ve ruhsal kültürü sonunda derinlemesine tek bir insan,
kavim ve ırk ile birbirine bağladı. Karşılıklı etkileşim yerine köken ve
organik gelişme kavrayışın anahtarı oldu. Friedrich Creuzer’in daha evrensel
modeline tepki olarak, Carl Otfried Müller “Yunan kabile kültürü” adlı eserindeki
düşüncesi ile dikkate değer etkide bulundu. Tam da Yahudilerin Avrupa’da tam
yasal eşitlik sağladıkları zamanda, ulusal-romantik bilinç doğubilimcilik (orientalism) tepki eğilimi başladı ve
Yahudi düşmanlığına (anti-Semitism) yol
açıldı. Üçüncü olarak dilbilim
bilginleri birçok Avrupa ile Persçe ve Sanskritçenin de içinde yer aldığı “Hint-Avrupa” dil grubunu keşfettiler.
Bu da Yunanlar, Romalılar ve Cermenlerle bağlılığı kuvvetlendirdi ve böylece
Samileri başka bir dünyaya attı[5]. Klasik
ulusal Yunan kimliği kavramını oluşturmak amacıyla, Hint-Avrupa ailesi içinde
Hint akrabalarına karşı Yunanlıların bağımsızlığını savunarak, uygarlığın
bağımsız ve kendi kendine yeterli bir model olarak ortaya çıktığı düşüncesi başta
Almanya olmak üzere Avrupa'da 19. yüzyıl sonrasına egemen oldu. Böylece 1884
yılında, Ulrich von Wisamowitz-Moellendorf “Sami
ve Mısırlıların insanları ve devletlerinin yüzyıllardır bozulmakta olan
kültürlerinin eskiliğine karşın, Helenlere birkaç el becerisi, gelenek …
dışında bir katkı yapmaları mümkün değildir” diyerek küçümseyen
değerlendirmesine varılmış oldu[6]. Ancak
bu yaklaşım da “üç yeni keşif” ile sarsıldı.
Üç yeni
keşif
Bağımsız bir “Helenzmin” Homer ile mucize görünümü
19.yüzyılda üç yeni keşif ile
bastırıldı. Bu keşiflerden ilki Çiviyazısı
ve hiyeroglifin çözülmesiyle eski Güney Batı Asya (Yakın Doğu) ve Mısır’ın
ortaya çıkışıydı. İkincisi Miken
uygarlığının toprak altından çıkarılışı oldu. Üçüncüsü de eski Yunan sanatının gelişmesinde doğululaştırma döneminin
kanıtlanmış olmasıdır. Eskiden Fenike’nin Doğu ile Yunanistan (Hellas) arasında
aracılık rolü oynadığı değerlendirilmesinde, doğu karşıtı refleks Helenistlere
daha yakın olarak öne çıktı.
Julius Beloch, Fenikelilerin erken Yunan üzerindeki
etkisinin öneminin sıfıra yakın olduğu kuramını yayınladı[7]. Bunun
yerine bir Hint-Avrupa dili olan Hititçenin çözülmesi ile Hitit-Yunan
bağlantısı üzerinde durulmaya başlandı ve bu Sami etkisine karşı bir engel olarak
ortaya kondu. Otto Neugebauer, “Pythagore teoremi”nin, Pythagoras’tan bin yıl
önce Babil matematikçileri tarafından bilinmekte olduğunu keşfetti. Alman
filoloji bilgini Franz Dornseiff, Güney Batı Asya (Yakın Doğu)’nın klasik Yunan
üzerindeki etkisine, Hitit mitoloji metinlerinin çözülmesiyle ortaya çıkan yeni
boyut veren ilk kişi oldu[8]. Asıl
kırılım 1946 yılında yayınlanan Kingship
in Heaven (Göklerin Krallığı) metni ile geldi. Bu, Hesiod’un Uranos ve
Kronos öyküsüne benzer mit Kumarbi tarafından göklerin tanrısının
kısırlaştırılması; o zamandan beri Kumarbi-Kronos paralelliği ortaya kondu ve
büyük ölçüde Albin Lesky’nin çabası ile Kumarbi
klasik filolojinin standart referans metni oldu.
Böylece Hititler ile “Hint-Avrupa” halkının “Doğu”yu
temsil etmesi sempatik bulundu. Mitolojik motiflerin yanı sıra anlatı
teknikleri ve destan edebi tarzı da, karşılaştırmalı araştırmanın konusu oldu. O
zamandan beri, Homeros destanı artık Doğu edebi formları ile karşılaştırmada
bir arka plan olarak durmaktadır. Buna paralel olarak yeni bir savunma hattı süratle
geliştirildi: Tunç Çağı’nda MÖ 13.yüzyılı karakterize etmede bazı “Ege şivesi”
bulunabileceği, genel olarak Anadolu, Sami Doğu, Mısır ve Miken dünyası
arasında yakın temasların olduğu kabul edildi. Bu “Doğululaştırma” döneminde
daha az odaklanılan Homer dönemi (MÖ 750-650) Doğu beceri ve görüntüleri, Sami
sanat ve yazısının Yunanistan’a transfer edildiği ve Yunan edebiyatının
kayıtlara ilk defa geçtiği dönemdir. Alman bilim insanları ilginç bir biçimde Yunan
alfabesini daha erken bir döneme tarihlendirme eğilimindedirler. Böylece Homer
destanlarını MÖ 700’lerde maddi kültürde dikkat çekici olan Doğu etkisinden
kurtarma çabasındadırlar[9]. Maden
ticareti ile birlikte Asurların Doğu Akdeniz’e yayılmaları yanı sıra Fenike –
Yunan alfabesinin yayılması doğu zanaatkarlarının Batı’ya hareketlerinin ikna
edici tarihi çerçevesini sağlar. Bu dönemde Yunanlar, Doğu Akdeniz dünyasından
yalnızca el becerileri, zanaat ve sanat almamış, din ve edebiyat alanında da
doğu modellerinden önemli derecede etkilenmiştir. Homer Odyssey‘de "kamu çalışanları olan" çeşitli göçmen
zanaatkarları sayar: İlkin “bir kahin ya da bir şifacı”, sonra marangoz ve
ayrıca “tanrısal şarkıcı.”[10]
MÖ yak. 8.yüzyıl ortalarında Asurlar ile Yunanlar
arasında doğrudan temas sağlandığında Yunan kültürü, daha sonraki kuşaklar
dönemine göre çok daha az öz bilince sahip ve bu nedenle yabancı etkisine karşı
çok daha fazla yumuşak ve açıktı[11].
Kamu
çalışanları: Göçmen zanaatkarlar
Tarihsel
arka plan
MÖ 1200’lerde “deniz kavimleri” denen halkın neden
olduğu yıkımlar sonucu birçok krallık yıkıldı ve Tunç Çağı’nın görkemi kayboldu.
Doğu Akdeniz’de, Mısır dışında, kent
uygarlığı ve yazı yalnızca Kilikya-Suriye-Filistin’de yaşayabildi. Kilikya’dan
güney Suriye’ye kadar olan bölgede Güçlü bir Hitit uygarlığı geleneği ve Hitit
tarzı mimari ve sanat MÖ 8.yüzyıl sonlarına kadar devam etti[12].
Bu bölgedeki batı Samileri, Yunanlar tarafından
Fenikeliler diye anılır. Erken bağlantılar yalnızca Kıbrıs’a değil Girit’e de
ulaşıyordu. Suriye-Filistin’in en olağanüstü başarısı alfabetik yazıyı
geliştirmesidir. İbraniler, Fenikeliler ve Aramiler tarafından kullanılan bu
alfabenin basitliği yazının ilk defa çok geniş alanlara yayılmasını
sağlamıştır. Asurların MÖ 9.yüzyıldan başlayarak kentler, krallıklar ve kabile
merkezlerinin oluşturduğu karmaşık bölgeye yayılması dünya tarih boyutlarında
dinamik değişikliklere neden olmuştur. Asurların kendilerinin de değerli maden
arayışı itici bir güç oluşturmuş ve zamanının en kuvvetli ordusunu oluşturarak
bu orduyu yaptığı akınlarla acımasız baş eğme ve haraç almada kullanmış,
böylece bölgede ilk dünya gücünü oluşturmuşlardı. Asur ordusu MÖ 877’de ilk
defa Akdeniz kıyılarına ulaştı ve 841’de Tyre ve Sidon, 834’de Kilikya’daki
Tarsus haraç vermeye zorlandı. Hitit kent devletleri de aynı şeyi yapmaya
zorlandı ya da yıkıldı. Yunanlar bu doğu gücünün farkında olmalıydılar, çünkü
yak. MÖ 850’lerde Fenikeliler Kıbrıs’a yerleşmiş ve Kition bir Fenike kenti
haline gelmişti. Fenike kolonileşmesi uzak Batı’ya da ulaşmıştı: Kartaca’nın
geleneksel kurulma tarihi MÖ 814 yılıdır. Asurların, Shalmaneser’den sonra bir
süre Akdeniz kıyılarında gözükmedikleri dönemde Yunan tüccarları Suriye’ye
ulaştılar[13]. Yine
Chalkis’ten MÖ 8.yüzyıldan önce Batı’ya ulaşmıştı. Burada da Etrüskler ile
maden ticareti önemliydi; Fenikelilerin Kıbrıs’tan Kartaca yoluyla Sardunya
adasına olan ticaret yolu, Yunanların Euboea’dan Ithaca yoluyla Pithckoussai’ye
olan ticaret yoluyla rekabet içindeydi. Bu ticaret yollarıyla ilk Yunan yazısı
da Euboea, Naxos, Pithekoussai ve Atina’da görülmeye başlar.
…
Harita:
Erken Arkaik Dönemde Akdeniz ve Güney Batı Asya
Asurlar, en güçlü dönemine Urartu gücünü yok eden,
Tyre ve Babil’i bağımlı hale getiren Tiglath-pileser III (745-727) ile girmiş
ve devamlı olarak Doğu Akdeniz kıyılarında bulunmuşlardır. MÖ 738’de ilk defa
Ionians (Yunanlar)’dan bir raporda söz edilir. Bu bir subayın Suriye’ye karşı
saldırı yapıldığına ilişkin raporudur: “İyonlar geldi. Onlar saldırdılar …
kentleri … onları …denizin ortasında…[N. N.?] gemisinde izledi.”[14]
Doğuluların Yunanları, İyonlar olarak anması uzun bir tartışma ve yorum
konusudur. İbranicede Jawan, Arapçada
Junan sözcüğünün Asur formu Iawan(u), ya da Iaman(u), yukarıdaki metinde geçen "(ülke) Ia-u-na-a·a", yani Iaunaia[15].
İyonyalılara Homer, Iawones; Persler, Yauna; İbraniler, Yewanim; Türkler ve
Araplar ise Yunan derler. Ancak yazar, bu İyonların Batı Anadolu’dan değil
Euboea, Atina ya da her ikisinden olduğunu söyler. Asur Sargon II (722-705)
zamanında gücünün doruğuna ulaşır, yalnızca Hitit kent-devletleri değil Kilikya
da bir Asur eyaleti olur. Kıbrıs kralı ve oradaki Yunan kentleri Sargon’a saygı
göstermiştir. Yine Sargon’a saygı gösteren "Mushki" kralı olan Mita
da Frigya kralı Midas olarak bilinir. Bütünüyle bakıldığında çeşitli şiddet
olayları ve felaketler Doğu-Batı ilişkilerini kesmedi, tersine belki de bu kez
sığınmacıların tüccarlara karışması akımıyla bu ilişkileri daha da
yoğunlaştırdı. Her durumda doğu malları akımı ve bunların taklitleri MÖ
700’lerde Yunanistan’da biraz sonra da Etruria’da görülmeye başladı[16].
Asur’un bu baskın dönemi Homeros çağıdır. Aynı dönemde, Lidya krallığı Suriye
ile temasa geçmiştir. Böylece Efes’ten başlayan ve doğuya giden “Kral Yolu”nun
açılması İyonların doğu ticareti ile doğrudan temasa geçmeleri onların Batı
Anadolu’da süratle gelişmelerine olanak sağladı. Değişen bu ilişkiler ağı
içinde Yunan kültürü üstünlük kazanmış ve doğu etkisini gölgelemiştir.
Yunanistan’da Doğu ürünleri
Yunanistan üzerinde MÖ 8.yüzyıl ve 7.yüzyıl
başlarındaki bu Doğu kültürü etkilerini izlemek ve onların önemini
değerlendirmek için Yunan metinleri değil, daha çok arkeolojik buluntular
sağlam bir temel sunar[17]. Yine
de kültürel ve ekonomik kalkınmanın ana hatları, Geç Hitit, Urartu, Asur ve
Mısır arasında giderek daha açık hale kültürel etkilerinde Suriye'nin merkezi
bağlayıcı rolü oynamasıyla, sıkıca kurulmuş olduğu gözükür[18]. Homer’in
Odyssey eserinde de belirtildiği
üzere Fenike tüccarları her zaman doğu kültürün taşıyıcıları, Yunanlara doğu
ithalatın tedarikçileri olarak kabul edilmişti. Akdeniz'de Yunanların ve
Fenikelilerin yayılması, erken tarihlerden beri karşılıklı rekabeti de geliştirmiştir.
Her
ikisi de, önceki Asur uygulamalarını izleyerek önce dış ticaret tesisleri, sonra
koloni denilen bağımsız kentler kurmaya başladılar; Fenikeliler için Afrika'da Kartaca,
Kıbrıs’ta Kition (şimdiki Larnaka) iken Yunan kentleri güney İtalya ve
Sicilya’da ortaya çıktı; bu gelişmeler rekabet gücü siyasetinin yeni biçimlerine
yol açtı.
Bununla birlikte, önce Fenikelilerce sonra Eğribozlular
(Euboia) tarafından harekete
geçirilen ticari bağlantılar, karşılıklı temas için tek kanal değildi. Daha yakın kültürel temaslar ve değişim nitelikli
zanaatkarlık düzeyinde gerçekleşti. Uzun
süreden beri MÖ 9.yüzyılın sonundan başlayarak, doğu zanaatçıları Yunan
kentlerine göç etmiş ve becerilerini Yunanlara aktarmış oldukları öne sürülür. Söz
konusu sığınmacıların göçü Asur fetihlerinden kaynaklanır[19].
Bu gezici beceri sahibi zanaatkarlar Homeros’un
dizelerinde “kamu çalışanları” anlamında demioergoi
(Od. 17.383-385) olarak geçer. Plutarch’a göre Solon, bu
göçmen zanaatçıların Atina için önemini kavramış ve böyle göçmenler için “techne uğruna onların ikamet değiştirmek”
terimini kullanmıştır. Aynı dönemde Korint tiranı da öyle ustaların
peşinden koşmuştu; daha sonra Themistokles technitai için vergi kolaylığı sağlamıştı "bu yüzden mümkün
olduğunca çok insanın ikamet almalıydı."[20]
Özetle: Despotların etkisinin bir ölçüde
sınırlı olması Doğulu ustalar için, serbest dolaşım şansı en azından bir süre için
var olmuştu. Bu serbest dolaşım doğululaştırma döneminde Batı’da da tam olarak
gelişti[21]. Doğu
zanaatkarlarının, Babil’de Zanaatkar Oğulları (marê ummani), Suriye’de
Dökümcüler Oğulları (bn nsk) gibi aile loncaları olarak
örgütlenmiş oldukları görülür. Gözden kaçırılan bir diğer hareket de
imparatorlukların yükselmesi ve çökmesi sırasında karlı bir yaşam süren paralı askerlerdir. Herodot, Mısır kralı Psammetichus’ın
İyonyalı ve Karyalı paralı askerleri olduğunu söyler (Hd. 2.152). Yunanistan'da
MÖ 8. yüzyılın sonunda kullanıma giren hoplit
silahları Asur ve Urartu silahları ile çok yakın bağlantılıdır[22].
MÖ
8.yüzyılda Yazı ve Edebiyat
Genel kültür tarihi açısından, bugüne kadar
doğululaştırma döneminin en önemli başarısı Fenike yazısının Yunanlılar
tarafından alınması ve başarılı bir biçimde Yunan fonetiğine uyarlanmasıdır[23]. Bugüne kadar
bilinen en eski Yunan harfleri Naksos, Ischia, Atina ve Eğriboz (Euboea) kökenli ve çevresinde MÖ 750
yıllarında ya da biraz önce ortaya çıkan yazıdır. Bu tarih,
Batı'ya Eğriboz yoluyla Suriye'den İyonya’ya olan ticaret bağlantılarına
mükemmel olarak uymaktadır[24]. Her
durumda, Yunan alfabesinin bir anda büyük bir başarı ile geliştirilmiş olduğu
argümanı, yerel Yunan alfabeleri arasında baştan görünen büyük farklılıklar,
yüzyıllar değilse de onlarca yıl süren bir "uzun gelişme" dönemini
gerektirmesi nedeniyle, Lilian Jeffery tarafından sağlam bir şekilde çürütülmüştür[25]. Sözde
geliştirme ya da daha çok transfer süreci bazı kopyalama yanlışlıkları ve bazı
kasıtlı eklemeler de dahil olmak üzere, bir yönde Friglere diğer yönde
Etrüsklere hemen hemen aynı anda ulaşması yıllar sürmese de birkaç on yıl
içinde, son derece hızlı olmuştur[26].
Diğer
yandan, Yunan tarafından bakıldığında, bir sessizlik (argumentum ex
silentio[27]) vardır: Makul
bir doğruluk derecesinde sınıflandırılabilen ve tarihlendirilebilen artan
miktardaki Yunan seramikleri arasında, şimdiye kadar MÖ 770’den öncesine
ilişkin Yunan harfine benzer bir tek karalama bile keşfedilmemiştir. Yunan
alfabesinin bu tarihten önce yüzyıllar boyunca saklanıyor olduğunu önerecek bir
şey yoktur. Böylece,
“maddi kalıntı” bulguların ortaya koyduğu üzere, Yunan yazısının değil MÖ
10.yüzyılda 9.yüzyılda bile var olduğu neredeyse olanaksızdır. Harflerin
Yunan adları (alfa, beta, gama ve
benzeri) kendi değiştirilemez sırasına göredir. Bunlar, Yunancada hiçbir anlamı
olmayan Semitik sözler-boğa, ev ve benzeridir. Bunlar tek bir özel nedenle
korunmuştur: Okuma ve yazma eğitimi bunların bu sırada ezberlenerek öğrenilmesi
ile başlamıştır[28]. Sami
harf adları alfa, beta … en erken MÖ
5. yüzyılda Yunan edebiyatında ortaya çıkar, fakat bunlar MÖ 8.yüzyıldan beri
kullanılıyor olmalıdır. Böylece
Yunanlıların Fenike yazısını benimsemesi harf formlarını kopyalamadan daha
fazla olduğu açıktır; o öğretim tekniğinin iletimi dahil okuma yazma öğrenmeyi
de içerir[29].
Finike-Arami bölgedeki kitaplar genel olarak deri
metinleri olarak kullanımda idi[30]. Asur
imparatorluğu idaresi iki dil, daha çok iki yazı, üzerine dayanıyordu. Arami
dili idari dil olarak Persler döneminde kesinlikle öne çıkmıştı. Ancak Darius
bile eski geleneğe saygı gösterip Persçe çivi yazısını oluşturulmasını gerekli
gördü. Pratik amaçla Persler deri yazı formlarını kullanmayı
sürdürdüler; Persepolis’deki
deri yazı metinlerinin bulunduğu kütüphane İskender tarafından yaktırılmıştır[31].
Akad çivi yazısı Arami, Fenike ve Yunanca ile yan yana
MÖ 8.yüzyılda Fırat’tan İtalya’ya kadar bir yazılı kültür sürekliliği oluşturur[32]. Çivi
yazısı tabletleri yalnızca Suriye’de değil Kıbrıs, Tarsus’ta bulunmuştur. Biraz
daha doğuya doğru Guzana-Tell Halaf’ta bir iş adamı yazışmalarında Aramiceyi
kullanırken, Harran yakınındaki Huzirina-Sultantepe’de bir çivi yazısı
kütüphanesi bulunmaktaydı. Helenistik dönemde çivi yazısının kullanıldığı
yazılı sözleşme pratiği Aramice ve İbraniceden Yunancaya kadar izlenebilir[33]. Carl
Wendel temasların iş belgelerinin ötesine de geçtiğine dikkat çeker: Bu
ayrıntılı ve özel yazışma Yunan edebi uygulamasının sonunda Mezopotamya’ya
dayandığını kanıtlar[34]. Burkert,
Yunanlıların sözde Fenikelilerden
yalnızca alfabeyi aldıkları ve yazılı kültürün diğer tüm başarılarını kendi
başlarına yarattığı yolundaki revaçta olan iddianın dikkatle ele alınması
gerektiğini uyarısında bulunur[35].
Özetle,
ekonomik faaliyetlerin askeri genişleme ile bağlantılı olarak, Güney Batı Asya
(Yakın Doğu)’dan çıkan ve büyüyen, okuryazarlık dahil kültürel süreklilik, tüm
Akdeniz'e MÖ 8. yüzyılda yayıldı. Doğu'nun yüksek kültürleri ile Yunanlar
gruplar halinde yoğun ilişkiye girdi. Kültürel
egemenlik bir süre Doğu ile kaldı; ancak Yunanlılar aldıklarını hem benimsedi
hem de bunları dönüştürmede, kendi ayırt edici kültür formları geliştirmeye
başladı. Kısa süre sonra Yunanlar Akdeniz uygarlığının öncülüğünü üstlendiler.
Bu dönemde Doğu-Batı bağlantıları "Ege Dünyası"
Tunç Çağından daha yoğundur. Babil’den Kilikya ve Kıbrıs’a kadar Yunan
ticareti, Yunan paralı askeri ve Yunan kentleri dahil olmak üzere askeri gelişmeler vardı;
Fenikelilerin Kıbrıs’ta ve Batı’da, Yunanların Suriye ve Batı’da yerleşimleri vardı. Doğu’dan
Batı’ya doğru yoğun mal akımı,
özellikle metal işçiliği, fakat aynı
zamanda Yunanistan’a el sanatları
becerisi akını vardı. Böylece Yunanlar bir "doğululaştırma devrimi "
için çok istekliydiler. Zanaat ustaları yanı sıra göçmen falcılar ve arınma din
adamları Yunan kentlerine geliyordu[36]. Bütün
bunların üstünde alfabe, yazılı
tabletler, deri rulolar ve kitap
yazım formatı gibi doğrudan yazılı kültürün etkileri vardı. Bu etki
Mezopotamya klasiklerini yansıtan erken Yunan edebiyatında geniş pasajlar ile
doğrulanmaktadır. Bu konuyu Burkert’in vardığı sonuç ile noktalayalım:
“Kültür izole edilmiş olarak kendi tohumlarından
yeşeren bir bitki değildir; o pratik gereksinimler ve çıkarlar ile birlikte
merakla yönlendirilen sürekli bir öğrenme sürecidir. ‘Yunan mucizesi’ yalnızca özgün bir yeteneğin
sonucu değildir. O varlığını Batılıların en Doğulusu Yunanların olması basit
fenomenine borçludur.”[37]
[1] Mosca, G., Eski Yunanistan'da Siyasî Müesssese Ve Doktrinler, Çev.: Mukbil Özyörük, A.Ü. Hukuk Fakültesi Mecmuası, Cilt 2 Sayı 4,1945, s.234-256.
[2] Burkert, Walter, The Orientalizing
Revolution: Near Eastern Influence on Greek Culture in the Early Archaic Age
(Revealing Antiquity), Translater Margaret Pinder, Harvard University Press, 1998. Burkert, Walter, The Orientalizing Revolution: Near Eastern Influence on Greek Culture in the Early Archaic
Age,
Almancadan İngilizceye çeviren Margaret E. Pinder, Harvard University Press, 1995.
İngilizceden Türkçeye çeviriler tarafımdan yapılmıştır. Sonraki göndermeler,
“Burkert, s…” biçiminde olacaktır.
[3] Walter Burkert (1931-…) Yunan mitoloji uzmanı Alman bilim
insanıdır. Zürih / İsviçre Üniversitesi klasikler profesörüdür. İngiltere ve
ABD’de öğretim görevlisi olarak çalışmıştır. 1960’lardan beri din çalışmaları
yapanları yapan kuşağı arkeolojik ve yazıtbilim (epigrafik) bulguları,
ozanların, tarihçiler ve filozofların çalışmalarını birleştiren modern bir
yolla etkilemiştir.
[4] Burkert, s.1
[5] L. Polakov, Le mythe
arien (1971), The Aryan Myth (1974).
[6] Burkert, s.2
[7] “Fenikeli”
Taşozlu Herakles’in Fenikeli Kadmos’tan daha az fantezi olmadığına ilişkin savı ile (Burkert, s.3)
[8] Burkert, s.4
[9] Burkert, s.5
[10] Burkert, s.6
[11] Burkert, s.8
[12] Burkert, s.9
[13] Burkert, s.11
[14] S.159-160, Dip notu
15: H.W.Saggs, Iraq 25 (1963)
s.76-78; Bruan (1982a, s.15. Kral Hazael’in tunç plakası, Sisamlı Hera’ya …
(piously dedicated) ve Eretria Apollo’suna … "The
Ionians came. They attacked ... the cities ... [N. N. Pursued them?] in his
ships ... in the middle of the sea."
[15] Burkert, s.12
[16] Burkert, s.13
[17] Burkert, s.14
[18] Burkert, s.15
[19] John
Boardman, özellikle Girit için bu hareketi ayrıntılı olarak göstermiştir. Üç grup kanıt gösterir: Knossos’ta MÖ yak.800’de bir kuyumcu ve
mücevher tezgahı olan aile; bir özel tunç ustası atölyesi ve son olarak MÖ
7.yüzyılın ilk yarısında orta Girit’te Suriye tarzı mezarlar (Burkert, s.21-22)
[20] Burkert, s.23
[21] Burkert, s.24
[22] Burkert, s.169
dipnotu 68
[23] Burkert, s.25
[24] Burkert, s.26
[25] Burkert, s.171
dipnotu 11
[26] Burkert, s.27
[28] Burkert, s.28
ve s.171 dipnotu 14
[30] Burkert, s.30
[32] Burkert, s.31
[36] Burkert, s.128
[37] Burkert, s.129
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder