17 Ağustos 2021 Salı

26 Ağustos Üzerine

 26 Ağustos Üzerine

Not: Bu yazı 16.08.2021 günü https://aynahaber.org/yazarlar/osman-karadag/26-agustos-uzerine/625/'de yayınlanmıştır 

26 Ağustos Malazgirt ile 26 Ağustos Dumlupınar: Her ikisi de Türk Tarihi açısından önemlidir. İlkinin Türklerin Anadolu’ya yerleşmesine yol açtığı söylenir, ikincisi ise son yurdu Anadolu’nun da elinden alındığı Türklerin yeniden doğuşu olduğu kesindir. Ama Malazgirt, kimilerinin savunduğu gibi Türklerin Anadolu'ya ilk girişi değildir. Türkler çok daha önce (MÖ 7. yüzyıldaki İskitlerin içinde yer alabilecek Türklerin ataları bir yana bırakılırsa) Göktürkler zamanında Sivas'a kadar gelmişlerdir. Daha sonra Bizans döneminde aileleri ile birlikte paralı asker olarak Anadolu'da çeşitli yerlere yerleştirilen Türkler vardır. Bizans yönetiminin, 530 ve 755 yıllarında bir bölüm Bulgar Türklerini, 577 ve 620 yıllarında Avarları, 1048 yılında da Peçenekleri Anadolu’ya geçirerek yerleştirdikleri bilinir.

Belirli bir kesimin (ki bunlar genelde Türk-İslam Sentezcileridir) Malazgirt'e çok önem vermelerinin ardında, Anadolu’ya daha önce gelip yerleşenlerin Müslüman olmaması, ama Malazgirt sonrası gelenlerin Müslüman olmasıdır. Malazgirt’i, öncelikle bir Müslümanlık olayı durumuna getirmek, ümmetçilik yaklaşımının bir sonucudur. Çünkü evrensel olduğu savunulan İslamiyet, ulusalcı değil ümmetçidir. Kaldı ki, İslamiyet evrensel değil, düpedüz bir Arap dinidir, bunun böyle olduğu hem Kuran hem de hadislerde çok açıktır (Not 1).

26 Ağustos Dumlupınar ise işgal edilmiş toprakların yeniden Türk yurdu yapılmasını sağlayan Türk Kurtuluş Savaşı’nın bir simgesidir. Bu gerçeği bir yana bırakıp tarihe yalnızca İslami çerçeve içinde bakmak en azından bir vefasızlıktır. Şimdi kısaca Malazgirt zaferi öncesi ve sonrası üzerine kısa bir değerlendirme yapmak istiyorum.

Değerli okuyucular, toplumumuzda tarihi bilincinin olmadığı söylenir; bu doğrudur. Türklerin tarih bilinci özellikle Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde yok edilmiştir. Bireylerin adlarından tutun da tüm yaşamı boyunca davranışları Arap ve Fars geleneklerine göre düzenlenmeye çalışılmıştır. Bunu en basit olarak “Tanrı” adında görürüz, ülkemizde belir bir kesim yüce yaratıcı adı olarak Arapça “Allah”, Farsça “Mevla”, İbranice “Rab” sözcüğünü kullanırken güzelim Türkçe “Tanrı” sözcüğünü kullanmaktan sakınır. Bu yaklaşım kanımca, Türklerin geçmişine en büyük ihanetlerinden biridir. Bu arada lütfen yaklaşımımı sakın ırkçı olarak almayın. Anadolu’da 40’ın üzerinde etnik yapı var, bunlardan hangisinden geldiğimi bilmediğim gibi öğrenmek gibi de bir kaygım yok. Ancak “Ulusçuluk”, özellikle Fransız Devrimi’nden bu yana bir olgudur, ülke bütünlüğünü sağlamanın en önemli bir ögesidir. Kaldı ki “Türk” adı bir etnik ad değil, politik bir addır, yani Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı anlamındadır.

Şimdi kısaca Selçuklulardan söz etmek istiyorum.

Selçuklu hanedanı üyelerinin, her ne kadar Türk kökenli ise de, aldıkları adlar, kullandıkları unvanlar, devletin kurulması, genişlemesinde bütün yükü taşıyan Oğuz Türklerine karşı davranışlarına bakıldığında Selçuklu İmparatorluğu bir Türk imparatorluğu olmaktan çok bir Fars-Arap imparatorluğudur. Bu her ikisi de kral anlamına gelen Arapça melik ile Farsça şah sözcüklerinden oluşmuş acayip bir ad olan Melikşah adında da saklıdır. Bu adı oğluna veren imparatorluğun ikinci hükümdarı Alparslan’ın yönü Anadolu değil, Suriye ve Mısır’dır. Kimi tarihçilerin çok önem verdikleri Malazgirt Savaşı da Bizans’ın zorlaması ile olmuştur, bu savaş öncesinde Alparslan Suriye işleri ile uğraşıyordu. Onun asıl hedefi amcası Tuğrul Bey’in gerçekleştiremediği Mısır’ı ele geçirip, Abbasilerin düşmanı olan Şii Fatimi devletine son vermekti; kaygısı “Türk” değil “Arap” idi.

Malazgirt Savaşı bir yerde Bizans’ın Ermeni sorunuyla bağlantılıdır. Araplar, 7. yüzyıl ortalarında Kafkaslara doğru yayılmaları sırasında birbiriyle çatışma durumundaki Ermeni ve Gürcü feodal beylerini yerlerinde bırakmış, vergi ve savaş yükümlülüğü ile yetinmişti. Arapların, Hazarlara karşı seferlerinde Gürcü ve Ermeni yerel yöneticiler Arapların yanında dövüşmüşlerdi. Ağır vergiler, yerel yöneticilerin ayaklanmalarına yol açmıştı. Bu karışıklık döneminde kimi yerel yönetici aileleri önemlerini yitirirken kimileri de güçlenmişti. Abbasiler, bu güçlenen ailelere dayanarak ülkeyi yönetmişlerdi.

İlk Türk akınları Azerbaycan bölgesinden Ermeni Vaspurakan Krallığı’na doğru başlamıştı. Kesin kanıtı olmamakla birlikte, Oğuzların 1018-1019 yıllarından başlayarak Anadolu akınlarına başladığı kabul edilir. Kimi tarihçiler ise ilk bu akınların tarihini 1029 yılı olarak düşünürler.

Ermeni kaynaklarına göre Van Kralı, Türk akınları karşısında ürkerek ülkesini Bizans İmparatoru’na bırakır. Bu yıllar Oğuz boylarının Azerbaycan’da yayılmaya başladığı dönemdir. Bizans, Ermeni feodallerini Anadolu içlerine sürmekle kendi sınır savunma gücünü zayıflatır. Ayrıca ağır vergiler koymuş, Ermeni milisini dağıtmıştı (Bu savaşçıların bir bolümü Selçuklu hizmetine geçti). Orta Anadolu’da malikâneler verdiği Ermeni kralını, soylularını da ilk fırsatta ortadan kaldırdı. Ermeni Kilisesi de ağır baskı altında tutulup, vergiye bağlanmıştı. Selçuklular ise tüm kiliseler, manastırlar ve din adamlarına vergi bağışıklığı tanıyorlardı. Bu nedenle Bizans’a ateş püsküren Ermeni tarihçileri, Melikşah’tan Sultan’ın yüreği Hıristiyanlara karşı şefkatle dolu idi. O, geçtiği ülkelerin halkına bir baba gözüyle bakıyordu diye söz ederler.

Alparslan’ın tahtı ele geçirmesinde önemli rol oynayan Selçuklu ailesinden Erbasgan (kız kardeşi Alparslan’ın karısı), Alparslan ile bozuşunca, kendine bağlı Oğuz Türkleri ile birlikte Azerbaycan’dan Anadolu içlerine yürümüştü. Alparslan, onu yakalamak için komutanlarından biri olan Afşin’i onun peşinden yollar. Alparslan’dan kaçan bu Selçuklu prensinin önünü kesen Bizans komutanları Manuel Komnenos ve Nikephoros Melissenos, Erbasgan’ın Oğuz Türklerine (Navekiyye) tutsak düşerler. Erbasgan, Manuel ile uzlaşır, Bizans hizmetine girer. Afşin, batı yönündeki ilerleyişini sürdürerek Marmara kıyılarına kadar ulaşır. Erbasgan, Selçuklu tarihinde Bizans’a sığınan ilk Türk beyi idi; onu yakalayıp Alparslan’a teslim etmekle görevli Afşin de denize ulaşan ilk Türk komutanı olmuştu.

Bizans’ın geleneksel politikalarına göre bir düşman halkı, aynı boydan gelen başka bir halkla savaştırmak üzere Peçenekleri Tuna Irmağı boylarından, Kafkasya’ya getirme çabaları başarısız olmuş, Peçenekler, Bitinya Dağları’ndan (Not 2) daha öte gitmemiş, geri dönmüşlerdi. Anadolu’ya yönelen Türkler, Bizans’taki iç karışıklıklardan da yararlanarak, Doğu Anadolu’da etkili olmaya başlamışlardı. Bu akınlar sırasında Bizans orduları fazla direnç göstermemiş, kentler ve kasabalar kendi yazgılarına terk edilmişti. Türklerin, Honaz (Not 3) kentini ele geçirip yağmalaması, imparatorun bir sefere çıkmasını gerektirmişti. Romen Diyojen, Anadolu’nun Kapadokya bölgesinde görev yapmış ünlü bir komutandı. İmparator Konstantin X ölüp taht dul eşi Eudokia’ya geçince İmparatoriçe, Diyojen ile evlenerek onu saltanatına ortak etmişti. Sefere çıkan Romen Diyojen’in amacı, Türklerin ilelebet ilerlemesini engellemekti.

Bu sırada Alparslan, Halep önlerindedir. Bizans ordusunun Doğu Anadolu’ya doğru ilerlediğini öğrenince, hızla geri dönüp, olası iç ayaklanmaları önlemekle Vezir Nizamülmülk’ü görevlendirmişti.

Romen Diyojen’in Ahlat (Not 4) bölgesine yolladığı paralı askerler olan Frank ve Uz (Oğuz) askeri savaşmadan Malatya’ya doğru geri çekildiler. Alparslan’ın ilerlediğinden habersiz bulunan Romen Diyojen’in bu birliğe katılmak üzere Ahlat’a yolladığı öncü güçler Selçuklu öncü güçleriyle karşılaşınca, komutanlarından biri tutsak düşerken, öbürü yaralanmıştı. İki ordu sonunda 1071 Ağustos ayında Malazgirt Ovası’nda karşı karşıya geldi. Alparslan ovaya egemen tepeleri tutmayı başarmış, sular da denetimindeydi. Öncü savaşlarındaki başarılarına ve konum yeri üstünlüğüne karşın, Alparslan barışa istekliydi.

İki ordu karşı karşıya beklerken, bir bölüm Uzlar (Balkan Oğuzları) şefleri önderliğinde Selçuklu yanına geçerler. Yedek kuvvetlerin başında, İmparator’a düşman büyük topraklar sahibi üvey oğlu Ducas vardı. Alparslan, bozkır savaş tekniğini uyguladı. Ducas, Bizans ordusunun gerilemesi üzerine İmparator’un öldürüldüğünü ve yenildik haberini yayar. Soyluların çoğu, Ducas ile birlikte, kendi askerleriyle çekilirler, Ermeniler ilk ayrılanlardan idi. Yükseklerden bu ayrılışları izleyen Selçuklular saldırıp, İmparator’u tutsak aldı.

Malazgirt Savaşı, Türkiye’nin doğuş nedeni gibi düşünülebilir. Alpaslan’ın Bizans Anadolu’sunu fethetmek gibi bir arzusu yoktu; esir imparatoru yüksek sayılmayacak bir fidye alarak, küçük sınır değişiklikleriyle ve bağlaşık olma vaadiyle serbest bıraktı. “Rum” İmparatorluğu’nu ortadan kaldırmayı düşünmüyordu; bütün bunlara karşın Anadolu’nun fethi gerçekleşti. Bizanslar, Oğuz Türklerinin istemedikleri kadar içerilere girmelerini sağlıyor, içlerindeki çeşitli hizipler yardım karşılığında onlara belki kolaylıkla ele geçiremeyecekleri yerlerin kapısını açıyordu.

Malazgirt Zaferi, Bizans’ın gücünü kırarak Anadolu’ya Oğuz Türklerinin akınını kolaylaştırmıştı, ama kimi Türk tarihçilerinin savlarının tersine, Selçukluların Anadolu’yu fetih planı yoktur. Alparslan, Bizans ile çok yumuşak bir barış yapmış, Anadolu’da toprak isteğinde bulunmamıştı. İslam ülkesinin tek hükümdarı olmak için Bizans’ın değil, daha çok Suriye ve Mısır’ın alınması ile ilgileniyordu. Melikşah elçisi ile Bizans imparatoruna bağlaşma önermiş, Batı Anadolu ile kıyılardan Türkleri geri çekeceğini bildirmişti. Bizans, bundan Türklerin elinde bulunan Sinop’u geri almak için yararlanmış, fakat bağlaşmaya yanaşmamıştı. Bir süre sonra Melikşah, bağlaşma önerisini yenilemişti:Oğluna imparatorun kızını alacak, karşılığında İznik-Antakya arasındaki topraklar geri verilecek, Türkmenleri denetlemek ve bağımlı yapmak için Bizans’a gerekli gördüğü askeri yardımı yapacaktı.” Mektubu şöyledir:

İmparator, senin durumunu biliyorum. Tahta çıkar çıkmaz birçok tehlikelerle karşılaştınız. Latinlerle işi bitirdikten sonra size karşı İskitlerin (Peçenekler) nasıl hazırlandıklarını, Ebulkasım’ın da Süleyman ile aranızda var olan antlaşmayı bozarak nasıl Kadıköy’e kadar yağma ettiğini öğrendim. Eğer Ebulkasım’ın o bölgelerden atılmasını istiyorsan, kızını oğluma gönder. Böylece benimle bağlaşık olacak, hiçbir engel ile karşılaşmayacak ve yalnız Anadolu’da değil, İlirya’ya kadar Avrupa’da da başarıya ulaşacaksın. Bundan böyle göndereceğimiz güçler yüzünden kimse sana karşı koyamayacaktır.” (O. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 86)

Anadolu’nun Türk yurdu durumuna getirilmesini İran’da Farsça dilli devlet kuran, Büyük Selçuklular değil, otlak peşindeki Türkmen boylarından kopmuş boy kümeleri yapar. Kutalmışoğulları (Not 5), bu kendi başlarına Toroslara, Ilgazlara, Ege’ye doğru akan Türkmenlerin (Not 6) sonradan başına geçerek Türkiye Selçuk Devleti’ni kurarlar. Büyük Selçuklular, daha çok rakip bir Selçuklu devletinin kurulmasını engellemek için Anadolu işleriyle ilgilenirler, Porsuk, Bozan gibi büyük komutanları bu işle görevlendirirler.

Türkmenlerin Batı Anadolu’da genişlemesi Bizans feodallerinin desteğiyle kolaylaşır. Berkitilmiş kent ve kaleleri savaşla ele geçirme teknik ve araçlarından o yıllarda yoksun bulunan Türk savaşçıları, dirençle karşılaşmadan kentlere yerleşirler. Bizans ileri gelenleri, ülkelerini yitirebilecekleri kuşkusuna kapılmadan, Şamanist inançlarını sürdüren Türkleri savaşçılarıyla işbirliği yaparlar. Çünkü Bizans’ın Attila döneminden beri Hunlar, Uzlar (Oğuzlar), Peçenekler, Kumanlar ile uzun bir deneyimi vardır. Hıristiyanlaştırma yoluyla bu Türk topluluklarını eritmeyi, özümlemeyi başarmıştı. Türkopoli denilen Hıristiyan Türk asker, 13-14. yüzyıllarda bile, Bizans’ın önemli bir askeri gücüdür. Bizans, bu kez güneyden gelen Türk savaşçılarını öteki Türkler gibi özümleyeceğini sanır.

Anadolu’yu yeniden ele geçireceğini uman Bizans İmparatoru Aleksios Komnenos, Süleymanşah ile yaptığı 1081 antlaşmasıyla, onun Anadolu’da egemenliğini tanımakta sakınca görmez. Marmara kıyılarından Kuzey Suriye’ye değin uzanan belirsiz bir alanı ona bırakır; buralar, zaten onun elinde değildir. Bizans kaynaklarına göre imparator, vasalı saydığı Süleymanşah’ı doğuya yöneltmekle hem kendi topraklarını kurtarmayı hem de Marmara ve Boğazlar üzerindeki Türkmen baskısını azaltmayı umar.

Sonuçta başkenti İznik olan Türkiye Selçuklu Devleti’nin temelleri böylece atılmış olur. Bizans kaynakları, Süleyman’dan sultan diye söz etmeye başlarlar. Sonraki İslam kaynakları ve birçok çağdaş Türk tarihçisi, “Sultan” unvanını Melikşah ve Halife’nin verdiğini ileri sürerlerse de bu bir yakıştırmadır. Çünkü Melikşah ve Nizamülmülk, sultanlığı kimseyle paylaşmazlar. Halife, onların onayı olmadan kimseye sultanlık dağıtamaz. Öte yandan olayların akışı, Melikşah’ın Anadolu’da bir Türk sultanlığının kurulmasını hiç hoş karşılamadığını gösterir. Doğrusu Süleyman’ın orduları birkaç bin atlıyı aşmaz. Bu nedenle bir sultanlıktan çok, O. Turan’ın deyişiyle mütevazı bir uç beyliğinin kurulması söz konusudur.

Birçok Türk tarihçisine göre Anadolu’nun Türkleşmesi Malazgirt Zaferi ile başlamıştır. Bu gerçek değildir; kaldı ki, Anadolu'yu Türkleştirenler Selçuklular değil, hem Selçuklu hem de Osmanlı devletinin kuruluş çilesini çeken, ama ne yazık ki her iki hanedanın da horlanmış olduğu Türkmen/Yörüklerdir.

Günümüzde konuştuğumuz güzel Türkçeyi de Müslümanlık sonrası bugüne aktaranlar ne Selçuklular ne de Osmanlılar değil, horlanan Türkmen / Yörük analarıdır. Bunun nedeni de Arapça eğitim yapılan medreselere kızlar alınmıyordu, onlar da çocuklarına Türkçe öğretiyordu. Medreselerde Türkçe okutulmadığı gibi, Arapça sözlükler bile ezberletiliyordu.

Değerli okuyucular, sanırım Malazgirt ile Dumlupınar arasındaki ayrım anlaşılmıştır.

Esenlikler diliyorum

Notlar:

Not 1: Hadis; Arapları üç nedenden dolayı sevin: Arap olduğum için, Kuran Arapça olduğu için ve Cennet ehlinin Arapça konuştuğu için. Tebrizi. Kuran ayetleri; Yusuf: 2. Biz onu sana, aklınızı çalıştırasınız diye, Arapça bir Kur'an olarak indirdik; Rad 37. İşte biz o Kur'an'ı Arapça bir hüküm kaynağı olarak indirdik; Taha 113. Biz onu işte böyle, Arapça bir Kur'an olarak indirdik…; Suara 195. Açık-seçik Arapça bir dille indirdi; Suara 198. Biz onu Arapça konuşmayanlardan birine indirseydik de, …; Sura 7. İşte böyle! Biz sana Arapça bir Kur'an vahyettik ki, …

Not 2: Kocaeli, Bursa, Sakarya, İznik, Düzce, Yalova, Bolu, Kastamonu, Bartın ve Zonguldak

Not 3: Denizli İlinde eski adı Chonai

Not 4: Bitlis İline bağlı Van görü kıyısında

Not 5: Kutalmışoğlu Süleymanşah, Türkiye Selçuklu Devleti'nin kurucusudur. Selçuk Bey'in oğlu Arslan Yabgu'nun torunudur. Babası Kutalmış Bey'dir.

Not 6: Genel olarak Oğuzların, Kızılırmak yayının batısına yayılanlarına Yörük, doğusuna yayınlarına da Türkmen denir.

Kayna: Karadağ, Osman, Stratejinin Yazılı Kaynakları: Türkler, Farslar ve Araplar, Destek Yayınları, İstanbul, 2020

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder