Dürüstlük Üzerine Bir İnceleme
Değerli okurlar;
Bu yazıda, “dürüstlük” kavramını yalnızca “yalan
söylememek” anlamında bir kural değil, insan türünün işbirliği, güven ve ortak
yaşam kurma çabasının merkezinde yer alan çok katmanlı bir erdem olarak ele
alıyorum. Evrimsel süreçte işbirliği ve itibar mekanizmalarının ortaya çıkışı,
tarih boyunca dinsel ve hukuksal düzeneklerinin kurulması, modern çağda ise
bilim, bürokrasi ve dijital iletişim ağları, dürüstlüğün anlamını sürekli
yeniden çizdi. Felsefe, din, sosyoloji ve psikolojinin sunduğu farklı bakışlarla,
dürüstlüğün hem bireysel vicdan hem de kurumsal düzen kurucu bir ilke olduğu
savunuluyor.
Giriş:
Dürüstlüğün Zorluğu ve Vazgeçilmezliği
Gündelik dilde dürüstlük genellikle “yalan söylememek”,
“hile yapmamak” ve “güvenilir olmak” gibi kısa tanımlarla anılır. Oysa daha
yakından bakıldığında dürüstlük, birkaç farklı hattın kesişiminde duran bir
erdem örüntüsüdür:
- Doğruluk: Olguları bilerek
çarpıtmamaktan kaçınma.
- İçtenlik: Söylenen ile gerçekten
inanılanın olabildiğince örtüşmesi.
- Bütünlük: Söz, eylem ve değerler
arasında uyum.
- Güvenilirlik: Verilen sözü
tutma, emanete ihanet etmeme.
Bu örüntü, hem kişinin kendi iç dünyasında (“kendime
karşı ne kadar doğruyum?”) hem de başkalarıyla ilişkilerinde (“sözümü ne kadar
tutuyorum?”) ve kurumsal düzeyde (“bilim, hukuk, ticaret ne kadar şeffaf
işliyor?”) belirleyici olur.
Dürüstlüğün ilginç yanı, aynı anda hem çok basit hem
de çok kırılgan olmasıdır. Çocuklara “yalan söyleme” demek kolaydır; fakat
yetişkinlerin dünyasında, çıkar çatışmaları, güç ilişkileri, korkular ve
sadakat baskıları içinde dürüstlüğü sürdürmek, karmaşık bir ahlaki muhasebe
gerektirir. Bu yüzden dürüstlük, hem felsefede hem de dinsel ve toplumsal
öğrenmede “çekirdek erdem”lerden biri sayılır; ama aynı zamanda en çok ihlal
edilenlerden biridir.
Bu yazıda, dürüstlüğü tek bir tanıma sıkıştırmadan, dört
ana bakıştan izleyeceğim:
- Evrimsel köken: Dürüstlük
hangi işbirliği düzeneklerinin içinde ortaya çıktı?
- Felsefi tartışmalar: Dürüstlük
koşulsuz bir ödev midir, yoksa bağlama göre esneyen bir ilke mi?
- Dinsel ve toplumsal dokular:
Dürüstlük tanrısal buyruğa ve günah kavramına nasıl bağlandı, seküler
çağda nereye taşındı?
- Psikoloji ve davranışsal bulgular: İnsan ne zaman dürüst ne zaman değil; bu kararı neler etkiliyor?
Son bölümde ise dürüstlüğü “ilke → ölçüt → politika → kurum → kültür” zincirine
yerleştirerek toparlayacağım.
1. Evrimsel ve
Tarihöncesi Kökenler: İtibar, İşbirliği ve Dürüstlük
İnsan türü, görece zayıf bir bedenle ama güçlü bir toplu
örgütlenme yeteneğiyle ayakta kaldı. Büyük avlara, çocuk bakımına, bilgi
aktarımına ve dış tehlikelere karşı korunmaya dayalı yaşam tarzı, tek tek
bireylerin değil, birbirine güvenen kümelerin başarısına bağlıydı. İşte
burada dürüstlük, bir “ahlak süsü” değil, yaşam stratejisi olarak
sahneye çıkar.
Karşılıklılık ve dolaylı karşılıklılık
Evrimsel oyun kuramı çalışmalarında işbirliğini koruyan
birkaç temel kuraldan söz edilir: doğrudan karşılıklılık (“sen bana yardım
edersen ben de sana ederim”), akraba kayırma, dolaylı karşılıklılık (itibar)
vb. Dolaylı karşılıklılık çizgisinde, “yardım eden yardım görür, aldatan
dışlanır.” Bunun işleyebilmesi için küme üyelerinin başkalarının geçmiş
davranışlarını bilmesi ve başkalarıyla paylaşması gerekir.
Birinin sürekli sözünü tutmadığı, paylaşımdan kaçtığı ya
da başkalarını aldattığı bilindiğinde, onunla işbirliği yapmak riskli hale
gelir. Buna karşılık “sözüne güvenilir” diye bilinen kişiler, çoğu zaman kısa
erimli kazançlarından vazgeçseler bile uzun vadede daha fazla destek görürler.
Bu çerçevede dürüstlük, yalnızca ahlaki bir isteklilik
değil, itibar üzerinden işleyen bir seçilim baskısıdır: Dürüst bireyler,
boyuna posuna bakılmadan, birlikte yaşama ve dayanışma ağlarının merkezine daha
kolay yerleşirler.
Dil, dedikodu ve üçüncü kişi bakışı
Dürüstlüğün evrimsel sahnesi, dilin ortaya çıkışıyla
genişler. Dil, yalnızca “şurada aslan var” demek için değil, aynı zamanda “şu
kişi sözünde durmadı” ya da “filanca paylaşımda adil davranmadı” demek için de
kullanılır. Bu, iki kritik sonucu beraberinde getirir: Üçüncü kişi bakışı ve
İtibar anlatıları.
Üçüncü kişi bakışında kişiler, “ben–sen” ilişkisinin
ötesinde, “onlar” hakkında konuşup yargı verebilirler. İtibar anlatılarında grup
içinde dolaşan öyküler, kimin güvenilir, kimin kaypak görüldüğünü belirler.
Bu ortamda dürüstlük, yalnızca “içsel sesin” değil,
başkalarının bakışının da sürekli sınadığı bir özelliktir. Dürüstlükten sapma,
çoğu zaman yalnız kurbanı değil, tüm grubun gelecekteki güven düzeyini
zedeler.
İç grup – dış grup gerilimi
Evrimsel ve tarihsel örnekler, dürüstlüğün her zaman
evrensel işlemediğini gösterir. Çoğu toplumda şu ikiliye rastlarız: 1)
İçeridekine karşı dürüstlük; aileye, kabileye, “biz” sayılanlara karşı söz
tutma ve yalanı ayıp sayma. 2) Dışarıya karşı esnek dürüstlük; düşmana, rakibe,
“bizden olmayan”a karşı aldatmayı daha meşru görme.
Bu çifte standart, dürüstlüğün “erdem mi, strateji mi?”
sorusunu keskinleştirir. Evrimsel bakış, dürüstlüğün önce grup içi dayanışmayı
güçlendiren sınırlı bir erdem olarak ortaya çıktığını; zamanla felsefe, din ve
hukuk aracılığıyla daha evrensel ilkelere doğru genişletildiğini
düşündürür.
2. Felsefi
Yaklaşımlar: Ödev, Sonuç ve Erdem
Dürüstlüğün felsefi haritasında üç ana yol dikkat çeker: ödev
etiği, sonuç odaklılık ve erdem etiği. Bu üç yol, “yalan ne zaman
yanlış olur?” sorusuna farklı yanıtlar verir.
Ödev etiği: Yalan koşulsuz mu yanlıştır?
Immanuel Kant’a göre yalan söylemek her durumda
yanlıştır. Çünkü yalan, karşımızdakini salt araç konumuna indirger; onun
gerçeklere dayanarak özgürce karar verme yetisini gasp eder. Bu yüzden Kant,
“kapıya dayanmış katile kurbanın yerini söylemek” gibi uç örneklerde bile
yalanı savunmaz.
Bu yaklaşım, dürüstlüğü koşulsuz bir ödev olarak
yüceltir; fakat gerçek hayattaki trajik ikilemlerde birçok kişiye aşırı katı
görünür. Yalan söylemeyerek masum birinin ölümüne yol açma olasılığı,
“yalansızlık”ı tartışmalı hale getirir.
Sonuç odaklılık: Yalanın bedeli ve toplam zarar
Sonuç odaklı yaklaşımlar ise yalanı, yarattığı zarar
ve yarara göre değerlendirir. Eğer bir yalan, ağır bir haksızlığı
engelliyorsa, doğruyu söylemekten daha ahlaki olabilir. Sissela Bok, kamu ve
özel yaşamda yalanı inceleyen çalışmasında, yalanın; 1) güveni zedeleyen, 2)
kurumsal düzeni bozan, 3) muhatabı araçsallaştıran etkilerini ayrıntılı
gösterir. Ama çok istisnai koşullarda, başkasını ağır haksızlıktan koruyan
“savunma yalanları”na sınırlı bir kapı aralar.
Bu çizgi, dürüstlüğü mutlak değil ama çok güçlü bir
varsayılan kural olarak görür: Yalan söylemek için gerekçenin çok sağlam
olması gerekir.
Erdem etiği: Dürüstlük bir karakter örüntüsü
Erdem etiği, soruyu biraz değiştirir: “Bu durumda ne
yapmalıyım?” yerine “Nasıl bir insan olmalıyım?” diye sorar. Bu çerçevede
dürüstlük; 1) yalnızca tek tek eylemlere değil, 2) kişinin genel eğilimlerine,
alışkanlıklarına, 3) zaman içindeki tutarlılığına bakılarak değerlendirilir.
Christian B. Miller, dürüstlüğü; yalan söylememe, hile
yapmama, çalmama, emanete ihanet etmeme ve sözüne sadık kalma gibi parçaları
olan bir erdem demeti olarak işler. Bu demet, yalnız dilde değil, eylemlerde
ve ihmalde de kendini gösterir: Yalan söylememek ama önemli bir bilgiyi
bile bile saklamak da dürüstlüğe gölge düşürebilir.
Bazı çağdaş erdem filozofları ise şunu anımsatır: Her
bağlamda “tam açık sözlülük” erdem olmayabilir. Zalim bir düzende, insanları
ifşa ederek tehlikeye atan bir “doğruculuk”, adalet duygusuna ters düşebilir.
Bu durumda dürüstlük, hakikat, merhamet ve adalet arasında ince bir
denge arayışına dönüşür.
Hakikat ve doğruculuk
Bernard Williams, dürüstlüğü iki yüzü olan bir “hakikat
bağlılığı” olarak görür: 1) Hakikati arama, kendi inançlarımızı,
önyargılarımızı sorgulayıp gerçeğe yaklaşma çabasıdır. 2) Doğruyu söyleme
ise edindiğimiz bilgiyi, sıradan ya da kamusal düzeyde, karşıdakini yanıltmadan
aktarma sorumluluğudur.
Bu ayırım, dürüstlüğün yalnızca “ağzımızdan çıkan söz”le
sınırlı olmadığını; kendimizi yanıltmama ödevini de içerdiğini gösterir.
Kişi önce kendine karşı dürüst olmazsa, başkalarına karşı dürüstlüğü de yapay
ve kırılgan kalır.
3. Dinler
Bağlamında Dürüstlük: İlke, Günah ve Emanet
Dinsel gelenekler, dürüstlüğü çoğu kez tanrısal
buyruğa ve günah kavramına bağlayarak pekiştirmiştir.
Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam çizgisinde; 1) Yalan,
Tanrı’nın “hakikat” niteliğine karşı çıkmak, 2) komşuyu aldatmak, 3) sözleşmeyi
bozmak olarak görülür.
On Emir’de “yalancı tanıklık etmemek” açıkça sayılır.
Yalan, bir “söz hırsızlığı” gibi değerlendirilir; çünkü gerçeği çarpıtarak
başkasının karar hakkını çalarsınız.
İslam ahlak dilinde “sıdk” (doğruluk, sözle uyum),
“emin olmak” (kendisine güven duyulan kişi) ve “emanete riayet”
temel kavramlardır.
Bu gelenekte dürüstlük; 1) hem sözlü beyana, 2) hem
alışverişte tartıya, ölçüye, 3) hem de dinsel görevlerin ifasına yayılır.
Sosyolojik çalışmalar, bazı toplumlarda “dindarlık” ile
“güvenilirlik” imgesinin hala sıkı biçimde iç içe geçtiğini gösterse de tarih
bize şunu da anımsatır: Dindarlık görüntüsü, kimi zaman dürüstlüğü örten
bir maske olarak da kullanılabilir.
Budist sekiz dilimli yolun öğelerinden biri “doğru
söz”dür (samyak-vāc). Burada dürüstlük; 1) yalan söylememek, 2) dedikodu
ve iftiradan kaçmak, 3) gereksiz kırıcı sözlerden uzak durmak gibi üç boyutta
işlenir.
Hint ve diğer Doğu geleneklerinde de “doğru söz”, çoğu
zaman içsel arınma ve zihinsel dinginlikle birlikte anılır; dürüstlük, yalnız
dış dünyaya değil, kendi zihnimize karşı da doğru olmayı içerir.
Modern çağda, dinin kamusal alandaki ağırlığı azalırken,
dürüstlük; 1) hukuk devletinde yemin, tanıklık ve sözleşme kurumlarıyla,
2) bilimde tarafsızlık, veri dürüstlüğü ve açıklık ilkeleriyle, 3)
meslek etik kurallarıyla yeniden çerçevelenir.
Tanrısal yaptırımın eksildiği yerde, dürüstlüğü yaşatmak
için bu kez dünyevi düzenekler (denetim, şeffaflık, hesap verebilirlik)
devreye girer. Bu da bizi bir sonraki başlığa, sosyolojik bakışa taşır.
4. Sosyoloji:
Dürüstlük, Güven ve Toplumsal Doku
Sosyoloji, dürüstlüğü tek tek bireylerin niyetlerinden
çok, ilişkilerin ve kurumların dokusu içinde ele alır.
Güven ve dürüstlük bağının toplumsal yüzü
Yüksek güven düzeyi olan toplumlarda, insanlar birbirini
“temelde dürüst” varsayma eğilimindedir. Bu varsayım; 1) işlem maliyetlerini
düşürür (her şeyi sıkı sözleşmeye bağlama gereği azalır), 2) ortak iş yapmayı
kolaylaştırır, 3) kamu kurumlarına güveni besler.
Politik yozlaşmanın, yolsuzluğun ve keyfi uygulamaların
yoğun olduğu ortamlarda ise “herkes birbirini aldatıyor” hissi
yaygındır. Bu duygu, bireyleri de “madem herkes böyle, ben niye dürüst olayım?”
noktasına itebilir. Böylece bireysel dürüstlük erozyonu, kurumsal güvensizlikle
birbirini besleyen bir kısır döngüye dönüşür.
Bilimsel dürüstlük ve inanılırlık
Bilim sosyolojisinde Steven Shapin, modern bilimin
otoritesini yalnız deney ve matematikle değil, aynı zamanda bilim insanının
kişisel dürüstlüğüyle açıklar. Uzun süre, bilimsel iddialar, şu varsayıma
dayanmıştır:
“Bu kişi, gözlem ve deneylerini olduğu gibi, abartmadan
ve gizlemeden aktarıyor.”
Bu varsayım zedelendiğinde — veri uydurma, intihal, çıkar
çatışmasını saklama vb. — yalnız tek bir araştırmacının itibarı değil, bilimin
tamamının inanılırlığı yara alır. Bu nedenle bilimsel kurumlar, yöntem
kadar dürüstlük ilkelerini ve denetim mekanizmalarını da
kurumsallaştırmaya çalışır.
İş yaşamı, bürokrasi ve “gri alanlar”
İşyerlerinde dürüstlük, çoğu zaman üç düzeyde tartışılır:
Bireysel düzeyde, çalışanın raporunda, masraf beyanında, işe zamanında gelmesinde
dürüstlüğü.
Kurumsal düzeyde, şirketin müşteriye, tedarikçiye, devlete karşı şeffaflığı; reklamda,
raporlamada gerçeğe uygunluk.
Yapısal düzeyde, ücret adaleti, terfi süreçleri, ihale düzenekleri.
Modern bürokrasiler, yazılı kurallarla dürüstlüğü güvence
altına almak ister; fakat “gri alanlar” — kayırma, örtülü rüşvet, resmi
kayıtlara girmeyen çıkar ilişkileri — tam da bu kuralların kenarından sızar.
Dürüstlük, bu alanlarda yalnız “kişisel erdem” değil, örgütsel kültür
meselesi haline gelir.
5. Psikoloji
ve Davranışsal Bulgular: İnsan Ne Zaman Dürüst?
Son otuz–kırk yılda yapılan deneysel çalışmalar,
dürüstlük konusuna ilginç bir tablo çizdi: İnsanlar ne tümüyle dürüst ne de
tümüyle yalancı. Çoğu kişi, hem kendini “dürüst biri” olarak görmek
istiyor, hem de zaman zaman küçük kestirme yollara sapıyor.
Yalanın sonucu, kazancı ve bedeli
Davranışsal iktisat deneylerinde katılımcılara sık sık
şöyle görevler verilir: Zar atılır, sonucu yalnız katılımcı görür ve beyan
edilen sonuca göre para verilir. Sonuçlar genellikle şunu gösterir: 1)
Katılımcıların çoğu tam dürüst değildir; kazancını artırmak için
kimileyin yalan söyler. 2) Fakat büyük çoğunluk da tümüyle yalancı
değildir; kazancını maksimize edecek kadar değil, “kendi vicdanını zede
etmeyecek kadar” yalan söyler.
Bu, ilginç bir dengeyi açığa çıkarır: İnsanlar, hem çıkar
sağlar hem de kendini hala dürüst biri olarak görecek kadar sınırı
korumaya çalışır.
Kişilik, özdenetim ve durum etkileri
Psikoloji araştırmaları, bazı kişilik özelliklerinin
dürüstlükle bağlantılı olduğunu gösterir. “Honesty–Humility” adı verilen boyut
yüksek olduğunda; 1) hile yapma, 2) fırsatçı davranma, 3) başkasını kandırma
eğilimi azalır.
Buna karşılık, yorgunluk, stres, ağır maddi baskı,
başkalarının da hile yaptığına dair inanç gibi etkenler, dürüst davranmayı
zorlaştırır. Ahlaki sezgiler hızlıdır; gerekçeler çoğu zaman sonradan gelir.
İnsan, önce küçük bir yalan söyler, ardından kendine şu tür açıklamalar üretir:
- “Zaten sistem adil değil, biraz da ben kazanayım.”
- “Herkes böyle yapıyor.”
- “Kimseye gerçek anlamda zarar vermiyorum.”
Bu tür gerekçeler, dürüstlüğün önündeki en büyük
psikolojik engellerdendir: kendini aldatma.
Dürüst görünmek için yalan söylemek
Bazı deneyler daha da tuhaf bir durumu ortaya koyar:
Katılımcılar, gerçekte kazandıklarından daha az kazandıklarını beyan ederek, “fazla
kazanmış gibi görünmekten” kaçınırlar. Böylece dışarıya daha dürüst bir
imaj vermek isterken, aslında yine gerçeği çarpıtırlar.
Bu durum, dürüstlüğün yalnız olgularla değil, imaj ve
beklentilerle de iç içe geçtiğini gösterir. “Makul derecede dürüst
görünmek”, kimi zaman gerçek dürüstlüğün önüne geçer.
6. Tarihsel
Kırılmalar: Yazıdan Dijital Çağa Dürüstlük
Dürüstlük anlayışımız, yalnız insan doğasından değil,
kullandığımız iletişim ve kayıt araçlarından da etkilenir.
Yazı, muhasebe ve kayıt kültürü
Sözlü kültürde söz, büyük ölçüde belleğe dayanır.
Sözleşmeler, tanıklıklar, borçlar “anımsanmak” zorundadır. Yazının ve muhasebe
sistemlerinin ortaya çıkmasıyla:
- Söz, kil tablete, papirüse, parşömene, deftere kazınır.
- Dürüstlük, kısmen kayıtları değiştirmeme erdemine dönüşür.
- Tartı ve ölçü aletleri (terazi, metre vb.) dürüstlüğü nesnel araçlarla
destekler.
“Eksik tartma” hem dinsel metinlerde hem ticari ahlakta
önemli bir ütündür; çünkü ölçüye ihanet, ortak dünyayı düzenleyen ölçeklere
ihanettir.
Modern bürokrasi, kapitalizm ve “resmi gerçek”
Modern devlet ve şirket yapıları, kütükler, arşivler,
formlar ve raporlar üzerinden işler. Bu düzen içinde:
- Resmi kayıtlarda görünen “gerçek” ile sahadaki yaşantı arasında
farklar oluşur.
- Dürüstlük, kimi zaman “resmi metne uygun rapor yazmak”la karıştırılır.
- “Yukarıya giden bilgi” çoğu zaman süzülür, yumuşatılır, makyajlanır.
Bu dünyada dürüstlük, yalnız bireysel vicdan değil, aynı
zamanda kurumsal cesaret meselesidir: “Kötü haberi zamanında ve açıkça
ileten” örgütler ile “sorunları halının altına süpüren” örgütler arasında, uzun
vadede büyük farklar oluşur.
Dijital çağ ve hakikatin bulanıklaşması
Dijital iletişim ve sosyal medya, dürüstlüğü yeni
sınavlarla karşı karşıya bıraktı:
- Sahte haberler, manipüle edilmiş görüntüler, derin sahte (deepfake)
içerikler yaygınlaştı.
- Bilginin kaynağını, bağlamını ve doğruluğunu ayırt etmek zorlaştı.
- Algoritmalar, hangi gerçeğin kime ne kadar gösterileceğini belirler
hale geldi.
Bu ortamda dürüstlük, yalnız “doğruyu söylemek” değil,
aynı zamanda; 1) paylaştığımız bilgiye özen göstermek, 2) teyit edilmemiş
içerikleri çoğaltmamak, 3) kendi yankı odamızın farkına varmak anlamına
geliyor.
Dijital çağ, bir bakıma dürüstlüğü bireysel erdem
olmaktan çıkarıp kolektif bir bilgi ekosistemi sorunu haline getirdi.
Bilim ve teknoloji etiğinde dürüstlük
Veri uydurma, intihal, çıkar çatışmasını gizleme gibi
bilimsel etik ihlaller, artık yalnız uzman çevrelerin değil, geniş kamunun da
yakından izlediği olaylar. Biyoteknoloji, yapay zeka ve büyük veri alanlarında;
1) Şeffaflık, 2) yöntemi açma, 3) çıkar çatışmalarını beyan etme, 4) veri
mahremiyetine saygı gibi ilkeler, dürüstlüğün yeni yüzleri olarak ortaya
çıkıyor.
Böylece dürüstlük, “laboratuvarın kapalı kapıları”ndan
çıkıp, düzenleyici kurumlar, etik kurullar ve kamusal tartışmaların merkezine
yerleşiyor.
7. Dürüstlüğü
“Ahlak Ağları”na Yerleştirmek: İçsel, İlişkisel, Kurumsal
Şimdi tüm bu tartışmayı, şu şema ile toparlayalım: İlke
→ Ölçüt → Politika → Kurum → Kültür. Dürüstlüğü bu beş
halkaya yerleştirdiğimizde, üç düzeyli bir tablo çıkıyor.
İçsel düzey: İlke ve öz eleştiri
En içte, kişinin kendi kendine karşı dürüstlüğü vardır:
1) Kendini olduğundan daha masum, daha haklı, daha mağdur görme eğilimine karşı
uyanıklık; 2) Kendi çıkarına uygun gerekçeler üretme eğilimini fark etme; 3)
“Bilmiyorum” diyebilme cesareti.
Burada dürüstlük, bir “içsel ilke” olarak belirir:
Hakikate ve vicdana karşı sadakat. Bu düzeyde ölçüt, kişinin kendi öz
eleştiri yeteneğidir.
İlişkisel düzey: Söz, güven ve adalet
İkinci halka, başkalarına karşı dürüstlüktür: 1) Söz
vermeden önce düşünmek; söz verdiyse elinden geleni yapmak; 2) Bilgiyi kasıtlı
olarak çarpıtmamak, eksik bırakmamak; 3) Karşısındakini “bilerek yanıltmama”
ilkesine sadık kalmak.
Burada dürüstlüğün ölçütü, güven ilişkisinin
gücüdür. Politika düzeyinde, örneğin bir kurumda: 1) Açık iletişim kanalları;
2) hata bildirimi için güvenli alanlar; 3) “haberciyi cezalandırmama” kültürü
gibi düzenekler, ilişkisel dürüstlüğü besler.
Kurumsal–kamusal düzey: Süregelen düzen ve kültür
En dış halka, dürüstlüğün kurumsal ve kültürel
yüzüdür:
- Hukukta: Bağımsız yargı, adil yargılanma, tanıklık kurumları,
yolsuzlukla mücadele düzenekleri.
- Ekonomide: Şeffaf muhasebe, bağımsız denetim, rekabet kuralları.
- Bilimde: Açık veri, hakemlik süreçleri, etik kurullar.
- Politikada: Şeffaf karar alma, çıkar çatışması beyanı, hesap
verebilirlik.
Bu düzeyde dürüstlük artık tek tek iyi insanların iyi
niyetiyle sürdürülemez; kurallara, usullere, bağımsız denetime ve canlı bir
kamusal kültüre ihtiyaç duyar.
Sonuçta dürüstlük, bu ağlarda:
İlke olarak, hakikate
ve ötekine sadakat,
Ölçüt olarak, güven
düzeyi, şeffaflık, hesap verebilirlik göstergeleri,
Politika olarak, bilgi
paylaşımı, çıkar çatışması, hata bildirme ve ihbar koruma politikaları,
Kurum olarak,
mahkemeler, denetim birimleri, etik komiteler, meslek birlikleri,
Kültür olarak,
“Çarpıtmadan konuşmak” ve “yanıltmadan kazanmayı reddetmek” biçiminde beden
bulur.
Bu zincirin herhangi bir halkası koptuğunda, dürüstlük
yalnızca bireysel vicdanlara bırakılır; bu ise, ağır baskılar ve çıkar
çatışmaları altında çoğu zaman yeterli olmaz.
Sonuç:
Dürüstlüğün Geleceği Üzerine
Dürüstlük, insan evriminin erken dönemlerinde itibar
ve işbirliği stratejisi, dinsel geleneklerde tanrısal buyruğa bağlı bir
erdem, modern çağda ise bilim, hukuk ve ekonominin temel taşı olarak
farklı yüzler göstermiştir. Günümüzde yapay zeka, büyük veri, gen düzenleme,
iklim krizi gibi alanlar, dürüstlüğe yeni sorular yöneltiyor:
- Algoritmalar, bize gerçeği mi gösteriyor, yoksa yalnız işimize
geldiğini mi?
- Biyoteknoloji ve tıpta, hastalara bütün olası riskler şeffafça
anlatılıyor mu?
- Devletler ve şirketler, iklim ve çevre verilerini ne kadar dürüstçe
paylaşıyor?
Bu sorular, dürüstlüğü yeniden bireysel vicdan ile
kurumsal düzen arasındaki duyarlı köprü haline getiriyor. İleri teknoloji
çağında bile, belki de şu basit cümle geçerliliğini koruyor:
Dürüstlük, yalnız doğruyu söylemek değil, yanıltarak
kazanmayı reddetmektir.
Bu reddediş, insanın hem kendi iç dünyasında, hem
ilişkilerinde, hem de kurduğu kurumlarda sürdürmesi gereken bir ahlaki
kararlılık olarak önümüzde duruyor.
Esenlikler diliyorum.
Osman Karadağ
Kaynakça
Bok, S. (1978). Lying: Moral choice in public and
private life. New York, NY: Pantheon Books.
Braithwaite, V. (2021). Understanding and managing trust
norms. International Journal for Court Administration, 12(2), 1–16.
Choshen-Hillel, S., Shaw, A., & Caruso, E. M. (2020).
Lying to appear honest. Journal of Experimental Psychology: General, 149(12),
2292–2315.
Gneezy, U. (2005). Deception: The role of consequences. American
Economic Review, 95(1), 384–394.
Haidt, J. (2012). The righteous mind: Why good people
are divided by politics and religion. New York, NY: Pantheon.
Miller, C. B. (2021). Honesty: The philosophy and
psychology of a neglected virtue. Oxford, UK: Oxford University Press.
Nowak, M. A., & Sigmund, K. (2005). Evolution of
indirect reciprocity. Nature, 437(7063), 1291–1298.
Shapin, S. (1995). Trust, honesty, and the authority of
science. In R. E. Bulger, E. M. Bobby, & H. V. Fineberg (Eds.), Society’s
choices: Social and ethical decision making in biomedicine (pp. 388–408).
Washington, DC: National Academy Press.
Shapin, S. (1996). The scientific revolution.
Chicago, IL: University of Chicago Press.
Williams, B. (2002). Truth and truthfulness: An essay
in genealogy. Princeton, NJ: Princeton University Press.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder