Halkına Hesap Veren İki Büyük Önder: Bilge Kağan ve Atatürk.
Türk tarihinin derinliklerinde, iktidarın yalnızca güç
kullanmakla değil, halka karşı dürüst olmakla da tanımlandığı iki olağanüstü
örnek vardır. Biri bozkırın ortasında taşlara kazınmış sözlerle, diğeri meclis
kürsüsünde günlerce süren bir konuşmayla halka hesap vermiştir. Yaklaşık bin üç
yüz yıllık bir zaman dilimi bu iki önderi ayırsa da, ikisinin de temel kaygısı
aynıdır: yaptıklarını ve gelecek için öğütlerini açıkça paylaşmak.
Göktürk hükümdarı Bilge Kağan, 8. yüzyılda Orhun
bozkırlarına diktirdiği yazıtlarla "neden böyle yönettim, nerede yanıldım,
halkım hangi tehlikelere karşı uyanık olmalı" sorularına doğrudan yanıt
verdi. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ise 1927'de Nutuk'u
okuyarak Kurtuluş Savaşı'nın ve Cumhuriyet'in kuruluşunun her adımını, elindeki
telgraflar ve belgelerle gerekçelendirdi. Her iki önder de iktidarı bir emanet
olarak gördü ve bu emaneti nasıl kullandığını halka anlatma sorumluluğunu
üstlendi.
Türk devlet geleneğinde kut kavramı bir yetki
kaynağı olarak kabul edilse de, bu yetki hiçbir zaman sınırsız değildi. Aksine,
halkın iyiliğini gözetme ve yapılanları açıkça bildirme yükümlülüğüyle
dengelenmişti. Bu hesap verme geleneği zaman içinde farklı araçlarla sürdü:
taşa kazımak, kağıda dökmek, meclis kürsüsünde konuşmak... Ancak özü değişmedi.
İktidarın meşruiyeti, gücünden değil, hesap verebilirliğinden doğuyordu.
Bir önder yalnızca yönetme yetkisi olan kişi değil, aynı zamanda halkına karşı
bir emanetçi olarak görülürdü.
Bu çalışmada, Türk tarihinin bu iki büyük önderini,
halkına hesap verme cesaretleri açısından inceleyeceğiz. Bilge Kağan'ın taşa
kazıttığı sözlerle, Atatürk'ün belgelere dayalı anlatımı arasındaki
benzerlikleri ve farkları keşfederken, Türk politik düşüncesinin temelindeki
dürüstlük ve sorumluluk bilincini de göreceğiz.
Bilge Kağan
Günümüzden yaklaşık bin üç yüz yıl önce, Orhun
bozkırlarının ortasında dikilen taşlar, Türk tarihinde eşine az rastlanan bir
hesap verme anıtıdır. Bilge Kağan (saltanatı 717–734), Orhun
Yazıtları olarak bilinen bu anıtları yalnızca zaferlerini yüceltmek için
diktirmedi. Aksine, yönetimi boyunca aldığı kararları, karşılaştığı zorlukları,
düzeltmeye çalıştığı yanlışları ve halkının başına gelebilecek tehlikeleri en
açık dille yazdırdı. Bu yazıtlar, tarihin kaydettiği en dürüst faaliyet
raporlarından biridir.
Bilge Kağan’ın taşlara kazıttığı sözler, oldukça somut bir sosyo-ekonomik
hesap içerir. Orhun Yazıtları’nda “Aç milleti doyurdum, çıplak
milleti giydirdim” derken, yalnızca mecaz kullanmıyor; halkının temel
gereksinimlerini karşıladığını bildiriyordu. “Az milleti çok kıldım, değerli
kıldım” sözü, nüfus artışı ve toplumsal refahın yükselmesi işaretidir. “Gece
uyumadım, gündüz oturmadım; ölesiye çalıştım” ifadesi ise bir hükümdarın
kendisini nasıl gördüğünü açıkça anlatır: halkı için yorulmadan çalışan bir hizmetkar.
Ancak Bilge Kağan'ı gerçekten farklı kılan, yalnızca
başarılarını saymamasıdır. Yazıtlarda halkının yaptığı hataları, yanlış
tercihleri ve bunların sonuçlarını da açıkça dile getirir. "Türk milleti,
Çin'in tatlı sözüne, yumuşak ipeğine kanıp öldün; o yere gidersen
öleceksin!" uyarısı, bir tiranın azarlaması değil, halkı için içten endişe
duyan bir babanın feryadıdır. Bu sözler aynı zamanda bir öz-eleştiri
niteliği taşır: belki de halk bu hatalara düştüğünde onu yeterince
koruyamamıştır, belki de yeterince uyaramamıştır.
Bilge Kağan'ın meşruiyeti, soylu bir aileden gelmesine ya
da gökten inen bir kut iddiasına dayanmaz. Aksine, meşruiyetini halkının
karnını doyurabilme, güvenliğini sağlayabilme ve geleceğini koruyabilme
yetisinden alır. Yazıtlarda tekrar eden "Türk halkını ölümden kurtardım,
çürümeden kurtardım" teması, soyut bir iddia değil, somut bir hesaptır.
Her savaş, her diplomasi, her karar, bu halkın yaşayabilmesi için verilmiş
çabanın birer belgesidir.
732 ve 735 yıllarında Orhun vadisine diktirilen bu
taşlar, binlerce yıl sonra bile ayaktadır. Taşların kalıcılığı, Bilge Kağan'ın
mesajının da kalıcılığını sağlamıştır: iktidarın kaynağı güç değil, hesap
verebilirliktir. Bir hükümdar yalnızca güçlü olduğu için değil, halkına
karşı sorumlu olduğu ve bu sorumluluğu yerine getirdiği için meşrudur. Orhun
Yazıtları, bu düşüncenin taşa kazınmış halidir ve Türk politik tarihinin
temel belgelerinden biridir.
Atatürk
Bilge Kağan'ın taşa kazıttığı hesabın binyıl sonraki
modern karşılığı, 1927 yılının Ekim ayında, Ankara'da bir meclis salonunda
yankılandı. Mustafa Kemal Atatürk, 15-20 Ekim tarihleri arasında
Cumhuriyet Halk Partisi'nin İkinci Kurultayı'nda, tam altı gün ve yaklaşık otuz
altı saat süren bir konuşma yaptı. Bu konuşma, Nutuk adıyla tarihe geçti
ve Türk politik tarihinin en önemli belgelerinden biri oldu.
Nutuk, sıradan
bir anı kitabı değildir. Atatürk burada yalnızca olayları anlatmaz; her
kararının, her adımının nedenini, zamanlamasını, koşullarını
ve hedeflerini ayrıntılı olarak açıklar. Üslubu analitik ve belgecidir:
her iddiasını telgraflar, mektuplar, resmi kararlar ve raporlarla destekler.
Duygudan çok akla ve kanıta dayanan bu anlatım, bir devlet
kurucusunun halka ve tarihe sunduğu kapsamlı bir hesap belgesidir.
Atatürk, Nutuk'ta Anadolu'ya çıkışından
başlayarak, Kurtuluş Savaşı'nın her aşamasını, Cumhuriyet'in ilanını ve ilk
yıllardaki reformları adım adım ele alır. Hangi telgrafı ne zaman gönderdiğini,
hangi toplantıda kimin ne söylediğini, hangi kararın hangi gerekçeyle alındığını
açıkça paylaşır. Bu yaklaşım, bir önderin "ben böyle karar verdim,
nokta" demesi yerine, "ben böyle karar verdim ve nedeni şudur; işte
belgeler, işte tanıklar, işte sonuçlar" demesidir.
Nutuk'un sonunda
yer alan Gençliğe Hitabe, bu eserin yalnızca bir geçmiş muhasebesinden
ibaret olmadığını gösterir. Atatürk, gelecek kuşaklara seslenerek,
Cumhuriyet'in ve bağımsızlığın korunması sorumluluğunu onlara emanet eder.
"İstikbalde dahi seni, bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahili ve
harici bedhahların olacaktır" uyarısı, Bilge Kağan'ın "Çin'in tatlı
sözüne kanma" uyarısının çağdaş bir yansımasıdır. Her iki önder de
geleceği görmüş, tehlikeleri sezmiş ve bunları açıkça dile getirmiştir.
Atatürk'ün meşruiyeti, milletin egemenliği
ilkesine dayanır. O, gücünü milletten aldığını ve bu gücü nasıl kullandığını
millete açıklamak zorunda olduğunu bilir. Nutuk, bu bilinçle yazılmış
bir eserdir. Her satırı, "ben size neyi, niçin, nasıl yaptım"
sorusuna verilen bir yanıttır. Eserin sonuna eklenen yüzlerce sayfalık vesikalar
(belgeler), Atatürk'ün anlatısını tarihin denetimine açık bırakır. Herkes bu
belgelere bakabilir, kararları sorgulayabilir, değerlendirebilir. İşte bu,
hesap vermenin en samimi halidir.
1927'deki bu konuşma, yalnızca geçmişi anlatmakla kalmaz;
geleceğe de yol gösterir. Atatürk, bağımsızlığın, çağdaşlaşmanın
ve aklın önemine vurgu yapar. Halkına şunu söyler: "Ben size ne
yaptığımı anlattım; şimdi size düşen, bu kazanımları korumak ve
geliştirmektir." Bu, bir önderin halkına duyduğu güvenin ve sorumluluğun
ifadesidir.
Karşılaştırma
İki büyük önderin yolları ve dilleri farklı olsa da,
temel kaygıları ve hedefleri şaşırtıcı derecede benzerdir: bağımsızlık, toplumun
sürekliliği ve halkın iyiliği. Bilge Kağan ile Atatürk arasındaki
farklar, daha çok kullandıkları araçlar ve üslupla ilgilidir; özde ise aynı
değerleri paylaşırlar.
Araçlar açısından bakıldığında,
Bilge Kağan kalıcılığı taşta aradı. Bengü Taş dediği anıtlar, bin
yıllardır ayakta kalacak şekilde tasarlanmıştı ve gerçekten de kaldı. Atatürk
ise modern zamanların gereklerine uygun olarak arşiv ve belge
sistemine güvendi. Telgraflar, mektuplar, resmi kararlar... Bunlar, taş kadar
kalıcı olmasa da, doğru korunduğunda tarihe ışık tutacak vesikalardır. Birinin
aracı taş, diğerininki kağıt ve mürekkebi olmuştur.
Üslup farklılıkları da
belirgindir. Bilge Kağan'ın dili duygusal, ritimli ve uyarıcıdır.
Halkına bir baba gibi seslenir, öğüt verir, uyarır, bazen sitem eder. Sözleri
yüreğe dokunan, hatırda kalan, bozkırın ruhunu taşıyan ifadelerdir. Atatürk'ün
dili ise analitik, sıralı ve delilcidir. Her şeyi adım
adım açıklar, mantıksal bağlantılar kurar, kanıtlarla destekler. Onun sözleri
akla hitap eder, ikna etmeyi amaçlar, tartışmaya açıktır.
Meşruiyet kaynakları da
farklı bağlamlarda biçimlenmiştir. Bilge Kağan döneminde kut ve töre
kavramları önemliydi. Kut, gökten gelen bir yetki olarak algılansa da, Bilge
Kağan bunu halkın rızasıyla birleştirdi. Töre ise toplumun yazısız anayasası,
kurallar bütünüydü. Atatürk'te ise meşruiyet tümüyle milletin egemenliği
ilkesine dayanır. "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" ilkesi,
modern bir devletin temelini oluşturur. Artık yetki gökten değil, halkın
iradesinden gelir.
Her iki önder de gelecek kuşaklara seslenmiştir.
Bilge Kağan, "Türk milleti, sen de öğren!" diyerek halkına töreye
dönmeyi, ata değerlerine sahip çıkmayı öğütler. Atatürk ise Gençliğe Hitabe'de
gelecek kuşaklara Cumhuriyet'i ve bağımsızlığı koruma görevini emanet eder.
İkisi de bilir ki, bugünkü başarılar ancak gelecek kuşaklar bunları
sahiplenirse kalıcı olacaktır.
Tehdit algıları da
dönemin koşullarına göre biçimlenmiştir. Bilge Kağan'ın en büyük korkusu asimilasyondur:
Türk halkının başka kültürlere, özellikle Çin'in "tatlı sözlerine ve
yumuşak ipeğine" kanarak kimliğini kaybetmesidir. Atatürk'ün karşısındaki
tehdit ise işgal ve eski yönetimin çürümüşlüğüdür. Osmanlı'nın
çöküşünden ders çıkaran Atatürk, çağdaşlaşmayan, yeniliklere kapalı kalan
toplumların başkalarının egemenliği altına gireceğini bilir.
Ancak tüm bu farklılıklara karşın, iki önderin ortak
paydası çok nettir: halkın refahı, bağımsızlık ve hesap
verebilirlik. Her ikisi de yaptıklarını gizlemez, açıkça anlatır. Her ikisi
de kendilerinden sonra gelecek kuşakların bu bilgilerden yararlanmasını ister.
İşte bu ortak değerler, Türk politik geleneğinin temelini oluşturur.
Sonuç
Yaklaşık bin üç yüz yıllık bir zaman aralığıyla, iki
büyük önder bize aynı dersi vermiştir: gerçek önderlik, yalnızca güçlü olmakla
değil, cesaretle hesap verebilmekle ölçülür. Bilge Kağan'ın taşa
kazıttığı sözlerle Atatürk'ün arşive kaydettiği belgeler, farklı biçimler
altında aynı özü taşır: "Gücümü senden aldım, sana hesap veriyorum."
Bu iki eser, Türk devlet geleneğinde iktidarın bir emanet
olduğunu gösterir. Önder, yalnızca yönetme yetkisi olan kişi değil; bu yetkiyi
nasıl kullandığını halka anlatmakla yükümlü olan hesap veren kişidir.
Bilge Kağan, "Aç milleti doyurdum, çıplak milleti giydirdim" derken
somut bir hesap sunuyordu. Atatürk, Nutuk'ta her kararını telgraf ve
raporlarla desteklerken, aynı sorumluluğu üstleniyordu.
Günümüzde (2025), bu mirasın bize öğrettiği dersler hala
geçerlidir. Şeffaflık, devlet yönetiminde bir tercih değil, bir
zorunluluktur. Yöneticiler, başarılarıyla birlikte hatalarını da açıkça
paylaşmalıdır. Kararlar gerekçelendirilmeli, belgelerle desteklenmeli, halkın
denetimine açık olmalıdır. Eğitimde öz-eleştiri kültürü ve eleştirel
düşünme yetenekleri güçlendirilmelidir.
Bilge Kağan'ın "tatlı söz, yumuşak ipek"
uyarısı, bugün tüketim toplumu ve kültürel bağımlılık
tehditlerine karşı yeniden okunmalıdır. Atatürk'ün çağdaşlaşma vurgusu,
teknolojik gelişmelere ayak uydurma ve bilime dayalı ilerleme çağrısı
olarak anlaşılmalıdır. İki önderin ortak kaygısı olan bağımsızlık,
yalnızca politik değil, ekonomik, kültürel ve teknolojik bağımsızlığı da
içermelidir.
Kurumlar uzun erimli düşünmeli, geçici çıkarların
değil, kalıcı değerlerin peşinde olmalıdır. Bilge Kağan'ın Bengü Taş'ı
gibi, bugünün kurumları da gelecek kuşaklara sağlam bir miras bırakma
bilinciyle hareket etmelidir. Dijital çağda veri egemenliği ve yerli
altyapı kavramları, bu mirasın modern karşılıklarıdır.
Sonuç olarak, Bilge Kağan'ın Orhun Yazıtları ile
Atatürk'ün Nutuk'u, farklı çağlarda aynı düşüncenin iki tgörünümüdür.
İkisi de gösterir ki, iktidar gücünden değil, hesap verebilirliğinden
meşruiyet kazanır. Kendini açıklamayan, sorgulanmaya kapalı yönetim, er ya da
geç haklılığını yitirir. Bugünün önderleri için en büyük sınav, teknolojinin
hızı ve değişimin karmaşıklığı içinde gerekçe vermeyi ve sorumluluk
almayı unutmamaktır.
Bu iki büyük eser, Türk politik düşüncesinin bugününe ve
yarınına ışık tutar. Bize hatırlatır ki, en güçlü iktidar bile halka karşı
sorumludur ve en kalıcı miras, dürüstlükle yazılan hesaplardır.
Kaynakça
Atatürk, M. K. (2010). Nutuk (1919-1927). (Haz. Z. Korkmaz). Ankara:
Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları.
Ayan, A. (2015). Orhun Abidelerindeki önderlik ve yönetim anlayışının
değerlendirilmesi. Uluslararası Politik Araştırmalar Dergisi, sayı 49.
Aydemir, Ş. S. (1999). Tek adam: Mustafa Kemal (1922-1938) (Cilt 3).
İstanbul: Remzi Kitabevi.
Ercilasun, A. B. (2016). Türk Kağanlığı ve Bengü Taşlar. Ankara:
Akçağ Yayınları.
Ergin, M. (1970). Orhun Abideleri. İstanbul: Milli Eğitim Basımevi.
Lewis, B. (1968). The emergence of modern Turkey. London: Oxford University
Press.
Ögel, B. (1982). Türklerde Devlet Anlayışı. Ankara: Başbakanlık
Basımevi.
Tekin, T. (2010). Orhon Yazıtları. Ankara: Türk Dil Kurumu
Yayınları.
Zürcher, E. J. (2004). Turkey: A modern history. London: I.B.
Tauris. (https://archive.org/details/turkeymodernhist0000zurc;
erişim 22 Aralık 2025)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder