19 Ağustos 2012 Pazar


Toyota Dünyanın En İyi İmalatçısı Haline Nasıl Geldi?



19 Ağustos 2012, Bodrum


Osman KARADAĞ[1] 

Bu yazının başlığı Jeffrey K. Liker’in “Toyota Tarzı, 14 Yönetim İlkesi” adlı eserinden alınmıştır[2]. Aşağıda anlatılacaklar da aynı eserden derlenmiştir.

Bugün dünyaya yayılmış olan ve Toyota’nın mükemmelliğe ulaşma arayışındaki en göze çarpan eser Toyota Üretim Sistemi (TÜS) olarak adlandırılan imalat felsefesidir. Bu imalat sisteminin, Henry Ford’un icat ettiği seri üretim sisteminden sonra geliştirilmiş ikinci verimli iş süreci olduğu ileri sürülmektedir. TÜS; belgelendirilmiş, analiz edilmiş ve sonra da Toyota tarafından dünyanın dört bir yanında çeşitli sanayi kuruluşlarına ihraç edilmiştir. Bu imalat sistemi, Toyota dışında yalınlık ya da yalın üretim olarak bilinir. Bu terimler iki kitap sayesinde çok meşhur olmuştur[3]. Toyota şirketi, üretim tesisleriyle bugün tüm dünyaya yayılmış olmasına rağmen, kurucu Toyoda ailesinin etkisini hala hatırı sayılır ölçüde sürdürdüğü büyük bir aile şirketi olduğu söylenir. 

Toyota Ailesi: Kuşaklar Boyu Tutarlı Liderlik



Babasından marangozluk öğrenen Sakichi Toyoda 1894 yılında tahta örme makineleri tasarım ve üretimi işini başlatmış. Bu tezgahlar piyasadaki tezgahlardan daha iyi çalışan ve daha ucuz olan tezgahlardı. Sakichi, kullanılmış bir buharlı motor satın alarak tezgahları buna bağlamayı deneme ve yanılma yoluyla bizzat yaparak öğrenmesi gerektiğini gördü. Bir atölyede karşılaşılan   “problemin/sorunun kaynağında kişisel gözlem yoluyla verilerin toplanması suretiyle anlaşılması[4]” anlamına gelen ve kısaca “git ve gör” denilen bu yaklaşım sonradan Toyota Tarzının temellerinden biri olmuştur. 

Sakichi’nin buluşları arasında iplik kopunca tezgahı otomatik olarak durduran özel bir mekanizma da vardır. Bu icat da daha sonra gelişerek Toyota Üretim Sistemi’nin insan temaslı otomasyon[5]” olarak adlandırılan iki ana dayanağından biri olmuştur. Esasında bu kavramın Japoncası (jidoka) malzeme üretirken içine kalite katmak ya da “hataya izin vermemek” anlamına gelir. Aynı zamanda, faaliyetleri ve teçhizatı, işçilerin makinelere bağlı kalmayacağı ve değer katan çalışmalarını özgürce yürütecekleri şekilde tasarlamak anlamına da gelir. 

“Mucitler Kralı” olarak da anılan Sakichi Toyoda’nın Toyota’nın gelişimine yaptığı en büyük katkı sürekli iyileştirme tutkusunu temel alan felsefesi ve çalışma yaklaşımıdır. Bu felsefe Samuel Smiles’in 1859’da İngiltere’de yayımlanmış olan Self-Help, “Kendine Yardım[6]” adlı kitabından önemli ölçüde etkilenmiştir. Smiles’ın kitabı sıkı çalışmanın, tutumluluğun ve kendini geliştirmenin erdemlerini övüyordu. Smiles’’ı bu kitabı yazmayı esinlendiren şey insan sevgisiydi. Amacı para kazanmak değil, zor ekonomik koşullarda yaşayan, kendilerini geliştirmeye odaklanmış gençlere yardımcı olmaktı. Ayrıca kitapta, içlerindeki doğal dürtü ve merak sayesinde insanlığın gidişini değiştiren büyük buluşlar gerçekleştirmiş mucitlerin hayat hikayeleri anlatılıyordu. Örneğin Smiles’a göre, James Watt’ın başarı ve etkisi doğa vergisi olmaktan çok yoğun çalışma, sebat ve disiplinden kaynaklanıyordu. Sakichi’nin buharlı motorla çalışan otomatik dokuma tezgahlarını geliştirirken sergilediği özellikler de tamamen bu özelliklerdir. Smiles’ın kitabı ”olgularla yönetim”in ve insanların aktif bir şekilde dikkatlerini yoğunlaştırmasını sağlamanın önemi konusunda pek çok örnek içermektedir. Toyota’nın “git ve gör”e dayalı problem çözme yaklaşımı bu anlayışı yansıtır. 

Toyota Otomotiv Şirketinin Kuruluşu


“Hataya izin vermeyen” dokuma tezgahı Toyoda’nın en popüler modeli oldu. Toyoda 1929 yılında oğlu Kiichiro’yu örme ve dokuma aletlerinin ilk yapımcısı Platt Kardeşlerle patent hakkının satışını görüşmek üzere İngiltere’ye gönderdi. Kiichiro pazarlık sonucu 100.000 İngiliz Sterlini üzerinde anlaştı ve 1930’da bu sermayeyi Toyota Motor İşletmesi’ni kurmak üzere kullandı[7]. 

Sakichi Toyoda dünyanın değişmekte olduğunu ve otomobilin geleceğin teknolojisi olacağını görebiliyordu. Bu nedenle oğluna dünyaya katkıda bulunmak için fırsat yaratmak istiyordu. Sakichi Toyoda’nın bu fırsat yaratma konusu bugün ülkemiz sanayicileri, özellikle aile şirketleri niteliğindeki şirketlerin patron yöneticileri için büyük dersler içermektedir. Oğluna verdiği görev şudur: 

Herkes yaşamında en azından bir kez büyük bir projeye el atmalıdır. Ben yaşantımın çoğunluğunu yeni tür tezgahlar yaratmaya adadım. Şimdi sıra sendedir. Topluma yararlı olacak bir şeyler başarmak için çaba göstermelisin[8]. 

Kiichiro Toyota Otomotiv Şirketini babasının felsefesi ve yönetim yaklaşımı üzerine kurdu, ama kendine özgü yenilikleri de ekledi. Örneğin, Toyota Üretim Sistemi’nin insan temaslı otomasyon” temel direğinin yaratıcısı Sakichi Toyoda olurken, tama-zamanında ilkesi Kiichiro Toyoda’nın katkısıdır. Bu ilke ile ilgili Kiichiro’nun vizyonu, Ford’un Michigan fabrikasındaki süper market sistemi model alınarak kurulan kanban sisteminin temelini oluşturacaktı. Bu başarılarla yetinmeyen Kiichiro, babası gibi liderlik alanındaki girişimleriyle Toyota üzerinde en büyük etkiyi bırakmıştır. Şöyle ki; İkinci Dünya Savaşı sonrası, Amerikalılar Toyota’nın yeniden kamyon üretmeye başlamasına yardımcı oldular. Ancak, yaşanan yüksek enflasyon şirketin zora girmesine ve “gönüllü emeklilik” yoluyla işten insan çıkarılmasına neden oldu. Japonya’da şirket kapanmalarının ve el değiştirmelerinin arttığı bu dönemde, şirketi satmak yerine, Kiichiro başarısızlığı üstlenerek, kişisel özveride bulundu ve başkanlıktan kendisi ayrıldı.  

Toyota’nın bugüne kadarki felsefesi hep şirketin uzun vadeli yararı için kişisel kaygıların ötesinde düşünmek ve aynı zamanda bir problem çıktığında sorumluluğu hemen üzerine almak olmuştur. Toyoda ailesi bireylerinin bu yaklaşımından da günümüz aile şirketlerinin büyük dersler alması gerekir.  

Toyota ailesinin bireyleri aynı felsefeyle yetiştiler. Hepsi ellerini taşın altına sokmasını ve buluşçuluk ruhunu öğrendiler, şirketin topluma katkıda bulunan değerlerini gördüler. Üstelik hepsi de uzun vadeli bir geleceği olan özel bir şirket yaratma vizyonuna sahip bireyler olarak yetişti. 1950’lili yıllarda yaşanan bu kargaşa ortamında şirketin başına Kiichiro’nun küçük kuzeni Eiji Toyoda geçti. 

Bugün Toyota Tarzı Japonya’daki liderlerden tüm dünyadaki Toyota kuruluşlarına yayılmış durumdadır. Ama bugünkü liderler bir şirketi yoktan var etmenin büyüme sancılarını yaşamadıkları için, Toyota, şirket kurucularının insanları, ellerini işe bulaştırmaya, tam anlamıyla buluşçuluğa ve problemler üzerinde gerçek olgulara dayalı bir şekilde yansıtmaya yönelten değerler sistemini öğretme ve pekiştirme konusunda devamlı kafa yormaktadır. Toyota ailesinin mirasının da bu olduğu söylenir.

Toyota Üretim Sisteminin Gelişimi


1950 yılında, ABD’deki fabrikaları dolaşmaktan dönen Eiji Toyoda, fabrika müdürü Taiichi Ohno’yu çağırarak ona şu görevi verir: Toyota’nın imalat sürecini Ford’un üretkenliğine yetişecek şekilde iyileştirmek.  

Zamanın zor koşulları içinde atölyede çalışmak suretiyle en sonunda Ohno’nun vardığı başlıca sonuçlardan biri, Toyota’nın başarması gereken şeyin kesintisiz akış olduğu ve o tarihlerde bunun en iyi örneğinin de Ford’un kesintisiz çalışan montaj hattı olduğuydu. Henry Ford 20. yüzyılın başındaki gereksinimleri karşılayabilmek için yeni bir seri üretim paradigması geliştirerek zanaatçı imalat geleneğini ortadan kaldırmıştı. Böylece İkinci Sanayi Devrimi olarak adlandırılan dönem de başlamıştı. Seri üretimin başarısına olanak sağlayan temel unsurlardan biri hassas takım tezgahlarının ve değiştirilebilir parçaların gelişimi olmuştur[9]. 

Frederick Taylor’ın öncülük ettiği bilimsel yönetim ilkelerini kullanan Ford yazdığı eserinde imalat süreci boyunca kesintisiz malzeme akışı yaratmanın, işlemleri standartlaştırmanın ve fireyi ortadan kaldırmanın önemini de vurguluyordu. Ancak şirketi bunu her zaman uygulamıyordu. Ford’un değer zinciri içinde, bir sonraki işlem aşamasını bekleyen, dev stoklar oluşuyordu. Toyota bunu Ford’un seri üretim sisteminin barındırdığı bir içsel kusur olarak değerlendirdi. Toyata’nın aşırı üretim yapma lüksü yoktu, depolama yeri, fabrika sahası ve para sıkıntısı çekiyordu ve ölçek ekonomisinden yararlanmak için tek bir araç modelinden büyük miktarlarda üretmiyordu. Ama müşterinin talebine göre esnek bir şekilde değişim gösteren ve ayni zamanda verimli de olan bir tek parçalı akış sistemi geliştirmek üzere Ford’un orijinal kesintisiz malzeme akışı (montaj hattındaki gibi işleyen) fikrinden yararlanabileceğine karar verdi. Esneklik işçilerin zekâsını süreçleri sürekli iyileştirmeye yönlendirmeyi gerektiriyordu. Böylece bugün Toyota Üretim Sistemi olarak bilinen yeni ve verimli bir imalat sistemi ortaya çıkmış oldu.


[1] Endüstri Y. Mühendisi Osman Karadağ (okaradag52@gmail.cm), 30 yılı aşkın süreyle Kamu ve Özel sektörde yöneticilik görevlerinde bulunduktan sonra birikimlerini eğitici ve danışman olarak toplumumuzla paylaşmaktadır. Stratejik planlama, yapılabilirlik çalışması ve proje yönetimi alanlarında çalışan Karadağ, Türkiye’nin ilk profesyonel proje yöneticilerinden biridir.
[2] Jeffrey K. Liker, Toyota Tarzı, 14 Yönetim İlkesi, 2004, McGraw Hill, Türkçesi Ümit Şensoy, 2010, İstanbul, s.37
[3] Bu iki kitap şunlardır: The Machine That Changed the World: “Dünyayı Değiştiren Makine” (Womack, Jones, Roos, 1991) ve Lean Thinking “Yalın Düşünme” (Womack, Jones, 1996).
[4] Japoncası genchi genbutsu
[5] Japoncası jidoka
[6] Smiles, Samuel. Self-Help: With Illustrations of Character, Conduct, and Perseverance. New York: Harper & Brothers, 1860. Published as Self-Help (Peter W. Sinnema, editor). New York: Oxford University Press, 2002
[7] Fujimoto, Takahiro. The Evolution of a Manufacturing System at Toyota. New York, Oxford University Press, 1999
[8] Reingold, Edwin. Toyota: People, Ideas, and the Challange of the New. London: Penguin Books, 1999
[9] Womack, James P. Ve Dainel T. Jones. Lean Thinking: Banish Waste and Create Wealth in Your Corparation. New York: Simon & Schuster, 1996

3 Ağustos 2012 Cuma


İnsanlığın Muhteşem Projesi “Uygarlığın” Yapı Ustaları – İkinci Kısım 


03 Ağustos 2012, Bodrum 

Osman KARADAĞ[1] 

Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti Dönemleri 


Ülkemizin sınırları içinde tarih öncesinden başlayarak bilim ve felsefede çok büyük insanlar yetişmiş.  Bunların ırksal kimlikleri ile dini inançlarının incelediğimiz konu açısından önemli olmadığını değerlendiriyorum. O büyük insanların sonraki kuşaklara bıraktıkları bilimsel miras çok daha önemlidir. Onlarla aynı toprakları paylaşıyor olmam bana gurur veriyor. Maddi varlığım açısından onlar benim “toprakdaşlarım”dır. 

Başta bilimlerin anası olan matematik ile astronomi ve tıbbın şekillendiği kadim Sümer ve Babil uygarlıkları ile sınırlı da olsa benzerliklerimiz var. Fırat ve Dicle nehirleri binlerce yıldır Anadolu topraklarından akıttığı topraklarla o bölgeye yaşam vermiştir. Dolayısı ile onlarla da toprakdaşlığımız var. 

Şimdi, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerini incelemeden önce, geçmişe kısa bir gezinti yapalım: 

Sümerlerin Katkısı  


Fırat ve Dicle nehirleri arasında yer alan bölgeye Batılar “Mezopotamya” adını vermişler. Bu bölgede ilk bilinen uygarlık Sümer[2] Uygarlığı olup tarihi M.Ö. 4500 yıllarına kadar gitmektedir. Bu uygarlık ayrıca dünyaca bilinen ilk uygarlıktır. Çeşitli hanedanlıklar halinde sürdürülen Sümer hakimiyeti Akad, Suriye ve Babil hakimiyeti ile devam etmiştir. Batılılar tüm bölge için “Sümer” yerine daha çok, bir şehir olan, “Babil”[3] adını kullanmayı tercih etmektedirler. Konumuz tarih olmadığından bu kısa girişten sonra benim “Sümer”, batılıların “Babil” dediği katkılara bakabiliriz. Sümerler M.Ö. 3500 civarında çivi yazısını keşfetmiştir. 

Sümer Matematiği 


Sümerler M.Ö. 4000 yıllarında karmaşık bir ölçüm sistemini geliştirmeyi başarmışlardır. Bu sistemden daha sonra aritmetik, geometri ve cebir doğmuştur. M.Ö. 2600 yıllarından başlayarak Sümerler çarpım tabloları, geometrik şekiller ve bölüm işlemleri ile ilgilenmektedirler. İlk abaküs M.Ö. 2700 – 2300 arasında ortaya çıkmış, yine aynı dönemde altmışlı numara sistemi oluşturulmuştur. İlk defa bir üçgenin alanı ve küpün hacmi Sümerler tarafından hesaplanmıştır. 

Sümer Teknolojisi 


Sümerler tarafından gerçekleştirilen bazı teknolojik gelişmeler: teker, çivi yazısı, aritmetik, geometri, sulama sistemi, ay-gün takvimi, bronz, deri, testere, tornavida, çekiç, payanda, çivi, boru, bıçak, halka, balta, ok başları, kılıç, yapıştırıcı, çanta, zırh, savaş arabası, bot, biradır. 

Fenike Alfabesi 


Fenike alfabesi M.Ö. 1050 yıllarından sessiz harflerden oluşturulmuştur. Daha sonra bu alfabe Fenikeli tüccarlar tarafından Akdeniz dünyasına taşınmıştır. Fenike alfabesinin Eski Yunan tarafından alınarak sesli harflerin eklenmesi suretiyle geliştirilmesi M.Ö. sekizinci yüzyılda gerçekleştirilmiştir. Tarihçi Herodot’a göre Fenike Alfabesi Eski Yunan’a Thebes şehri üzerinden geçmiştir.  

İyonyalıların Katkısı 


Bugünkü Ege Bölgesinde M.Ö. 1000 yıllarında kurulduğu tahmin edilen 12 İyon şehri birer şehir devleti niteliğindedir. Bu bağımsız şehirler kuzeyden güneye doğru sırasıyla; Phokai (Foça), Klazomenai (İzmir-Güladası), Erythrai (Çeşme), Teos (İzmir-Sığacık), Kolophon (İzmir-Değirmendere), Lebedos (Seferihisar Kısık Köyü), Ephesos (Efes), Priene (Söke ilçesinde), Myos (Afşartepe) ve Miletos (Milet) ile birlikte Khios (Sakız) ve Samos (Sisam) ada kentleri idi. Bu şehirlerden Efes ve Milet devrin bir kültür ve uygarlık merkezi olmuştur. 

M.Ö. 7. 8. ve 6. yüzyıllarda İyon kentleri tüm Akdeniz havzası üzerinde güçlü bir ticari egemenlik kurdular; bilim, sanat ve felsefe alanında, daha sonra gelişen Yunan ve Roma uygarlıklarının temelini attılar. 

İyonya MÖ. 546 yılında Ahameniş (Pers) İmparatorluğu (MÖ 550 - MÖ 330)[4] egemenliğine girdi. M.Ö. 502-496 yıllarındaki İyonya İsyanı'nın yenilgisinden sonra yıkıma uğrayarak önemini ve gücünü kaybetti. M.Ö. 133'ten sonra Efes ve Milet, Roma İmparatorluğu’nun “Asia” eyaletinin önemli kentleri olarak yeniden kalkındılarsa da, M.Ö. 6. yüzyıldaki kültürel ve siyasi önemlerine tekrar kavuşamadılar. 

Eski Farsça "İonan" adı, Perslerin bu bölgeye verdiği isimdi. Farsça ve Arapçadan Türkçeye Yunan biçiminde geçen bu ad, daha sonra Helen ulusunun tümü için İslam kültürel çerçevesinde kullanılmıştır. 

İyon Liginin hakim olduğu dönemde bu bölgede yetişen önemli bilim insanları Miletli Tales (M.Ö. 625 – 545), Miletli Anaksimander (M.Ö. 610 - 545), Miletli Anaksimenes (M.Ö. 585 - 525), İzmirli Ksenofanes (M.Ö. 570 -480), Miletli Hekateus (M.Ö. 550 - 476) ve İzmirli Hermonimitus (M.Ö. 6.yy). Bunlardan Hekateus tarih ve coğrafyacıdır. Tales ise o çağların “yedi bilge”[5]sinden biridir. “Kendini Bil” sözü ona aittir. Ayrıca düşünür ve matematikçi Bertrand Russell Batı Felsefesi Tarihi adlı yapıtında felsefenin Tales ile başladığını ileri sürer. Diğerleri ise düşünürlerdir. Bu tablodan görüleceği üzere 75 yıl içinde bu bölgeden yedi önemli kişi yetişmiştir. Bu da ortalama 10 yıl/ bilim insanı, diğer bir deyişle her on yılda bir bilim insanı demektir. İyonyanın en parlak olduğu dönem bu dönemdir. Felsefe ve bilim burada iyice yeşermiş ve Batıya yayılmıştır.  

Pers Dönemi 


Pers İmparatorluğunun Anadolu’da hakim olduğu ve yaklaşık 270 yıl süren sonraki dönemde İyonya ve Anadolu’nun diğer yerlerinde yetişen önemli insanların sayısı 31’dir.  Ortalama 9 yıl/bilim insanı. 

Bu dönemde bilim insanlarının en önemlileri doğum sırasına göre her şeyin bir değişim içinde olduğunu söyleyen Efesli Herakles, ruh kavramını sorgulayan İzmirli Anaksogoras (Atinaya felsefeyi götüren düşünür), ilk kent mimarı Miletli Hippodamus, ilk tarih yazarı olarak bilinen Bodrumlu Herodot, ilk maddeci düşünür Miletli Demokritos, dünyanın kendi ekseni etrafında döndüğünü söyleyen Krd. Ereğlili Herakleides, ilk anatomist olarak kabul edilen İstanbul Kadıköylü Herophilos olarak sayılabilir.  

Helenizm Dönemi 


Helenizm’in hakim olduğu ve yaklaşık 200 yıl süren sonraki dönemde İyonya ve Anadolu’nun diğer yerlerinde yetişen önemli insanların sayısı 21’dir. Ortalama 9,5 yıl / bilim insanı. Bu dönemin en önemlileri de şöyle sıralanabilir: Trigonometrinin kurucusu olarak kabul edilen ve yeryüzündeki her noktanın yerini enlem-boylam dereceleriyle belirtme yöntemini ilk uygulan büyük astronom İznikli Hipparkos, Güneş merkezli sistemi Kopernik’ten 1600 yıl önce ortaya koyan ve gel-git (med-cezir) olayının Ay'dan kaynaklandığı söyleyen Silifkeli Seleukos. 

Roman Dönemi 


Roman’ın hakim olduğu ve yaklaşık 300 yıl süren sonraki dönemde İyonya ve Anadolu’nun diğer yerlerinde yetişen önemli insanların sayısı 28’dir. Ortalama 10,7 yıl/ bilim insanı. Bu dönemin en ünlüleri doğum sırasına göre eski çağ hakkındaki coğrafya kitabı yazarı Amasyalı büyük coğrafya bilgini Satrabon, Yeni Psagorculuğun önemli temsilcilerinden Kapadokyalı Bilge Apollonus, 1500 yıl süreyle kullanılan botanik kitabı yazarı Anazarvalı Pedanius ve Hipokrat’tan sonraki ikinci büyük hekim Bergamalı Galen. 

Bizans Dönemi 


Daha sonra 900 yıl egemen olan Bizans döneminde yetişen bilim insanı sayısı sadece 18’dir. Bu dönemde Bizansın hakim olmadığı Anadolu topraklarında yetişen bilim insanı sayısı ise 5’dir. Ortalama 50 yıl / bilim insanı. Diğer bir deyişle yüz yılda ancak iki bilim insanı. Bu dönemin en önemli bilim insanları büyük Harranlı Sabit b. Kurra ve yine bir Harranlı Astronom Battani’dir.  

Sabit b. Kurra’nın başta Matematik, Astronomi, Tıp ve Felsefe olmak üzere, hemen hemen her bilim dalında 160’ın üzerinde eseri vardır. Kendi eserleri yanında eski Helenistik kültürün ürünlerini tercüme yoluyla İslam kültürüne kazandırmakla, kuşaklar ve uygarlıklar arasında bir iletici köprü işlevi görmüştür. 

Osmanlı Dönemi 


623 yılı süren Osmanlı döneminde doğan bilim insanlarının sayısı 241. 1900 yılından önce doğanların sayısı ise 147’dir. Bunlar Osmanlı’nın hüküm sürdüğü topraklardaki bütün ulusları kapsayan rakamlardır. 

1900 yılından sonra şu anki sınırlarımız içinde (ya da başka ülkelerde Türk vatandaşı olarak) doğanların sayısı 279’dur. Bu şu demek oluyor, Cumhuriyet dönemindeki 94 bilim insanımız Osmanlı döneminde doğmuş ve Cumhuriyet kurulduğunda 1 ila 22 yaş arasında bulunuyordu. 

Cumhuriyetin kurulması sonrasında doğanların sayısı ise 190’dır. Şimdi 1923 yılından yedi yıl geriye gidersek, eğitimini Cumhuriyet döneminde almış olanların sayısını buluruz. Bu rakam da 213’dür. 1900 yılından sonra doğanların Osmanlı dönemine herhangi bir bilimsel katkısı olamayacağına göre Osmanlıya katkıda bulunmuş bilim insanlarının sayısı sadece 148’dir.  

Bu rakamlara daha yakından bakacak olursak, ulaşacağımız sonuçlar özetle aşağıdaki gibidir: 


Osmanlı hariç T.C. Öncesi
Osmanlı
Osmanlı-T.C.
T.C.
Yurtdışı
Bilim İnsanı[6]
42
25
23
141
7
Matematik
23
6
1
28
4
Felsefe
72
10
9
21
1
Coğrafya ve Kartografi
8
3
2
6
1
Tıp[7]
95
16
10
49
5
Sosyoloji

3
2
15

Tarih
25
51
20
47
2
Toplam
265
114
67
307
20
Kadınlar[8]


30
2

Not: Bazı bilim insanlarının birden çok dalı olabilmektedir. Örneğin genelde astronomi alanındakiler ayni zamanda matematikçi, felsefe alanındakiler ise ayni zamanda matematik, tıp, tarih ve sosyoloji alanında da eserler verdiğinden burada verilen rakamların toplam rakamlardan farklı olabilmektedir. 

Böylece Osmanlı döneminde 7,4 Yıl / Bilim İnsanı sayısı T.C. döneminde Ortalama 0,4 Yıl / Bilim İnsanı sayısına yükselmiştir. Diğer bir ifade ile her yüz yılda yetiştirilen bilim insanı sayısı Osmanlı döneminde sadece 13,48 olurken, Türkiye Cumhuriyeti döneminde bu rakam 239’a yükselmiştir. 

Osmanlılarda 51 tarihçi toplam tarihçilerin (100x51/718 = %7) %7’sini teşkil etmektedir. Oysa aynı oran tıp alanında sadece %3,6’dır. Durum matematikte çok daha kötüdür: Sadece %1,1. Belirlemiş olduğum önemli matematikçilerin sayısı toplam 533, Osmanlı matematikçilerinin sayısı ise sadece altıdır. Bu rakamlardan ortaya çıkan sonuç şu: Osmanlıda bilimin olduğunu (ilim değil) iddia edenlerin bilim tanımlarını gözden geçirmeleri gerekecektir. 

Dikkat çekici olan bir diğer husus da kadın bilim insanları sayısındaki durumdur. Ben Osmanlıda kadın bilim insanı belirleyemedim. Belirlediğim 32 kadın bilim insanımızdan sadece dördü ilk eğitimini Osmanlı döneminde almaya başlamıştır. Diğer bir deyişle “Osmanlıda Kadının Adı Yok”. Bir diğer dikkat çekici husus da şu: Bu 32 kadın bilim insanımızın doğumları 1950 öncesi olanların sayısı 26 iken 1950 yılı sonrası doğanların sayısı sadece 6’dır. Bu sonuçta 1950 yılı sonrası hükümetlerinin eğitim politikalarının ne kadar etkili olduğu ayrı bir araştırma konusu olsa gerek.  

Benim belirlediğim sayılara elbette itirazı olabilecekler olacaktır. Aldığım ölçütleri sorgulayabilecekler olacaktır. İtirazı olabileceklere listemi gönderebilir, katkılarını çalışmama ekleyebilirim.   


[1] Endüstri Y. Mühendisi Osman Karadağ (okaradag52@gmail.cm), 30 yılı aşkın süreyle Kamu ve Özel sektörde yöneticilik görevlerinde bulunduktan sonra birikimlerini eğitici ve danışman olarak toplumumuzla paylaşmaktadır. Stratejik planlama, yapılabilirlik çalışması ve proje yönetimi alanlarında çalışan Karadağ, Türkiye’nin ilk profesyonel proje yöneticilerinden biridir.
[2] “Sümer”ler kendilerine “kara kafalı insanlar” anlamına gelen “ug sag gig ga”, Akadlar “Sumeru”, Mısırlılar Sngr ve Hititler Sanhar, Batılılar da Shumer derler.
[3] “Babil” kelimesi Akadça “babili” kelimesinin Eski Yunancada kullanılan şeklidir.
[4] MÖ 550'de Persler Büyük Kiros (II. Kiros) önderliğinde birleşerek kuzeydeki Medleri yıkmış ve bir devlet haline gelmişlerdir. Tüm Anadolu'yu hakimiyeti altında birleştirmiştir. Anadolu'yu ele geçirdikten sonra Babil'e saldırmış ve orayı da fethedip kendini Babil kralı ilan etmiştir.
[5] Yedi Akıllı Adam da denilen yedi bilgenin diğerleri şunlardır: Rodoslu Clebulus (M.Ö. 600 yılları), Atinalı Solon (M.Ö. 638 – 558), Spartalı Chilon (M.Ö. 6.yy), Prieneli (Söke İlçesinde) Bias (M.Ö. 6.yy), Lesboslu Pittacus (M.Ö. 640 – 568) ve Korintli Periander (M.Ö. 6.yy)
[6] Antropoloji, Arkeoloji, Astronomi, Astrofizik, Fizik, Kimya, Jeoloji, Biyokimya, Biyoloji, Botanik, Doğabilimi, Etnoloji, Dilbilimi, İktisat
[7] Psikoloji, Psikiyatri dahil
[8] Kadın bilim insanlarının sayısı: 1902-1923 arası doğanlar 10; 1923-1950 arası doğanlar 16; 1950 sonrası doğanlar ise sadece 6’dır.