30 Aralık 2012 Pazar


Odaklanma: Stratejik Düşünmenin Olmazsa Olmazı

30 Aralık 2012, Ankara 

Osman KARADAĞ[1] 

İktisat fakültelerine başlayan öğrenciler ilkin şu gerçeği öğrenir: iktisat bilimi ihtiyaçların sonsuz kaynakların kısıtlı olması sonucu ortaya çıkmıştır. Maslow[2] insan ihtiyaçlarını (1) fizyolojik, (2) güvenlik, (3) ait olma ve sevgi, (4) değer ve (5) kendini gerçekleştirme olarak kademelendirir.  

Sonsuz ihtiyaçların kısıtlı kaynaklardan karşılanması sadece iktisat bilimini değil aynı zamanda stratejik düşünmeyi[3] de gerektirmiştir. Doğaldır ki insanlar başlangıçta fizyolojik ihtiyaçlarını doğadan doğrudan karşılıyordu. Bu aşamada kaynakların paylaşılması sorunlarının bireyler arasında çatışmalara neden olduğu beklenir. İhtiyaçlar hiyerarşisi arttıkça bunların karşılanması doğadan doğrudan değil, doğal girdilerin dönüştürülmesini gerektirir. Bu dönüştürme tekniklerinin geliştirilmesi de topluluk içinde örgütlenmeyi gerektirir. Böylece bazı ihtiyaçların karşılanması bireysel değil, artık örgütsel etkinliklerle mümkün olur. Sonuç olarak diyebiliriz ki; ihtiyaçların karşılanması amacıyla başlayan bireysel strateji geliştirme ve uygulama çabası artık örgütsel bir çabaya dönüşmüş olur.

Bu açıklamalardan görüleceği üzere gerek bireyler gerekse hangi düzeyde olursa olsun örgütler ihtiyaçlarının tamamını sahip oldukları kaynaklarla karşılayamazlar. Bu da örgütleri başkalarının zararına olacak şekilde kaynaklarını artırma arayışına iter. Savaşların da temel nedeni budur. Savaşı kazanan zaten kıt olan kaynakları da ele geçireceğinden savaşı kaybedenlerin hayat hakkı kalmaz. Savaşı da güçlü olan kazanacağına göre gücü artırma önemli bir konu haline gelir.

Konuya ulusal düzeyde baktığımızda güç milli ya da ulusal güç adını alır ve şöyle tanımlanabilir: “Bir ulusun ulusal hedeflerine erişmek amacıyla kullanılabileceği maddi ve manevi kaynakların tamamı.” Tanımdan da görüleceği üzere ulusal gücün unsurları özetle politik güç, ekonomik güç, bilimsel ve teknolojik güç, sosyokültürel güç, askeri güç, nüfus, coğrafi konumu olarak sıralanabilir.

Birbirlerine bağlı olan bu unsurları geliştirmenin önceliği içinde bulunulan duruma göre değişir. Ekonomik gücü yüksek olmayanın askeri gücü de yüksek olamaz. Bunu zamanımızdan sekiz yüz yıl önce Yusuf Has Hacib Kutadgu Bilig’de de söyler[4]: “Memleket tutmak için çok asker ve ordu lazımdır, askerini beslemek için de çok mal ve servete ihtiyaç vardır, bu malı elde etmek için halkın zengin olması gerekir. Halkın zengin olması için de doğru kanunlar konulmalıdır; Bunlardan biri ihmal edilirse dördü de kalır. Dördü birden ihmal edilirse beylik çözülmeğe yüz tutar”.

Bireysel bir beceriyi kazanmanın bir maliyeti vardır. Örneğin siz yabancı dil becerinizi geliştirmek istiyorsanız bu konuda eğitim almanız, bir yatırım yapmanız gerekir. Aynı şekilde bir devlet de bir alanda yeni bir yetenek kazanmak istiyorsa bunun için bir proje üretmek, yatırım yapmak zorundadır. Gerek bireyler gerekse devletler gelirlerinin ötesinde ancak borçla yeni bir maliyeti karşılayabilir. Bu alanda aşırıya gitmenin bireyin ve devletin iflasına neden olacağı açıktır. Osmanlı İmparatorluğu 1853 Kırım Harbinin finansmanı için başladığı borçlanma serüveninin aradan kırk yıl geçmeden ödeyemez duruma geldiği için iflas etmiştir.

Kaynakları kıt olan ülkeler başka ülkelerin zenginliklerini çeşitli düzenlemelerle ele geçirirler. Bu birkaç yüzyıl önce sömürgeleştirme ile kaba bir şekilde yapılırken, zamanımızda küreselleşme ile daha barışçıl yollarla yapılmaktadır.

Şimdilerde gün geçmiyor ki yazılı ve görsel basında “Milli Tank”, “Milli Uçak”, “Milli Uydu”, “Yerli Araba”… gibi kulağa hoş gelen girişimler duymaktayız. Son olarak da “Kendi Uçak Gemimizi” yapacak duruma geldiğimiz iddia edilmektedir. Biz bu söylemleri gerçekten gerçekleştirebilir miyiz?

İlk defa 1993 yılında dünyanın 17nci büyük ekonomisi olan ülkemiz halen dünyanın 18nci büyük ekonomisidir. On dokuz yılda ekonomik açıdan dünyadaki görece durumumuz gerilemiş[5].  Dünya ülkeleri arasında[6];

·         1999 – 2009 yılları arasında toplam patent başvuru sayısında 29ncu sırada,

·         Ar – Ge harcamalarına (1996 – 2008 yılları ortalaması olarak) ortalama olarak ancak 50nci sırada,

·         Araştırma ve Geliştirme Etkinliklerindeki Teknisyen Sayısı bakımından 1996 – 2008 yılları arasında 45nci sırada,

·         Ar – Ge yoğunluklu ürünlerin ihracatında 2009 yılında 37nci sırada

·         2000 – 2009 yılları arasında ortalama marka başvurusu ile 13ncü sırada

yer alabilmiş ülkemiz gerçekten bu söylemleri gerçekleştirebilir mi?

Ülkemizde verilen teşvikler incelendiğinde nerdeyse her yerde ve her konuda teşvik verilmekte olduğu görülecektir. Her yerde organize sanayi bölgeleri var, ancak etkin kullanılmadıkları açıktır. Sürekli borçlanan, 2012 yılının ilk 11 ayında 76,8 milyar dolar dış ticaret açığı veren bir ülke yukarıda sözü edilen projeleri gerçekten gerçekleştirebilir mi?

Bence gerçekleştiremez. Bu sadece halkımızın bir kesiminin kulağına hoş geldiği bilinen bir propagandadır. Bunu deneyen Sovyetler Birliği, ABD’nin son girişimi (Yıldızlar Savaşı) sonucu rekabeti kaybetmiş ve çökmüştür.

Peki, yapılması gereken nedir?

Ülkemizin bölgesinde ve dünyada söz sahibi bir ülke olabilmesi için sahip olduğu kıt kaynakları önceliklendirilmiş ihtiyaçlarına yönlendirmesi zorunludur. Ulusal güç unsurları içinde geliştirilmesi maliyeti en az olan, ancak sinerjisi yüksek olacak “bilimsel ve teknolojik” alana odaklanmak görünür gelecekte diğer ulusal güç unsurlarının da çoğaltılmasına yardımcı olacaktır. Bu da başta insana yatırım yapmakla gerçekleştirilebilir. Çünkü sonuçta işi yapacak insandır, makine değil.

Daha önce yayınlanan bir makalede belirtilen aşağıdaki hususlar bu konuda başarılı olan ülkelerin nasıl bir yol izlediklerini göstermektedir[7]:

““Geç sanayileşen” ülkelerin ya da bir başka deyişle “teknolojiye yetişmeye”[8] çalışan ülkelerin ortak özelliği hepsinin de sanayileşmeye “korumacılık” içinde başlaması ve gelişmesidir. Bu durum gelişmekte olan ülkelerin gerekli üretim ölçeği[9] ve tecrübesine[10] sahip olmamalarından kaynaklanır. Bu faktörlerin etkisi nedeniyle yeni kurulan bir sektörün korumacılık olmadan gelişmesi ve gelişmiş ülke şirketleri ile rekabet edebilmesi mümkün değildir. Geçen yüzyıl içinde sanayileşmeyi korumacılıkla geliştirmeye çalışan ülkelerden bazıları (Japonya ve G. Kore gibi) başarılı olurken, bazıları da (Türkiye ve Brezilya gibi) bu süreçte pek de başarılı olamamıştır.

Başarılı olan gruptaki ülkelerde devlet bir yandan korumacılık sağlarken bir yandan da sanayileşmeyi yönlendirmiştir. Bu ülkelerde korumacılığın etkin kullanımı için devlet sanayi sektörüne zamana bağlı üretim performansı ve ihracat hedefleri vermiştir. Hedefleri tutturamayanlara devletin desteği sürdürülmemiştir.

Başarılı ülkeler arasında yer alan G. Kore’nin stratejik hedefi belli bir zaman diliminde, bir yandan olabildiğince geniş bir yelpazede üretim becerisi kazanırken, diğer yandan da teknoloji geliştirme yeteneği kazanmaktı. Bu amaçla sanayi politikasıyla bütünleştirilmiş bir teknoloji politikası izlenmiş, bu politikayı desteklemek üzere de sanayi ve eğitim sistemi ile bütünleştirilmiş bir Ar-Ge yapısı kurulmuştur.”

Tekerleği yeniden icat etmeye gerek yok. Reçete basit; her şeyi yapmaya çalışan hiçbir şey yapamaz. Geliştirmemiz gereken en önemli beceri alanı/alanlarını seçip ona odaklanmak zorundayız. Bu da ulusumuzun geleceğini gerçekten düşünen yönetici ve sanayici iş adamları ile olabilir.  

Olabilecek katkılarınız için teşekkür ederim.



[1] Endüstri Y. Mühendisi Osman Karadağ (okaradag52@gmail.cm) ( okaradag.blogspot.com), 30 yılı aşkın süreyle Kamu ve Özel sektörde yöneticilik görevlerinde bulunduktan sonra birikimlerini eğitici ve danışman olarak toplumumuzla paylaşmaktadır. Stratejik planlama, yapılabilirlik çalışması ve proje yönetimi alanlarında çalışan Karadağ, Türkiye’nin ilk profesyonel proje yöneticilerinden biridir.
[2] Abraham Harold Maslow (1908, 1970) Brandeis Üniversitesi psikoloji profesörü, hümanisttik psikolojinin ortaya çıkmasında katkıları bulunan ve “Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi” teorisi ile tanınır.
[3] Stratejik düşünme; strateji dinamiğini kavramak için başlangıç noktası oluşturur ve firma ya da bir örgütün Biz kimiz?, Nerede olmalıyız?, Ne olmalıyız? sorularına cevap oluşturmak amacıyla izlemesi gereken sistematik bir düşünme tarzıdır.
[4] Stratejinin Yazılı Kaynakları: Türkler-İranlılar ve Araplar, 26 Aralık 2012, İstanbul. Kaynak: okaradag.blogspot.com
 
[5] Dünyanın Büyük Ekonomileri ile İlgili Bir Analiz, 13 Şubat 2012, Bodrum, Kaynak: okaradag.blogspot.com
[6] Biz Dünyada Neredeyiz? (Kısa Bir Stratejik Analiz), 26 Şubat 2012, Bodrum, Kaynak: okaradag.blogspot.com
[7] Hyundai Niçin Burada? (Stratejik Düşünme Becerisinin Getirisi), 08 Ocak 2011, İstanbul, Kaynak: okaradag.blogspot.com
[8] "Teknolojiye yetişme" dönemin egemen teknolojileri olarak nitelenebilecek teknolojilere yetişme anlamındadır. Bakınız: “Teknolojiye Yetişme Sorunu – Japonya – G. Kore Modeli ve Türkiye”, Aykut Göker, 3 Mayıs 1993, ODTÜ İktisat Bölümü
[9] Pazarda ekonomik ölçekte üretim yapan şirketlerin hakim olduğu bir sektöre yeni giren bir şirket, bu şirketlerle aynı teknolojiyi kullansa bile onlarla rekabet edecek duruma uzun sürede gelemez. İç ve dış piyasa olanakları kısıtlı olduğu için üretim ölçeği düşük ve birim maliyeti yüksektir.
[10] Tecrübe yetersizliği düşük verimliliğe yol açar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder