Eğitmek mi, Öğretmek mi? İki Sözcük, İki Dünya
Günlük konuşmalarımızda "eğitmek" ve
"öğretmek" sözcüklerini birbirinin yerine kullanırız. Ama aslında bu
iki kavram, bambaşka şeyleri anlatır. Biri bilgiyle, diğeri insanla ilgilidir.
Öğretmek: Bilgiyi Aktarmak
Öğretmek, somut bir şeyi gösterip anlatmaktır. Matematik
formülü, tarihsel olaylar, yabancı dil kuralı, bilgisayar programı... Bunların
hepsi öğretilir. Öğrendikten sonra test edilir, ölçülür: Doğru mu yanlış mı?
Biliyor mu bilmiyor mu?
Örneğin çarpım tablosunu düşünün. Ya da ehliyet
sınavındaki trafik kurallarını. Bunları öğrendiniz mi? Evet ya da hayır. Net
bir sonuç vardır. Öğretmek işte budur - bilgiyi bir kafadan diğerine taşımak.
Eğitmek: İnsan Yetiştirmek
Eğitmek ise çok daha derin bir iştir. Yalnızca ne
bildiğinizle değil, nasıl biri olduğunuzla ilgilidir. Nasıl düşünüyorsunuz?
Nasıl davranıyorsunuz? Hangi değerlere sahipsiniz?
Adil olmayı düşünün. Bunu nasıl öğretirsiniz? Ya
empatiyi? Ya dürüstlüğü? Bunlar formül değildir, sınav sorusu değildir. Bunlar
yaşanarak, deneyimlenerek, örneklerle kazanılır. Hemen ölçemezsiniz ama yıllar
içinde kişinin davranışlarında ortaya çıkar.
İki Dünya Arasındaki Fark
Öğretim bilgi verir, eğitim karakter kazandırır. Öğretim
kısa sürelidir, eğitim uzun sürelidir. Öğretim teknik bir işlemdir, eğitim
insani bir süreçtir.
Buradan ilginç bir sonuç çıkar: Çok şey bilen ama kötü
niyetli biri olabilir. Bu kişi öğretilmiştir ama eğitilmemiştir. Ya da tam
tersi - bilgisi sınırlı ama vicdanlı, sorumlu, dürüst biri olabilir. Bu kişi
eğitilmiştir.
Neden Karıştırıyoruz?
Modern dünyada okullar sürekli sonuç ister. Sınav
puanları, başarı oranları, ölçülebilir veriler... Bu yüzden öğretim ön plana
çıkar. Çünkü öğretimi ölçmek kolaydır. Ama eğitimi nasıl ölçeceksiniz?
Sonuç? Çok şey bilen ama nasıl düşüneceğini bilmeyen,
diplomalı ama sorumsuz, uzman ama etik değerleri olmayan insanlar
yetiştiriyoruz.
Filozoflar Ne Diyor?
Platon binlerce yıl önce şunu söylemiş: "Eğitim,
ruha bilgi doldurmak değil, ruhu doğru yöne çevirmektir." Yani eğitim
bilgi yüklemek değil, insanı dönüştürmektir.
Kant daha da keskin: "İnsan ancak eğitimle insan
olur." Ona göre öğretmek beceri kazandırır ama eğitmek insan yaratır.
Eğitim olmadan bilgi tehlikeli bile olabilir - çünkü akıl var ama sorumluluk
yok.
Toplum Açısından Bakarsak
Sosyolog Durkheim'ın dediği gibi, eğitim toplumun kendini
gelecek kuşaklara aktarma yoludur. Yalnızca öğretime odaklanan sistemler uzman
yetiştirir ama vatandaş yetiştiremez. Toplumsal değerler, ortak vicdan, sorumlu
birey olmak - bunlar ancak gerçek eğitimle kazanılır.
Türkiye'de Durum Nasıl?
Türkiye’de asıl sorun şu: Sistem sınav odaklı. Öğrencinin
değeri aldığı puanla ölçülüyor. Okulun başarısı sınav sonuçlarıyla
belirleniyor. Bu yapıda bilgi aktarımı var ama düşünme, tartışma, sorgulama
yok.
Sonuç ne? Kuralları bilen ama neden var olduğunu
sorgulamayan, hak kavramını ezberleyen ama hakkını savunamayan, diplomalı ama
edilgen, başarılı ama özgür olmayan bireyler ortaya çıkabiliyor.
Bir cümleyle: "Sana ne düşüneceğini öğretiyoruz,
nasıl düşüneceğini değil." İşte tam da burada öğretim var ama eğitim yok.
Din ve Ahlak Konusunda
Bu ayrım din konusunda da çok önemli. Din öğretimi bilgi
verir: Şu kural böyledir, şu yasak günahtır, şu ibadet farzdır. Kişi bilir ama
neden inandığını anlamayabilir. Bu taklitçi bir dindarlık yaratır.
Din eğitimi ise farklıdır. Adalet nedir, merhamet neden
önemlidir, güç karşısında ahlak nasıl korunur gibi sorular sorar. Vicdan
geliştirir, inancı içselleştirir. Kısacası: Din öğretimi itaat üretir, din
eğitimi sorumluluk üretir.
Türkiye'de çoğunlukla öğretim baskın. Bu yüzden
ritüelleri bilen ama kul hakkını ihlal edebilen, günah listesini ezberleyen ama
adaletsizliği normalleştiren profiller ortaya çıkabiliyor.
Ahlak Öğretilebilir mi?
İşte kritik bir nokta: Ahlak öğretilemez, eğitilir. Çünkü
ahlak bilgi değildir, kural listesi değildir. "Yalan söyleme" diye
bir kural öğretebilirsiniz ama bu ahlaki bir karakter yaratmaz.
Ahlak örnekle, deneyimle, tutarlılıkla kazanılır. Bir
çocuk adalet dersini dinleyerek değil, adaletsizliğe itiraz edebildiğinde
ahlaklı olur. Ahlak yaşanarak öğrenilir, davranışa dönüşür.
Sonuç: Ahlak öğretildiğinde ezber olur, eğitildiğinde
karakter olur.
Otoriter Kültürle İlişkisi
Bu konu rastlantı değil. Otoriter yapılar itaat,
öngörülebilirlik, sorgulamayan birey ister. Bu hedefler için eğitim
tehlikelidir, öğretim güvenlidir.
Neden? Çünkü öğretim "doğru bilgi" verir,
tartışma gerektirmez, tek cevaplıdır, kontrol edilmesi kolaydır. Müfredat
merkezi olur, sınavlar ezberi ölçer. Ortaya çıkan insan tipi: Kuralları bilen
ama kural koyamayan, bilgili ama iradesiz. Otoriter düzen için ideal profil.
Gerçek eğitim ise "Neden?" sorusunu sorar.
Otoriteyi gerekçelendirmeye zorlar. Adaleti ölçüt yapar. Meşruiyeti sorgular.
Eğitilmiş birey körü körüne itaat etmez, haksızlığı ayırt eder, güç ile hak
arasına mesafe koyar. İşte bu yüzden otoriter rejimler tarih boyunca öğretimi
artırmış, eğitimi sınırlamıştır.
Eleştirel Düşünce Neden Tehdit Görülür?
Çünkü eleştirel eğitim bilgiyi mutlaklaştırmaz, kaynağını
sorgular, çıkar ilişkilerini açığa çıkarır. En tehlikeli cümleyi öğretir:
"Bu böyle olmak zorunda değil."
Eleştiren birey yanlışı fark eder, meşruiyet sorusu
sorar, "emredildiği için" gerekçesini kabul etmez. Bu da gücün
sorgulanması, hiyerarşinin zayıflaması demektir. Bu yüzden eleştiri
"saygısızlık", "nankörlük", "fitne" olarak
damgalanır. Ama gerçekte eleştiri, eğitilmiş aklın doğal sonucudur.
Tarihsel bir gerçek var: Totaliter rejimler ezberci
eğitim ister, demokratik toplumlar eleştirel eğitim ister. Bu bir ideoloji
meselesi değil, iktidar-özne ilişkisi meselesidir.
Sonuç
Öğretmek araçtır, eğitmek amaçtır. Bir toplumun
geleceğini belirleyen şey ne kadar bildiği değil, nasıl düşündüğü ve nasıl
davrandığıdır.
Otoriter kültür öğretimi sever çünkü düzeni sürdürür.
Özgür toplum eğitimi önemser çünkü düzeni sorgulatır.
Türkiye'de sorun öğretim fazlalığıdır. Din alanında bilgi
var ama içselleştirme eksik. Ahlakta kural var ama vicdan zayıf.
Hepsinin ortak nedeni: İnsanı özne değil, nesne olarak
gören bir anlayış.
Gerçek soru şu: Bilgili insanlar mı istiyoruz, yoksa
düşünen, sorgulayan, sorumlu insanlar mı?
Kaynakça (APA 6th)
Arendt, H. (1963). Eichmann in Jerusalem: A report on the
banality of evil. New York, NY: Viking Press.
Durkheim, E. (1956). Education and sociology. New York,
NY: Free Press. (Orijinal eser 1922’de yayımlanmıştır)
Freire, P. (1970). Pedagogy of the oppressed. New York,
NY: Continuum.
Kant, I. (2007). Lectures on pedagogy (R. B. Louden,
Çev.). Cambridge, UK: Cambridge University Press. (Orijinal eser 1803’te yayımlanmıştır)
Popper, K. R. (1963). Conjectures and refutations: The
growth of scientific knowledge. London, UK: Routledge.
Popper, K. R. (1966). The open society and its enemies
(Cilt 1–2). London, UK: Routledge.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder