26 Aralık 2025 Cuma

Eğitmek mi, Öğretmek mi? İki Söcük, İki Dünya

 Eğitmek mi, Öğretmek mi? İki Sözcük, İki Dünya

Günlük konuşmalarımızda "eğitmek" ve "öğretmek" sözcüklerini birbirinin yerine kullanırız. Ama aslında bu iki kavram, bambaşka şeyleri anlatır. Biri bilgiyle, diğeri insanla ilgilidir.

Öğretmek: Bilgiyi Aktarmak

Öğretmek, somut bir şeyi gösterip anlatmaktır. Matematik formülü, tarihsel olaylar, yabancı dil kuralı, bilgisayar programı... Bunların hepsi öğretilir. Öğrendikten sonra test edilir, ölçülür: Doğru mu yanlış mı? Biliyor mu bilmiyor mu?

Örneğin çarpım tablosunu düşünün. Ya da ehliyet sınavındaki trafik kurallarını. Bunları öğrendiniz mi? Evet ya da hayır. Net bir sonuç vardır. Öğretmek işte budur - bilgiyi bir kafadan diğerine taşımak.

Eğitmek: İnsan Yetiştirmek

Eğitmek ise çok daha derin bir iştir. Yalnızca ne bildiğinizle değil, nasıl biri olduğunuzla ilgilidir. Nasıl düşünüyorsunuz? Nasıl davranıyorsunuz? Hangi değerlere sahipsiniz?

Adil olmayı düşünün. Bunu nasıl öğretirsiniz? Ya empatiyi? Ya dürüstlüğü? Bunlar formül değildir, sınav sorusu değildir. Bunlar yaşanarak, deneyimlenerek, örneklerle kazanılır. Hemen ölçemezsiniz ama yıllar içinde kişinin davranışlarında ortaya çıkar.

İki Dünya Arasındaki Fark

Öğretim bilgi verir, eğitim karakter kazandırır. Öğretim kısa sürelidir, eğitim uzun sürelidir. Öğretim teknik bir işlemdir, eğitim insani bir süreçtir.

Buradan ilginç bir sonuç çıkar: Çok şey bilen ama kötü niyetli biri olabilir. Bu kişi öğretilmiştir ama eğitilmemiştir. Ya da tam tersi - bilgisi sınırlı ama vicdanlı, sorumlu, dürüst biri olabilir. Bu kişi eğitilmiştir.

Neden Karıştırıyoruz?

Modern dünyada okullar sürekli sonuç ister. Sınav puanları, başarı oranları, ölçülebilir veriler... Bu yüzden öğretim ön plana çıkar. Çünkü öğretimi ölçmek kolaydır. Ama eğitimi nasıl ölçeceksiniz?

Sonuç? Çok şey bilen ama nasıl düşüneceğini bilmeyen, diplomalı ama sorumsuz, uzman ama etik değerleri olmayan insanlar yetiştiriyoruz.

Filozoflar Ne Diyor?

Platon binlerce yıl önce şunu söylemiş: "Eğitim, ruha bilgi doldurmak değil, ruhu doğru yöne çevirmektir." Yani eğitim bilgi yüklemek değil, insanı dönüştürmektir.

Kant daha da keskin: "İnsan ancak eğitimle insan olur." Ona göre öğretmek beceri kazandırır ama eğitmek insan yaratır. Eğitim olmadan bilgi tehlikeli bile olabilir - çünkü akıl var ama sorumluluk yok.

Toplum Açısından Bakarsak

Sosyolog Durkheim'ın dediği gibi, eğitim toplumun kendini gelecek kuşaklara aktarma yoludur. Yalnızca öğretime odaklanan sistemler uzman yetiştirir ama vatandaş yetiştiremez. Toplumsal değerler, ortak vicdan, sorumlu birey olmak - bunlar ancak gerçek eğitimle kazanılır.

Türkiye'de Durum Nasıl?

Türkiye’de asıl sorun şu: Sistem sınav odaklı. Öğrencinin değeri aldığı puanla ölçülüyor. Okulun başarısı sınav sonuçlarıyla belirleniyor. Bu yapıda bilgi aktarımı var ama düşünme, tartışma, sorgulama yok.

Sonuç ne? Kuralları bilen ama neden var olduğunu sorgulamayan, hak kavramını ezberleyen ama hakkını savunamayan, diplomalı ama edilgen, başarılı ama özgür olmayan bireyler ortaya çıkabiliyor.

Bir cümleyle: "Sana ne düşüneceğini öğretiyoruz, nasıl düşüneceğini değil." İşte tam da burada öğretim var ama eğitim yok.

Din ve Ahlak Konusunda

Bu ayrım din konusunda da çok önemli. Din öğretimi bilgi verir: Şu kural böyledir, şu yasak günahtır, şu ibadet farzdır. Kişi bilir ama neden inandığını anlamayabilir. Bu taklitçi bir dindarlık yaratır.

Din eğitimi ise farklıdır. Adalet nedir, merhamet neden önemlidir, güç karşısında ahlak nasıl korunur gibi sorular sorar. Vicdan geliştirir, inancı içselleştirir. Kısacası: Din öğretimi itaat üretir, din eğitimi sorumluluk üretir.

Türkiye'de çoğunlukla öğretim baskın. Bu yüzden ritüelleri bilen ama kul hakkını ihlal edebilen, günah listesini ezberleyen ama adaletsizliği normalleştiren profiller ortaya çıkabiliyor.

Ahlak Öğretilebilir mi?

İşte kritik bir nokta: Ahlak öğretilemez, eğitilir. Çünkü ahlak bilgi değildir, kural listesi değildir. "Yalan söyleme" diye bir kural öğretebilirsiniz ama bu ahlaki bir karakter yaratmaz.

Ahlak örnekle, deneyimle, tutarlılıkla kazanılır. Bir çocuk adalet dersini dinleyerek değil, adaletsizliğe itiraz edebildiğinde ahlaklı olur. Ahlak yaşanarak öğrenilir, davranışa dönüşür.

Sonuç: Ahlak öğretildiğinde ezber olur, eğitildiğinde karakter olur.

Otoriter Kültürle İlişkisi

Bu konu rastlantı değil. Otoriter yapılar itaat, öngörülebilirlik, sorgulamayan birey ister. Bu hedefler için eğitim tehlikelidir, öğretim güvenlidir.

Neden? Çünkü öğretim "doğru bilgi" verir, tartışma gerektirmez, tek cevaplıdır, kontrol edilmesi kolaydır. Müfredat merkezi olur, sınavlar ezberi ölçer. Ortaya çıkan insan tipi: Kuralları bilen ama kural koyamayan, bilgili ama iradesiz. Otoriter düzen için ideal profil.

Gerçek eğitim ise "Neden?" sorusunu sorar. Otoriteyi gerekçelendirmeye zorlar. Adaleti ölçüt yapar. Meşruiyeti sorgular. Eğitilmiş birey körü körüne itaat etmez, haksızlığı ayırt eder, güç ile hak arasına mesafe koyar. İşte bu yüzden otoriter rejimler tarih boyunca öğretimi artırmış, eğitimi sınırlamıştır.

Eleştirel Düşünce Neden Tehdit Görülür?

Çünkü eleştirel eğitim bilgiyi mutlaklaştırmaz, kaynağını sorgular, çıkar ilişkilerini açığa çıkarır. En tehlikeli cümleyi öğretir: "Bu böyle olmak zorunda değil."

Eleştiren birey yanlışı fark eder, meşruiyet sorusu sorar, "emredildiği için" gerekçesini kabul etmez. Bu da gücün sorgulanması, hiyerarşinin zayıflaması demektir. Bu yüzden eleştiri "saygısızlık", "nankörlük", "fitne" olarak damgalanır. Ama gerçekte eleştiri, eğitilmiş aklın doğal sonucudur.

Tarihsel bir gerçek var: Totaliter rejimler ezberci eğitim ister, demokratik toplumlar eleştirel eğitim ister. Bu bir ideoloji meselesi değil, iktidar-özne ilişkisi meselesidir.

Sonuç

Öğretmek araçtır, eğitmek amaçtır. Bir toplumun geleceğini belirleyen şey ne kadar bildiği değil, nasıl düşündüğü ve nasıl davrandığıdır.

Otoriter kültür öğretimi sever çünkü düzeni sürdürür. Özgür toplum eğitimi önemser çünkü düzeni sorgulatır.

Türkiye'de sorun öğretim fazlalığıdır. Din alanında bilgi var ama içselleştirme eksik. Ahlakta kural var ama vicdan zayıf.

Hepsinin ortak nedeni: İnsanı özne değil, nesne olarak gören bir anlayış.

Gerçek soru şu: Bilgili insanlar mı istiyoruz, yoksa düşünen, sorgulayan, sorumlu insanlar mı?

Kaynakça (APA 6th)

Arendt, H. (1963). Eichmann in Jerusalem: A report on the banality of evil. New York, NY: Viking Press.

Durkheim, E. (1956). Education and sociology. New York, NY: Free Press. (Orijinal eser 1922’de yayımlanmıştır)

Freire, P. (1970). Pedagogy of the oppressed. New York, NY: Continuum.

Kant, I. (2007). Lectures on pedagogy (R. B. Louden, Çev.). Cambridge, UK: Cambridge University Press. (Orijinal eser 1803’te yayımlanmıştır)

Popper, K. R. (1963). Conjectures and refutations: The growth of scientific knowledge. London, UK: Routledge.

Popper, K. R. (1966). The open society and its enemies (Cilt 1–2). London, UK: Routledge.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder