30 Mart 2012 Cuma


Demokrasi Üzerine Bir Görüş 

30 Mart 2012, Bodrum 

Osman KARADAĞ[1] 

Demokrasi bir Batı düşünme kültürüdür. Temelinde özgür ve rasyonel düşünme yatar. Özgür ve rasyonel düşünme becerileri çocukluktan itibaren önce aile içinde filizlenir, daha sonra okulda geliştirilir ve nihayet toplum içinde de olgunlaştırılır. 

Ailede eğitimli bir anne çocuğa ilgi ve diyalog yoluyla özgür düşünmenin kapısını açarken, eğitimli baba olanak tanıma ve adil davranmak suretiyle çocukta sorumluluk duygusunun gelişmesine katkıda sağlar.  

Özgür düşünme ve sorumluluk duygusu çocuğun toplumda kendine güven duyması ve paylaşmaya yanaşma becerilerinin gelişmesi yolunu açar. Okul çocuğa bilgi birikimi yanında kendini ifade edebilme becerisi sağlarken, paylaşma ve toplumsal sorumluluk duygusunun kökleşmesini sağlar. 

Bu gelişim süreci içinde bulunan önce çocuk, sonra genç, daha sonra yetişkin insan, diğerlerine göre kendi özgürlük sınırlarının nerede başlayıp, nerede bittiğini belirleme yetisine sahip olacaktır. Ancak bu yetiye sahip olan insan demokrasiyi özümsemeye hazırdır. 

Bu süreçteki üç kritik halka sırası ile aile içi iletişim, okul müfredatı ve toplumla buluşmadır. Demokrasiyi özümsemede bu halkaların birbirleriyle uyuşum içinde olmaları belirleyici olacaktır.  

Aile içinde şiddetle karşılaşan çocuk, okulda davranış bozukluğu gösterecek, toplum içinde ise sahip olduğu güce (bu güç yerine göre bilgi, para ya da makamdır) göre ya otoriter davranacak ya da otoriteye itaat edecektir. Böyle birinin adil davranması beklenemez ve demokrasiyi özümsemesi mümkün değildir. Böyleleri için demokrasi sadece bir araçtır.  

Okulda çocuğa sunulan ders programının sorgulamayı dışlayan içerikli bir ağırlığı olması halinde, toplumla buluşan genç / yetişkin verilen talimatları adil ve ahlaki olup olmasına bakmadan yerine getiren birer robottan farksız olacaktır. Böyleleri için demokrasi kavramının hiçbir anlamı yoktur. 

Yukarıdaki iki durum kapsamında belirtilen bireylerin ağırlıklı olduğu bir toplumda bencillik ve tahammülsüzlük hâkim olacağından böyle toplumlarda var olduğu iddia edilen demokrasi gerçek demokrasi değildir. Bu iddianın sahipleri olsa olsa demokrasicilik oyunu oynuyorlardır.  

Özetle gerçek demokrasinin yerleştirilmesi, özellikle başta anne adayı kızlarımız olmak üzere, çocuklarımızın sevecen bir aile ortamından sonra, dogmatik olmayan bir ders programından geçerek tolumla buluşmasıyla mümkün görülmektedir.


[1] Endüstri Y. Mühendisi Osman Karadağ (okaradag52@gmail.cm), 30 yılı aşkın süreyle Kamu ve Özel sektörde yöneticilik görevlerinde bulunduktan sonra birikimlerini eğitici ve danışman olarak toplumumuzla paylaşmaktadır. Stratejik planlama, yapılabilirlik çalışması ve proje yönetimi alanlarında çalışan Karadağ, Türkiye’nin ilk profesyonel proje yöneticilerinden biridir.

Demokrasi Üzerine Bir İnceleme[1] 

30 Mart 2012, Bodrum 

Osman KARADAĞ[2] 

Demokrasinin Tanımı 

Sözcük anlamıyla demokrasi halk iktidarı demektir. Çağdaş kullanımında terimin birkaç anlamı vardır. Bunlar doğrudan demokrasi, temsili demokrasi, liberal ya da anayasal demokrasi tanımlamalarıdır[3]. Demokrasinin bir başka tanımı ise, insanın saygınlığına değer veren; kişilerin karşılıklı anlayış içinde birbirlerine özgürlük tanımalarını ve bütün için sorumluluk duymalarını birlikte yaşamanın temeli olarak alan yaşama biçimindedir.[4] 

Bu tanımda temel unsurlar; insanın odak olarak alınması, bireysel özgürlüğün esas alınması ve bireysel sorumluluk olduğu görülmektedir. Çağdaş demokrasi Aydınlanma Düşüncesi ile XVIII. yüzyılın başından itibaren başlamaktadır.  

Demokrasinin Temel İlkeleri 

Demokrasinin Temel İlkeleri muhtelif kaynaklarda “Milli Egemenlik”, “Hürriyet ve Eşitlik” ve “Seçim - Siyasi Partiler” olarak özetlenmektedir. “Milli Egemenlik” egemenliğin yani yönetme gücünün ulusa ait olmasıdır. 

“Hürriyet” insanların herhangi bir kısıtlama ve zorlama olmadan istediği gibi davranabilmesi ve düşünebilmesidir. “Eşitlik” ilkesi 1982 Anayasasında “Herkes dil, din, ırk(soy), renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, mezhep vb. sebeplerle ayrı gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişi aile zümre sınıfa ayrıcalık tanınamaz.” şeklinde belirtilmiştir. “Siyasi Partiler” ülke sorunları hakkında aynı görüşü paylaşan insanların bir araya gelerek kurdukları örgütlerdir.

Demokrasinin Amacı 

Demokrasinin amacı halkın tam anlamda, ideal anlamda özgür olmasıdır. Bir başka deyimle "bireylerin özgür ve güvenli oldukları bir toplum" yaratmaktır. Diğer bir deyişle demokrasinin amacı bireylerin eşitlik ve barış içinde kendilerini geliştirebilecekleri bir ortam yaratmaktır. 

Batı uygarlığı “Rönesans”, “Hümanizm”, “Reform”, “Kapitalizm”, “Aydınlanma”, “Devrimler” ve “Sanayi Devrimi” üzerine kurulmuştur[5]. Bu gelişmeler İngiltere ve ABD’de demokrasi ile Fransa’da cumhuriyet ve demokrasi ile sonuçlanırken, geç ulusal devlet kuran İtalya ve Almanya’da ne yazık ki totaliter rejimlerle sonuçlanmıştır. 

Demokrasinin dünyada gelişip yaygınlaşmasında etkili olan temel olaylar İngiltere’deki 1688 Devrimi ile Amerikan Bağımsızlık Savaşı ve Fransız Devrimi’dir. Kendi ülkemizde ise temel olayları şöyle sıralayabiliriz: 1839 Tanzimat Fermanı, 1876 I. Meşrutiyet, 1908 II. Meşrutiyet ve nihayet 1919 ‘da başlayan Milli Mücadele ve onu takip eden Türk Devrimi.  İnsanlığın en muhteşem projelerinden biri olan “demokrasinin geliştirilmesi”ne katkıları olan ve burada isimlerinin tamamını sayamadığım “demokrasi kahramanlarını” saygıyla anıyorum.   

John Locke ve 1688 İngiliz Devrimi 

Bu kahramanlardan ilki “Aydınlanma Düşüncesi” çağının başlatıcısı olarak kabul edilen John Locke (1632 – 1704)’dur. Locke 1688 İngiliz Devrimi’nin mimarıdır. Düşünceleri “1689 İngiliz Haklar Bildirgesi”nde yer almıştır. Locke'un düşünceleri ve İngiliz Haklar Bildirgesi Batı Dünyası'nda büyük bir etki yapmış ve demokratikleşen birçok ülke tarafından bu haklar kabul edilmiştir. Günümüz İnsan Hakları Doktrinin özünde de Locke'un bu “doğal haklar öğretisi[6] yer almaktadır. Locke insanların yaşamları, özgürlükleri ve mülkiyetleri üzerindeki hakların korunmasını devletin baş görevi yapmıştır. Kişinin özgür alanını belirleyen bu doğal, vazgeçilmez haklar aynı zamanda devletin sınırlarını çizerler ve devlet bu sınırları aştığı zaman meşruiyetini yitirir[7]. 

Orhan Hançerlioğlu, “Düşünce Tarihi” adlı eserinde John Locke’u şöyle anlatmaktadır[8]: “John Locke,... XVIII. yüzyıl aydınlanmasının kurucusu sayılmaktadır. Çünkü Locke, davranışlarımızı akla göre düzenlemek gerektiğini çoğunluğa yayan ve çoğunluğu etkileyen ilk düşünürdür. Locke’a göre erdem, bir otoriteye uymaktı. Bu otoriteler de Tanrı otoritesi, devlet otoritesi, görenekler otoritesiydi. Erdem, ancak, insanın bu otoritelere kendini bağımlı kılmasıyla var olabilirdi. Bu otoriteleri kaldırırsanız ortada erdem adına hiçbir şey kalmayacaktır. Oysa birey özgür olmalı, görenek ve otoritelerin her türlüsünden kurtulmalıydı. Erdemimizi, yeni baştan, akla göre düzenlemek gerekiyordu.” 

1688 Devrimi, diğer adıyla “Haklar Bildirgesi”, İngiliz politik sistemini köklü biçimde değiştiren ve şiddete dayanmayan bir devrimdir. Bu devrim ile İngiltere de yönetim meşruti ve anayasal bir yapıya kavuşmuş, parlamento ülkenin gerçek gücü haline gelmiştir. Devrim sonunda 1689 yılında yayınlanan “İngiliz Haklar Bildirgesi’nin bazı maddeleri aşağıdadır[9]: 

“1. Parlamentonun onayı olmadan, Kral'ın yetkisine dayanarak, yasaları ve bu yasaların icrasını iptal etmek gücü sözde kalır ve yasadışıdır. ... 5. Kral'a rica ve minnet mektupları yollamak uyruklarının hakkıdır. Bu mektupların Kral'a sunulmasından dolayı yapılan tutuklamalar ve kovuşturmalar yasadışıdır. ... 8. Parlamento üyelerinin seçimi serbest olacaktır. 9. Konuşma özgürlüğü vardır; Parlamento'daki tartışmalar ve görüşmeler, Parlamento'dan başka hiçbir yerde ya da mahkemede suçlama ya da soruşturma konusu yapılmamalıdır. ... 11. Jüri üyeleri yasal yoldan atanmalı ve yeniden seçilebilmelidir. Yüksek ihanetle suçlanan insanların mahkemesine katılan jüri üyelerinin kendi adlarına mülk sahibi olmaları gerekmektedir.” 

Ünlü İngiliz düşünürü Bertrand Russell, “Batı Felsefesi” adlı eserinde John Locke’un “Bilgi Kuramı[10]”nın 1688 Devrimini nasıl etkilediğini açıklarken[11]: “... devrimlerin en ılımlısı ve en başarılısı olan 1688 devriminin (İngiltere’de aristokrasi ile orta sınıfın birleşmesine sahne oluyordu) havarisidir.” der. 

John Locke’un eselerinde üzerinde önemle durduğu ve işlediği konu demokrasinin gelişmesinde çok önemli bir aşama olan yönetim gücünün “yasama”, “yürütme” ve “yargı” olarak bölünmesidir[12].   

Russell’a göre Locke’un bu düşüncelerinin bütünüyle uygulama alanı bulduğu ülke, Başkan ile Kongre’nin birbirinden ve Yüksek Mahkemenin de her ikisinden bağımsız olduğu A.B.D.dir[13]. Locke’un siyasal öğretileri İngiltere, Amerika ve Fransa başta olmak üzere birçok ülkede gerek uygulama alanında gerekse kuramsal alanda zamanımıza kadar etkin siyasetçiler ve düşünürler tarafından savunulmuştur. “Mostequieu’den gelen gelişmelerle birlikte Amerikan anayasasında yer etmiştir ve Başkanla Kongre arasında bir anlaşmazlık baş gösterdiği anda görülebilir. ... İngiliz anayasası,... onun öğretilerine dayanıyordu. Fransızların 1871 yılında kabul ettikleri anayasa da öyle.” [14]

Locke’un görüşleri zamanımıza kadar değişik yollar izlemiştir. Yine Russell’a göre; “Locke zamanından günümüze değin Avrupa’da iki tip felsefe var olmuştur. Onlardan biri öğretilerini ve yöntemini Locke’a borçludur. Öbürü de önce Descartes’tan sonra Kant’tan türemiştir.  ... Locke’un varisleri: Berkeley ve Hume, sonra Rousseau okuluna bağlı olmayan Fransız filozofları, Bentham ve felsefi radikaller, Marks ve ardıllarıdır.” [15] 

Özetleyecek olursak, Aydınlanma Düşüncesini başlatan Locke ömrü boyunca, “Birey özgür olmalıdır; akıl yaşamın kılavuzu yapılmalıdır; kültürün her dalında gelenek ve otoritenin her türünden kurtulunmalıdır.”[16] ilkelerini savunmuştur.  

Aydınlanma ve Aydınlanma Düşünürleri 

Demokrasi her ne kadar eski Yunan şehirlerinde başlamış bir yönetim şekli ise de bugünkü anlamı ile çağdaş demokrasi Aydınlanma düşüncesi sonucunda şekillenmiştir. Nitekim Ana Britannica da; “Çağdaş demokrasi anlayışı büyük ölçüde ortaçağ Avrupa’sının düşünce ve kurumlarınca biçimlendirildi. ... Köklü düşünsel ve toplumsal gelişmeler, özellikle de Aydınlanma, Amerikan Bağımsızlık Savaşı ve Fransız Devrimi sırasında doğan doğal hak ve siyasal eşitlik kavramları çağdaş parlamentoların ve yasama meclislerinin ortaya çıkışında önemli rol oynadı.”[17] şeklinde ifade edilmektedir.  

Sayın Ahmet Çiğdem “Aydınlanma Düşüncesi” adlı eserinde “aydınlanmayı” şöyle tanımlamaktadır: “Aydınlanma deyince onsekizinci yüzyılda, geçekleşmesi ve sonuçları itibariyle hem Amerika hem de hemen hemen Avrupa’nın her tarafında etkili olan, geleneksel olarak İngiliz Devrimi’yle başlatılıp, Fransız Devri’yle bitirilen felsefi bir hareket ve daha da önemlisi, bu hareketin sonuçlarıyla belirginlik kazanan toplumsal ve siyasal bir süreç” [18]. 

Aydınlanma Düşüncesi’ne, muhtelif kaynaklara göre, 53[19] düşünür katkıda bulunmuştur. Bunlardan; bazıları soyadlarına göre sılasıyla “John Locke”, Marquis de Condorcet”, “Denis Diderot”, “Claude Adrien Helvétius”, “Thomas Jefferson”, “Gotthold Ephraim Lessing”, “Charles de Secondat baron de Montesquieu”, “Friedrich Schiller”, “Jean-Jacques Rousseau”, “Emanuel SwedenborgveVoltaire dir. 

Çağdaş parlamentoların ve yasama meclislerinin ortaya çıkmasında önemli rol oynayan Aydınlanma, Amerikan Bağımsızlık Savaşı ve Fransız Devriminde etkisi olan kişi ve olayları biraz daha yakından inceleyelim:  

Amerikan Bağımsızlık Savaşı, George Washington ve Diğerleri

Amerikan Bağımsızlık Savaşı, 1775–1783 yılları arasında Birleşik Krallık ve Kuzey Amerika'daki Onüç Koloni arasında geçen ve Amerika Birleşik Devletleri'nin kurulmasıyla sonuçlanan savaştır. Amerikan Devrimi olarak da bilinir. [20]

Aslında savaş tam bir bağımsızlık mücadelesi olarak başlamamıştır. Savaş İngiltere'nin yedi yıl savaşları sonuncu harcadığı paraları tekrar kazanabilmek için Amerika'da bulunan kolonilere ağır vergiler yüklemesiyle başlar. Çatışma önce İngiltere'nin sömürge sorunlarından kaynaklanan bir iç savaş olarak başladıysa da, 1778'de Fransa'nın, 1779'da İspanya'nın 1780'de de Hollanda'nın Amerika'nın yanında yer almasıyla uluslararası bir savaşa dönüştü.

Savaşın sürdüğü sırada Kongre tarafından, bağımsızlık bildirgesi yayınlamak üzere beş kişiden oluşan bir komite kuruldu. Komitenin hazırladığı bildirge Kongre tarafından 4 Temmuz 1776’da kabul edildi. Bu bildirgeyi imzalayanların başında George Washington, Benjamin Franklin ve Kongre Başkanı John Hancock gibi etkin kişiler bulunmaktaydı.[21] Bu bildirgenin başlangıcında şu ifade yer almaktaydı: Aşağıda gerçekler bizim için gayet açıktır: Tüm insanlar eşit yaratılmışlardır; Yaradan'ları tarafından bağışlanmış, belli bazı vazgeçilemez haklara sahiptirler; yaşam, özgürlük ve mutluluğa erişme hakları da bunların arasındadır.” 

1787’de toplanan Amerikan Anaya Kongresi dört yıllık çalışma sonunda 1791’de Amerikan Anayasasını hazırlamıştır. 1791 Amerikan Anayasası, hükümetin yetkilerini üçe ayırmıştır: Başında başkan olan yürütme, Senato ve Temsilciler Meclisi olmak üzere kongrenin her iki kanadını oluşturan yasama ve başta Yüksek Mahkeme olmak üzere yargı. Anayasa, her birinin yetkisini sınırlamakta ve birinin gereğinden fazla yetki sahibi olmasını engellemektedir. 

Görüleceği üzere bu anayasa çok önemli ilkeler/yenilikler getirmiştir. Bu ilkelerden birincisi, “Güç Yetkisi”nin bireyde değil, makamda olması ve bireyin, belli aralıklarla makama oylama yoluyla seçilebilmesiydi. Bu ilke, oldukça yeni bir ilkeydi.  

İkinci ilkeyse bireyi makamdan ayrı tutmayı sağlayacak “Denetleme ve Dengeleme” diye adlandırılan sistemdir. Buna göre güç, iki farklı otonom yönetimsel organ arasında eşit olarak bölünecekti. Başkanlık şeklinde oluşturulan “Yürütme” ve iki organlı Kongre’nin oluşturduğu “Yasama”. Özerkliği nedeniyle bu iki organın her biri, birbirlerinin elindeki her tür güç yoğunlaşmasını engelleyebilecekti. 

Fransız Devrimi 

Fransız Devrimi ya da Fransız İhtilali (1789 -1799), Fransa'daki mutlak monarşinin devrilip, yerine cumhuriyetin kurulması ve Roma Katolik Kilisesi'nin ciddi reformlara gitmeye zorlanmasıdır. Avrupa ve Batı dünyası tarihinde bir dönüm noktasıdır[22].

Fransız Devrimi, ulusal bilinçlenmenin ve yönetim karşıtı tepkilerin nasıl ortaya konulabileceğinin en başarılı ve kanlı örneklerinden biridir. Bu yönüyle, kendinden sonraki devrimlere de esin kaynağı olmuştur ve hâlâ olmaktadır. Yeni Çağı bitiren, Yakın Çağı başlatan olay olarak kabul edilir. Çünkü bu devrim sonucunda tüm dünyada milliyetçilik kavramı önem kazanmaya başladı. Ezilen halklar haklarını aramayı öğrendiler. Halklar, yönetimden korkmamaları gerektiğini, yönetimlerin güçlerini halklarından aldığını fark ettiler.

Fransa'da monarşik rejimin yıkılıp, yerine cumhuriyetin kurulmasına neden oldu. Halk, yönetim üzerindeki gücünü fark etti. Roma Katolik Kilisesini de ciddi reformlar yapmak zorunda bıraktı. Milliyetçik akımının yayılması, imparatorlukların aleyhine oldu; imparatorluk çatısı altındaki farklı milletlere mensup halklar ayaklanmaya başladılar. Bu durum, imparatorlukları bölmeye çalışan kesimlerin de işine geldi, isyan eden halkları provoke ettiler. Bunun sonucunda da imparatorluklar zayıflamaya ve parçalanmaya başladılar. Fransız devrimi, sonuçları ve ideolojisiyle, her dünya savaşına da yön verdi ve bugünün dünyasının oluşmasında da son derece etkili oldu.
Sonraki Gelişmeler
Bilindiği üzere, İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Müttefiklerin savaşı kazanmalarının kesinleşeceğinin anlaşılması üzerine, savaşın diktatörlükle yönetilen ülkelerce başlatıldığı savı ile birçok ülkenin demokrasiye geçmesi savaşın galip ülkeleri tarafından zorlanmıştır. Bu amaçla, daha savaş bitmeden yapılan bir dizi görüşme ve konferans ile demokrasinin gelişimi hızlandırılmıştır. Bu arada ülkemizin de daha demokratik bir düzene geçmesi için zorlandığı herkesin malumlarıdır. Bu zorlamayı yapan müttefik ülkelerin baş aktörlerinden olan ABD’nin Cumhurbaşkanı Harry S. Truman ile İngiltere’nin Başbakanı Sir Winston Churchill, ayrıca Japonya’nın teslim olması sonrasında bu ülkenin anayasasını hazırlamakla görevlendirilen Douglas Mc Arthur da demokrasiye katkı yapanlar arasındadır. 

Diğer taraftan, demokrasinin gelişmesinde önemli bir aşama olan insan haklarının geliştirilmesi gelmektedir. Bunların başlıcaları[23]; 1776 Virginia İnsan Hakları Bildirgesi, 1791 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi ve 1948 İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’dir.
12 Haziran 1776’da yayınlanan “Virginia İnsan Hakları Bildirisi”nin bazı maddeleri şöyledir: Madde 1 Tüm insanlar doğuştan eşit derecede özgür ve bağımsızdırlar. Doğar doğmaz edindikleri belli bazı hakları vardır; siyasal bir topluluk kurdukları zaman, hiçbir antlaşmayla gelecek nesilleri bu haklardan yoksun bırakamaz, onları bu haklardan vazgeçmeleri için zorlayamazlar; yaşama ve özgürlük haklarıyla, mülk edinme ve sahip olma, mutluluk ve güvenlik arama ve kazanma olanağı da bunların arasındadır. Madde 2 Tüm güç halkta toplanır ve halktan gelir; yetkili kişiler halkın vekilleridirler; halk için çalışırlar; halka karşı her zaman sorumludurlar. ... Madde 5 Devletin yasama ve yürütme güçleri, yargılama gücünden ayrı ve bağımsız olmalıdır...” [24]
3 Eylül 1791 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisinin bazı maddeleri: ... insanın doğal, devredilemez ve kutsal haklarının resmi bir bildiri içinde açıklamaya karar vermişlerdir...Madde 1 İnsanlar, haklar yönünden özgür ve eşit doğarlar ve yaşarlar. Sosyal farklılıklar ancak ortak yarara dayanabilir. Madde 2 Her siyasal toplumun amacı, insanın doğal ve zamanaşımı ile kaybedilmeyen haklarını korumaktır. Bu haklar; özgürlük, mülkiyet, güvenlik ve baskıya karşı direnmedir. Madde 3 Egemenliğin özü esas olarak ulustadır. Hiçbir kuruluş, hiçbir kimse açıkça ulustan kaynaklanmayan bir iktidarı kullanamaz. Madde 4 Özgürlük, başkasına zarar vermeyecek her şeyi yapabilmektir. Böylece her insanın doğal haklarının kullanımı, toplumun diğer üyelerinin aynı haklardan yararlanmalarını sağlayan sınırlarla belirlidir. Bu sınırlar ise ancak yasa ile belirlenebilir. ... Madde 11 Düşüncelerin ve inançların serbest iletimi insanın en değerli haklarındandır. Bu nedenle her yurttaş serbestçe konuşabilir, yazabilir ve yayınlayabilir, ancak bu özgürlüğün yasada belirlenen kötüye kullanılması hallerinden sorumlu olur.” [25]
Birleşmiş Milletler Genel Kurulunca 10 Aralık 1948’de kabul edilen ve ülkemizde 27 Mayıs 1949’da Resmi Gazetede yayınlanan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin önsözü ve bazı maddeleri: “...İnsanlık ailesinin bütün üyelerinde bulunan haysiyetin ve bunların eşit ve devir kabul etmez haklarının tanınması hususunun, hürriyetinin, adaletinin ve dünya barışının temeli olmasına, ... Madde 1: Bütün insanlar hakları ve onurları eşit ve özgür olarak doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşlik duyguları ile davranmalıdırlar. Madde 2: Herkes, ırk, renk, cins, dil, din, siyasal veya diğer bir inanç, ulusal ya da toplumsal köken, servet, doğuş ya da herhangi başka bir durumdan dolayı ayrıma uğramadan, bu bildiride ilan olunan hak ve özgürlüklerden yararlanma hakkına sahiptir. ...” [26] 

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini hazırlayan komisyonun başkanı A.B.D. Cumhurbaşkanı Franklin D. Roosevelt’in eşi Bayan Roosevelt’tir. 

Demokrasinin Kendi Ülkemizde Gelişmesinde Temel Olaylar 

Tanzimat Fermanı

3 Kasım 1839'da okunan Tanzimat Fermanı, Türk tarihinde demokratikleşmenin somut ilk adımıdır. Aslen II. Mahmut döneminde planlanmasına rağmen, II. Mahmut'un ölümünün ardından oğlu Abdülmecit döneminde dışişleri bakanı Mustafa Reşit Paşa tarafından okunmuştur. Gülhane Parkı'nda okunması nedeniyle, Gülhane Hatt-ı Hümayunu veya Tanzimat-ı Hayriye de denir[27].

Fermanda başlıca tüm vatandaşların can ve mal güvenliğinin sağlanması, yargılamada açıklık, vergide adalet, erkeklere dört yıl mecburi askerlik, rüşvetin ortadan kaldırılması konularına değinilmektedir. Tanzimat Fermanı bir nevi vatandaş hakları beyannamesi olarak ortaya çıkmış ve özetle şöyle denilmektedir: “Devletimizin ve ülkemizin iyi bir biçimde yönetilmesi için bundan böyle bazı yeni yasalar çıkarılması gerekli görüldü. ... Söz konusu yasaların başında can güvenliği; ırz, namus ve malın korunması; vergi toplanması; halkın askere alınıp silâhaltında tutulma süresi gibi hususlar gelmektedir. ... Can, ırz ve namus konularında, ülkemizin tüm halkına şeriat yasaları gereğince güvence verilmiştir.” [28].

Bu ferman sayesinde padişahların yetkileri meclislere ya da kişilere devredilmiştir. Buradaki amaç, iktidarı saraydan alıp bürokrasiye vermek ve devlet yönetiminde merkezileşmeyi sağlamaktı. Fermanda verilen bütün sözlerin tamamen yerine getirilememesine rağmen bu çabalar, çağdaşlaşmaya ve cumhuriyet fikrine önayak olmuştur.

Tanzimat bugün bile bazı çevrelerce, Batı taklidi olarak nitelendirilip, gayrimüslimlere verilen haklar nedeniyle imparatorluk sınırları içerisinde daha sonradan meydana gelecek azınlık isyanlarına neden olduğu söylense de, İmparatorluğun birçok alanda yenileşme ve demokratikleşme çabası olarak göze çarpar. Tanzimat döneminde bugüne kadar uzanan kurumların ve yapıların kökleri atılmıştır.

Sayın Baki Öz, İttihat ve Terakki ve Bektaşiler adlı eserinde bu etkiyi şöyle açıklamaktadır: Tanzimat’la başlayan demokratikleşme ve Batılılaşma süreci Yeni Osmanlılarla parlamentarizmi ve anayasalı sistemi istemeye dönüşmüştür. Bu eğilim, 1880’lerden itibaren 2. Abdülhamit’e tepki içerisinde oluşan Jön / Genç Türk hareketiyle doruğa çıkar. Hareket, 1890’lardan itibaren siyasal örgüt ve partileşme durumuna dönüşür. Bu aşamada, İttihat ve Terakki partisi doğar. Hareket, geniş kamu yığınları arasında yayılan ve devleti yönetmeye çalışan İttihat ve Terakki hareketiyle ise, artık uygulama aşamasına ulaşmıştır.” [29]

Prof. Dr. Şerif Mardin: “Türkiye’de Din ve Siyaset (Makaleler-III), İletişim Yayınları, İstanbul 1991: 274.]” adlı eserinde “... Tanzimat sonrası giderek Türkiye toplumunun ortak düşünsel değerleri olmaya başlayan laiklik, hoşgörü, evrensellik, ulusçuluk, demokrasi, akılcılık, bilimcilik, özgürlük ve özgür düşüncecilik genellikle bu kapılardan içeri girmiş.” [30] der.

I. Meşrutiyet

Birinci Meşrutiyet, Osmanlı İmparatorluğu’nda 1876 yılında ilan edilen anayasal yönetime denir[31]. Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşanan ekonomik sıkıntıların yanı sıra, özellikle 1789 Fransız Devrimi'nin etkisiyle yayılan özgürlükçü düşünceler ve ulusçuluk akımı, imparatorluğu sarstı. Diğer taraftan 1860’larda bir aydın hareketi olarak Yeni Osmanlılar ortaya çıktı. Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi aydınlar, Avrupa ülkelerindeki anayasal monarşilerden etkilenerek Osmanlı İmparatorluğu’nun meşrutiyetle yönetilmesi gerektiğini savundular. Bu çabalar sonucunda, Mithat Paşa ve arkadaşları 30 Mayıs 1876'da Abdülaziz'i tahttan indirerek yerine V. Murat'ı geçirdiler. Ne var ki, V. Murat aydınların ve ilerici devlet adamlarının istediği reformları yapabilecek biri olmasına rağmen ruh sağlığı bozulduğu için tahtan indirildi, yerine II. Abdülhamit meşrutiyeti ilan edeceği sözünü vererek padişah oldu.

1876 Anayasası olarak da bilinen Kanun-i Esasi, aslında padişahın egemenlik haklarına bir kısıtlama getirmiyordu. Yürütme yetkisini tümüyle elinde tutan padişah, sadrazam ve vekilleri (bakanları) istediği gibi atayıp görevden alabiliyordu. Meclisin vekiller üzerinde denetim yetkisi yoktu. Padişah, istediğinde meclisi kapatma ve yeniden seçimlere götürme yetkisine de sahipti. Ayrıca padişah, "kamu yararı için" gerekli gördüğü kişileri sürgüne gönderebilirdi.

II. Meşrutiyet

İkinci Meşrutiyet, Osmanlı İmparatorluğu’nda ikinci kez anayasal yönetime geçmesine denir[32]. II. Abdülhamit'in baskıcı yönetimine karşı, meşrutiyet yönetiminin yeniden kurulmasını isteyen gizli muhalefet hareketi ortaya çıktı. Jön Türkler adı verilen aydınlar II. Abdülhamit'e karşı özellikle yurtdışında mücadeleye giriştiler. Jön Türk hareketi, özellikle Rumeli’deki askeri çevreleri de etkiledi. En güçlü Jön Türk hareketi olarak İttihat ve Terakki Cemiyeti kuruldu. İttihat ve Terakki Cemiyeti Abdülhamit'e karşı Rumeli’de güçlü bir muhalefet başlattı. Yüzbaşı Resneli Niyazi Bey, II. Abdülhamit'in baskıcı yönetimine karşı baş kaldırarak taburuyla birlikte Manastır’da dağa çekildi. Onu Binbaşı Enver Bey (Enver Paşa) izledi. Ardından İttihatçılar 23 Temmuz 1908 sabahı Selanik hükümet konağını işgal ettiler. Ayaklanmanın tüm ülkeye yayılacağından çekinen II. Abdülhamit, aynı gün İkinci Meşrutiyet'i ilan etmek zorunda kaldı.

Seçimlerin ardından oluşan yeni Meclis-i Mebusan 17 Aralık 1908'de padişahın nutkuyla açılarak çalışmalarına başladı. Ama meclisin çalışmaları bu kez de dinci çevreler ile İttihatçı karşıtlarının 13 Nisan 1909’da İstanbul'da ayaklanmasıyla kesintiye uğradı. 31 Mart Olayı olarak anılan bu ayaklanma, Selanik'ten gelen Hareket Ordusu tarafından 24 Nisan 1909'da bastırıldı. 27 Nisan'da yeniden toplanan meclis, II. Abdülhamit'i bu ayaklanmadan sorumlu tutarak tahttan indirilmesine ve yerine V. Mehmet Reşat’ın geçirilmesine karar verdi. Ardından 1876 Anayasası olarak da bilinen Kanun-i Esasi üzerinde değişiklikler yaparak siyasal ve hukuksal kurumları yeniden düzenledi.

Yeni anayasa padişahın yürütme yetkisini büyük ölçüde sınırlıyordu. Artık vekiller heyeti meclise karşı sorumluydu. Ayrıca meclisin hükümetin çalışmalarını denetleme yetkisi vardı. Meclisten güvenoyu alamayan vekillerin ve hükümetin görevi sona eriyordu. Gerek Meclis-i Mebusan gerekse Meclisi-i Âyan, vekiller heyetinin yanı sıra yasa çıkarılmasını önerebiliyordu. Meclis başkanını padişah değil, meclisin kendisi seçiyordu. Padişaha meclisi kapatma yetkisi tanınmakla birlikte, bu yetki hem koşullara bağlamış, hem de üç ay içinde yeni seçimlerin yapılması zorunlu hale getirilmişti. İkinci Meşrutiyet dönemi ağırlıklı olarak İttihat ve Terakki hükümetlerinin yönetiminde geçti. Devlet yönetiminde İttihat önderleri Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa etkili oldular.

İttihat ve Terakki 

Burada adı önce İttihat ve Terakki Cemiyeti daha sonra İttihat ve Terakki Fırkası olan oluşumdan da kısaca bahsetmek istiyorum.

İttihat ve Terakki Cemiyeti, Osmanlı Devleti'nde 1908 Devrimi'ne önayak olan ve 1908 -1918 arasında - kısa kesintilerle - imparatorluk yönetimine hâkim olan siyasi hareket. İttihat ve Terakki Fırkası olarak da anılmıştır. Batı dillerinde daha çok Jöntürkler olarak adlandırılır[33].

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin başlangıcı, 21 Mayıs 1889’da İstanbul Askeri Tıbbiye Mektebi'nde İttihad-ı Osmanî adıyla II. Abdülhamit yönetimine karşı kurulan bir gizli örgüttür. Bu örgütün ilk üyeleri İbrahim Temo (kurucudur), Abdullah Cevdet, İshak Sükûti ve Ali Hüseyinzade’dir. İstanbul'da polis baskısının artması üzerine yurt dışına çıkarak Paris'te örgütlenen örgütün başkanlığına Ahmet Rıza Bey seçilmiştir.

İttihat ve Terakki, Türkiye’de kurulan ilk kitlesel siyasi partidir. 1913 -1918 yılları arasında parlamentodan diğer partileri dışlayarak kurduğu rejim, yeryüzündeki Tek Parti Rejimleri'nin ilki olarak değerlendirilir. Bu cemiyet Avrupa'nın Rusya gibi birçok büyük devletinden daha önce Osmanlı Devleti'nde parlamentoyu kurarak, demokrasinin tohumlarını ekmiştir.

İttihat ve Terakki örgütü 1919 -1922 arasındaki Türk Ulusal Direnişinin çekirdeğini teşkil etmiştir. 1923'te kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin yönetici kadrolarının tümüne yakını da bu örgüte mensuptur. Ancak örgütün 1918'de kendini feshetmesinden sonra eski lider kadrosu ile Mustafa Kemal önderliğindeki yeni kadro ayrışmış, Cumhuriyetin kurucuları İttihat ve Terakki ile irtibatlandırılmayı ve "İttihatçı" olarak tanınmayı kesinlikle reddetmişlerdir. İttihat ve Terakki'nin başlıca siyasi liderleri Enver, Talat, Cemal ve Sait Halim Paşalardır. Dördü de 1918'de kaçtıkları yabancı ülkelerde 1920 -21 yıllarında kuşku uyandıran bir şekilde öldürülmüştür.

Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Devrimleri 

Türkiye Cumhuriyeti, 1919 – 1922 yılları arasında süren Türk Kurtuluş Savaşı’nın ardından, Mustafa Kemal önderliğinde 1923'te kurulmuştur. Laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti yönetim anlayışı vardır. Yönetim yapılanmasında kuvvetler ayrımı esası alınmıştır. Yasama işlerini Türkiye Büyük Millet Meclisi, yürütme işlerini Hükümet, yargı işlerini ise bağımsız mahkemeler yapmaktadır. Türkiye'de 1923'te cumhuriyetin ilanı ile devlet başkanı cumhurbaşkanı sıfatını almıştır. Cumhurbaşkanı devletin başı ve başkomutandır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyeti'ni ve Türk Milleti'nin birliğini temsil eder. Anayasanın uygulanmasını, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir. Bu kısa özette de görüleceği üzere modern Türkiye’nin kurucuları, daha önce İngiltere, Amerika ve Fransa’da örneğini gördüğümüz temel ilkeleri yönetim anlayışına dâhil etmiştir.  

Türk Devrimlerini “Siyasal”, “Toplumsal Yaşayışın Düzenlenmesi”, “Hukuk” ve “Eğitim ve Kültür” olmak üzere dört grupta toplayabiliriz. Bunlar[34]; 

Siyasal Devrimler 


Saltanatın kaldırılması (1 Kasım 1922)

Cumhuriyet'in ilanı (29 Ekim 1923)
Halifeliğin kaldırılması (3 Mart 1924)



Toplumsal Yaşayışın Düzenlenmesi





1.       Şapka İktisası (giyilmesi) Hakkında Kanun (25 Kasım 1925)

2.       Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine (kapatılmasına) ve Türbedarlıklar ile Birtakım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun (30 Kasım 1925)

3.       Beynelmilel (uluslararası) Saat ve Takvim Hakkındaki Kanunların Kabulü (26 Aralık 1925). Kabul edilen bu kanunlarla Hicri ve Rumi Takvim uygulaması kaldırarak yerine Miladi Takvim, alaturka saat yerine de uluslararası saat sistemi uygulaması benimsenmiştir.

4.       Beynelmilel (uluslararası) Erkamın (Rakamların) Kabulü Hakkındaki Kanun (20 Mayıs 1928)

5.       Ölçüler Kanunu (1 Nisan 1931). Bu kanunla ölçü birimi olarak uygar ulusların kullandıkları metre, kilogram ve litre kabul edilmiştir.

6.       Lakap ve Unvanların Kaldırıldığına Dair Kanun (26 Kasım 1934)

7.       Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun (3 Aralık 1934). Bu kanunla din adamlarının, hangi dine mensup olurlarsa olsun, mabet ve ayinler dışında ruhani kisve (giysi) taşımaları yasaklanmıştır.

8.       Soyadı Kanunu (21 Haziran 1934)

9.       Kemal Öz Adlı Cumhurreisimize Atatürk Soyadı Verilmesi Hakkında Kanun (24 Kasım 1934)

10.   Kadınların medeni ve siyasi haklara kavuşması:

-   Medeni Kanun'la sağlanan haklar (17 Şubat 1926)

-   Belediye seçimlerinde kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanıyan kanunun kabulü (3 Nisan 1930)

-   Anayasa'da yapılan değişikliklerle kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkının tanınması (5 Aralık 1934)





Hukuk Devrimi





1.       Şeriye Mahkemelerinin Kaldırılması ve Yeni Mahkemeler Teşkilatının Kurulması Kanunu (8 Nisan 1924)

2.       Türk Medeni ve Borçlar Kanunu (17 Şubat 1926)

3.       Ceza Kanunu (1926)

4.       Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu (1927)

5.       Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu (1929)

6.       İcra ve İflas Kanunu (1923)

7.       Kara ve Deniz Ticareti Kanunu (1926, 1929)

8.       Dini hukuk sisteminden ayrılarak laik çağdaş hukuk sisteminin uygulanmasına başlanmıştır.






Eğitim ve Kültür Alanında Yapılan Devrimler






1.       Tevhid - i Tedrisat (Öğretimin Birleştirilmesi) Kanunu (3 Mart 1924). Bu kanunla Türkiye dâhilindeki bütün bilim ve öğretim kurumları Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlanmıştır.

2.       Yeni Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun (1 Kasım 1928)

3.       Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti'nin Kuruluşu (12 Nisan 1931). Cemiyet daha sonra Türk Tarih Kurumu adını almıştır (3 Ekim 1935). Kültür alanında yeni bir tarih görüşünü ifade eden kurumun kuruluşu ile ümmet tarihi anlayışından millet tarihi anlayışına geçilmiştir.

4.       Türk Dili Tetkik Cemiyeti'nin Kuruluşu (12 Temmuz 1932). Cemiyet daha sonra Türk Dil Kurumu adını almıştır (24 Ağustos 1936). Kurumun amacı, Türk dilinin öz güzelliğini ve zenginliğini meydana çıkarmak, onu dünya dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmektir.

5.       İstanbul Darülfünunu'nun kapatılmasına, Milli Eğitim Bakanlığı'nca yeni bir üniversite kurulmasına dair kanun (31 Mayıs 1933). İstanbul Üniversitesi 18 Kasım 1933 günü öğretime açılmıştır.



Toplamı 26 adet olan devrimlerin tamamı demokrasinin geliştirilmesine zemin hazırlayan alanlarda (siyasal, toplumsal, hukuksal ve eğitim) olmuştur.



Türk Aydınlanması ve Çağdaşlaşmasında Bazı Temel Taşlar 

Türk insanının aydınlanması, çağdaşlaşmasında ve demokrasimizin bugünkü seviyesine ulaşmasında emeği geçen bazı şahıslardan söz etmek istiyorum. Burada Yüce Atatürk ve onun yakın arkadaşı İsmet İnönü’nün katkıları herkesçe bilindiğinden ben diğerlerinden bahsedeceğim. Bunlar tarihsel sıralamaya göre;  Yirmisekizinci Mehmet Çelebi, İbrahim Müteferrika, Koca Mustafa Reşit Paşa, Namık Kemal, Mithat Paşa, Talat Paşa, Mustafa Necati, Hasan Ali Yücel’dir. Burada sayamadığım daha birçok demokrasi kahramanlarının katkılarını saygıyla anmak istiyorum. 

Yirmisekizinci Mehmet Çelebi (? – 1732) 

Asıl adı Mehmet Faiz’dir. Edirne yakınında doğdu, Lefkoşa’da öldü. Gençliğinde Yirmisekizinci Yeniçeri Ortası’na girdi ve kısa zamanda yükselerek yeniçeri efendiliği, darphane nazırlığı, üçüncü defterdarlık, 1718 Pasorafça Antlaşması’nı imzalayan Osmanlı kurulunda ikinci delegelik gibi önemli görevlerde bulundu. Fransa ile dostluk ilişkilerini geliştirmek, Avusturya ve Venedik’e karşı Fransa ve İspanya ile bir bağlaşma kurmak gibi amaçlarla 1720’de Fransa’ya fevkalade elçi olarak atandı. Fransa’nın siyasi işbirliğine yanaşmaması ve yeni ticari ayrıcalıklar elde etmeye çalışması üzerine 8 Ekim 1721’de İstanbul’a döndü ve Divan-ı Hümayun’daki görevini sürdürdü. 1730 Patrona Halil ayaklanmasından sonra Kıbrıs’a sürüldü.  

Elçiliği sırasında yazdığı Sefaretname ilk kez bir Avrupa devleti başkentinde yaşayan bir Osmanlı’nın, Batı’nın yaşam biçimi karşısındaki tutum ve düşüncelerini yansıtması bakımından önemlidir. İstanbul’dan ayrıldığı günden dönüşüne değin yaşadıklarını, gördüğü teknik yenilikleri, Fransa Kralı XV. Louis ile ilişkilerini, Paris’te gezdiği önemli kültürel, dini, askeri, siyasi kurumların özlü bir tanıtımını, kendine özgü bir üslupla anlatmaktadır. Yapıt, ilk Batılılaşma çabalarına öncülük etme niteliği de kazanmış, Lale Devri’ndeki yenilik hareketlerinde, 1728’de matbaanın kurulmasında, Batı tekniklerinin getirilip uygulanmasında etkili olmuştur. Bu yönüyle de önemli bir tarihi belgedir[35]. 

İbrahim Müteferrika (1670 – 1745) 

Macaristan’ın Erdel bölgesinde Kolozsvar’da (bugün Romanya’da Cluj) doğdu. Teslis inancını yadsıyan ve İslamiyet’e yakın olan Unitarizm’lerin yönettiği bir manastırda tanrıbilim okudu. Osmanlı uyruğunu seçerek 1688’den önce Müslüman olduğu anlaşılmaktadır. Önce 1710’da yazdığı Risale-i İslamiye adlı yapıtıyla dikkati çekti. Yapıt Katoliklik’e ve Papalık’a ve teslis inancına karşı yönelttiği eleştirileri içermektedir. Ardından devlet hizmetine girerek müteferrika oldu. Tercümanlık ve komiserlik görevlerinde bulundu. 1715’de Viyana’ya, 1716’da Belgrat’a gönderildi. Avrupa’da bulunduğu sırada yayımcılık ve yeni baskı teknikleri konusunda gözlemlerde bulundu.   

Siyasal etkinliklerinden çok yayımcı, basımcı kişiliğiyle tanınmıştır. 1726’da Said Mehmet Efendi ile birlikte basımevinin gerekliliğini, yararlarını anlattığı Vesiletü’t-Tıbaa adlı dilekçesiyle basımevi kurmak için ferman ve fetva isteğinde bulundu. Osmanlı Devleti’nde Türkçe basım yaklaşık 250 yıllık bir gecikme ile İbrahim Müteferrika’nın kurduğu basımevinde başlamıştır. Bu gecikme Osmanlı İslam kültürünün dışa kapalılığının yanında iktisadi, siyasal ve teknik nedenlerden de kaynaklanıyordu. Dinsel bilimlere ilişkin kitapların basımı yasaklanmıştır.

İlk olarak 31 Ocak 1729’da Vankulu Lügati’nin basımı gerçekleştirildi. Çıkan kitapların dil, tarih, coğrafya, pozitif bilimler, askerlik konularında olduğu görülmektedir. Kitapların seçiminde Osmanlı Devleti’nin bir yandan Doğu’yla öte yandan Avrupa devletleriyle ilişkilerinin tarihini inceleyerek kendini aydınlatma eğilimi de sezilmektedir. İbrahim Müteferrika’nın yönetiminde basımevinde 17 yapıt basılmıştır. Toplam baskı sayısı 13.200’dür. Bastığı bilimsel yapıtların en önemlisi Kâtip Çelebi’nin Cihannüma’sıdır.  

İbrahim Müteferrika Osmanlı düzeninin çağdaşlaştırılmasına ilişkin öneriyle de dikkati çekmiştir. Basımcılıktaki yaygın ünü kişiliğinin bu yönünü gölgelemiştir. 1731’de I. Mahmud’a sunduğu Usulü’l-Hikem fi Nizamü’l-Ümem (Ulusların Üzerine Akıl İlkeleri) adlı yapıtında ilk kez “Nizami Cedid” terimini kullanmış ve işlemiştir[36]. 

Koca Mustafa Reşit Paşa (13 Mart 1800 – 7 Ocak 1858) 

Osmanlı devlet adamı ve diplomatıdır. Altı kez sadrazamlık yapmış, Tanzimat Fermanı olarak da bilinen Gülhane Hatt-ı Hümayunu adlı reform programının hazırlanmasında ve uygulanmasında önemli rol oynamıştır[37]. Osmanlı Devleti tarihinin bir dönüm noktası olan Tanzimat Fermanını 1839 tarihinde Gülhane Parkı’nda ilan etti. Bu ferman ile Osmanlı Devleti’nin kişilerin doğal hak ve özgürlüklerine saygılı, Batı uygarlıklarına ayak uydurmayı ilke edinen bir hukuk devleti olduğunu dünyaya duyuruyordu. 

Özellikle yönetim, ticaret ve eğitim alanlarında köklü yenliklere yöneldi. Her türlü işkenceyi yasaklayan bir ferman yayımladı. Mekatib-i Umumiye Nezareti (ilk merkezi eğitim örgütü) kuruldu. Encümen-i Danış’ın (Bilimler Akademisi) oluşturulması gerçekleştirildi[38]. Zamanımızda eleştirileri hala devam eden, İngiltere ile Osmanlı topraklarında ticaretin serbest bırakılmasını öngören Balta Limanı Anlaşması’nı imzaladı. 

Mithat Paşa (18 Ekim 1822, İstanbul– 7/8 Mayıs 1884 Taif, Suudi Arabistan) 

Mithat Paşa Osmanlı İmparatorluğu’nun yetiştirdiği en büyük devlet adamlarından biridir[39]. İdare, maliye ve eğitim alanlarında çeşitli reformlar yapmış, mutlak monarşiden anayasal monarşiye geçişte önemli rol oynamıştır. Başarılı reformlarından dolayı, Sultan Abdülaziz tarafından uygulamaları doğrultusunda genel bir reform programı hazırlamakla görevlendirildi. Osmanlı idari düzenini yeniden belirleyen Vilayet Nizamnamesi’nin uygulanmasına (1864 – 1867) öncülük etti. Vilayet merkezinden köylere kadar yeni meclisler, bayındırlık, fen ve eğitim işlerine bakacak daire müdürlükleri oluşturdu. 

Ziraat Bankası’nın çekirdeğini oluşturan Memleket Sandığı’nı kurdu. Sivil teknik okulları yaygınlaştırdı. Meclis-i Vala-yı Ahkâm-ı Adliye’yi yeniden düzenlemekle görevlendirildi. Meclisin idari ve yargısal işlevlerini birbirinden ayırarak Şura-yı Devlet ve Divan-ı Ahkâm-ı Adliye’i kurdu. Şura-yı Devlet başkanı olarak eğitim ve maliye gibi alanlarda yeni nizamnameler hazırladı. İstanbul Emniyet sandığı’nın ve ilk sanayi mektebinin kurulmasına öncülük etti.  

Birlikte hareket eden Mithat Paşa ve arkadaşları 1876’da Sultan Abdülaziz’i tahtan indirerek V. Murat’ı geçirdiler. V. Murat’ın hastalığı nedeniyle, yerine, Kanun-i Esasi ilanını ve meşruti yönetime geçmeyi kabul eden II. Abdülhamit tahta çıkarıldı (31 Ağustos). II. Abdülhamit tarafından sadrazamlığa atanan Mithat Paşa, uzun süreden beri üzerinde çalıştığı ve Ziya Paşa ile Namık Kemal’in katkılarıyla tamamladığı anaysa taslağını padişaha sundu. “Kanun-u Cedid” adlı bu taslağı geri çeviren II. Abdülhamit, Fransız Anayasası’nı çevirterek yeni bir taslak hazırlattı ve padişaha “tehlikeli kişileri” sürgüne gönderme yetkisi veren ünlü 113. maddeyi de ekletti. Kanun-i Esasi olarak bilinen anayasa son şeklini aldıktan sonra 23 Aralık 1876’da ilan edildi. 

II. Abdülhamit, Mithat Paşa’nın saraya karşı tutumundan rahatsızdı ve amcası Abdülaziz’in öldürülmesinde onun rolü olduğuna inanıyordu. Yıldız Mahkemesi olarak bilinen yargılamada Abdülaziz’in ölümünden suçlu bulunarak ölüme mahkûm edildi, sonra cezası ömür boyu hapse çevrildi ve Taif’e sürüldü. II. Abdülhamit’in emriyle orada öldürüldü. 1951’de kemikleri İstanbul’a getirilerek Hürriyet Tepesindeki şehitliğe gömüldü. 

Namık Kemal ( 21 Aralık 1840, Tekirdağ – 2 Aralık 1888, Sakız) 

Namık Kemal büyük hürriyet ve vatan şairimiz, fikir adamımızdır.  Osmanlı şair ve yazarıdır. Türk milliyetçi hareketini ve Jön Türkleri etkilemiş, Türk edebiyatının Batılılaşmasına önemli katkısı olmuştur. Batılı düşünceleri ile tanınan Tasvir-i Efkâr’ın yayın yönetmeni ve yazarı Şinasi’nin etkisinde kaldı. Şinasi Fransa’ya kaçınca Tasvir- Efkâr’ın yönetmenliği de kendisine kaldı. 1867’de bir yazısından dolayı Erzurum’a görevle sürgüne gönderildi, ama görev yerine gitmeyerek Ziya Paşa’yla birlikte Paris’e kaçtı. Abdülaziz’in Fransa’yı ziyareti sırasında Fransız hükümetinin ülkeyi terk etmesini istemesi üzerine Ali Süavi ile birlikte Londra’ya gitti. Burada önce Yeni Osmanlıların çıkardığı Muhbir’de yazdı, sonra da yine Yeni Osmanlıların parasal desteğiyle Hürriyet’i çıkardı. Bu gazetede “Hubbü’l-Vatan mine’l İman” başlığı altında imzasız olarak padişahın iradesini sınırlayacak bir parlamentonun oluşturulması düşüncesini savundu.  

1872’de İstanbul’a döndü bazı arkadaşları ile yeniden yayınlamaya başladığı İbret gazetesinde yönetimi eleştiren yazıları nedeniyle gazete kapattırıldı ve Namık Kemal Gelibolu mutasarrıflığı görevi ile uzaklaştırıldı. Bu arada ünlü oyunu Vatan yahut Silistre’yi (1873) yazdı. Bu oyun Gedikpaşa Tiyatrosunda sahnelendiğinde halkı coşturarak olaylara yol açması üzerine Magosa’ya sürgüne gönderildi. Namık Kemal yapıtlarının çoğunu üç yılı aşkın süre kaldığı Magosa’da yazdı. Abdülaziz’in tahtan indirilmesinden sonra İstanbul’a geldi ve Şura-yı Devlet üyeliğine getirildi. Kanun-i Esasi’yi hazırlamakla görevli “Kanun-i Esasi Encümeni” adlı kurulda görevlendirildi. I. Meşrutiyet’in ilanından sonra, meşrutiyetin hazırlayıcılarını tek tek merkezden uzaklaştıran II. Abdülhamit’in emriyle tutuklanıp mutasarrıflık görevleriyle önce Midilli’ye sonra sırasıyla Rodos ve Sakız’a sürüldü.  

Bir sosyal reformcu olan Namık Kemal, “vatan” ve “hürriyet” fikirlerinin birleştiricisi olarak tanınır. Batı’dan alınan bu iki kavramı Türkçeye sokan da Namık Kemal’dir.   

Mustafa Necati (1894 – 1 Ocak 1929) 

Eğitimci ve devlet adamı olan Mustafa Necati Kurtuluş Savaşı sırasında İzmir ve Balıkesir yöresinde silahlı direnişe katıldı; ayrıca Balıkesir’de “İzmir’e Doğru” gazetesini çıkardı. Nisan 1920’de Saruhan (Manisa) mebusu olarak I. TBMM’ne girdi. Müdafaa-i Hukuk grubu kâtipliği, Sivas, Kastamonu ve Amasya İstiklal Mahkemeleri’nde üyelik ve başkanlık yaptı. 1923 ve 27’de İzmir mebusu olarak yeniden TBMM’ne girdi; mübadele, imar-iskân ve adliye vekilliklerinde bulundu.  

1925’te maarif vekilliği sırasında öğretmen okullarının yeniden düzenlenmesi ve geliştirilmesine ağırlık verdi. Gazi Eğitim Enstitüsü’nün kurulmasına Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun etkin biçimde uygulanmasına öncülük etti. Heyet-i İlmiye, Talim ve Terbiye Kurulu, Maarif Eminliği gibi kuruluşlarla Milli Eğitim Vekâleti’nin üst kademe örgütlenmesini gerçekleştirdi. Harf devriminde etkin rol oynadı. Yeni harflerin kullanılmasını yaygınlaştırmaya yönelik yoğun çaba harcadı.   

NOT: 2 Kasım 2004 yılında ABD’nde Başkanlık seçimlerinin yapıldığı gün yurda dönüyordum. Okuduğum bir gazetede bir istatistikî bilgi vardı. ABD’de oy verme oranı eğitim seviyesi ile doğru orantılı idi. Diğer bir deyişle, eğitim seviyesi yükseldikçe oy verme oranı da artıyordu. Oysa bu durum bizde tam tersi idi. Bu da eğitimli insanların kendi yöneticilerini daha bilinçli seçeceği, dolaysı ile demokrasiye daha bilinçli sahip çıkacağının bir kanıtı idi. Mustafa Necati’nin okuryazarlığı artırma gayretinin ülkemizdeki demokrasileşme bilincine katkısı bu anlamda düşünülürse, bu şahsın hizmetlerinin büyüklüğü anlaşılmış olacaktır. 

Hasan Ali Yücel (16 Aralık 1897, İstanbul – 26 Şubat 1961)

Türk eğitimci ve devlet adamıdır. Etkin bir kültür ve milli eğitim siyaseti uygulamıştır[40]. 1921’de Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nü bitirdi. İzmir ve İstanbul 'da edebiyat ve felsefe öğretmenliği, müfettişlik, genel müdürlük, İzmir milletvekilliği ve Milli Eğitim Bakanlığı (1938–1946) yaptı. 1955 – 1960 arasında İş Bankası Kültür Yayınları’nı yönetti. 1958’de UNESCO Türkiye Milli Komisyonu üyeliğine, 1961’de Kurucu Meclis üyeliğine seçildi.

Eğitim ve kültür alanında yaratıcı ve üretken bir döneme damgasını vurdu. 1939’da ilk Maarif Şurası’nı toplayarak bir eğitim planı yaptı. 1940’da Tonguç önderliğinde Köy Enstitülerinin kurulmasını sağlayarak ilköğretimde, çeşitli meslek okulları açtırarak teknik eğitimde önemli adımlar atılmasına öncülük etti. Bakanlığa bağlı bir tercüme bürosu kurdurarak dünya klasiklerinden oluşan 496 ciltlik bir kütüphane oluşturdu. 13 Haziran 1946’da Üniversiteler Yasasının çıkarılmasında etkin rol oynadı ve kendi yetkilerini üniversiteye devreden ilk bakan oldu. Ahlak Şurası, Neşriyat Kongresi, Tercüme Kongresi’ni, Gramer Komisyonu’nu toplayarak ilgili konularda yeni ilkeler belirledi. Ortaöğretimde birlik ve yükseköğretimle uyumluluğu, devlet tiyatro ve operasının kurulmasını, güzel sanatların desteklenmesini, çok sayıda sanat ve eğitim dergisinin, ansiklopedilerin yayımlanmasını gerçekleştirdi.

Sonuç 

Çağdaş demokrasi anlayışı Aydınlanma Düşüncesi ile Ortaçağ Avrupa’sı kurumları tarafından geliştirildi. İnsanlığın bu muhteşem projesinin dünyadaki temel aşamaları; İngiliz Devrimi, Amerikan Bağımsızlık Savaşı ve Fransız Devrimidir. Bunlardan ilki kansız, diğerleri ise kanlı olmuştur. Ülkemizde ise demokrasinin bugünkü düzeyine gelinceye kadar geçirdiği temel aşamalar; Tanzimat Fermanı, I. ve II. Meşrutiyet ile Türk Devrimidir. Demokrasinin bugünkü seviyesine gelmesinde çok büyük emek ve fedakârlıkları olan ve bu uğurda yaşamlarını veren bütün büyük insanları saygı ile anıyorum.



[1] Not: Bu makale, 02 Ekim 2007 tarihinde Osman Karadağ tarafından Ankara’da bir kurumda yapılan sunumdan özetlenmiştir.
[2] Endüstri Y. Mühendisi Osman Karadağ (okaradag52@gmail.cm), 30 yılı aşkın süreyle Kamu ve Özel sektörde yöneticilik görevlerinde bulunduktan sonra birikimlerini eğitici ve danışman olarak toplumumuzla paylaşmaktadır. Stratejik planlama, yapılabilirlik çalışması ve proje yönetimi alanlarında çalışan Karadağ, Türkiye’nin ilk profesyonel proje yöneticilerinden biridir.
[3] Ana Britannica, Cilt 7, 15nci Basım 1987, s. 107)
[4] Türk Dil Kurumu Felsefe Terimleri Sözlüğü
[6] Doğal Haklar: 17. ve 18. yüzyıllarda İngiltere, Fran­sa ve Amerika’da, özellikle de güçlü bir orta sınıfın doğuşu ve gelişmesinin bir sonu­cu olarak ortaya çıkan ve bireysel insan varlıklarının, yaşama ibadet, düşünce konuşma, yayın özgürlüğü yasa karşısında eşitlik, mülkiyet, mutlu olma hakkı türün­den birtakım vazgeçilemez değiştirilemez ortadan kaldırılamaz, bir başkasına devredi­lemez temel haklara sahip olduğunu savunan öğreti.( http://ansiklopedi.turkcebilgi.com/Do%F0al_haklar_%F6%F0retisi)
[8] Düşünce Tarihi, Orhan Hançerlioğlu, Üçüncü Basım, 1977, Remzi Kitabevi, s. 225, 226
[10] Bilgi kuramı bilginin temelini, bilim alanında uygulanan yöntemleri, sınır ve güvenilirlik bakımından inceleyip araştıran felsefe dalı, epistemoloji. Kaynak: http://tr.wikipedia.org/wiki/Bilgi_kuram%C4%B1
[11] Batı Felsefesi Tarihi, Bertrand Russell, Cilt 3, Modern Çağ – Yeni Çağ, İkinci Basım, 1973, Bilgi Yayınevi, s. 187
[12] Aynı eser, s. 234, 236
[13] Aynı eser, s. 188 ve 237
[14] Aynı eser, s. 188
[15] Aynı eser, s. 239
[16] Tesviye, Yıl: 8, Sayı: 43 Ocak 2000, s. 13
[17] Ana Britannica, Cilt 7, 15nci Basım 1987 (Sayfa 107)
[18] Aydınlanma Düşüncesi, Ahmet Çiğdem, İletişim Yayınları, 5. Baskı, 2006, s. 13
[20] http://tr.wikipedia.org/wiki/Amerikan_Ba%C4%9F%C4%B1ms%C4%B1zl%C4%B1k_Sava%C5%9F%C4%B1
[21] Aynı eser, s. 334 – 335
[22] http://tr.wikipedia.org/wiki/Frans%C4%B1z_Devrimi
[25] http://www.abihm.org/fransiz_insan.htm
[26] http://www.abihm.org/iheb.htm
[27] http://tr.wikipedia.org/wiki/Tanzimat_Ferman%C4%B1
[29] İttihat ve Terakki ve Bektaşiler, Baki Öz, http://tarihvebilgi.blogspot.com/2007/08/ittihat-ve-terakki-ve-bektailer.html, s. 1
[30] Aynı eser, s. 3
[31] http://tr.wikipedia.org/wiki/Birinci_Me%C5%9Frutiyet
[32] http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0kinci_Me%C5%9Frutiyet
[33] http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0ttihat_ve_Terakki_Cemiyeti
[34] http://www.tekadamdevrimi.com/tekadamdevrimi/tad_kemalizm/tad_turkdevrimdizini.htm
[35] Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi, Cilt 7, Anadolu Yayıncılık, 1983, S. 3846 – 47
[36] Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi, Cilt 6, Anadolu Yayıncılık, 1983, S. 2597 ve Ana Britannica, Cilt 11, Fifteenth Edition, 1987, s. 448
[37] Ana Britannica, Cilt 16, Fifteenth Edition, 1987, s. 325 – 26
[38] Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi, Cilt 8, Anadolu Yayıncılık, 1983, S. 4104 – 06
[39] Ana Britannica, Cilt 16, Fifteenth Edition, 1987, s. 61 – 62
[40] Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi, Cilt 6, Anadolu Yayıncılık, 1983, S. 5612 – 5613