Demokrasi Üzerine Bir İnceleme
30
Mart 2012, Bodrum
Demokrasinin Tanımı
Sözcük anlamıyla
demokrasi halk iktidarı demektir. Çağdaş kullanımında terimin birkaç anlamı
vardır. Bunlar doğrudan demokrasi, temsili demokrasi, liberal ya da anayasal
demokrasi tanımlamalarıdır.
Demokrasinin bir başka tanımı ise, insanın saygınlığına
değer veren; kişilerin karşılıklı anlayış içinde birbirlerine özgürlük
tanımalarını ve bütün için sorumluluk duymalarını birlikte yaşamanın temeli
olarak alan yaşama biçimindedir.
Bu tanımda temel unsurlar;
insanın odak olarak alınması, bireysel özgürlüğün esas alınması ve bireysel sorumluluk olduğu
görülmektedir. Çağdaş demokrasi Aydınlanma Düşüncesi ile XVIII. yüzyılın
başından itibaren başlamaktadır.
Demokrasinin Temel İlkeleri
Demokrasinin Temel
İlkeleri muhtelif kaynaklarda “Milli
Egemenlik”, “Hürriyet ve Eşitlik”
ve “Seçim - Siyasi Partiler” olarak
özetlenmektedir. “Milli Egemenlik” egemenliğin yani yönetme gücünün ulusa ait
olmasıdır.
“Hürriyet” insanların herhangi bir kısıtlama ve zorlama olmadan
istediği gibi davranabilmesi ve düşünebilmesidir. “Eşitlik” ilkesi 1982 Anayasasında “Herkes dil, din, ırk(soy), renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi
inanç, mezhep vb. sebeplerle ayrı gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir
kişi aile zümre sınıfa ayrıcalık tanınamaz.” şeklinde belirtilmiştir. “Siyasi Partiler” ülke sorunları
hakkında aynı görüşü paylaşan insanların bir araya gelerek kurdukları
örgütlerdir.
Demokrasinin Amacı
Demokrasinin amacı
halkın tam anlamda, ideal anlamda
özgür olmasıdır. Bir başka deyimle "bireylerin özgür ve güvenli oldukları
bir toplum" yaratmaktır. Diğer bir deyişle demokrasinin amacı bireylerin
eşitlik ve barış içinde kendilerini geliştirebilecekleri bir ortam yaratmaktır.
Batı uygarlığı “Rönesans”, “Hümanizm”, “Reform”, “Kapitalizm”, “Aydınlanma”, “Devrimler”
ve “Sanayi Devrimi” üzerine
kurulmuştur. Bu
gelişmeler İngiltere ve ABD’de demokrasi ile Fransa’da cumhuriyet ve demokrasi
ile sonuçlanırken, geç ulusal devlet kuran İtalya ve Almanya’da ne yazık ki totaliter
rejimlerle sonuçlanmıştır.
Demokrasinin dünyada
gelişip yaygınlaşmasında etkili olan temel olaylar İngiltere’deki 1688 Devrimi ile Amerikan Bağımsızlık Savaşı ve Fransız
Devrimi’dir. Kendi ülkemizde ise temel olayları şöyle sıralayabiliriz: 1839 Tanzimat Fermanı, 1876 I. Meşrutiyet, 1908 II. Meşrutiyet ve nihayet 1919 ‘da
başlayan Milli Mücadele ve onu takip
eden Türk Devrimi. İnsanlığın en muhteşem projelerinden biri
olan “demokrasinin geliştirilmesi”ne
katkıları olan ve burada isimlerinin tamamını sayamadığım “demokrasi kahramanlarını” saygıyla anıyorum.
John Locke ve 1688 İngiliz Devrimi
Bu kahramanlardan
ilki “Aydınlanma Düşüncesi” çağının
başlatıcısı olarak kabul edilen John
Locke (1632 – 1704)’dur. Locke 1688 İngiliz Devrimi’nin mimarıdır. Düşünceleri
“1689 İngiliz Haklar Bildirgesi”nde
yer almıştır. Locke'un düşünceleri ve İngiliz Haklar Bildirgesi Batı
Dünyası'nda büyük bir etki yapmış ve demokratikleşen birçok ülke tarafından bu
haklar kabul edilmiştir. Günümüz İnsan Hakları Doktrinin özünde de Locke'un bu “doğal haklar öğretisi”
yer almaktadır. Locke insanların yaşamları, özgürlükleri ve mülkiyetleri
üzerindeki hakların korunmasını devletin baş görevi yapmıştır. Kişinin özgür
alanını belirleyen bu doğal, vazgeçilmez haklar aynı zamanda devletin
sınırlarını çizerler ve devlet bu sınırları aştığı zaman meşruiyetini yitirir.
Orhan Hançerlioğlu, “Düşünce
Tarihi” adlı eserinde John Locke’u şöyle anlatmaktadır:
“John Locke,... XVIII. yüzyıl
aydınlanmasının kurucusu sayılmaktadır. Çünkü Locke, davranışlarımızı akla göre
düzenlemek gerektiğini çoğunluğa yayan ve çoğunluğu etkileyen ilk düşünürdür.
Locke’a göre erdem, bir otoriteye uymaktı. Bu otoriteler de Tanrı otoritesi,
devlet otoritesi, görenekler otoritesiydi. Erdem, ancak, insanın bu otoritelere
kendini bağımlı kılmasıyla var olabilirdi. Bu otoriteleri kaldırırsanız ortada
erdem adına hiçbir şey kalmayacaktır. Oysa birey özgür olmalı, görenek ve
otoritelerin her türlüsünden kurtulmalıydı. Erdemimizi, yeni baştan, akla göre
düzenlemek gerekiyordu.”
1688 Devrimi, diğer
adıyla “Haklar Bildirgesi”, İngiliz politik sistemini köklü biçimde değiştiren
ve şiddete dayanmayan bir devrimdir. Bu devrim ile İngiltere de yönetim meşruti
ve anayasal bir yapıya kavuşmuş, parlamento ülkenin gerçek gücü haline
gelmiştir. Devrim sonunda 1689 yılında yayınlanan “İngiliz Haklar
Bildirgesi’nin bazı maddeleri aşağıdadır:
“1. Parlamentonun onayı olmadan, Kral'ın yetkisine dayanarak, yasaları
ve bu yasaların icrasını iptal etmek gücü sözde kalır ve yasadışıdır. ... 5.
Kral'a rica ve minnet mektupları yollamak uyruklarının hakkıdır. Bu mektupların
Kral'a sunulmasından dolayı yapılan tutuklamalar ve kovuşturmalar yasadışıdır.
... 8. Parlamento üyelerinin seçimi serbest olacaktır. 9. Konuşma özgürlüğü
vardır; Parlamento'daki tartışmalar ve görüşmeler, Parlamento'dan başka hiçbir
yerde ya da mahkemede suçlama ya da soruşturma konusu yapılmamalıdır. ... 11.
Jüri üyeleri yasal yoldan atanmalı ve yeniden seçilebilmelidir. Yüksek ihanetle
suçlanan insanların mahkemesine katılan jüri üyelerinin kendi adlarına mülk
sahibi olmaları gerekmektedir.”
Ünlü İngiliz düşünürü
Bertrand Russell, “Batı Felsefesi” adlı eserinde John Locke’un “Bilgi Kuramı”nın
1688 Devrimini nasıl etkilediğini açıklarken:
“... devrimlerin en ılımlısı ve en
başarılısı olan 1688 devriminin (İngiltere’de aristokrasi ile orta sınıfın
birleşmesine sahne oluyordu) havarisidir.” der.
John Locke’un eselerinde
üzerinde önemle durduğu ve işlediği konu demokrasinin gelişmesinde çok önemli
bir aşama olan yönetim gücünün “yasama”,
“yürütme” ve “yargı” olarak bölünmesidir.
Russell’a göre
Locke’un bu düşüncelerinin bütünüyle uygulama alanı bulduğu ülke, Başkan ile
Kongre’nin birbirinden ve Yüksek Mahkemenin de her ikisinden bağımsız olduğu
A.B.D.dir. Locke’un
siyasal öğretileri İngiltere, Amerika ve Fransa başta olmak üzere birçok ülkede
gerek uygulama alanında gerekse kuramsal alanda zamanımıza kadar etkin
siyasetçiler ve düşünürler tarafından savunulmuştur. “Mostequieu’den gelen gelişmelerle birlikte Amerikan anayasasında yer
etmiştir ve Başkanla Kongre arasında bir anlaşmazlık baş gösterdiği anda
görülebilir. ... İngiliz anayasası,... onun öğretilerine dayanıyordu.
Fransızların 1871 yılında kabul ettikleri anayasa da öyle.”
Locke’un görüşleri
zamanımıza kadar değişik yollar izlemiştir.
Yine Russell’a göre; “Locke
zamanından günümüze değin Avrupa’da iki tip felsefe var olmuştur. Onlardan biri
öğretilerini ve yöntemini Locke’a borçludur. Öbürü de önce Descartes’tan sonra
Kant’tan türemiştir. ... Locke’un
varisleri: Berkeley ve Hume, sonra Rousseau okuluna bağlı olmayan Fransız
filozofları, Bentham ve felsefi radikaller, Marks ve ardıllarıdır.”
Özetleyecek olursak,
Aydınlanma Düşüncesini başlatan Locke ömrü boyunca, “Birey özgür olmalıdır; akıl
yaşamın kılavuzu yapılmalıdır; kültürün her dalında gelenek ve otoritenin
her türünden kurtulunmalıdır.”
ilkelerini savunmuştur.
Aydınlanma ve Aydınlanma Düşünürleri
Demokrasi her ne
kadar eski Yunan şehirlerinde başlamış bir yönetim şekli ise de bugünkü anlamı
ile çağdaş demokrasi Aydınlanma düşüncesi sonucunda şekillenmiştir. Nitekim Ana
Britannica da; “Çağdaş demokrasi anlayışı
büyük ölçüde ortaçağ Avrupa’sının düşünce ve kurumlarınca biçimlendirildi. ...
Köklü düşünsel ve toplumsal gelişmeler, özellikle de Aydınlanma, Amerikan
Bağımsızlık Savaşı ve Fransız
Devrimi sırasında doğan doğal hak ve siyasal eşitlik kavramları
çağdaş parlamentoların ve yasama meclislerinin ortaya çıkışında önemli rol
oynadı.” şeklinde
ifade edilmektedir.
“Sayın Ahmet Çiğdem “Aydınlanma Düşüncesi” adlı
eserinde “aydınlanmayı” şöyle tanımlamaktadır: “Aydınlanma deyince onsekizinci yüzyılda, geçekleşmesi ve sonuçları itibariyle
hem Amerika hem de hemen hemen Avrupa’nın her tarafında etkili olan, geleneksel
olarak İngiliz Devrimi’yle başlatılıp, Fransız Devri’yle bitirilen felsefi bir
hareket ve daha da önemlisi, bu hareketin sonuçlarıyla belirginlik kazanan
toplumsal ve siyasal bir süreç”.
Aydınlanma Düşüncesi’ne,
muhtelif kaynaklara göre, 53
düşünür katkıda bulunmuştur. Bunlardan; bazıları soyadlarına göre sılasıyla “John Locke”, “Marquis de Condorcet”, “Denis Diderot”,
“Claude Adrien Helvétius”, “Thomas Jefferson”, “Gotthold Ephraim Lessing”, “Charles de Secondat baron de
Montesquieu”, “Friedrich Schiller”, “Jean-Jacques
Rousseau”, “Emanuel Swedenborg” ve “Voltaire”
dir.
Çağdaş parlamentoların
ve yasama meclislerinin ortaya çıkmasında önemli rol oynayan Aydınlanma,
Amerikan Bağımsızlık Savaşı ve Fransız Devriminde etkisi olan kişi ve olayları
biraz daha yakından inceleyelim:
Amerikan Bağımsızlık Savaşı, George Washington ve Diğerleri
Amerikan Bağımsızlık Savaşı, 1775–1783 yılları arasında Birleşik Krallık ve Kuzey Amerika'daki Onüç
Koloni arasında geçen ve Amerika Birleşik Devletleri'nin kurulmasıyla
sonuçlanan savaştır. Amerikan Devrimi olarak da bilinir.
Aslında savaş tam bir bağımsızlık mücadelesi olarak
başlamamıştır. Savaş İngiltere'nin yedi yıl savaşları sonuncu harcadığı
paraları tekrar kazanabilmek için Amerika'da bulunan kolonilere ağır vergiler
yüklemesiyle başlar. Çatışma önce İngiltere'nin sömürge sorunlarından
kaynaklanan bir iç savaş olarak başladıysa da, 1778'de Fransa'nın, 1779'da
İspanya'nın 1780'de de Hollanda'nın Amerika'nın yanında yer almasıyla
uluslararası bir savaşa dönüştü.
Savaşın sürdüğü
sırada Kongre tarafından, bağımsızlık bildirgesi yayınlamak üzere beş kişiden
oluşan bir komite kuruldu. Komitenin hazırladığı bildirge Kongre tarafından 4
Temmuz 1776’da kabul edildi. Bu bildirgeyi imzalayanların başında George Washington, Benjamin Franklin ve Kongre Başkanı John Hancock gibi etkin kişiler
bulunmaktaydı. Bu bildirgenin başlangıcında şu ifade yer almaktaydı: “Aşağıda gerçekler bizim için gayet açıktır:
Tüm insanlar eşit yaratılmışlardır; Yaradan'ları tarafından bağışlanmış, belli
bazı vazgeçilemez haklara sahiptirler; yaşam, özgürlük ve mutluluğa erişme
hakları da bunların arasındadır.”
1787’de toplanan
Amerikan Anaya Kongresi dört yıllık çalışma sonunda 1791’de Amerikan
Anayasasını hazırlamıştır. 1791 Amerikan Anayasası, hükümetin yetkilerini üçe
ayırmıştır: Başında başkan olan yürütme, Senato ve Temsilciler Meclisi olmak
üzere kongrenin her iki kanadını oluşturan yasama ve başta Yüksek Mahkeme olmak
üzere yargı. Anayasa, her birinin yetkisini sınırlamakta ve birinin gereğinden
fazla yetki sahibi olmasını engellemektedir.
Görüleceği üzere bu
anayasa çok önemli ilkeler/yenilikler getirmiştir. Bu ilkelerden birincisi, “Güç Yetkisi”nin bireyde değil, makamda
olması ve bireyin, belli aralıklarla makama oylama yoluyla seçilebilmesiydi. Bu
ilke, oldukça yeni bir ilkeydi.
İkinci ilkeyse bireyi
makamdan ayrı tutmayı sağlayacak “Denetleme
ve Dengeleme” diye adlandırılan sistemdir. Buna göre güç, iki farklı otonom
yönetimsel organ arasında eşit olarak bölünecekti. Başkanlık şeklinde
oluşturulan “Yürütme” ve iki organlı
Kongre’nin oluşturduğu “Yasama”.
Özerkliği nedeniyle bu iki organın her biri, birbirlerinin elindeki her tür güç
yoğunlaşmasını engelleyebilecekti.
Fransız Devrimi
Fransız Devrimi ya da Fransız İhtilali (1789 -1799), Fransa'daki mutlak
monarşinin devrilip, yerine cumhuriyetin kurulması ve Roma Katolik Kilisesi'nin
ciddi reformlara gitmeye zorlanmasıdır. Avrupa ve Batı dünyası tarihinde bir
dönüm noktasıdır.
Fransız Devrimi, ulusal bilinçlenmenin ve yönetim karşıtı tepkilerin nasıl ortaya
konulabileceğinin en başarılı ve kanlı örneklerinden biridir. Bu yönüyle,
kendinden sonraki devrimlere de esin kaynağı olmuştur ve hâlâ olmaktadır. Yeni
Çağı bitiren, Yakın Çağı başlatan olay olarak kabul edilir. Çünkü bu devrim
sonucunda tüm dünyada milliyetçilik kavramı önem kazanmaya başladı. Ezilen
halklar haklarını aramayı öğrendiler. Halklar, yönetimden korkmamaları
gerektiğini, yönetimlerin güçlerini halklarından aldığını fark ettiler.
Fransa'da monarşik rejimin yıkılıp, yerine
cumhuriyetin kurulmasına neden oldu. Halk, yönetim üzerindeki gücünü fark etti.
Roma Katolik Kilisesini de ciddi reformlar yapmak zorunda bıraktı. Milliyetçik
akımının yayılması, imparatorlukların aleyhine oldu; imparatorluk çatısı
altındaki farklı milletlere mensup halklar ayaklanmaya başladılar. Bu durum,
imparatorlukları bölmeye çalışan kesimlerin de işine geldi, isyan eden halkları
provoke ettiler. Bunun sonucunda da imparatorluklar zayıflamaya ve parçalanmaya
başladılar. Fransız devrimi, sonuçları ve ideolojisiyle, her dünya savaşına da yön
verdi ve bugünün dünyasının oluşmasında da son derece etkili oldu.
Sonraki Gelişmeler
Bilindiği üzere,
İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Müttefiklerin savaşı kazanmalarının
kesinleşeceğinin anlaşılması üzerine, savaşın diktatörlükle yönetilen ülkelerce
başlatıldığı savı ile birçok ülkenin demokrasiye geçmesi savaşın galip ülkeleri
tarafından zorlanmıştır. Bu amaçla, daha savaş bitmeden yapılan bir dizi
görüşme ve konferans ile demokrasinin gelişimi hızlandırılmıştır. Bu arada
ülkemizin de daha demokratik bir düzene geçmesi için zorlandığı herkesin
malumlarıdır. Bu zorlamayı yapan müttefik ülkelerin baş aktörlerinden olan
ABD’nin Cumhurbaşkanı Harry S. Truman
ile İngiltere’nin Başbakanı Sir Winston Churchill,
ayrıca Japonya’nın teslim olması sonrasında bu ülkenin anayasasını hazırlamakla
görevlendirilen Douglas Mc Arthur da
demokrasiye katkı yapanlar arasındadır.
Diğer taraftan,
demokrasinin gelişmesinde önemli bir aşama olan insan haklarının geliştirilmesi
gelmektedir. Bunların başlıcaları;
1776 Virginia İnsan Hakları Bildirgesi, 1791 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları
Bildirgesi ve 1948 İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’dir.
12 Haziran 1776’da yayınlanan “Virginia İnsan Hakları Bildirisi”nin bazı
maddeleri şöyledir: “Madde 1 Tüm insanlar doğuştan
eşit derecede özgür ve bağımsızdırlar. Doğar doğmaz edindikleri belli bazı
hakları vardır; siyasal bir topluluk kurdukları zaman, hiçbir antlaşmayla
gelecek nesilleri bu haklardan yoksun bırakamaz, onları bu haklardan
vazgeçmeleri için zorlayamazlar; yaşama ve özgürlük haklarıyla, mülk edinme ve
sahip olma, mutluluk ve güvenlik arama ve kazanma olanağı da bunların
arasındadır. Madde 2 Tüm güç halkta toplanır ve halktan gelir; yetkili kişiler
halkın vekilleridirler; halk için çalışırlar; halka karşı her zaman
sorumludurlar. ... Madde 5 Devletin yasama ve yürütme güçleri, yargılama
gücünden ayrı ve bağımsız olmalıdır...”
“3 Eylül 1791 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları
Bildirisi”nin bazı maddeleri: “... insanın doğal, devredilemez
ve kutsal haklarının resmi bir bildiri içinde açıklamaya karar
vermişlerdir...Madde 1 İnsanlar, haklar yönünden özgür ve eşit doğarlar ve
yaşarlar. Sosyal farklılıklar ancak ortak yarara dayanabilir. Madde 2 Her
siyasal toplumun amacı, insanın doğal ve zamanaşımı ile kaybedilmeyen haklarını
korumaktır. Bu haklar; özgürlük, mülkiyet, güvenlik ve baskıya karşı
direnmedir. Madde 3 Egemenliğin özü esas olarak ulustadır. Hiçbir kuruluş,
hiçbir kimse açıkça ulustan kaynaklanmayan bir iktidarı kullanamaz. Madde 4
Özgürlük, başkasına zarar vermeyecek her şeyi yapabilmektir. Böylece her
insanın doğal haklarının kullanımı, toplumun diğer üyelerinin aynı haklardan
yararlanmalarını sağlayan sınırlarla belirlidir. Bu sınırlar ise ancak yasa ile
belirlenebilir. ... Madde 11 Düşüncelerin ve inançların serbest iletimi insanın
en değerli haklarındandır. Bu nedenle her yurttaş serbestçe konuşabilir,
yazabilir ve yayınlayabilir, ancak bu özgürlüğün yasada belirlenen kötüye
kullanılması hallerinden sorumlu olur.”
Birleşmiş Milletler Genel Kurulunca 10 Aralık 1948’de kabul edilen ve ülkemizde
27 Mayıs 1949’da Resmi Gazetede yayınlanan İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesi’nin önsözü ve bazı maddeleri: “...İnsanlık ailesinin bütün üyelerinde bulunan haysiyetin ve bunların eşit
ve devir kabul etmez haklarının tanınması hususunun, hürriyetinin, adaletinin
ve dünya barışının temeli olmasına, ... Madde 1: Bütün insanlar hakları ve onurları eşit ve
özgür olarak doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler ve birbirlerine karşı
kardeşlik duyguları ile davranmalıdırlar. Madde 2: Herkes, ırk, renk, cins, dil, din, siyasal veya
diğer bir inanç, ulusal ya da toplumsal köken, servet, doğuş ya da herhangi
başka bir durumdan dolayı ayrıma uğramadan, bu bildiride ilan olunan hak ve
özgürlüklerden yararlanma hakkına sahiptir. ...”
İnsan Hakları
Evrensel Beyannamesini hazırlayan komisyonun başkanı A.B.D. Cumhurbaşkanı Franklin
D. Roosevelt’in eşi Bayan Roosevelt’tir.
Demokrasinin Kendi Ülkemizde Gelişmesinde Temel Olaylar
Tanzimat Fermanı
3 Kasım 1839'da okunan Tanzimat Fermanı,
Türk tarihinde demokratikleşmenin somut ilk adımıdır. Aslen II. Mahmut
döneminde planlanmasına rağmen, II. Mahmut'un ölümünün ardından oğlu Abdülmecit
döneminde dışişleri bakanı Mustafa Reşit Paşa tarafından okunmuştur. Gülhane
Parkı'nda okunması nedeniyle, Gülhane Hatt-ı Hümayunu veya Tanzimat-ı
Hayriye de denir.
Fermanda başlıca tüm
vatandaşların can ve mal güvenliğinin sağlanması, yargılamada açıklık, vergide
adalet, erkeklere dört yıl mecburi askerlik, rüşvetin ortadan kaldırılması konularına
değinilmektedir. Tanzimat Fermanı bir nevi vatandaş hakları beyannamesi olarak
ortaya çıkmış ve özetle şöyle denilmektedir:“Devletimizin ve ülkemizin iyi bir biçimde
yönetilmesi için bundan böyle bazı yeni yasalar çıkarılması gerekli görüldü.
... Söz konusu yasaların başında can güvenliği; ırz, namus ve malın korunması;
vergi toplanması; halkın askere alınıp silâhaltında tutulma süresi gibi
hususlar gelmektedir. ... Can, ırz ve namus konularında, ülkemizin tüm halkına
şeriat yasaları gereğince güvence verilmiştir.”.
Bu ferman sayesinde padişahların yetkileri
meclislere ya da kişilere devredilmiştir. Buradaki amaç, iktidarı saraydan alıp
bürokrasiye vermek ve devlet yönetiminde merkezileşmeyi sağlamaktı. Fermanda
verilen bütün sözlerin tamamen yerine getirilememesine rağmen bu çabalar, çağdaşlaşmaya ve cumhuriyet fikrine önayak olmuştur.
Tanzimat bugün bile bazı çevrelerce, Batı taklidi
olarak nitelendirilip, gayrimüslimlere verilen haklar nedeniyle imparatorluk
sınırları içerisinde daha sonradan meydana gelecek azınlık isyanlarına neden
olduğu söylense de, İmparatorluğun birçok alanda yenileşme ve demokratikleşme
çabası olarak göze çarpar. Tanzimat döneminde bugüne kadar uzanan kurumların ve
yapıların kökleri atılmıştır.
Sayın Baki Öz, İttihat ve Terakki ve Bektaşiler
adlı eserinde bu etkiyi şöyle açıklamaktadır: “Tanzimat’la başlayan demokratikleşme ve Batılılaşma süreci Yeni
Osmanlılarla parlamentarizmi ve anayasalı sistemi istemeye dönüşmüştür. Bu
eğilim, 1880’lerden itibaren 2. Abdülhamit’e tepki içerisinde oluşan Jön / Genç
Türk hareketiyle doruğa çıkar. Hareket, 1890’lardan itibaren siyasal örgüt ve
partileşme durumuna dönüşür. Bu aşamada, İttihat ve Terakki partisi doğar.
Hareket, geniş kamu yığınları arasında yayılan ve devleti yönetmeye çalışan
İttihat ve Terakki hareketiyle ise, artık uygulama aşamasına ulaşmıştır.”
Prof. Dr. Şerif
Mardin: “Türkiye’de Din ve Siyaset (Makaleler-III), İletişim Yayınları,
İstanbul 1991: 274.]” adlı eserinde “...
Tanzimat sonrası giderek Türkiye toplumunun ortak düşünsel değerleri olmaya
başlayan laiklik, hoşgörü, evrensellik, ulusçuluk, demokrasi, akılcılık,
bilimcilik, özgürlük ve özgür düşüncecilik genellikle bu kapılardan içeri
girmiş.” der.
I. Meşrutiyet
Birinci Meşrutiyet, Osmanlı İmparatorluğu’nda 1876 yılında ilan edilen anayasal yönetime
denir.
Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşanan ekonomik sıkıntıların yanı sıra, özellikle
1789 Fransız Devrimi'nin etkisiyle yayılan özgürlükçü düşünceler ve ulusçuluk
akımı, imparatorluğu sarstı. Diğer taraftan 1860’larda bir aydın hareketi
olarak Yeni Osmanlılar ortaya çıktı. Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi aydınlar,
Avrupa ülkelerindeki anayasal monarşilerden etkilenerek Osmanlı
İmparatorluğu’nun meşrutiyetle yönetilmesi gerektiğini savundular. Bu çabalar
sonucunda, Mithat Paşa ve arkadaşları 30 Mayıs 1876'da Abdülaziz'i tahttan
indirerek yerine V. Murat'ı geçirdiler. Ne var ki, V. Murat aydınların ve
ilerici devlet adamlarının istediği reformları yapabilecek biri olmasına rağmen
ruh sağlığı bozulduğu için tahtan indirildi, yerine II. Abdülhamit meşrutiyeti
ilan edeceği sözünü vererek padişah oldu.
1876 Anayasası olarak da bilinen Kanun-i Esasi, aslında padişahın
egemenlik haklarına bir kısıtlama getirmiyordu. Yürütme yetkisini tümüyle
elinde tutan padişah, sadrazam ve vekilleri (bakanları) istediği gibi atayıp
görevden alabiliyordu. Meclisin vekiller üzerinde denetim yetkisi yoktu.
Padişah, istediğinde meclisi kapatma ve yeniden seçimlere götürme yetkisine de
sahipti. Ayrıca padişah, "kamu
yararı için" gerekli gördüğü kişileri sürgüne gönderebilirdi.
II. Meşrutiyet
İkinci Meşrutiyet, Osmanlı İmparatorluğu’nda ikinci kez anayasal yönetime geçmesine denir.
II. Abdülhamit'in
baskıcı yönetimine karşı, meşrutiyet yönetiminin yeniden kurulmasını isteyen
gizli muhalefet hareketi ortaya çıktı. Jön Türkler adı verilen aydınlar II. Abdülhamit'e
karşı özellikle yurtdışında mücadeleye giriştiler. Jön Türk hareketi, özellikle
Rumeli’deki askeri çevreleri de etkiledi. En güçlü Jön Türk hareketi olarak
İttihat ve Terakki Cemiyeti kuruldu. İttihat ve Terakki Cemiyeti Abdülhamit'e
karşı Rumeli’de güçlü bir muhalefet başlattı. Yüzbaşı Resneli Niyazi Bey, II. Abdülhamit'in baskıcı yönetimine
karşı baş kaldırarak taburuyla birlikte Manastır’da dağa çekildi. Onu Binbaşı
Enver Bey (Enver Paşa) izledi. Ardından İttihatçılar 23 Temmuz 1908 sabahı Selanik
hükümet konağını işgal ettiler. Ayaklanmanın tüm ülkeye yayılacağından çekinen
II. Abdülhamit, aynı gün İkinci Meşrutiyet'i ilan etmek zorunda kaldı.
Seçimlerin ardından oluşan yeni Meclis-i Mebusan 17 Aralık 1908'de
padişahın nutkuyla açılarak çalışmalarına başladı. Ama meclisin çalışmaları bu
kez de dinci çevreler ile İttihatçı karşıtlarının 13 Nisan 1909’da İstanbul'da
ayaklanmasıyla kesintiye uğradı. 31 Mart Olayı olarak anılan bu ayaklanma,
Selanik'ten gelen Hareket Ordusu tarafından 24 Nisan 1909'da bastırıldı. 27
Nisan'da yeniden toplanan meclis, II. Abdülhamit'i bu ayaklanmadan sorumlu
tutarak tahttan indirilmesine ve yerine V. Mehmet Reşat’ın geçirilmesine karar
verdi. Ardından 1876 Anayasası olarak da bilinen Kanun-i Esasi üzerinde değişiklikler
yaparak siyasal ve hukuksal kurumları yeniden düzenledi.
Yeni anayasa padişahın yürütme yetkisini büyük
ölçüde sınırlıyordu. Artık vekiller heyeti meclise karşı sorumluydu. Ayrıca
meclisin hükümetin çalışmalarını denetleme yetkisi vardı. Meclisten güvenoyu
alamayan vekillerin ve hükümetin görevi sona eriyordu. Gerek Meclis-i Mebusan
gerekse Meclisi-i Âyan, vekiller heyetinin yanı sıra yasa çıkarılmasını
önerebiliyordu. Meclis başkanını padişah değil, meclisin kendisi seçiyordu.
Padişaha meclisi kapatma yetkisi tanınmakla birlikte, bu yetki hem koşullara
bağlamış, hem de üç ay içinde yeni seçimlerin yapılması zorunlu hale
getirilmişti. İkinci Meşrutiyet dönemi ağırlıklı olarak İttihat ve Terakki
hükümetlerinin yönetiminde geçti. Devlet yönetiminde İttihat önderleri Enver
Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa etkili oldular.
İttihat ve Terakki
Burada adı önce
İttihat ve Terakki Cemiyeti daha sonra İttihat
ve Terakki Fırkası olan oluşumdan da kısaca bahsetmek istiyorum.
İttihat ve Terakki
Cemiyeti, Osmanlı Devleti'nde 1908 Devrimi'ne önayak olan
ve 1908 -1918 arasında - kısa kesintilerle - imparatorluk yönetimine hâkim olan
siyasi hareket. İttihat ve Terakki Fırkası olarak da anılmıştır. Batı
dillerinde daha çok Jöntürkler olarak adlandırılır.
İttihat ve Terakki
Cemiyeti’nin başlangıcı, 21 Mayıs 1889’da İstanbul Askeri Tıbbiye
Mektebi'nde İttihad-ı Osmanî adıyla II. Abdülhamit yönetimine karşı
kurulan bir gizli örgüttür. Bu örgütün ilk üyeleri İbrahim Temo (kurucudur),
Abdullah Cevdet, İshak Sükûti ve Ali Hüseyinzade’dir. İstanbul'da polis
baskısının artması üzerine yurt dışına çıkarak Paris'te örgütlenen örgütün
başkanlığına Ahmet Rıza Bey seçilmiştir.
İttihat ve Terakki, Türkiye’de kurulan ilk kitlesel siyasi partidir. 1913 -1918 yılları
arasında parlamentodan diğer partileri dışlayarak kurduğu rejim, yeryüzündeki
Tek Parti Rejimleri'nin ilki olarak değerlendirilir. Bu cemiyet Avrupa'nın
Rusya gibi birçok büyük devletinden daha önce Osmanlı Devleti'nde parlamentoyu
kurarak, demokrasinin tohumlarını ekmiştir.
İttihat ve Terakki örgütü 1919 -1922 arasındaki
Türk Ulusal Direnişinin çekirdeğini teşkil etmiştir. 1923'te kurulan Türkiye
Cumhuriyeti'nin yönetici kadrolarının tümüne yakını da bu örgüte mensuptur.
Ancak örgütün 1918'de kendini feshetmesinden sonra eski lider kadrosu ile
Mustafa Kemal önderliğindeki yeni kadro ayrışmış, Cumhuriyetin kurucuları
İttihat ve Terakki ile irtibatlandırılmayı ve "İttihatçı" olarak tanınmayı kesinlikle reddetmişlerdir. İttihat
ve Terakki'nin başlıca siyasi liderleri Enver, Talat, Cemal ve Sait Halim
Paşalardır. Dördü de 1918'de kaçtıkları yabancı ülkelerde 1920 -21 yıllarında
kuşku uyandıran bir şekilde öldürülmüştür.
Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Devrimleri
Türkiye Cumhuriyeti,
1919 – 1922 yılları arasında süren Türk Kurtuluş Savaşı’nın ardından, Mustafa
Kemal önderliğinde 1923'te kurulmuştur. Laik, demokratik, sosyal bir hukuk
devleti yönetim anlayışı vardır. Yönetim yapılanmasında kuvvetler ayrımı esası alınmıştır.
Yasama işlerini Türkiye Büyük Millet Meclisi, yürütme işlerini Hükümet, yargı
işlerini ise bağımsız mahkemeler yapmaktadır. Türkiye'de 1923'te cumhuriyetin
ilanı ile devlet başkanı cumhurbaşkanı sıfatını almıştır. Cumhurbaşkanı
devletin başı ve başkomutandır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyeti'ni ve Türk
Milleti'nin birliğini temsil eder. Anayasanın uygulanmasını, devlet
organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir. Bu kısa özette de
görüleceği üzere modern Türkiye’nin kurucuları, daha önce İngiltere, Amerika ve
Fransa’da örneğini gördüğümüz temel ilkeleri yönetim anlayışına dâhil etmiştir.
Türk Devrimlerini “Siyasal”, “Toplumsal Yaşayışın Düzenlenmesi”, “Hukuk” ve “Eğitim ve
Kültür” olmak üzere dört grupta toplayabiliriz. Bunlar;
Siyasal Devrimler
Saltanatın
kaldırılması (1 Kasım 1922)
Cumhuriyet'in ilanı (29 Ekim 1923)
Halifeliğin kaldırılması (3 Mart 1924)
Toplumsal Yaşayışın
Düzenlenmesi
1. Şapka İktisası (giyilmesi) Hakkında Kanun (25 Kasım 1925)
2. Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine (kapatılmasına) ve
Türbedarlıklar ile Birtakım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun (30 Kasım
1925)
3. Beynelmilel (uluslararası) Saat ve Takvim Hakkındaki Kanunların Kabulü
(26 Aralık 1925). Kabul edilen bu kanunlarla Hicri ve Rumi Takvim uygulaması
kaldırarak yerine Miladi Takvim, alaturka saat yerine de uluslararası saat
sistemi uygulaması benimsenmiştir.
4. Beynelmilel (uluslararası) Erkamın (Rakamların) Kabulü Hakkındaki Kanun
(20 Mayıs 1928)
5. Ölçüler Kanunu (1 Nisan 1931). Bu kanunla ölçü birimi olarak uygar
ulusların kullandıkları metre, kilogram ve litre kabul edilmiştir.
6. Lakap ve Unvanların Kaldırıldığına Dair Kanun (26 Kasım 1934)
7. Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun (3 Aralık 1934). Bu kanunla
din adamlarının, hangi dine mensup olurlarsa olsun, mabet ve ayinler dışında
ruhani kisve (giysi) taşımaları yasaklanmıştır.
8. Soyadı Kanunu (21 Haziran 1934)
9. Kemal Öz Adlı Cumhurreisimize Atatürk Soyadı Verilmesi Hakkında Kanun
(24 Kasım 1934)
10. Kadınların medeni ve siyasi haklara kavuşması:
-
Medeni Kanun'la sağlanan haklar (17 Şubat 1926)
-
Belediye seçimlerinde kadınlara seçme ve seçilme
hakkı tanıyan kanunun kabulü (3 Nisan 1930)
-
Anayasa'da yapılan değişikliklerle kadınlara
milletvekili seçme ve seçilme hakkının tanınması (5 Aralık 1934)
Hukuk Devrimi
1. Şeriye Mahkemelerinin Kaldırılması ve Yeni Mahkemeler Teşkilatının
Kurulması Kanunu (8 Nisan 1924)
2. Türk Medeni ve Borçlar Kanunu (17 Şubat 1926)
3. Ceza Kanunu (1926)
4. Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu (1927)
5. Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu (1929)
6. İcra ve İflas Kanunu (1923)
7. Kara ve Deniz Ticareti Kanunu (1926, 1929)
8. Dini hukuk sisteminden ayrılarak laik çağdaş hukuk sisteminin
uygulanmasına başlanmıştır.
Eğitim ve Kültür Alanında Yapılan Devrimler
1. Tevhid - i Tedrisat (Öğretimin Birleştirilmesi) Kanunu (3 Mart 1924). Bu
kanunla Türkiye dâhilindeki bütün bilim ve öğretim kurumları Milli Eğitim
Bakanlığı'na bağlanmıştır.
2. Yeni Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun (1 Kasım 1928)
3. Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti'nin Kuruluşu (12 Nisan 1931). Cemiyet daha
sonra Türk Tarih Kurumu adını almıştır (3 Ekim 1935). Kültür alanında yeni bir
tarih görüşünü ifade eden kurumun kuruluşu ile ümmet tarihi anlayışından millet
tarihi anlayışına geçilmiştir.
4. Türk Dili Tetkik Cemiyeti'nin Kuruluşu (12 Temmuz 1932). Cemiyet daha
sonra Türk Dil Kurumu adını almıştır (24 Ağustos 1936). Kurumun amacı, Türk
dilinin öz güzelliğini ve zenginliğini meydana çıkarmak, onu dünya dilleri
arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmektir.
5. İstanbul Darülfünunu'nun kapatılmasına, Milli Eğitim Bakanlığı'nca yeni
bir üniversite kurulmasına dair kanun (31 Mayıs 1933). İstanbul Üniversitesi 18
Kasım 1933 günü öğretime açılmıştır.
Toplamı 26 adet olan
devrimlerin tamamı demokrasinin geliştirilmesine zemin hazırlayan alanlarda
(siyasal, toplumsal, hukuksal ve eğitim) olmuştur.
Türk Aydınlanması ve Çağdaşlaşmasında Bazı Temel Taşlar
Türk insanının
aydınlanması, çağdaşlaşmasında ve demokrasimizin bugünkü seviyesine ulaşmasında
emeği geçen bazı şahıslardan söz etmek istiyorum. Burada Yüce Atatürk ve onun
yakın arkadaşı İsmet İnönü’nün katkıları herkesçe bilindiğinden ben
diğerlerinden bahsedeceğim. Bunlar tarihsel sıralamaya göre; Yirmisekizinci Mehmet Çelebi, İbrahim
Müteferrika, Koca Mustafa Reşit Paşa, Namık Kemal, Mithat Paşa, Talat Paşa,
Mustafa Necati, Hasan Ali Yücel’dir. Burada sayamadığım daha birçok demokrasi
kahramanlarının katkılarını saygıyla anmak istiyorum.
Yirmisekizinci Mehmet Çelebi (? – 1732)
Asıl adı Mehmet
Faiz’dir. Edirne yakınında doğdu, Lefkoşa’da öldü. Gençliğinde Yirmisekizinci
Yeniçeri Ortası’na girdi ve kısa zamanda yükselerek yeniçeri efendiliği,
darphane nazırlığı, üçüncü defterdarlık, 1718 Pasorafça Antlaşması’nı imzalayan
Osmanlı kurulunda ikinci delegelik gibi önemli görevlerde bulundu. Fransa ile
dostluk ilişkilerini geliştirmek, Avusturya ve Venedik’e karşı Fransa ve
İspanya ile bir bağlaşma kurmak gibi amaçlarla 1720’de Fransa’ya fevkalade elçi
olarak atandı. Fransa’nın siyasi işbirliğine yanaşmaması ve yeni ticari
ayrıcalıklar elde etmeye çalışması üzerine 8 Ekim 1721’de İstanbul’a döndü ve
Divan-ı Hümayun’daki görevini sürdürdü. 1730 Patrona Halil ayaklanmasından
sonra Kıbrıs’a sürüldü.
Elçiliği sırasında
yazdığı Sefaretname ilk kez bir Avrupa devleti başkentinde yaşayan bir
Osmanlı’nın, Batı’nın yaşam biçimi karşısındaki tutum ve düşüncelerini
yansıtması bakımından önemlidir. İstanbul’dan ayrıldığı günden dönüşüne değin
yaşadıklarını, gördüğü teknik yenilikleri, Fransa Kralı XV. Louis ile
ilişkilerini, Paris’te gezdiği önemli kültürel, dini, askeri, siyasi kurumların
özlü bir tanıtımını, kendine özgü bir üslupla anlatmaktadır. Yapıt, ilk
Batılılaşma çabalarına öncülük etme niteliği de kazanmış, Lale Devri’ndeki
yenilik hareketlerinde, 1728’de matbaanın kurulmasında, Batı tekniklerinin
getirilip uygulanmasında etkili olmuştur. Bu yönüyle de önemli bir tarihi
belgedir.
İbrahim Müteferrika (1670 – 1745)
Macaristan’ın Erdel
bölgesinde Kolozsvar’da (bugün Romanya’da Cluj) doğdu. Teslis inancını yadsıyan
ve İslamiyet’e yakın olan Unitarizm’lerin yönettiği bir manastırda tanrıbilim
okudu. Osmanlı uyruğunu seçerek 1688’den önce Müslüman olduğu anlaşılmaktadır.
Önce 1710’da yazdığı Risale-i İslamiye
adlı yapıtıyla dikkati çekti. Yapıt Katoliklik’e ve Papalık’a ve teslis
inancına karşı yönelttiği eleştirileri içermektedir. Ardından devlet hizmetine
girerek müteferrika oldu. Tercümanlık ve komiserlik görevlerinde bulundu.
1715’de Viyana’ya, 1716’da Belgrat’a gönderildi. Avrupa’da bulunduğu sırada
yayımcılık ve yeni baskı teknikleri konusunda gözlemlerde bulundu.
Siyasal
etkinliklerinden çok yayımcı, basımcı kişiliğiyle tanınmıştır. 1726’da Said Mehmet
Efendi ile birlikte basımevinin gerekliliğini, yararlarını anlattığı Vesiletü’t-Tıbaa adlı dilekçesiyle
basımevi kurmak için ferman ve fetva isteğinde bulundu. Osmanlı Devleti’nde
Türkçe basım yaklaşık 250 yıllık bir gecikme ile İbrahim Müteferrika’nın
kurduğu basımevinde başlamıştır. Bu gecikme Osmanlı İslam kültürünün dışa
kapalılığının yanında iktisadi, siyasal ve teknik nedenlerden de
kaynaklanıyordu. Dinsel bilimlere ilişkin kitapların basımı yasaklanmıştır.
İlk olarak 31 Ocak
1729’da Vankulu Lügati’nin basımı
gerçekleştirildi. Çıkan kitapların dil, tarih, coğrafya, pozitif bilimler, askerlik
konularında olduğu görülmektedir. Kitapların seçiminde Osmanlı Devleti’nin bir
yandan Doğu’yla öte yandan Avrupa devletleriyle ilişkilerinin tarihini
inceleyerek kendini aydınlatma eğilimi de sezilmektedir. İbrahim
Müteferrika’nın yönetiminde basımevinde 17 yapıt basılmıştır. Toplam baskı
sayısı 13.200’dür. Bastığı bilimsel yapıtların en önemlisi Kâtip Çelebi’nin Cihannüma’sıdır.
İbrahim Müteferrika
Osmanlı düzeninin çağdaşlaştırılmasına ilişkin öneriyle de dikkati çekmiştir.
Basımcılıktaki yaygın ünü kişiliğinin bu yönünü gölgelemiştir. 1731’de I.
Mahmud’a sunduğu Usulü’l-Hikem fi
Nizamü’l-Ümem (Ulusların Üzerine Akıl İlkeleri) adlı yapıtında ilk kez “Nizami Cedid” terimini kullanmış ve
işlemiştir.
Koca Mustafa Reşit Paşa (13 Mart 1800 – 7 Ocak 1858)
Osmanlı devlet adamı
ve diplomatıdır. Altı kez sadrazamlık yapmış, Tanzimat Fermanı olarak da
bilinen Gülhane Hatt-ı Hümayunu adlı reform programının hazırlanmasında ve
uygulanmasında önemli rol oynamıştır.
Osmanlı Devleti tarihinin bir dönüm noktası olan Tanzimat Fermanını 1839
tarihinde Gülhane Parkı’nda ilan etti. Bu ferman ile Osmanlı Devleti’nin
kişilerin doğal hak ve özgürlüklerine saygılı, Batı uygarlıklarına ayak
uydurmayı ilke edinen bir hukuk devleti olduğunu dünyaya duyuruyordu.
Özellikle yönetim,
ticaret ve eğitim alanlarında köklü yenliklere yöneldi. Her türlü işkenceyi
yasaklayan bir ferman yayımladı. Mekatib-i Umumiye Nezareti (ilk merkezi eğitim
örgütü) kuruldu. Encümen-i Danış’ın (Bilimler Akademisi) oluşturulması
gerçekleştirildi.
Zamanımızda eleştirileri hala devam eden, İngiltere ile Osmanlı topraklarında
ticaretin serbest bırakılmasını öngören Balta Limanı Anlaşması’nı imzaladı.
Mithat Paşa (18 Ekim 1822, İstanbul– 7/8 Mayıs 1884 Taif, Suudi
Arabistan)
Mithat Paşa Osmanlı İmparatorluğu’nun
yetiştirdiği en büyük devlet adamlarından biridir.
İdare, maliye ve eğitim alanlarında çeşitli reformlar yapmış, mutlak monarşiden
anayasal monarşiye geçişte önemli rol oynamıştır. Başarılı reformlarından
dolayı, Sultan Abdülaziz tarafından uygulamaları doğrultusunda genel bir reform
programı hazırlamakla görevlendirildi. Osmanlı idari düzenini yeniden
belirleyen Vilayet Nizamnamesi’nin
uygulanmasına (1864 – 1867) öncülük etti. Vilayet merkezinden köylere kadar
yeni meclisler, bayındırlık, fen ve eğitim işlerine bakacak daire müdürlükleri
oluşturdu.
Ziraat Bankası’nın
çekirdeğini oluşturan Memleket Sandığı’nı kurdu. Sivil teknik okulları
yaygınlaştırdı. Meclis-i Vala-yı Ahkâm-ı Adliye’yi yeniden düzenlemekle
görevlendirildi. Meclisin idari ve yargısal işlevlerini birbirinden ayırarak
Şura-yı Devlet ve Divan-ı Ahkâm-ı Adliye’i kurdu. Şura-yı Devlet başkanı olarak
eğitim ve maliye gibi alanlarda yeni nizamnameler hazırladı. İstanbul Emniyet
sandığı’nın ve ilk sanayi mektebinin kurulmasına öncülük etti.
Birlikte hareket eden
Mithat Paşa ve arkadaşları 1876’da Sultan Abdülaziz’i tahtan indirerek V. Murat’ı
geçirdiler. V. Murat’ın hastalığı nedeniyle, yerine, Kanun-i Esasi ilanını ve meşruti yönetime geçmeyi kabul eden II. Abdülhamit
tahta çıkarıldı (31 Ağustos). II. Abdülhamit tarafından sadrazamlığa atanan Mithat
Paşa, uzun süreden beri üzerinde çalıştığı ve Ziya Paşa ile Namık Kemal’in
katkılarıyla tamamladığı anaysa taslağını padişaha sundu. “Kanun-u Cedid” adlı bu taslağı geri çeviren II. Abdülhamit,
Fransız Anayasası’nı çevirterek yeni bir taslak hazırlattı ve padişaha
“tehlikeli kişileri” sürgüne gönderme yetkisi veren ünlü 113. maddeyi de
ekletti. Kanun-i Esasi olarak
bilinen anayasa son şeklini aldıktan sonra 23 Aralık 1876’da ilan edildi.
II. Abdülhamit, Mithat
Paşa’nın saraya karşı tutumundan rahatsızdı ve amcası Abdülaziz’in
öldürülmesinde onun rolü olduğuna inanıyordu. Yıldız Mahkemesi olarak bilinen
yargılamada Abdülaziz’in ölümünden suçlu bulunarak ölüme mahkûm edildi, sonra cezası
ömür boyu hapse çevrildi ve Taif’e sürüldü. II. Abdülhamit’in emriyle orada
öldürüldü. 1951’de kemikleri İstanbul’a getirilerek Hürriyet Tepesindeki
şehitliğe gömüldü.
Namık Kemal ( 21 Aralık 1840, Tekirdağ – 2 Aralık 1888, Sakız)
Namık Kemal büyük
hürriyet ve vatan şairimiz, fikir adamımızdır.
Osmanlı şair ve yazarıdır. Türk milliyetçi hareketini ve Jön Türkleri
etkilemiş, Türk edebiyatının Batılılaşmasına önemli katkısı olmuştur. Batılı
düşünceleri ile tanınan Tasvir-i Efkâr’ın
yayın yönetmeni ve yazarı Şinasi’nin
etkisinde kaldı. Şinasi Fransa’ya kaçınca Tasvir- Efkâr’ın yönetmenliği de
kendisine kaldı. 1867’de bir yazısından dolayı Erzurum’a görevle sürgüne
gönderildi, ama görev yerine gitmeyerek Ziya Paşa’yla birlikte Paris’e kaçtı. Abdülaziz’in
Fransa’yı ziyareti sırasında Fransız hükümetinin ülkeyi terk etmesini istemesi
üzerine Ali Süavi ile birlikte Londra’ya gitti. Burada önce Yeni Osmanlıların
çıkardığı Muhbir’de yazdı, sonra da
yine Yeni Osmanlıların parasal desteğiyle Hürriyet’i
çıkardı. Bu gazetede “Hubbü’l-Vatan mine’l İman” başlığı altında imzasız olarak
padişahın iradesini sınırlayacak bir parlamentonun oluşturulması düşüncesini
savundu.
1872’de İstanbul’a
döndü bazı arkadaşları ile yeniden yayınlamaya başladığı İbret gazetesinde yönetimi eleştiren yazıları nedeniyle gazete
kapattırıldı ve Namık Kemal Gelibolu mutasarrıflığı görevi ile uzaklaştırıldı.
Bu arada ünlü oyunu Vatan yahut Silistre’yi
(1873) yazdı. Bu oyun Gedikpaşa Tiyatrosunda sahnelendiğinde halkı coşturarak
olaylara yol açması üzerine Magosa’ya sürgüne gönderildi. Namık Kemal
yapıtlarının çoğunu üç yılı aşkın süre kaldığı Magosa’da yazdı. Abdülaziz’in
tahtan indirilmesinden sonra İstanbul’a geldi ve Şura-yı Devlet üyeliğine
getirildi. Kanun-i Esasi’yi hazırlamakla görevli “Kanun-i Esasi Encümeni” adlı kurulda görevlendirildi. I.
Meşrutiyet’in ilanından sonra, meşrutiyetin hazırlayıcılarını tek tek merkezden
uzaklaştıran II. Abdülhamit’in emriyle tutuklanıp mutasarrıflık görevleriyle
önce Midilli’ye sonra sırasıyla Rodos ve Sakız’a sürüldü.
Bir sosyal reformcu
olan Namık Kemal, “vatan” ve “hürriyet” fikirlerinin birleştiricisi
olarak tanınır. Batı’dan alınan bu iki kavramı Türkçeye sokan da Namık
Kemal’dir.
Mustafa Necati (1894 – 1 Ocak 1929)
Eğitimci ve devlet
adamı olan Mustafa Necati Kurtuluş Savaşı sırasında İzmir ve Balıkesir
yöresinde silahlı direnişe katıldı; ayrıca Balıkesir’de “İzmir’e Doğru”
gazetesini çıkardı. Nisan 1920’de Saruhan (Manisa) mebusu olarak I. TBMM’ne
girdi. Müdafaa-i Hukuk grubu kâtipliği, Sivas, Kastamonu ve Amasya İstiklal
Mahkemeleri’nde üyelik ve başkanlık yaptı. 1923 ve 27’de İzmir mebusu olarak
yeniden TBMM’ne girdi; mübadele, imar-iskân ve adliye vekilliklerinde bulundu.
1925’te maarif
vekilliği sırasında öğretmen okullarının yeniden düzenlenmesi ve
geliştirilmesine ağırlık verdi. Gazi
Eğitim Enstitüsü’nün kurulmasına Tevhid-i
Tedrisat Kanunu’nun etkin biçimde uygulanmasına öncülük etti. Heyet-i
İlmiye, Talim ve Terbiye Kurulu, Maarif Eminliği gibi kuruluşlarla Milli Eğitim
Vekâleti’nin üst kademe örgütlenmesini gerçekleştirdi. Harf devriminde etkin
rol oynadı. Yeni harflerin kullanılmasını yaygınlaştırmaya yönelik yoğun çaba
harcadı.
NOT: 2 Kasım 2004 yılında
ABD’nde Başkanlık seçimlerinin yapıldığı gün yurda dönüyordum. Okuduğum bir
gazetede bir istatistikî bilgi vardı. ABD’de oy verme oranı eğitim seviyesi ile
doğru orantılı idi. Diğer bir deyişle, eğitim seviyesi yükseldikçe oy verme
oranı da artıyordu. Oysa bu durum bizde tam tersi idi. Bu da eğitimli
insanların kendi yöneticilerini daha bilinçli seçeceği, dolaysı ile demokrasiye
daha bilinçli sahip çıkacağının bir kanıtı idi. Mustafa Necati’nin
okuryazarlığı artırma gayretinin ülkemizdeki demokrasileşme bilincine katkısı
bu anlamda düşünülürse, bu şahsın hizmetlerinin büyüklüğü anlaşılmış olacaktır.
Hasan Ali Yücel (16 Aralık 1897, İstanbul – 26 Şubat 1961)
Türk eğitimci ve devlet adamıdır. Etkin bir kültür
ve milli eğitim siyaseti uygulamıştır.
1921’de Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nü bitirdi. İzmir ve İstanbul 'da
edebiyat ve felsefe öğretmenliği, müfettişlik, genel müdürlük, İzmir
milletvekilliği ve Milli Eğitim Bakanlığı (1938–1946) yaptı. 1955 – 1960 arasında İş Bankası Kültür Yayınları’nı
yönetti. 1958’de UNESCO Türkiye Milli Komisyonu üyeliğine, 1961’de Kurucu
Meclis üyeliğine seçildi.
Eğitim ve kültür alanında yaratıcı ve üretken bir
döneme damgasını vurdu. 1939’da ilk Maarif Şurası’nı toplayarak bir eğitim
planı yaptı. 1940’da Tonguç önderliğinde Köy Enstitülerinin kurulmasını
sağlayarak ilköğretimde, çeşitli meslek okulları açtırarak teknik eğitimde
önemli adımlar atılmasına öncülük etti. Bakanlığa bağlı bir tercüme bürosu
kurdurarak dünya klasiklerinden oluşan 496 ciltlik bir kütüphane oluşturdu. 13
Haziran 1946’da Üniversiteler Yasasının çıkarılmasında etkin rol oynadı ve kendi
yetkilerini üniversiteye devreden ilk bakan oldu. Ahlak Şurası, Neşriyat
Kongresi, Tercüme Kongresi’ni, Gramer Komisyonu’nu toplayarak ilgili konularda
yeni ilkeler belirledi. Ortaöğretimde birlik ve yükseköğretimle uyumluluğu,
devlet tiyatro ve operasının kurulmasını, güzel sanatların desteklenmesini, çok
sayıda sanat ve eğitim dergisinin, ansiklopedilerin yayımlanmasını
gerçekleştirdi.
Sonuç
Çağdaş demokrasi
anlayışı Aydınlanma Düşüncesi ile Ortaçağ Avrupa’sı kurumları tarafından
geliştirildi. İnsanlığın bu muhteşem projesinin dünyadaki temel aşamaları;
İngiliz Devrimi, Amerikan Bağımsızlık Savaşı ve Fransız Devrimidir. Bunlardan
ilki kansız, diğerleri ise kanlı olmuştur. Ülkemizde ise demokrasinin bugünkü
düzeyine gelinceye kadar geçirdiği temel aşamalar; Tanzimat Fermanı, I. ve II.
Meşrutiyet ile Türk Devrimidir. Demokrasinin bugünkü seviyesine gelmesinde çok
büyük emek ve fedakârlıkları olan ve bu uğurda yaşamlarını veren bütün büyük
insanları saygı ile anıyorum.
Not: Bu makale,
02 Ekim 2007 tarihinde Osman Karadağ tarafından Ankara’da bir kurumda yapılan
sunumdan özetlenmiştir.
Ana Britannica, Cilt 7, 15nci Basım 1987, s. 107)
Türk Dil Kurumu Felsefe Terimleri Sözlüğü
Düşünce Tarihi, Orhan Hançerlioğlu, Üçüncü Basım, 1977, Remzi Kitabevi, s. 225,
226
Batı Felsefesi Tarihi, Bertrand Russell, Cilt 3, Modern Çağ – Yeni Çağ, İkinci
Basım, 1973, Bilgi Yayınevi, s. 187
Ana Britannica, Cilt 7, 15nci Basım 1987 (Sayfa 107)
Aydınlanma Düşüncesi, Ahmet Çiğdem, İletişim
Yayınları, 5. Baskı, 2006, s. 13
1.
Cesare, Marquis of Beccaria, 2. George
Berkeley, 3. Bernard Bolzano, 4. Dimitrie
Cantemir, 5. Samuel Clarke, 6. Marquis de Condorcet, 7. Pieter de la Court, 8. Cornelius de
Pauw, 9. Denis Diderot, 10. Eugenio
Espejo, 11. Hugo Grotius, 12. Claude Adrien Helvétius, 13. Johann Gottfried Herder, 14. Henry Home, Lord Kames, 15. David Hume,
16. Francis Hutcheson
(philosopher), 17. Thomas Jefferson, 18.
Immanuel Kant,
19. Antioch Kantemir, 20. Adriaan
Koerbagh, 21. Hugo Kołłątaj, 22. Gottfried
Leibniz, 23. Gotthold Ephraim Lessing, 24. John Locke,
25. Jakob Lorber,
26. Gabriel Bonnot de Mably, 27. Nicolas Malebranche, 28. Sylvain Maréchal, 29. Moses
Mendelssohn, 30 .Charles de Secondat, baron de
Montesquieu, 31. Henry More, 32. Richard Price,
33. Daniel
Raymond, 34.
Thomas Reid, 35. Jean-Jacques
Rousseau, 36. Friedrich Schiller, 37. Friedrich Daniel Ernst, 38. Mikhail
Shcherbatov Schleiermacher, 39. Hryhori
Skovoroda, 40. Adam Smith, 41. Times obituary of Adam Smith, 42. Baruch
Spinoza, 43. Stanisław Staszic, 44. Dugald
Stewart, 45. Emanuel Swedenborg, 46. Christian Thomasius, 47. Franciscus van den Enden, 48. Giambattista Vico,
49. Voltaire,
50. Christian Wolff (philosopher), 51. Mary Wollstonecraft, 52. Jan Śniadecki,
53. Jędrzej Śniadecki