29 Mart 2012 Perşembe


Sanayileşme Neden Osmanlı’da Değil de Batı’da Gerçekleşti? 

29 Mart 2012, Bodrum 

Osman KARADAĞ[1]


Sanayi ya da Endüstri Devrimi Avrupa’da 18. Ve 19. Yüzyıllarda yeni buluşların üretime olan etkisi ve buhar gücüyle çalışan makinelerin makineleşmiş endüstriyi doğurmasıyla başlamıştır.

15. ve 16. yüzyıllarda dünyanın en güçlü imparatorluğu olan ve eski dünyanın en önemli coğrafyasına yayılmış bulunan Osmanlı İmparatorluğu, askeri ve siyasal alandaki bu başarısını ne yazık ki başta sanayi ve teknoloji alanları olmak üzere diğer alanlarda gösterememiştir. Sanayileşmenin önce Osmanlı’da başlayamamasının birçok nedeni olabilir. Bu nedenlerden en önemlilerinin şunlar olduğunu düşünüyorum:

Öncelikle Batıda, önce Rönesans, daha sonra da Reform ve Aydınlanma hareketiyle bilimsel ve rasyonel düşünme ilkeleri ortaya çıkmış ve bu çabalar da teknolojik gelişmeleri etkilemiştir. Sanayi devrimini başlatan teknolojik buluşlar sırasıyla aşağıda özetlenmiştir[2]:  

1.       İskoçya’da James Watt tarafından Buharlı Makine’nin bulunması;

2.       Amerika’da Robert Fulton 1807 yılında buharlı makineyi gemilere uyguladı ve ilk düzenli okyanus geçişi seferleri 1840 yılında gerçekleşti;

3.       Tarihte ilk kez 1825 yılında buharlı makine lokomotiflerde kullanılmaya başladı;

4.       Amerika’da 1844 yılında Samuel Mors tarafından ilk ticari amaçlı telgraf hizmeti verilmeye başlandı;

5.       Alexander Graham Bell 1876 yılında telefonu buldu;

6.       Almanya’da pancardan şeker yapımı, suni gübre, 1834 yılında Amerika’da biçerdöver icadı, 1870’lerde konserve yiyecek imalatı;

7.       1800 – 1830 yılları arasında köprü, kanal, demiryolu, vb. inşaatlarında artış. 

Bu listeye Osmanlı coğrafyasından bir katkı yoktur. 

İkinci olarak Batı, Reform hareketiyle rasyonel düşünceyi öne çıkarırken, İslam Âleminde bunun tam tersi oluşmuştur. Nitekim İslam Âleminde çok önemli bir otorite olan İmam Gazali[3]’nin savunduğu Eşarilik[4] insan aklına kısıtlı bir alan tanımaktadır. Bu yaklaşım eğitimde Batı ve Doğuda farklı yolların izlemesini doğurmuştur. Batıda özerk üniversiteler ortaya çıkıp serpilirken, doğuda medreseler daha kısıtlı alanlara hapsolmuştur. Böylece Doğu (Osmanlı) teknoloji geliştirmenin olmazsa olmazı olan araştırma geliştirmenin tabanını oluşturan bilimsel düşünceden zamanında yararlanamıştır. 

Bilindiği üzere ilk üniversite 1088 yılında kurulan ve Roma Hukuku öğreten Bologna Üniversitesidir. Akademik özerkliğe sahip bu üniversite Kiliseye karşı kurulmuştur. Daha sonra Paris Üniversitesi (Sorbonne) 1150, Oxford Üniversitesi 1167 ve diğerleri (Palencia 1208, Cambridge 1209, Salamanca 1218, Montpellier 1220, Padau 1222, Toulouse 1229 ve Siena 1240) takip etmektedir. Öğrenciler bu üniversitelerde gramer, belagat ve mantıktan oluşan üçlü hazırlık sanatı ve daha sonra aritmetik, geometri, müzik ve astronomiden oluşan dörtlü ders grubunu almaktaydılar. Sadece bu program, niçin Batıda bilim tabanının geliştiğini gösteren en önemli kanıtlardan biridir.  

Aynı dönemde müslüman ülkelerde ise orta ve yükseköğretimin yapıldığı eğitim kurumlarının genel adı medrese idi. İlk medrese Büyük Selçuklu Devleti zamanında Alparslan'ın veziri Nizamülmülk tarafından 1065 yılında Bağdat’ta açılan Nizamiye Medresesi'dir[5]. Osmanlı’da ilk medrese ise 1331 yılında kurulan İznik Medresesidir. Medreselerde genel olarak Morfoloji, Mantık, Hadis, Tefsir[6], Konuşma adabı, Vaaz, Belagat[7], Kelam, Hikmet, Fıkıh[8], Miras hukuku, İnanç esasları, İlm-i heyet[9], İlm-i hesap dersleri verilmekteydi. Ders içeriklerine bakıldığında dini ve hitabet ağırlıklı olduğu açıkça görülmektedir. Bu da Doğuda (Osmanlıda) neden gerçek işin değil de hamasetin önde olduğunu gösteren kanıtlardan birisidir.  

Görüldüğü üzere Batılı üniversitelerde daha çok pozitif bilimlere ağırlık verilirken Doğulu medreselerde daha çok dini içerikli konular ve hamaset işlenmekteydi. Bu durum bizim insanlarımızın siyasete neden bu kadar hevesli olduklarını da açıklayan nedenlerden birisi olsa gerek. 

Batılıların Avicenna olarak bildikleri ve 980 – 1037 yılları arasında yaşamış olan büyük Türk düşünürü İbni Sina, çocukların “Yetiştirilmesi ve Eğitiminde Öğretmenlerin Rolü (The Role of the Teacher in the Training and Upbringing of Children)” adlı eserinde, çocukların öğretime 6 yaşında başlamalarını ve bu eğitimi 14 yaşına kadar sürdürmelerini önermektedir[10]. Biz ise onbir asır sonra bugün, 2012 yılında, aynı yaş grubundaki çocukların alacağı eğitim kesintili mi olsun kesintisiz mi olsun tartışmalarını yapıyoruz.  

Yukarıda açıklanan felsefi yaklaşım farklılığı kendini birçok alanda göstermektedir. Bazı örnekler aşağıda özetlenmiştir: 

İlk örnek, herkesçe bilindiği üzere Batıda ilk matbaa 1450[11] yılında icat edilmişken, Osmanlıda ilk matbaanın çalışmaya başlaması 1727[12] yılında Batıdan tam 277 yıl sonra gerçekleşebilmiştir. Bunu da Macar asıllı bir Osmanlı gerçekleştirmiştir. 

İkinci örnek ise rasathanedir. Kopernik'in astronomi alanındaki devrimini geliştiren Tycho Brahé 1576'da Danimarka'da Uraniborg Rasathanesi'ni kurarken, Osmanlı İmparatorluğu'nda da neredeyse aynı tarihte (1577) III. Murad'ın izniyle Mısır Medresesi müderrislerinden Takiyüddin[13] tarafından ilk rasathane kurulmuştur[14]. Ne yazık ki bu rasathane, beş yıllık bir çalışmadan sonra, dini çevrelerin baskısı sonucu 1580 yılında kapanarak işlevini yitirmiştir. 

Sadece bu iki örnek bile zamanında gerekli reformu gerçekleştirememiş Osmanlı’nın ve o düşünce yapısında olanların, yeniliklere karşı akılcı olmayan, tahammülsüz yaklaşımını sergilemektedir. Yine bu iki örnek Osmanlı’nın kas gücüne dayanan bir dönemde başarılı olurken, makine gücünün ortaya çıkmasıyla nasıl gerileyip tarih sahnesinden silindiğini de göstermektedir.  

Özetle medrese anlayışı, diğer bir deyişle rasyonel düşünceden uzak bir yaklaşımla teknoloji geliştirilemez, ancak taklitçilik yapılabilir. Nitekim Osmanlı’da yenilik yapanlar, İslamiyet’i sonradan kabul etmiş genelde Batı kültürü ile yetişmiş kişilerin olması bir tesadüf olmasa gerek.


[1] Endüstri Y. Mühendisi Osman Karadağ (okaradag52@gmail.cm), 30 yılı aşkın süreyle Kamu ve Özel sektörde yöneticilik görevlerinde bulunduktan sonra birikimlerini eğitici ve danışman olarak toplumumuzla paylaşmaktadır. Stratejik planlama, yapılabilirlik çalışması ve proje yönetimi alanlarında çalışan Karadağ, Türkiye’nin ilk profesyonel proje yöneticilerinden biridir.
[2] Bunlar ansiklopedik bilgi olduğu için kaynak göstermeye gerek görülmemiştir.
[3] Ebū Hāmid Muhammed ibn Muhammed el-Gazali (1058-1111) İslam Alimi, Mutasavvıf ve Müderris.
[4] Aklın hiçbir zaman gerçeğe ulaşamayacağını, kulların ancak kayıtsız şartsız inanmakla mutlu olabileceklerini ileri sürer. Doğal olaylar, nedenleri bilinmeyen ve belki de asla bilinemeyecek olan salt bir Tanrısal ilkenin ürünüdürler ve bu ilkece yönetilirler. Bu anlayışa göre akıl, pek güçsüz bir veridir.
[5] F. Reşit Unat: Türkiye Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihi Bir Bakış, M.E.B. yay., 1964, sayfa 3. Necdet Sakaoğlu ise ilk medresenin kurucusu olarak, Nişabur hâkimi Emir Nasır bin Sebüktekin'i göstermektedir.
[6] Kuran yorumu
[7] Güzel konuşma, retorik
[8] İslam Hukuku
[9] Astronomi ve astroloji
[10] M. S. Asimov, Clifford Edmund Bosworth (1999), The Age of Achievement: Vol 4, Motilal Banarsidass, s. 33–34
[11] Johannes Gutenberg ve ortağı Fust ile birlikte Almanya’nın Mainz kentinde metal harlerle basım tekniğini bulmuşlardır.
[12] Osmanlıda ilk matbaa İbrahim Müteferrika tarafından kurulmuş olup, 16 Aralık 1727 tarihinde çalışmaya başlamıştır. Matbaanın ilk basılan kitabı “Vankulu Lügatı”dır. Daha sonra tarih ve coğrafyayla ilgili ve sözlük olan 16 eser yayımladı.
[13] Takiyüddin ibn Manıf (1521 - 1585), Arap asıllı Osmanlı gökbilimcisi, mühendisi ve matematikçisi. 1521 yılında Şam'da doğdu. 1574 yılında Galata Kulesi'nde gözlem çalışmalarına başlamıştır. Hoca Saadettin ve Sokullu Mehmet Paşa'nın desteği ve padişah III. Murat'ın fermanıyla 1577 yılında Tophane sırtlarında Takîyüddîn’in yönetimi altında bir gözlemevi kurulmuştur. Ekliptik ile ekvator arasındaki 23° 27' lik açıyı, 1 dakika 40 saniye farkla 23° 28' 40" şeklinde bularak o tarihte ilk defa gerçeğe en yakın ve doğru dereceyi hesaplamıştır. Takiyüddin’e ait el yazmalarının bir bölümü Deprem Enstitü’nün UNESCO’yla (Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Organizasyonu) birlikte yürüttüğü "Memory of the World" projesi çerçevesinde, Takiyüddin’e ait el yazmalarının da içinde bulunduğu 821 Türkçe, 414 Arapça ve 102 Farsça, toplam 1337 eser mikrofilmleri çekilerek CD- Rom üzerinde kataloglanmaktadır. Takiyüddin’nin yıldızların koordinatlarını bulma yönteminin onun çağdaşı olan Tycho Brahe ve Nicolas Copernicus’tan daha ileri olduğu ileri sürülmektedir. Ayrıca Brahe’nin Takiyüddin’nin çalışmlarından haberdar olduğu bilinmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder