Türkiye’de belirli bir bölüm yazarlar ısrarla “bilim” yerine “ilim” sözcüğünü kullanırlar. Aradaki ayrımı bilmeden yapanlara bir diyeceğim yok, ama bilerek yapanlar ya Arapçı ya da pozitif bilimden kuşku duyuyor olmalıdır. Çünkü temelde “ilim” bilginin aktarılmasına dayanırken “bilim” araştırmaya, akılcılığa dayanır. Bilimle uğraşanlara “bilgin” denirken, ilimle uğraşanlara da “alim” denir.
Bu dünya işlerini inanç temeli üzerine
kuran bir dinde “itaat” aranır, bilim ve felsefenin temeli olan “sorgulama”
yoktur, sorguluma olmadığı için “akılcılık” gereksinimi duyulmaz. Dolayısıyla
böyle bir toplumda ne “felsefe” ne de “bilim” gelişir. Zaten, modern buluşların
hiçbiri Müslüman ülkelerde gerçekleşmemiştir. İslamiyet’in başlangıcındaki
bilimsel gelişme de Arap yayılması sırasında eski bilimlerin merkezi olan
Suriye, Mezopotamya, Horasan bölgelerindeki bilimsel mirasın sahiplerince
geliştirilmiştir. Ne zaman ki “içtihat kapıları kapandı” (Not 2), o
bölgelerdeki gelişmeler de durdu, yerini katı bir bağnazlığa bıraktı.
Not 1: Kaynak: “Stratejinin Kaynakları: Türkler, Farslar ve Araplar” adlı çalışmam.
Not 2: İçtihat: Nassın lafız ve manasından hareketle, nassın bulunmadığında da çeşitli istinbat metotları kullanılarak şer‘i hüküm hakkında zanni bilgiye ulaşma çabasının genel adı. İçtihat Kapısı: Joseph Schacht’ın saptamasına göre, 9. yüzyılın ortalarına kadar içtihat hususunda bir kısıtlama bulunmazken bu tarihlerden başlayarak yalnızca önceki müçtehitlerin içtihat ehliyetine sahip oldukları yönünde yaygınlaşmaya başlayan anlayış 10. yüzyılın başlarından başlayarak genel bir kabule dönüşmüş ve artık bu dönemden sonra fakihlerin bütün işlevleri önceki imamların doktrinlerini yorumlamaktan ibaret kalmıştır. Bu durum literatürde içtihat kapısının kapanması olarak bilinir. (Kaynak: H. Yunus Aydın, İslam Ansiklopedisi)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder