7 Ağustos 2025 Perşembe

Merhamet: İstismar Edilebilir Bir Duygu

Merhamet: İstismar Edilebilir Bir Duygu

Yankılanır içimizde merhamet,

Varlığımızın temelidir,

Ama acılarımızın da. — O. Karadağ

Bir süredir aklımı kurcalayan bir soru var: İçimizde yer eden o derin duygu, yani merhamet, nereden geliyor?

Bu sorunun peşine düşmek yalnızca bireysel vicdanımızı değil, insan olmanın en derin katmanlarını da sorgulamaya davet eder bizi. Çünkü merhamet, sadece başkasının acısını fark etmek değildir; aynı zamanda o acıya yönelmek, ona tepki vermek ve onunla duygudaşlık kurmak demektir. Empati ve şefkat ile iç içe geçer ama onlardan daha fazlasını içerir: Etik bir çağrı, içsel bir sorumluluktur bu. İnsanın doğasında yer alan bu duygu, hem biyolojik evrimimizin mirası hem de kültürel inşa sürecimizin bir ürünüdür. Evrimsel olarak bakıldığında, merhamet, grup içi dayanışmayı ve türün hayatta kalma şansını artıran bir avantaj sağlamıştır

Merhametin Kökenleri: Evrimsel, Biyolojik ve Gelişimsel Temeller

Merhametin öyküsü, insan türünün varoluş serüveninin en başına, biyolojik köklerimize kadar uzanır. İnsan türünün evrimsel sürecinde dik yürüme, doğum kanalının daralmasına ve dolayısıyla bebeklerin çok daha erken bir evrede —diğer memelilere göre— dünyaya gelmesine neden olmuştur. Henüz beyin gelişimini tamamlamamış, motor becerileri yetersiz ve hayatta kalmak için mutlak anlamda başka bir insana bağımlı bebek, insan topluluklarında bakım, koruma ve destek davranışlarını gerektirmiştir.

Antropolog Sarah Blaffer Hrdy (1999; 2009), bu öykünün başlangıcını insan yavrusunun doğadaki eşsiz durumuna bağlar. İnsan bebeği, diğer canlıların yavrularına göre oldukça uzun bir süre bakıma muhtaç ve savunmasızdır. Büyük beyni nedeniyle erken doğar ve uzun bir bakım sürecini gerektirir. İşte bu uzatılmış çocukluk, türümüzün hayatta kalma anlayışını değiştirmiştir. Çocuğun bakımının yalnızca anneye değil, işbirliğine dayalı ebeveynlik ile babaya, büyükanneye, kardeşlere ve topluluğun diğer üyelerine yayılmasını gerektirmiştir. Hrdy'ye göre bu ortak bakım modeli, bireyler arasında güvenin ve karşılıklı anlayışın temelini atmıştır. Başkalarının ne düşündüğünü ne hissettiğini anlama ve ona göre davranma yeteneğimiz böyle gelişmiştir.

Primatolog Frans de Waal (2009) da bu görüşü destekler. Ona göre empati, yalnızca insana özgü bir yeti değil, primatlarda bile gözlemlenen ve topluluk içindeki uyumu ve yardımlaşmayı artıran evrimsel bir üstünlüktür. Şempanzelerin yaralı bir üyeye yardım etmesi, merhametin evrimsel bir avantaj olduğunu gösterir. Bu bağlamda merhamet, bireysel bir duygu olmanın ötesinde, toplumsal dayanışmayı olanaklı kılan evrimsel bir düzenektir. Bu durumu, akraba seçilimi (genetik yakınları koruma) ve karşılıklı özgecilik ("bugün ben sana, yarın sen bana") ilkeleriyle açıklamak mümkündür. Böylece merhamet, yalnızca insanlara özgü değil, filler, yunuslar ve primatlar gibi pek çok sosyal canlıda da gözlemlenebilen bir davranıştır.

Genetik ve biyolojik yapımız da merhamet kapasitemizi belirler. Beynimizdeki ayna nöronlar adı verilen özel sinir hücreleri, başkasının yaşadığı duyguyu —acı, sevinç, korku— sanki biz yaşıyormuşuz gibi hissetmemize olanak tanır. Empati ve karar verme süreçlerini yöneten prefrontal korteks gibi beyin bölgelerinin gelişmişliği de bu duyarlılığı etkiler.

Merhamet, yalnızca doğuştan getirdiğimiz bir miras değildir; büyük ölçüde yaşamla öğrenilen ve biçimlenen bir duygudur. John Bowlby'nin (1988) geliştirdiği bağlanma kuramı, bu gelişimsel sürece bir pencere sunar. Sevgi ve şefkat dolu, güvenli bir ortamda büyüyen, yani güvenli bağlanma geliştiren çocukların ileriki yaşamlarında daha yüksek düzeyde empati, şefkat ve yardım davranışları gösterdiğini Ainsworth ve arkadaşları (1978) saptamıştır.

Öte yandan, ihmal, istismar veya yıkıcı yaşantılarla dolu bir geçmiş, kişinin kendini korumak için duygusal bir zırh geliştirmesine neden olabilir. Bu durumda görünen merhametsizlik, bir kötülükten çok, derin bir yaralanmanın izidir. İçinde büyüdüğümüz kültür de bu duyguyu nasıl işleyeceğimizi belirler. "Komşusu açken tok yatan bizden değildir" anlayışıyla büyüyen biri için merhamet ahlaki bir görevken; "güçlü olan ayakta kalır" ilkesini benimseyen bir toplumda merhamet, bir zayıflık belirtisi olarak görülebilir. Böylece merhamet, yalnızca doğuştan gelen bir dürtü değil, sosyal öğrenme ve duygusal deneyimlerle gelişen bir kapasiteye dönüşür.

Merhametin İki Yüzü: Kavramlar ve Ruhsal Bedeller

Merhamet, ruhsal dünyamızda nasıl işler? Psikoloji bilimi, bu duygunun hem yapıcı hem de yıkıcı olabilecek yönlerine ışık tutar. Paul Gilbert'in (2010) belirttiği gibi sıklıkla birbiriyle karıştırılan merhamet, empati ve şefkat kavramları arasında temel farklar bulunur. Empati, başkasının duygularını anlayabilme yetisidir. Şefkat, bu anlayışa duygusal bir yakınlık katar. Merhamet ise, bu iki kavramın da ötesine geçerek, başkasının acısını hafifletmeye yönelik bir davranış itkisi oluşturur.

Psikolog Daniel Batson (1991), empatik kaygının insanları yardım etmeye yönelten temel bir güdü olduğunu savunur. Empati, merhametin ruhsal yakıtıdır. Ancak her yüce duygu gibi, merhamet de ölçüsüzleştiğinde insanı yüceltmez, aksine ağırlaştırır.

Sürekli olarak başkalarının acısına tanıklık etmek, özellikle sağlık çalışanları, sosyal hizmet uzmanları ve yardım gönüllülerinde merhamet yorgunluğu olarak bilinen bir tükenmişliğe yol açabilir. Bu durum, aşırı empatinin bireyin kendi sınırlarını yok etmesine ve ruhsal olarak çökmesine neden olabilir. Figley'in (1995) belirttiği gibi sürekli başkalarının acılarıyla yüzleşen kişilerde gelişen bu tükenmişlik biçimi, ikincil travma ile birlikte kaygı, bunalım ve duyarsızlaşmaya yol açabilir. Kimi zaman "iyi olmak" adına başkalarının acısını kendi yaşamına taşıyan birey, zamanla "yardımseverlik tükenmesi" yaşayabilir.

Kimi zaman aşırı merhamet, kişinin kendi içindeki boşluğa bakmaktan, kendi yaralarına dokunmaktan bir kaçışıdır. Bu, Danimarkalı düşünür Søren Kierkegaard'ın (1941) sözünü ettiği o içsel bölünmenin bir yansımasıdır; kişi kendi varoluşsal boşluklarını örtmek için başkalarının acısına yönelir. Ayrıca, A. W. Schaef'in (1986) belirttiği gibi çocuklukta ebeveynin duygusal boşluklarını doldurmak zorunda kalan bireylerde, yetişkinlikte aşırı merhametli davranışlar gözlenebilir. Bu bireyler, başkalarının duygusal ihtiyaçlarını kendi ihtiyaçlarının önünde tutarak, bağımlı ilişkiler (codependency) geliştirebilir. Sınır tanımayan bu durum, bireyi suistimale açık hale getirir ve sürekli yorgunluk, değersizlik hissi ve varoluşsal boşluk yaratır.

Bu noktada eleştirel bir ses yükselir. Düşünür Paul Bloom (2016), empatiye karşı kuşkucu bir tutum sergiler. Ona göre empati, ahlaki kararlar için güvenilir bir rehber değildir çünkü seçicidir; sevdiklerimize ve bize benzeyenlere karşı daha yoğun hissederken, uzaktaki veya farklı gruplara karşı bizi kayıtsız bırakabilir. Bloom, empatinin duygusal taşkınlığı yerine, akılcı bir şefkat ve muhakemeyi savunur.

Merhamet ve Ahlaki Bilincin Doğuşu

Merhameti yalnızca biyolojinin alanına hapsetmek yetersiz kalır. Merhamet zamanla, etik bilinçle iç içe geçmiş, ahlaki bir erdem olarak kavramsallaştırılmıştır. Ahlak tarihine bakıldığında, özellikle Schopenhauer'ın (2010) etik anlayışında merhametin merkezi bir yeri olduğu görülür. Schopenhauer'a göre, ahlakın gerçek temeli merhamettir; çünkü yalnızca merhamet, ötekinin acısını kendi acısı gibi hissedebilmeyi mümkün kılar: "Bencilliğin sınırları dışında kalan tek dürtü, merhamettir ve gerçek ahlaki değer yalnızca bu duyguya dayanır."

Buna karşılık, Kant (1997) gibi filozoflar ahlakı akla ve evrensel yasa fikrine dayandırırken, duyguları ikincil bir konuma yerleştirirler. Ona göre ahlaki bir eylem, duygulardan arınmış olmalıdır. Bu nedenle merhamet, duygusal bir eğilim olduğu için ahlaki kararları saptırabilecek ikincil bir duygudur ve ahlakın temeli olamaz. Kant, "iyi niyet, aklın rehberliğinde olmalı; yoksa iyi bile olsa zarar verir" diyerek duygusal aşırılıkları potansiyel tehlike olarak görür.

Baruch Spinoza (2007) ise merhameti "hayal gücünün etkisiyle oluşan bir keder biçimi" olarak değerlendirir ve tutkuların ürünü olduğu için insanı akli yaşamdan uzaklaştırabileceğini düşünür.

David Hume (2003) ise ahlaki duyarlılığın temelinde "duygu"yu görür ve empati ile merhameti, insanın doğasında var olan birer "ahlaki duygu" olarak niteler. Ona göre ahlak, nesnel ilkelere değil, insanın başkalarının mutluluğu ve acısına verdiği doğal tepkilere dayanır.

Tarih Sahnesinde Merhamet: Efsanevi ve Kültürel Anlatılar

Merhamet, biyolojik bir gereklilikten doğduktan sonra insanlığın ortak belleğinde, efsaneler ve yazınsal anlatılar aracılığıyla ölümsüzleşmiştir. Antik Yunan'da Prometheus'un öyküsü, bunun en çarpıcı örneklerinden biridir. Prometheus, tanrıların yasağını çiğneyerek ateşi insanlara armağan eder. Bu eylemi, tanrılara karşı bir başkaldırıdan çok, insanlığa duyduğu derin şefkatin bir ifadesidir. Bu merhamet eylemi yüzünden sonsuz bir cezaya çarptırılması, bireyin toplumsal sorumluluk uğruna otoriteye karşı çıkışının simgesi haline gelmiştir.

Yazın (edebiyat) alanında ise Fyodor Dostoyevski, merhametin insan ruhundaki karmaşık doğasını belki de en iyi işleyen yazardır. Özellikle Suç ve Ceza romanında Raskolnikov'un iç dünyası, adalet ile merhamet arasında gidip gelir. İşlediği cinayetin ardından duyduğu vicdan azabı ve Sonya'nın karşılıksız merhameti, onun ahlaki dönüşümünün temelini oluşturur. Karamazov Kardeşler'de ise Gruşenka, sevgi ve nefret arasında bir köprü kurar. Dostoyevski için merhamet, insanın kendisiyle, ötekiyle ve Tanrı'yla kurduğu bağın en somut ve sancılı görünümlerinden biridir.

Felsefenin Merceğinden Merhamet: Erdem mi, Duygu mu?

Felsefe alanında, merhametin tanımı daha da derinleşir ve farklı düşünce okullarında birbiriyle çelişen konumlara yerleştirilir. Aristoteles, philia (dostluk sevgisi) kavramıyla merhamete dolaylı bir kapı aralar. Philia, akıl ve erdemle yönetilen, karşılıklılığa dayalı bir ilişki biçimidir. Burada merhamet, aşırılıktan uzak, ölçülü bir karakter erdemidir.

Buna karşılık, P. de Silva'nın (2005) belirttiği gibi Budist felsefedeki karuna (şefkat) kavramı, tüm canlıların acısını ayrım gözetmeksizin paylaşmayı ve azaltmayı hedefleyen sınırsız bir eğilimdir. Philia akıl ve denge üzerine kuruluyken, karuna özgeci ve evrensel bir şefkat anlayışını temsil eder.

Emmanuel Levinas (2007) için ise etik, "ötekinin yüzü" ile karşılaştığımızda, onun acısına kayıtsız kalamadığımız anda başlar. Ötekinin yüzü, bana dokunur, beni sorumlu kılar ve bu sorumluluk rızamdan bağımsızdır. Merhamet bu bağlamda, duygusal bir tepki değil, ertelenemez bir varoluşsal sorumluluktur; etiğin ta kendisidir. Ona göre bu yüzleşme, adeta "beni öldürme" der. Ancak bu sorumluluk duygusu bir takıntıya dönüştüğünde, kişi kendini herkesin yükünü omuzlamak zorunda hisseder.

Bu noktada Friedrich Nietzsche (2012) daha keskin bir eleştiri getirir. Ona göre merhamet, Hristiyan ahlakının bir ürünü olarak zayıflığı yüceltir, gücün yadsınması ve yaşamın sert gerçeklerine karşı iradenin kırılmasıdır. Acıyı kutsamak, insanın kendi potansiyelini ve yaşam gücünü seyreltmesidir.

Bu iki aşırı ucun ortasında Stoacılar (Seneca, Epiktetos, Marcus Aurelius) bilgece bir denge öğüdü verir. Epiktetos'un (1983) ifadesiyle: "Başkalarına yardım et ama onların acısını taşıma; o acı onların sınavı, senin değil."

Bu farklı yaklaşımları modern etik kuramlarıyla birlikte değerlendirdiğimizde şöyle bir tablo ortaya çıkar:

Yaklaşım

Merhametin Konumu

Etik Temel

Karar Ölçütü

Aristoteles

Erdemin parçası

Akıl ve denge

Karakter gelişimi

Budizm

Aydınlanma erdemi

Özgecilik

Evrensel şefkat

Kant (Deontoloji)

İkincil duygu

Evrensel yasa

Akıl ve ödev

Levinas

Etiğin özü

Ötekine sorumluluk

Yüzleşme ve sorumluluk

Yararcılık

Sonuç odaklı değer

Mutluluk artırımı

Acının azaltılması

Erdem Etiği

Karakterin özü

Erdemli yaşam

İyi insan olma

Bakım Etiği

İlişkisel sorumluluk

Empati ve bağ

Duygusal yakınlık

Bu tablo, merhametin ne kadar farklı felsefi ve etik sistemler içinde ne denli farklı anlamlar kazanabildiğini açıkça gösterir. Carol Gilligan'ın (1982) bakım etiği yaklaşımında merhamet, ilişkisel sorumluluğun temelidir.

Merhametin Aşırılığı: İyilikten Gelen Tükeniş

Her erdem gibi, merhamet de ölçüsüzleştirildiğinde zarar verici hale gelebilir. Spinoza'ya (2007) göre, tutkulara teslim olmak, insanın öz doğasını yitirmesi anlamına gelir. Merhamet de, eğer kontrolsüz bir tutkuyla birleşirse, bireyin kendi varoluşunu zedeleyen bir boyut kazanabilir. Spinoza şöyle der: "Merhamet, aklın buyruğuyla değil, hayal gücüyle hareket eden bir acı türüdür."

Kimi zaman aşırı merhamet, kişinin kendi içindeki boşluğa bakmaktan, kendi yaralarına dokunmaktan bir kaçışıdır. Bu, Kierkegaard'ın (1941) sözünü ettiği içsel bölünmenin bir yansımasıdır; kişi kendi varoluşsal boşluklarını örtmek için başkalarının acısına yönelir. Dışarıdan bakanlar, "Ne kadar iyi ne kadar düşünceli biri" derken, içeride sürekli kendini gözardı etmenin, başkalarının sorumluluğunu üstlenmenin ve hayır diyememenin getirdiği görünmez çatlaklar oluşur. Bu durum, merhamet yorgunluğu (compassion fatigue) olarak adlandırılır. Figley'in (1995) belirttiği gibi, bu tükenmişlik biçimi, özellikle sağlık çalışanları, ruh sağlığı uzmanları ve sosyal hizmet görevlilerinde yaygındır.

Ayrıca, çocuklukta ebeveynin duygusal boşluklarını doldurmak zorunda kalan bireylerde, yetişkinlikte aşırı merhametli davranışlar gözlenebilir. Schaef'in (1986) belirttiği gibi bu bireyler, başkalarının duygusal ihtiyaçlarını kendi ihtiyaçlarının önünde tutarak, bağımlı ilişkiler (codependency) geliştirebilir. Sınır tanımayan bu durum, bireyi suistimale açık hale getirir ve sürekli yorgunluk, değersizlik hissi ve varoluşsal boşluk yaratır.

İnancın Kalbinde Merhamet: Dinsel ve Tasavvufi Yaklaşımlar

Merhamet, dinsel geleneklerde tanrısal bir nitelik ve varoluşsal bir bağ olarak en yüce konumuna ulaşır. İslam düşüncesinde merhamet, Allah'ın en temel sıfatları olan Rahman ve Rahim kavramlarında görülür. Rahman, dünya yaşamına inanan inanmayan ayrımı yapmaksızın tüm varlıklara yönelen evrensel ve kuşatıcı bir rahmeti ifade eder. Rahim ise özellikle inananlara ahirette yönelecek olan daha seçkin bir lütfu ve bağışlayıcılığı anlatır. Bu iki kavram, ilahi merhametin hem kapsayıcı hem de özel boyutlarını ortaya koyar.

Tasavvufta ise merhamet, ahlaki bir erdem olmanın ötesinde, varlığın özüyle birleşmektir. Yunus Emre'nin o eşsiz dizesi, bu anlayışın bir özetidir: "Yaratılanı hoş gör, Yaradan'dan ötürü" (Yunus Emre Divanı). Burada merhamet, Tanrı'nın tüm varlıklardaki yansımasını görmek ve O'nun aşkıyla her şeye yönelmektir. Bu, ontolojik bir sevgidir; yani varlığın temeline yerleşmiş bir şefkattir.

Farklı inançlardaki merhamet kavramlarını karşılaştırdığımızda zengin bir tabloyla karşılaşırız: Hristiyanlıktaki agape, Tanrı'nın insanlığa yönelik karşılıksız ve kurtarıcı sevgisidir. Budizm'deki karuna, tüm canlıların acısını ayrım gözetmeksizin paylaşmayı ve azaltmayı hedefleyen sınırsız bir eğilimdir.

Gelenek

Merhamet Kavramı

Özellikleri

Yönelimi

İslam

Rahman / Rahim

Tanrısal lütuf, seçici ve evrensel

Tanrı'dan insana

Hristiyanlık

Agape

Karşılıksız sevgi, kurtarıcı merhamet

Tanrı'dan insana

Budizm

Karuna

Acıyı paylaşma, özgecilik

İnsandan tüm varlığa

Tasavvuf

Ontolojik sevgi

Tanrı'yla özdeşlik, evrensel şefkat

İnsandan Tanrı'ya ve varlığa

Toplumsal Bir Değer Olarak Merhamet: Dünden Bugüne Değişimi

Merhametin ne olduğu bilgisi, tarihsel süreçte sürekli bir dönüşüm geçirmiştir. Modern öncesi toplumlarda merhamet, bir topluluk içi dayanışma bağıydı. Aile, klan ve cemaat gibi yapılar içinde sosyal uyumun harcıydı. Osmanlı dönemindeki vakıf sistemi, bu anlayışın kurumsallaşmasıdır. Sokak hayvanları için kurulan vakıflar, yoksullara aş dağıtan imarethaneler, merhametin kamusal bir sorumluluk olarak nasıl içselleştirildiğini gösterir.

Modern dönemle birlikte ise merhamet, daha bireysel ve seçici bir duyguya dönüşme eğilimi göstermiştir. Rekabetçi ve bireyci toplumlarda merhamet, kamusal bir sorumluluktan çok, kişisel bir tercih haline gelmiştir.

Yirminci yüzyılda sosyal devlet, merhameti kamusal politikaya taşıdı. İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde sosyal adalet ve refah programları, merhametin kurumsal bir yansıması oldu. Ancak neoliberal ideolojilerde merhamet, kimi zaman bir zaaf olarak damgalanabilir. Bugün ise bu duygu, yeniden etik bir direnç biçimi olarak yükselişe geçmektedir.

Çözüm Olarak Kendine Merhamet: İçe Dönük Şefkatin Önemi

Modern psikoloji, bu denge arayışında kendine merhamet kavramını ön plana çıkarır. Kristin Neff'e (2011) göre bu, bireyin başarısızlık, hayal kırıklığı ya da acı anlarında kendini yargılamadan, anlayışla karşılamasıdır.

Merhametin en çok unutulan yönü, kişinin kendine duyması gereken merhamettir. Başkaları için her zaman orada olurken, kendi yorgunluğunu, kırgınlıklarını ve ihtiyaçlarını görmezden gelmek, en büyük haksızlığı kendine yapmaktır. Yük taşıyan da bir insandır; yıpranır, yorulur ve kırılır. Bir noktada durup aynaya bakmak ve kendine "Sen de varsın" demek gerekir.

Sonuç: Merhametin Erdem Olarak Dengesi

Bu uzun yolculuğun sonunda vardığımız yer şudur: Merhamet, tek bir tanımdan oluşmuyor. O, insan yavrusunun hayatta kalma ihtiyacından doğan biyolojik bir zorunlulukla başlamış; efsaneler, dinler ve felsefelerle yücelerek insanlığın ortak ahlaki erdemlerinden biri haline gelmiştir. Evrimsel olarak işbirlikçi bakım ve empati, türün hayatta kalmasını sağlamış; felsefi ve dini gelenekler ise merhameti evrensel bir sorumluluk olarak yüceltmiştir.

Merhamet, insan olmanın hem biyolojik hem de etik bir izdüşümüdür. Ancak her erdem gibi merhamet de ölçülü olmayı gerektirir. Ölçüsüz merhamet, kişinin kendi öz saygısını, ruhsal dengesini ve ahlaki sağduyusunu aşındırabilir. Merhametin aşırısı, merhamet yorgunluğu gibi ruhsal sorunlara yol açabilir. Bu nedenle merhamet, dengeyle anlam kazanır: Ne tümüyle reddedilmeli ne de sınırsızca yaşanmalıdır.

Gerçek merhamet, yalnızca başkasının acısını hissetmek değil, o acıya uygun, dönüştürücü ve sürdürülebilir bir şekilde yanıt vermektir. Duyarlılığı akılla, şefkati özbakımla, sorumluluğu dengeyle buluşturmak, insanı hem kendisine hem de başkalarına karşı daha adil bir noktaya getirir.

Merhamet, hem bizi birbirimize bağlayan görünmez bir ip hem de üzerinde dikkatle yürümemiz gereken ince bir yoldur. Onu anlamak, aslında insanın en derin ve karmaşık doğasını anlamaya çalışmaktır. Merhamet, insan olmanın özünde yatar. Bizi hem ötekiyle hem de kendimizle bağlayan bu duygu, ahlaki sistemlerin, toplumsal dayanışmanın ve varoluşsal anlamın temel taşlarından biridir. Ahlakın temelinde yer alan bu duygu, sınırları çizildiğinde yalnızca bir erdem değil, aynı zamanda insan olmanın hakiki bir biçimi haline gelir.

Kaynaklar

Ainsworth, M. D. S., Blehar, M. C., Waters, E., & Wall, S. (1978). Patterns of attachment: A psychological study of the strange situation. Lawrence Erlbaum Associates.

Batson, C. D. (1991). The altruism question: Toward a social-psychological answer. Lawrence Erlbaum Associates.

Bloom, P. (2016). Against empathy: The case for rational compassion. Ecco.

Bowlby, J. (1988). A secure base: Parent-child attachment and healthy human development. Basic Books.

de Silva, P. (2005). An introduction to Buddhist psychology. Palgrave Macmillan.

de Waal, F. (2009). The age of empathy: Nature's lessons for a kinder society. Harmony Books.

Epiktetos. (1983). Söylevler (Çev. H. Ö. Andaç). Remzi Kitabevi.

Figley, C. R. (1995). Compassion fatigue: Coping with secondary traumatic stress disorder in those who treat the traumatized. Brunner/Mazel.

Gilbert, P. (2010). The compassionate mind: A new approach to life's challenges. Constable & Robinson.

Gilligan, C. (1982). In a different voice: Psychological theory and women's development. Harvard University Press.

Hrdy, S. B. (1999). Mother nature: Maternal instincts and how they shape the human species. Ballantine Books.

Hrdy, S. B. (2009). Mothers and others: The evolutionary origins of mutual understanding. Harvard University Press.

Hume, D. (2003). A treatise of human nature (D. F. Norton & M. J. Norton, Eds.). Oxford University Press. (Özgün eser 1739-1740'ta yayımlandı)

Kant, I. (1997). Ahlak metafiziğinin temellendirilmesi (Çev. İ. Kuçuradi). Türkiye Felsefe Kurumu. (Özgün eser 1785'te yayımlandı)

Kierkegaard, S. (1941). The sickness unto death (W. Lowrie, Çev.). Princeton University Press. (Özgün eser 1849'da yayımlandı)

Levinas, E. (2007). Totality and infinity: An essay on exteriority (A. Lingis, Çev.). Duquesne University Press. (Özgün eser 1961'de yayımlandı)

Neff, K. (2011). Self-compassion: The proven power of being kind to yourself. William Morrow Paperbacks.

Nietzsche, F. (2012). İnsanca, pek insanca (Çev. M. Tüzel). Say Yayınları. (Özgün eser 1878'de yayımlandı)

Schaef, A. W. (1986). Co-dependence: Misunderstood-mistreated. Harper & Row.

Schopenhauer, A. (2010). Ahlakın temeli üzerine (Çev. A. Aydoğan). Say Yayınları. (Özgün eser 1840'ta yayımlandı)

Spinoza, B. (2007). Etika (Çev. H. Z. Ülken). Dost Kitabevi. (Özgün eser 1677'de yayımlandı)

Yunus Emre Divanı. (Tarih belirtilmemiş). Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder