Bilim mi, İlim mi?
Türkiye’de kahve sohbetlerinden akademik kürsülere kadar sıkça
duyulan bir cümle vardır: “Bilim başka, ilim başkadır.”
İlk bakışta bu, yalnızca eski ve yeni sözcükler arasındaki
bir tercih gibi görünebilir. Oysa bu iki sözcüğün arasına çekilen sınır, aslında
dünyayı nasıl anladığımız, bilgiyi nasıl meşru saydığımız ve akla ne kadar alan
tanıdığımızla ilgili derin bir yol ayrımını temsil eder.
Peki neden bazı çevreler “bilim” sözcüğüne mesafeliyken “ilim”
kavramına sıkı sıkıya sarılır? Bu gerçekten bir dil meselesi midir, yoksa bir zihniyet
kavgası mı?
“İlim” Nasıl Bir Kaleye Dönüştü?
Tarihsel olarak “ilim”, matematikten astronomiye, fıkıhtan
felsefeye kadar çok geniş bir bilgi alanını kapsayan bir kavramdı. Bilgi, farklı
yollarla aranabilir, tartışılabilir ve geliştirilebilirdi. Ancak 20. yüzyılla birlikte
bu geniş anlam daralmaya başladı.
Özellikle İslam dünyasında politik ve ideolojik hareketlerin
güçlenmesiyle birlikte “ilim”, modern dünyanın “seküler” bilgisine karşı koruyucu
bir siper işlevi görmeye başladı. Bu yeni kullanımda bilgi artık:
- Sınanan bir süreç olmaktan çıktı,
- İnançla çevrelenmiş bir alan haline geldi,
- Eleştiriden çok sadakat talep eder oldu.
Bu yaklaşım, bilgiyi keskin bir biçimde ikiye ayırdı: “Doğru
olan” ve “sakıncalı olan”. Kaynağını dinsel referanslardan almayan bilgi,
ne kadar tutarlı ya da işe yarar olursa olsun, “eksik”, “tehlikeli” ya da “ruhsuz”
sayıldı.
Böylece bilgi, deneyle doğrulanan bir iddia olmaktan
çıkıp, inançla korunması gereken bir hazineye dönüştü.
Türkiye’deki Yankılar: Ruhsuz Bilim – Hikmetli İlim
Bu zihniyet dönüşümü Türkiye’de de güçlü karşılıklar buldu.
Modern bilim, sıklıkla: Soğuk, mekanik, değerlerden yoksun ve Batı merkezli olarak
tanımlandı. Buna karşılık “ilim”: Hikmetli, ahlaklı, yerli ve inançla uyumlu bir
bilgi biçimi olarak idealize edildi.
Bu bakış açısına göre bilim, kendi başına bırakıldığında tehlikelidir;
mutlaka ahlaki ve dinsel bir çerçeveye bağlanmalıdır. Bilgi, evreni anlamanın değil,
önceden belirlenmiş doğrulara ulaşmanın bir aracı olarak görülür.
Bu yaklaşımın ortak paydası şudur: Bilim, özerk bir alan
değildir; denetlenmesi gerekir.
Asıl Ayrım: Bilgi Nasıl Üretiliyor?
“Bilim” ile “ilim” arasındaki gerçek fark, sözcüklerde değil,
bilginin mutfağında yatar: Yani bilgi nasıl üretilir, nasıl sınanır?
|
Modern Bilim |
Gelenekçi İlim Anlayışı |
|
Yanlışlanabilirlik:
“Yanılıyor olabilirim” der. |
Mutlakiyet: Doğru zaten
bellidir. |
|
Eleştirel akıl: Otorite
sorgulanabilir. |
Nakil ve otorite: Gelenek
sorgulanmaz. |
|
Değişim: Yeni kanıt
eski bilgiyi geçersiz kılabilir. |
Muhafaza: Bilgi korunur,
değiştirilmez. |
Modern bilim, mütevazıdır. “Her şeyi bilmiyorum; öğrenmeye
çalışıyorum” der.
Gelenekçi ilim anlayışı ise kesinlik sunar: “Doğru zaten mevcut;
ona uymak gerekir.”
Bu fark, yalnızca bilgi anlayışını değil, insan tipini
de belirler: Biri sorgulayan, diğeri itaat eden bir akıl üretir.
Sonuç: Özgür Akıl Olmadan İlerleme Mümkün mü?
“Bilim” ile “ilim” arasında yapılan ayrım, çoğu zaman masum
bir kavramsal tercih değildir. Bu ayrım, bilginin üzerine bir denetim mekanizması
kurma çabasının parçasıdır. Bilimi dinsel ya da ideolojik bir kalıba sokmak,
onun en temel gücünü—sorgulama yeteneğini—elinden alır.
Oysa tarih açıkça göstermiştir ki: Bir toplum, bilginin doğruluğunu
inançlara göre değil, kanıtlara göre değerlendirmeye başladığında ilerler.
Bilimi özgür bırakmak dine düşmanlık değildir. Aksine, aklın
onurunu korumaktır. Çünkü yalnızca yanılabileceğini kabul eden, soru sormaktan
korkmayan ve hiçbir otoriteyi mutlak saymayan bir akıl, insanlığı gerçekten ileriye
taşıyabilir.
Esenlikler diliyorum.
27 Aralık 2025
Kaynakça
Bulaç, A. (2014). Din, siyaset ve modernlik. İstanbul:
İz Yayıncılık.
Karakoç, S. (1997). Diriliş neslinin amentüsü. İstanbul:
Diriliş Yayınları.
Kutub, S. (1990). Yoldaki işaretler (Çev. M. Yolcu).
İstanbul: Hikmet Yayınları.
Mevdudi, E. A. (1986). İslam’da ihya hareketleri (Çev.
A. Yüksel). İstanbul: Hilal Yayınları.
Popper, K. R. (2002). Bilimsel araştırmanın mantığı
(Çev. İ. Aka & İ. Turan). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Topçu, N. (1998). Türkiye’nin maarif davası. İstanbul:
Dergah Yayınları.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder