28 Aralık 2025 Pazar

Merhamet ile Kendini Feda Etmek: İki Farklı Ahlaki Duruş

 Merhamet ile Kendini Feda Etmek: İki Farklı Ahlaki Duruş

Merhamet ile kendini feda etmek kavramlarına değinmek istiyorum. Bu iki kavram birbirine yakın anlam taşısalar da aralarında derin farklar vardır. Biri bir canlıya karşı duyulan acımaktan kaynaklanan insanı bir duygu olurken diğeri insanın birine karşı duyduğu derin sorumluluk sonucudur.

Bir sabah, sokakta yürürken yerde oturan yaşlı bir adam görürsünüz. Bastonunu yanına bırakmış, nefesleniyordur. Göz göze gelirsiniz. İçinizde bir şey kıpırdar. Duraksarsınız. İşte o an, merhamet başlar. Bir duygudur bu; ansızın gelir. Sizi yavaşlatır, kalbinize dokunur. Yanına gider, su verir, halini hatırını sorarsınız. Sonra yolunuza devam edersiniz. Adam orada kalır, siz normal yaşamınız dönersiniz.

Merhamet çoğu zaman böyle işler. Görür, hisseder, sarsılır ve geçer.

Filozof Schopenhauer, merhameti benliğin sınırlarının kısa bir süreliğine erimesi olarak anlatır. O anda “ben” geri çekilir, “öteki” öne çıkar. Acı, başkasının olmaktan çıkar; bir anlığına sizin içinizde yankılanır. Ama bu yankı kalıcı olmak zorunda değildir. Merhamet, insana insanlığını anımsatır; ama ondan uzun erimli bir söz istemez.

Oysa kimi zaman yaşam, merhametin yetmediği bir eşik kurar önünüze.

Bir çocuk düşünün. Yıllar önce onun elinden tutan anne, şimdi yürümekte zorlanıyor. Doktor randevuları, ilaçlar, sessiz geceler… Çocuk artık yalnızca “üzülmez”. Planlarını erteler, hızını düşürür, kendi yaşamında değişiklikler yapmaya başlar. Bu bir anlık sarsıntı değildir. Bu, geri dönüşü olmayan bir karar gibidir. Kimse yüksek sesle söylemez ama bir eşik geçilmiştir.

İşte burada merhamet biter, fedakarlık başlar.

Fedakarlık duygudan değil, bağlılıktan doğar. Emmanuel Levinas’ın dediği gibi, öteki artık yalnızca görülen biri değil, kaçınılamaz bir çağrıdır. Bu çağrı, insanın özgürlüğünü sınırlar. Artık “istersem” değil, “zorundayım” vardır. Bu zorunluluk dışarıdan dayatılmış bir zorunluluk değildir; insanın kendi içinde kabul ettiği bir etik ağırlıktır.

Fedakarlık, rüzgar gibi gelip geçmez. Daha çok toprağa çakılmış bir kazığa benzer. İnsan kendini ona bağlar. Geri çekilmek mümkündür belki, ama kolay değildir. Çünkü bu bağ, yalnızca başkasına değil, insanın kendine verdiği bir sözdür.

Eşler arasında da benzer bir an yaşanır. Biri düşer. Hastalık, işsizlik, karanlık bir dönem… Diğeri ayakta kalır. Ayakta kalan, yalnızca üzülmez; yükü omuzlar. Kendi yaşamının hafiflemesini değil, ağırlaşmasını kabul eder. Fedakarlık burada dramatik değildir. Çoğu zaman kimse fark etmez. Alkış yoktur, tanık yoktur. Yalnızca devam eden bir “buradayım” vardır.

Kant, ahlaki değeri olan eylemin duygulardan değil, ödev bilincinden doğduğunu söyler. Yani insan kimileyin iyi hissettiği için değil, doğru olduğunu bildiği için katlanır. Fedakarlık tam da bu noktada görünür olur. Duygu çoktan sönmüş olabilir; ama sorumluluk kalır.

Merhamet, insanın insaniyetine açılan ilk kapıdır. Fedakarlık ise o kapıdan geçtikten sonra karşılaşılan daha ağır bir eşik. Merhamet “acıdım” der ve durabilir. Fedakarlık “buradayım” der ve kalır.

Belki de ahlaki olgunluk tam burada başlar: hissetmenin bittiği, yükün başladığı yerde. Merhamet insanı insan yapar; fedakarlık ise o insanlığın ağırlığını taşımayı kabul edenleri ayırır.

Ve çoğu zaman, insanın kendisi için söyleyebileceği en ağır cümle şudur:

“Buradayım.”

Esenlikler diliyorum.

Kaynakça

Levinas, E. (1969). Totality and infinity: An essay on exteriority (A. Lingis, Trans.). Pittsburgh, PA: Duquesne University Press. Özellikle Ethics and the Face bölümü.

Schopenhauer, A. (1840/1995). On the basis of morality (E. F. J. Payne, Trans.). Providence, RI: Berghahn Books. Bölüm III, merhamet (Mitleid) kavramı.

Kant, I. (1785/1993). Groundwork of the metaphysics of morals (J. W. Ellington, Trans.). Indianapolis, IN: Hackett Publishing. Birinci ve ikinci bölüm, ödev ve ahlak yasası tartışması.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder